Hakîkat Ltd.Şti.Yayınları

   
     

TAM İLMİHÂL

     
   

 SE'ÂDET-İ EBEDİYYE

   
 

Birinci Kısm - İkinci Kısm - Üçüncü Kısm - İndeks

 
 

BİRİNCİ KISM

 
     

78 - ZEKÂT VERMEK

İHTİYÂC EŞYÂSI - İnsanı ölümden koruyan şeylerdir. Bunların birincisi nafakadır. Nafaka da üçdür: Yiyecek, giyecek ve evdir. Yiyecek deyince, mutfak eşyâsı da anlaşılır. Ev demek, ev eşyâsı da demekdir. Binek hayvanı veyâ arabası, silâhları, hizmetcisi ve san’at âletleri ve lüzûmlu kitâbları da ihtiyâc eşyâsı sayılır.

Hacca gitmek için de, yine bu ihtiyâc eşyâsından fazla parası, malı olması lâzımdır. Nafaka, kendinin ve bakması vâcib olanların nafakasıdır. Bunların ihtiyâcdan fazla olanı ve din ve meslek kitâblarından başka kitâbların hepsi, hac parası için satılır ve kurban, fıtra nisâbına katılır. Fekat, ticâret niyyeti olmadıkça, zekât nisâbına katılmaz. Hacca gitmek için, oturduğu evden fazla evi satılır. Fekat, bir evin fazla odaları satılmaz. Oturduğu evini satıp, kirâ ile ev tutmak lâzım değildir. Hac vakti gelmeden önce, ihtiyâc eşyâsı satın almak câizdir. Hac farz oldukdan sonra, bunları alarak hac parasını yimek câiz değildir. Önce hacca gitmesi lâzımdır. İbni Âbidîn haccı anlatırken buyuruyor ki, (Bir senelik yiyecek veyâ parası nafaka sayılır. Dahâ fazlasını satıp hacca gidilir. Tüccârın, esnafın, san’at sâhiblerinin, çiftcinin kendi memleketlerinde âdet olan sermâyeleri, hac için ihtiyâc eşyâsıdır. Kendinin ve bakması kendine vâcib olanların nafakası, bulunduğu şehrin âdetine ve arkadaşlarına göre hesâb edilir. İyi, temiz ve güzel yimek, giyinmek lâzımdır. İsrâf da etmemelidir. Kul hakkı, Allahü teâlânın hakkından önce ödenir. Hacca gitmek için ödünc almamalıdır. Ödemesi muhakkak ise alınabilir).

İhtiyâc eşyâsını almak için ve cenâze masrafının yapılması için ayırdığı para nisâb hesâbına katılır. Yalnız bu parası bulunan kimse, nisâb mikdârı olduğu günden bir sene sonra, yine nisâb mikdârından az olmazsa, elinde kalan bu paranın zekâtını verir. Çünki, zekât, fıtra ve kurban için, ihtiyâc eşyâsına mâlik olmak şart değildir. Bu eşyâdan elde bulunanı nisâba katılmaz.

Altın ile gümüşün ağırlığı ve ticâret eşyâsının mal oluş kıymeti, nisâb mikdârı oldukdan i’tibâren, bir hicrî sene, ya’nî arabî sene [354 gün] elde kalırsa, yıl sonunda elde bulunanın kırkda birini, zekât niyyeti ile ayırıp, müslimân fakîrlere vermek farzdır. Acele edip, hemen vermek vâcibdir. Özrsüz gecikdirmek mekrûh olur. Verirken dört mezhebde de niyyet etmek ve zekât olduğunu söylemek lâzım değildir.

Altının nisâbı yirmi miskaldir. Miskal, ağırlık ölçü birimidir.  Ağırlık, uzunluk, hacm, zemân ve kıymet [para] ölçü birimleri, şer’î birimler ve urfî birimler olarak, ikiye ayrılır: Şer’î birimler, Peygamberimiz “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” zemânında kullanılan ve hadîs-i şerîflerde ismleri geçen birimlerdir. Bunlardan ba’zılarının mikdârları ne kadar olduğunu dört mezheb imâmları farklı bildirmişlerdir. Urfî birimler, kullanılması âdet olan veyâ hükûmetlerin kabûl etdikleri birimlerdir. Meselâ, hanefîdeki miskal ile şâfi’îdeki ve mâlikîdeki miskal birbirinden farklı olduğu gibi, çeşidli urfî miskaller mevcûddur. Hanefî mezhebinde, bir miskal, yirmi kırâtdır. Bir kırât-ı şer’î, kabuksuz, uçları kesilmiş, kuru beş arpadır. [Eczâhânedeki hassâs terâzî ile yapdığım tecribelerle] böyle beş arpanın yirmidört santigram [0,24 gr.] ağırlığında olduğu görüldü. Böylece, bir şer’î miskal, yüz arpa, mâlikîde bir miskalin yetmiş iki arpa olduğu (Zahîre)de yazılıdır. Bir miskal, mâlikîde üçbuçuk [3,456] gram ve hanefîde, dört gram ve seksen santigram [4,80 gr.] ağırlığında olmakdadır. O hâlde, altının nisâbı, [96] gramdır. Osmânlı devletinde son kabûl edilen urfî miskal 24 kırât ve bir kırât da [20] santigram idi. Buna göre, urfî miskal 4,80 gram olmakdadır. Şer’î miskal ile urfî miskal aynı ağırlıkda olmakdadır. Bir Osmânlı ve Cumhûriyyet altını bir buçuk miskal ağırlığında olduğu için, nisâb mikdârı, 20÷1,5=13,3 adet altın liradır. Bir liralık altın, [7,20] gramdır. 13,3 adet altın, 96 gram olur. Demek ki, onüç aded ve bir sülüs [13,3] altın lirası veyâ bu kadar değerinde kâğıd parası olan kimsenin, zekât vermesi farz olur. Bir miskal 20 kırâtdır deyince, şer’î miskâl anlaşılır. Bu miskalin kaç gram olduğunu anlamak için, 20 yi bir şer’î kırâtın ağırlığı olan, 0,24 ile çarpmak lâzım olur. Urfî kırâtın ağırlığı olan 0,20 ile çarpılırsa, bulunan 4 gr., şer’î miskalin ağırlığı olmadığı gibi, urfî miskalin de olmaz. Altının nisâb mikdârını bu yanlış  miskale göre yaparak 4x20=80 gramdır demek de doğru olmaz.

Gümüşün nisâbı, ikiyüz dirhem-i şer’îdir. Bir dirhem-i şer’î, ondört kırât-ı şer’îdir. Yetmiş arpadır. Mâlikîde ellibeş arpa olup, [2,64] gramdır. Hanefîde, on dirhemin ağırlığı, yedi miskalin ağırlığına müsâvî olmakdadır. Bir miskalden, onda üçü çıkarılınca, bir dirhem olur. Bir dirheme, yedide üçü ilâve edilince bir miskal olur. Bir dirhem-i şer’î, 0,24x14=3,36 üç gram ve otuzaltı santi gramdır. [3,36 gram.] O hâlde, Hanefîde gümüşün nisâbı, 2800 kırât veyâ altıyüzyetmişiki [672] gramdır. Bir mecidiye, beş miskaldir. Ya’nî yüz kırât-ı şer’î, ya’nî yirmidört gram olduğundan, yirmisekiz mecidiyesi olana zekât farz olur. Yirmi miskal altın ile ikiyüz dirhem gümüş, ortak bir nisâb mikdârını gösterdikleri için, değerlerinin birbirine eşit olması lâzımdır. Buna göre, islâmiyyetde bir miskal altın, on dirhem gümüş kıymetinde oluyor. Bu da, yedi miskal ağırlığında gümüşdür. Bir gram altın, yedi gram gümüş değerinde olur. Buna göre islâmiyyetde, para olarak kullanılan altının kıymeti, aynı ağırlıkdaki gümüş paranın kıymetinin yedi katıdır. Bugün gümüş, para olarak kullanılmıyor. Gümüş eşyânın değeri çok düşükdür. Bunun için, kâğıd paraların ve ticâret eşyâsının nisâbını hesâb etmek için, gümüşün değeri kullanılamaz. İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, mal zekâtı kısmında diyor ki, (Kırât-ı urfî dört arpadır. Dirhem-i şer’î, yetmiş arpa, dirhem-i urfî, onaltı kırât, ya’nî 64 arpa ağırlığında olduğundan, dirhem-i urfî dahâ küçükdür). [O hâlde, eskiden kullanılan bu dirhem-i urfî, takrîben üç gramdır. Osmânlıların son zemânlarında kullanılmış olan bir kırât, dört buğday vezninde olup, yirmi santigram, [0,20 gram] idi ve bir dirhem=16 kırât=[3,20] gram idi.

(El-mukaddemet-ül-hadremiyye)de diyor ki, (Şâfi’î mezhebinde bir miskal, 24 kırât ağırlığındadır. Bir dirhem-i şer’î, 16,8 kırât ağırlığında olur). (Misbâh-un-necât) ve (Envâr)de diyor ki, (Şâfi’îde, bir miskal [72] arpadır. Bir miskal, bir dirhemden, dirhemin yedide üçü kadar fazladır. Ticâret eşyâsının kıymeti kendi semeni ile, ya’nî alış fiyâtı ile hesâb edilir). Bir miskal [24] kırât, bu da 72 arpa olunca, şâfi’îde bir kırât üç arpa ağırlığında olur ki, bu da, 14,4 santi-gramdır. Bir miskal, takrîben üçbuçuk [3,45] gram, yirmi miskal, altmışdokuz [69] gram olur ki, yaklaşık olarak dokuzbuçuk altındır. Şâfi’î ve Hanbelî mezheblerinde de bir dirhem, bir miskalden onda üçü noksan olduğundan, bir dirhem, 16,8 kırât, ya’nî iki gram ve kırkiki santigram [2,42 gr.] olur. Gümüşün nisâbı da dörtyüzseksendört [484] gram olmakdadır. Mâlikî mezhebinde, bir miskal [72] arpa, bir dirhem ise [55] arpa olduğu (Cevâhir-üz-zekiyye)de yazılıdır. Şâfi’î mezhebinde, bir malın zekâtı, başka cins maldan verilemez. Meselâ altın yerine gümüş ve buğday yerine arpa verilemez. Şâfi’îlerin Hanefî mezhebini taklîd ederek, mal yerine nakd vermeleri ve yedi sınıfın hepsine değil de, diledikleri bir veyâ birkaç sınıfa vermeleri câiz olacağı, (Kimyâ-i se’âdet)de ve İbni Hacer-i Mekkînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Fetâvâ-i fıkhiyye)sinde yazılıdır.

(Dürr-ül-muhtâr) ikinci cild, otuzuncu sahîfede diyor ki, (Zekât nisâbı gümüş ile hesâb edileceği zemân, dirhem-i şer’î kullanılır. Her şehrde kullanılmakda olan urfî dirhem de, kullanılabilir diyenler oldu). İbni Âbidîn bu satırları açıklarken buyuruyor ki, (Her şehrde kullanılmakda olan dirhem üzerinden hesâb olunur diyen âlimler diyor ki, fekat kullanılan dirhemlerin ağırlığı, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem” zemânında kullanılan üç çeşid dirhemin en hafîfinden dahâ az olmaması lâzımdır. En hafîf dirhem, yarım miskal, ya’nî on kırat ağırlığında idi. Böyle değilse, nisâbın, ondört kırât olan dirhem-i şer’î ile hesâb edilmesi lâzımdır. Hanefî âlimlerinin çoğu, bu şer’î dirhemi söylemekdedir. Eskilerin de, yenilerin de kitâblarından bu dirhem anlaşılmakdadır). Görülüyor ki, bir memleketde eskiden kullanılmış olup sonradan bırakılmış olan veyâ yeni kullanılanı, dirhem-i şer’îden hafîf olan dirhemlerle zekât hesâb edilemez. Bunun için, gümüşe göre nisâbı, eski İstanbul veyâ Mısr dirhemleri ile hesâb etmek câiz değildir. Üç gram ve otuzaltı santigram [3,36 gr.] ağırlığında olan dirhem-i şer’î ile hesâb yapmak lâzımdır.

Âlimlerin çoğuna göre, altın ile gümüş her ne hâl ve şeklde olursa olsun ve her ne niyyet ile saklanırsa saklansın, zekâtı verilir. Şâfi’înin sahîh kavlinde ve Hanbelî mezhebinde, kadınların zînet olarak kullandıkları altının ve gümüşün zekâtı verilmez.

Altın ve gümüş, saf iken yumuşak olduklarından, para ve süs olarak kullanılamaz. Bakır veyâ başka ma’denle karışık halîta [alaşım, alliage, legierung] hâlinde kullanılırlar. Altın ve gümüşü yarıdan [% 50 den] çok olan, ya’nî ayârı onikiden yukarı olan altın ve gümüşlere, saf gibi bakılır. Bunların ayâr farkları düşünülemez. Altını ve gümüşü yarı veyâ dahâ az olan halîtalar ise, ticâret eşyâsı gibidir. [Kanûnî sultân Süleymân “rahmetullahi teâlâ aleyh” zemânında, gümüş nisâbı 840 akça olduğu, Ebüssü’ûd efendi “rahmetullahi teâlâ aleyh” fetvâsında yazılıdır. Demek ki bir akça, 0,24 dirhem, ya’nî seksen santigram [0,8 gr.] gümüş imiş. Abdurrahmân Şeref beğ, 1309 [m. 1892] baskılı (Târîh-i devlet-i Osmâniyye) kitâbında diyor ki, (Sultân Süleymân zemânında, bir dirhem gümüşden üç akçe basılırdı. 1100 [m. 1688] senesinden sonra, gümüş mikdârı altı def’a azaldı. 1308 [m. 1891] târîhli (Osmânlı takvîmi)nde, (Bir parça üç akçadır. Bir akça üç fülûsdur) yazılıdır.]

Ticâret eşyâsının kıymeti, ya’nî nisâb hesâb edildiği vaktdeki alış fiyâtı, alış verişde kullanılan altın veyâ gümüş paradan hangisi ile nisâb mikdârı oluyorsa, onun ile hesâb edilir. İkisi ile de nisâb mikdârı oluyorsa, fakîrlere dahâ fâideli olanı ile hesâb edilir. Para olarak kullanılmayan altın ve gümüş ile hesâb edilmez. Hükûmet tarafından damgalı altın veyâ gümüş paralardan kıymeti en az olanı ile hesâb edilir. Hangisi ile hesâb edildi ise, yine onun ile zekât farz olduğu gündeki, ya’nî nisâb üzerinden bir sene geçdikden sonraki piyasaya göre, yeniden hesâb edilen kıymetinin, ya’nî alış fiyâtının veyâ eşyânın kendisinin kırkda biri verilir. Altın ile gümüşün para olarak kullanılmadığı yerlerde, başka metal veyâ kâğıd paralar, şimdi altın karşılığıdır. Böyle paralarla satın alınmış olan ticâret eşyâsının ve kâğıd paraların, fıtra ve kurbanın nisâbları, Şeyhayne “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ” uyarak, damgalı altın paralardan kıymeti en az olanı ile hesâb edilir. Gümüş ile hesâb edilmez. (Keşf-i rümûz)da diyor ki, (Eşyânın kıymetleri altın ve gümüş ile anlaşılır).

Ticâret için olmıyan, ya’nî satılık olmıyan evlerin, apartmanların, san’at âletlerinin, motör, tezgâh, kamyon ve gemilerin ve ne kadar çok olursa olsun evde kullanılan eşyânın zekâtı verilmez. San’at sâhibleri, sanâyı’cılar, i’mâlâtcılar, ham ve işlenmiş, ma’mûl eşyânın zekâtını verirler. Demirbaş eşyânın zekâtı verilmez. Ticâret eşyâsından evde kullanılmak için ve ticâret olunan gıdâdan bir senelik ev ihtiyâcı için ayrılmış olanların da verilmez. Ya’nî bütün bunlar ve ödenecek borçlar, nisâb hesâbına katılmaz. Bütün bu eşyâyı ve yiyecek, içecek ve giyecek ve barınacak ev gibi lüzûmlu nafakayı satın almak için sakladığı altın, gümüş ve kâğıd paranın hepsi nisâb hesâbına katılır. Ya’nî zekâtları verilir.

İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh” buyuruyor ki: Ticâret eşyâsının altın ve gümüş üzerinden kıymetleri, nisâb mikdârını bulmaz ise ve yanında altın veyâ gümüş de varsa, eşyânın kıymeti altın veyâ gümüş kıymetine eklenerek, nisâb temâmlanır. Meselâ, yüz dirhem gümüş kıymetinde, satılık buğdayı ile, yine yüz dirhem kıymetinde beş miskal altını bulunursa, zekât verecekdir. Çünki, altının ve buğdayın gümüş üzerinden kıymetleri ikiyüz dirhem olup, nisâbı doldurmakdadır.

Yalnız altını olan, zekâtını, altın olarak verir. Gümüş olarak kıymeti verilmez. Gümüşün zekâtı da, altın olarak verilemez. Yalnız altını veyâ gümüşü veyâ kâğıd parası olup da, ticâret eşyâsı bulunmıyan kimse, bunların zekâtı olarak, başka mal veremez. Şernblâlînin (Merâkıl-felâh) kitâbında, (Altın ve gümüş yerine, bunların kıymeti kadar (Urûz) [Altın ve gümüşden başka, canlı veyâ cansız, her çeşid mal] vermek sahîh olur) buyuruyor ise de, o sahîfe temâm okunursa, altın, gümüş yerine ticâret yapdığı maldan verileceği anlaşılmakdadır. Nitekim, (Tahtâvî) “rahmetullahi teâlâ aleyh”, bu kitâbı açıklarken, (Urûz ticâret malı demekdir) diyor. Bütün fıkh kitâblarında da, açıkca bildirildiği gibi, altın veyâ gümüş ile birlikde, ticâret eşyâsı da bulunan bir tüccâr, herbiri ayrı ayrı nisâb mikdârında olsalar dahî, altın ve gümüş zekâtı olarak da, ticâret malından verebilir.

İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, koyunların zekâtını anlatırken buyuruyor ki: Zekât ve uşr ve harâc ve fıtra ve nezr ve keffâret olarak verilecek mallar yerine bunların kıymetlerini de vermek câizdir. Ya’nî, bunların kendileri mevcûd olduğu hâlde, aynı değerde olan, kendi cinslerinden veyâ başka cinsden zekât malı veyâ altın, gümüş para da verilebilir. [Kâğıd para verilmiyeceği aşağıda bildirilecekdir.] Hayvanın kıymeti, verileceği gündeki piyasaya göre hesâb edilir. Orta dört koyun yerine, semiz üç koyun verilebilir. Fekat, ağırlık ve hacm ile ölçülen mal yerine kendi cinslerinden kıymetleri verilemez. Başka cinsden kıymetleri verilebilir. Altın ve gümüşün zekâtı ağırlıkları ile, ya’nî dartarak verilir. Ticâret için olan hubûbatın ise, hacmları ile, ya’nî ölçek ile verilir. Böyle fâiz olabilen [ya’nî vezn veyâ hacm ile ölçülen] malların kendi cinsinden, kıymetleri verilmez. Meselâ, beş dirhem bakırlı gümüş yerine, aynı kıymetde, dört dirhem saf gümüş verilemez. Beş dirhem hâlis yerine, beş dirhem âdî, ya’nî ayârı düşük verilir. Fekat bu sûretde, bile bile vermek mekrûh olur. Beş kile âdî buğday yerine, aynı kıymetde olan dört kile hâlis buğday verilemez. Bir kile dahâ vermek lâzım olur. Fekat bunlardan herhangi birinin zekâtı olarak başka cinsden ticâret malı verilirken, o memleketlerdeki alış kıymeti hesâb edilerek verilir. Meselâ, ikiyüz dirhem ağırlığında olan bir gümüş ibrik, san’at, işçilik bakımından üçyüz dirhem kıymetinde olsa, bunun zekâtı beş dirhem gümüş verilir. Beş dirhem gümüş kıymetinde altın verilemez. Yedi buçuk dirhem gümüş kıymetinde altın vermek lâzımdır. Hem altını, hem gümüşü olup, her biri ayrı ayrı nisâb mikdârı ise, zekâtları ayrı ayrı dartı ile verilir ise de, yalnız bu takdîrde, ya’nî hem altını, hem gümüşü bulunan bir kimse, nisâb mikdârı oldukları zemân dahî, fukâraya fâideli olmak, ya’nî geçer akça verilmiş olmak şartı ile, kıymeti hesâb edilerek, ikisinden birini vermek de câiz olur. Hem altını, hem de gümüşü olup, birisi veyâ her biri, nisâb mikdârından az ise, bu vakt, herhangi birinin, diğeri üzerinden kıymeti alınarak birisinin nisâbı doldurulabilir ise, öteki yerine de, bu verilir. Yine fukâraya fâideli olan hesâb edilmeli ve verilmelidir. [Birinci kısm, 83. cü maddeye bakınız!] Yüz dirhem ağırlığında gümüş bir ibriğin işçilik kıymeti ikiyüz dirhem olsa, zekâtı lâzım gelmez. Zîrâ zekât, ağırlık ile hesâb edilir. Yüzelli dirhem gümüşü ile, kırk dirhem kıymetinde, beş miskal altını olan, zekât verecekdir. Çünki, altının gümüşe ilâvesi nisâbı doldurmuyor ise de, gümüşün altına ilâvesinde nisâbı hâsıl olmakdadır. Doksanbeş dirhem gümüşü ile, bir miskal altını olsa ve bir miskal altın kıymeti, beş dirhem gümüş ise, altın nisâbını doldurduğu için zekât verir.

Bir kimse, zekât niyyeti ile kırkda bir ayırmadan veyâ verirken niyyet etmeden, fakîrlere milyonlarla lira dağıtsa, zekât vermiş olmaz. Çünki, ayırırken veyâ kendi vekîline veyâ fakîre veyâ fakîrin vekîline verirken niyyet etmesi farzdır.

Eldeki para ve ticâret malı nisâb mikdârı oldukdan sonra, bir sene temâm olmadan, azalıp nisâbdan aşağı düşse veyâ dahâ çoğalırsa, zekâta te’sîri olmaz. Ya’nî, sene sonunda, nisâb mikdârından az olmaz ise, mevcûdun zekâtı verilir. Sene sonunda elinde bulunan paradan, yiyecek, giyecek, ev satın almak, kirâ vermek gibi lüzûmlu paraları düşmez. Bütün paranın zekâtını verip kalanı bunlara harc eder. Hanefîde ve Şâfi’îde, sene sonu gelmeden önce, nisâb telef olur veyâ telef ederse, ya’nî elinde zekât malı nisâb mikdârı kalmazsa, evvelki nisâb sayılmaz olur. Yeniden nisâba mâlik olursa, yeniden bir sene dahâ bekleyip, sene sonunda da, nisâb elinde kalırsa, bu elindekinin kırkda birini, niyyet ile, ayırıp, verir. Mâlikî ve Hanbelî mezheblerinde, nisâb helâk olursa, yine böyledir. Fekat, zekâtdan kaçmak için, kendi telef ederse, evvelki nisâb değişmez. Bir sene geçdikden birkaç gün sonra, eline çok para, mal gelse, bunun zekâtı hemen verilmez. Bir sene sonra, elinde bu da kalırsa, verilir. Alacak başkadır, ele geçen başkadır. (Câmi’ur-rümûz) kitâbı, seksenaltıncı sahîfede buyuruyor ki, (Nisâba mâlik oldukdan sonra, bir sene temâm olmadan önce satın alınan ticâret eşyâsı ve tevellüd ederek veyâ hediyye, mîrâs, vasıyyet sûretleri ile ele geçen (Sâime) hayvan ve altın, gümüş, hattâ sene sonuna yakın iken de ele geçseler, kendi cinsinden nisâblara eklenerek hepsinin zekâtı birlikde verilir. Buradan anlaşılıyor ki, sene temâm oldukdan sonra ele geçenler nisâba eklenmez. Ya’nî o senenin zekâtına sokulmayıp, ondan sonra gelen senenin zekâtına bırakılır. Yine anlaşılıyor ki, nisâbı olmıyanların eline geçerlerse, bunların, o sene zekâtları verilmez).

Birinci Kısm - İkinci Kısm - Üçüncü Kısm - İndeks