Hakîkat Ltd.Şti.Yayınları

   
     

TAM İLMİHÂL

     
   

 SE'ÂDET-İ EBEDİYYE

   
 

Birinci Kısm - İkinci Kısm - Üçüncü Kısm - İndeks

 
 

İKİNCİ KISM

 
     

21 - BOZUK DİNLER

9 - SELEFÎLER: Hemen söyliyelim ki, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” kitâblarında, (Selefiyye) denilen bir ism ve (Selefiyye Mezhebi) diye bir yazı yokdur. Bu ismler mezhebsizler tarafından sonradan uydurulmuş ve câhil din adamları tarafından, mezhebsizlerin kitâbları arabîden türkceye terceme edilirken, türkler arasında da yayılmağa başlamışdır. Bunlara göre, (Eş’arî ve Mâtürîdî mezhebleri kurulmadan evvel bütün sünnîlerin tâbi’ oldukları mezhebe Selefiyye adı verilmekdedir. Bunlar Sahâbe ve Tâbi’înin izinde yürümüşlerdir. Selefiyye mezhebi Eshâbın, Tâbi’înin ve Tebe’i tâbi’înin mezhebidir. Dört büyük imâm bu mezhebe mensûb idi. Selefiyye mezhebini müdâfe’a için ilk eser, (Fıkh-ul-ekber) ismi ile İmâm-ı a’zam tarafından yazılmışdır. İmâm-ı Gazâlî, (İlcâm-ül avâm-anil kelâm) eserinde Selefiyye mezhebinin esâslarını yedi olarak bildirmekdedir. İmâm-ı Gazâlînin zuhûru ile müteahhirînin ilm-i kelâmı başlar. İmâm-ı Gazâlî, önce gelen kelâmcıların mezheblerini ve islâm felesoflarının fikrlerini tedkîk etdikden sonra, kelâm ilminin metodlarında değişiklikler yapdı. Felsefî düşünceleri, red maksadıyla kelâma sokdu. Râzî ve Âmidî, kelâm ile felsefeyi mezc ederek bir ilm hâline koydular. Beydâvî ise, kelâm ile felsefeyi birbirinden ayrılmaz hâle koydu. Müteahhirînin ilm-i kelâmı Selefiyye mezhebinin yayılmasına mâni’ oldu. İbni Teymiyye ve talebesi İbn-ül-Kayyım-il-cevziyye, Selefiyye mezhebini ihyâya çalışdılar. Selefiyye mezhebi sonradan ikiye ayrılmışdır: Eski Selefîler, Allahın sıfatları ve müteşâbih nassları hakkında tafsîlâta girmemişlerdir. Sonraki Selefîler bunlar hakkında tafsîl cihetine ehemmiyyet vermişlerdir. İbni Teymiyye ve İbni Kayyım Cevziyye gibi sonraki Selefîlerde bu hâl açık olarak görülmekdedir. Eski ve yeni Selefîlerin hepsine birden (Ehl-i sünnet-i hâssa) denir. Ehl-i sünnet kelâmcıları ba’zı nassları te’vîl etmişlerse de, Selefîyye buna muhâlifdir. Selefiyye, Allahın yüzü ve gelmesi, insanların yüzüne ve gelmesine benzemez diyerek müşebbiheden ayrılmışdır) diyorlar.

(Eş’arî) ve (Mâtürîdî) mezhebleri sonradan kurulmuş demek doğru değildir. Bu iki büyük imâm, Selef-i sâlihînin bildirdikleri i’tikâd, îmân bilgilerini açıklamışlar, kısmlara bölmüşler, gençlerin anlayabileceği bir şeklde yaymışlardır. İmâm-ı Eş’arî, İmâm-ı Şâfi’înin talebesi zincirinde bulunmakdadır. İmâm-ı Mâtürîdî de, İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin talebeleri zincirinin büyük bir halkasıdır. Eş’arî ve Mâtürîdî, hocalarının i’tikâddaki müşterek olan mezheblerinden dışarı çıkmamış, mezheb kurmamışdır. Bu ikisinin ve hocalarının ve dört mezheb imâmının tek bir i’tikâdı vardır. Bu da (Ehl-i sünnet vel cemâ’at) ismi ile meşhûr olan i’tikâd mezhebidir. Bu fırkada bulunanların i’tikâdları, inanışları, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin ve Tebe-i tâbi’înin inanışlarıdır. İmâm-ı a’zam Ebû Hanîfenin yazdığı, (Fıkh-ul-ekber) kitâbı, Ehl-i sünnet mezhebini müdâfe’a etmekdedir. Bu kitâbda ve İmâm-ı Gazâlînin, (İlcâm-ül-avâm-anil-kelâm) kitâbında Selefiyye kelimesi yokdur. Bu iki kitâb ve (Fıkh-ul-ekber) kitâbının şerhleri arasında (Kavl-ül-fasl) kitâbı, Ehl-i sünnet fırkasını bildirmekde ve bid’at fırkaları ile felsefecilere cevâblar vermekdedir. Kavl-ül-fasl ve İlcâm kitâbını Hakîkat Kitâbevi basdırmışdır. İmâm-ı Gazâlî, (İlcâm-ül-avâm) kitâbında, (Bu kitâbda i’tikâddaki fırkalardan, Selef mezhebinin hak olduğunu, bildireceğim. Bu mezhebden ayrılanların bid’at sâhibi olduklarını anlatacağım. Selef mezhebi demek, Eshâbın ve Tâbi’înin i’tikâdları demekdir. Bu mezhebin esâsları yedidir) diyor. Görülüyor ki, İlcâm kitâbı, Selef mezhebinin yedi esâsını yazmakdadır. Buna Selefiyyenin yedi esâsı demek, kitâbın yazısını değişdirmek ve İmâm-ı Gazâlîye iftirâ etmek olmakdadır. Ehl-i sünnet kitâblarının hepsinde, meselâ, çok kıymetli fıkh kitâbı olan, (Dürr-ül-muhtâr)ın Şâhidlik kısmında, Selef ve Halef dedikden sonra; (Selef, Eshâb-ı kirâmın ve Tâbi’înin ismidir. Bunlara (Selef-i sâlihîn) de denir. Halef de, Selef-i sâlihînden sonra gelen Ehl-i sünnet âlimlerine denir) yazılıdır. İmâm-ı Gazâlî ve İmâm-ı Râzî ve tefsîr âlimlerinin baş tâcı olan İmâm-ı Beydâvî, hep Selef-i sâlihîn mezhebinde idiler. Bunların zemânında türeyen bid’at fırkaları, ilm-i kelâma felsefeyi karışdırdılar. Hattâ îmânlarının esâsını felsefe üzerine kurdular. (Milel ve Nihal) kitâbında bu bozuk fırkaların inançları geniş anlatılmakdadır. Bu üç imâm, bu bozuk fırkalara karşı Ehl-i sünnet i’tikâdını müdâfe’a ederken ve onların sapık fikrlerini çürütürken, onların felsefelerine de geniş cevâblar verdiler. Bu cevâbları, Ehl-i sünnet mezhebine felsefeyi karışdırmak değildir. Bil’akis kelâm ilmini, kendisine karışdırılan felsefî düşüncelerden temizlemekdir. Beydâvîde ve bunun şerhlerinin en kıymetlisi olan (Şeyhzâde) tefsîrinde hiçbir felsefî düşünce, hiçbir felsefî metod yokdur. Bu yüce imâmlara felsefe yolunda idiler demek, çok çirkin iftirâdır. Ehl-i sünnet âlimlerine bu iftirâyı ilk olarak, İbni Teymiyye, (Vâsıta) kitâbında yazmışdır. İbni Teymiyyenin ve talebesi İbn-ül-Kayyım-ıl-cevziyyenin Selefiyye mezhebini ihyâya çalışdıklarını söylemek ise, hak yolda olanlar ile bâtıl yola sapmış olanların ayrıldığı mühim bir noktadır. Bu iki şahısdan evvel Selefiyye mezhebi, hattâ Selefiyye kelimesi yok idi ki, bu ikisinin ihyâya çalışdığı söylenilebilsin. Bu ikisinden evvel yalnız ve tek hak i’tikâd olarak (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at) ismi verilmiş olan Selef-i sâlihînin mezhebi vardı. İbni Teymiyye, bu hak mezhebi bozmuş, birçok bid’atlar meydâna çıkarmışdır. Şimdi mezhebsizlerin, dinde reformcuların, kitâblarının, sözlerinin, yanlış düşüncelerinin kaynağı, hep İbni Teymiyyenin bid’atleridir. Bunlar, kendilerinin hak yolda olduklarına gençleri inandırmak için, korkunç bir hîle ortaya çıkardılar. İbni Teymiyyenin bid’atlerini, yanlış fikrlerini haklı göstererek, gençleri onun yoluna sürüklemek için, Selef-i sâlihîne Selefiyye ismini verdiler. Selef-i sâlihînin halefleri olan islâm âlimlerine felsefe ve bid’at lekelerini bulaşdırdılar. Bunları, Selefiyye dedikleri uydurma ismden ayrılmakla suçladılar. İbni Teymiyyeyi Selefiyyeyi yeniden canlandıran bir kahraman, bir müctehid olarak ortaya koydular. Hâlbuki, Selef-i sâlihînin halefleri olan Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, zemânımıza kadar, hattâ bugün bile, yazdıkları kitâblarında Selef-i sâlihînin mezhebi olan (Ehl-i Sünnet) i’tikâd bilgilerini savunmuşlar. İbni Teymiyyenin, Şevkânînin ve benzerlerinin Selef-i sâlihînin yolundan ayrıldıklarını ve müslimânları felâkete ve Cehenneme sürüklediklerini bildirmişlerdir. (Et-tevessül-ü-bin-Nebî ve bis-Sâlihîn) ve (Ulemâ-ül-müslimîn vel-muhâlifûn) ve (Şifâ-üs-sikâm) ile bunun ön sözü olan (Tathîrul-füâd min-denis-il-i’tikâd) kitâblarını okuyanlar, yeni Selefiyye denilen bu inanışları ortaya çıkaranların, müslimânları felâkete götürdüklerini ve islâm dînini içerden yıkmakda olduklarını çok iyi anlar.

Son günlerde, ba’zı ağızlardan (Selefiyye) ismi işitilmeye başlandı. Her müslimân şunu iyi bilmelidir ki, islâmiyyetde (Selefiyye mezhebi) diye birşey yokdur. İslâmiyyetde yalnız (Selef-i sâlihîn) mezhebi vardır. Selef-i sâlihîn, hadîs-i şerîf ile medh ve senâ buyurulmuş olan, ilk iki asrın müslimânlarıdır. Üçüncü ve dördüncü asrlarda gelen islâm âlimlerine (Halef-i sâdıkîn) denir. Bu şerefli insanların i’tikâdına, (Ehl-i sünnet vel-cemâ’at mezhebi) denir. Bu mezheb, îmân, inanış mezhebidir. Selef-i sâlihînin, ya’nî Eshâb-ı kirâm ile Tâbi’în-i i’zâmın îmânları hep aynı idi. İnanışları arasında hiç fark yokdu. Şimdi yer yüzünde bulunan müslimânların çoğu, Ehl-i sünnet mezhebindedirler. Yetmişiki sapık bid’at fırkalarının hepsi ikinci asrdan sonra ortaya çıkdı. Bunların bir kısmının kurucuları dahâ önceden yaşamış iseler de, kitâblarının yazılması ve toplu olarak ortaya çıkmaları ve Ehl-i sünnete karşı baş kaldırmaları Tâbi’în-i i’zâmdan sonra oldu.

Ehl-i sünnet i’tikâdını ortaya koyan Resûlullahdır “sallallahü aleyhi ve sellem”. Îmân bilgilerini Eshâb-ı kirâm bu kaynakdan aldılar. Tâbi’în-i i’zâm da bu bilgilerini, Eshâb-ı kirâmdan öğrendiler. Dahâ sonra gelenler, bunlardan öğrendiler. Böylece, Ehl-i sünnet bilgileri bizlere nakl ve tevâtür yoluyla geldi. Bu bilgiler akl ile bulunamaz. Akl bunları değişdiremez. Akl, bunları anlamaya yardımcı olur. Ya’nî, bunları anlamak, doğruluklarını, kıymetlerini kavramak için akl lâzımdır. Hadîs âlimlerinin hepsi, Ehl-i sünnet i’tikâdında idiler. Amelde dört mezhebin imâmları da bu mezhebde idi. İ’tikâdda mezhebimizin iki imâmı olan Mâtürîdî ve Eş’arî de Ehl-i sünnet mezhebinde idi. Bu her iki imâm, hep bu mezhebi yaydılar. Sapıklara karşı ve eski yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış olan maddecilere karşı bu tek mezhebi savundular. Bu iki büyük Ehl-i sünnet âliminin zemânları aynı ise de, bulundukları yerler birbirinden ayrı ve karşılarındaki saldırganların düşünüş ve davranışları başka olduğundan, savunma metodları ve tenkidleri birbirinden farklı olmuş ise de, bu hâl, mezheblerinin ayrı olduğunu göstermez. Bunlardan sonra gelen yüzbinlerle derin âlim ve velîler, bu iki yüce imâmın kitâblarını inceliyerek ikisinin de, Ehl-i sünnet mezhebinde olduklarını söz birliği ile bildirmişlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri, ma’nâları açık olan  (Nass)ları, zâhirleri üzere almışlardır. Ya’nî, böyle âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere açık olan ma’nâları vermişler, zarûret olmadıkça böyle Nassları (te’vîl) etmemişler, bu ma’nâları değişdirmemişlerdir. Kendi bilgileri ve görüşleri ile bir değişiklik hiç yapmamışlardır. Sapık fırkalardan olanlar ve mezhebsizler ise, yunan felsefecilerinden ve din düşmanı olan fen taklîdcilerinden işitdiklerine uyarak, îmân bilgilerinde ve ibâdetlerde değişiklik yapmakdan çekinmemişlerdir.

Misyonerlerin asrlar boyu devâm eden çalışmaları ile ve ingiliz imperatorluğunun iğrenç siyâseti ve her dürlü maddî güçlerini kullanması ile, islâm dîninin bekçisi, Ehl-i sünnet âlimlerinin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” hizmetçisi olan Osmânlı devleti parçalanınca, mezhebsizler meydânı boş buldular. Bilhâssa, Ehl-i sünnet âlimlerine söz hakkı tanınmayan memleketlerde, meselâ Sü’ûdî Arabistânda, şeytânî yalan ve hîlelerle, Ehl-i sünnete saldırmağa, islâmiyyeti içerden yıkmağa başladılar. Sü’ûdî Arabistândan dağıtılan sayısız altınlar, bu saldırganlığın dünyânın her yerine yayılmasını sağladı. Pâkistândan, Hindistândan ve Afrika milletlerinden gelen haberlerden anlaşıldığına göre, din bilgisi ve Allah korkusu olmıyan ba’zı din adamları, bu saldırganlara destek olarak  mevkı’lere ve apartmanlara kavuşmuşlardır. Bilhâssa gençleri aldatarak, Ehl-i sünnet mezhebinden ayırmak için yapdıkları hıyânetleri, bu habîs kazançlarına sebeb olmakda imiş. Medreselerdeki talebeyi, müslimân yavrularını aldatmak için yazdıkları kitâblardan birini getirtdik:

Kitâbın bir yerinde, (Bu kitâbı, mezheb te’assubunu kaldırmak ve herkesin kendi mezhebi içinde kavgasız yaşamasını sağlamak için yazdım) diyor. Bu adam, mezheb te’assubunu kaldırmağı, Ehl-i sünnete saldırmakda, Ehl-i sünnet âlimlerini küçültmekde gördüğünü söylemekdedir. İslâm dînine hançer saplamakda, bunu müslimânların kavgasız yaşaması için yapdığını söylemekdedir. Kitâbın bir yerinde, (Düşünen bir insan, düşüncesinde isâbet ederse, on misli ecr alır. Hatâ ederse, bir ecr alır) diyor. Buna göre her insan, ya’nî ister hıristiyan olsun, ister müşrik olsun, bir kimse, her düşüncesinde ecr alacak. Hem de doğru olanlarında on sevâb! Bakınız, Peygamberimizin “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” hadîs-i şerîfini nasıl değişdiriyor? Nasıl hiyle yapıyor? Hadîs-i şerîfde, (Bir müctehid, âyet-i kerîmeden ve hadîs-i şerîfden bir hükm çıkarırken, isâbet ederse, buna on sevâb verilir. Hatâ ederse, bir sevâb verilir) buyuruldu. Hadîs-i şerîf, bu sevâbların her düşünene değil, ictihâd derecesine yükselmiş olan islâm âlimine verileceğini, buna da, her düşünmesine değil, Nasslardan ahkâm çıkarmak için çalışmasında verileceğini göstermekdedir. Çünki, bu çalışması ibâdetdir. Her ibâdete verildiği gibi, burada da sevâb verilmekdedir.

Selef-i sâlihîn zemânında ve bunların halefleri olan müctehid âlimlerin zemânında, ya’nî dörtyüz senesinin sonuna kadar, yaşama şartlarında değişmeler olunca, yeni hâdiseler ortaya çıkınca, müctehid olan âlimler, gece gündüz çalışarak, bu işin nasıl yapılması lâzım geldiğini, (Edille-i şer’ıyye) ismindeki dört kaynakdan bulup çıkarmışlar, bütün müslimânlar da, bu işi, kendi mezheb imâmlarının bulup anladığına uyarak yapmışlardı. Yapanlar da, on veyâ bir sevâb kazanırdı. Dörtyüz senesinden sonra da, bu müctehidlerin bulduklarına uyuldu. Bu uzun zemânlarda, hiçbir müslimân, hiçbir işinde çâresiz kalmadı, sıkıntıya düşmedi. Dahâ sonra müctehidlerin yedinci derecesinde de bir âlim, bir müftî yetişemediği için, şimdi dört mezhebden birinin âlimlerinin kitâblarını okuyup anlıyabilen bir müslimândan ve onun terceme etdiği kitâblardan öğrenip, ibâdetlerimizi buna göre yapmamız ve bunlara uygun yaşamamız lâzımdır. Allahü teâlâ, herşeyin hükmünü Kur’ân-ı kerîmde bildirdi. Onun yüce peygamberi olan Muhammed aleyhisselâm da, bunların hepsini açıkladı. Ehl-i sünnet âlimleri de, bunları, Eshâb-ı kirâmdan öğrenip kitâblarına yazdılar. Şimdi bu kitâbları dünyânın her yerinde mevcûddur. Dünyânın her yerinde, kıyâmete kadar ortaya çıkacak olan her yeni şeyin nasıl kullanılacağı, bu kitâbların bir bilgisine benzetilebilir. Bunun mümkin olması, Kur’ân-ı kerîmin mu’cizesi ve islâm âlimlerinin bir kerâmetidir. Yalnız mühim olan şey, karşılaşılan işin nasıl yapılacağını, Ehl-i sünnet olan hakîkî bir müslimândan sorup öğrenmek lâzımdır. Mezhebsiz din adamına sorulursa, fıkh kitâblarına uymayan cevâb vererek, insanı yanlış yola sürükler.

Arab memleketlerinde birkaç sene kalıp da, arabî konuşmasını öğrenip, orada zevk ve safâ ile eğlenerek ömrünü günâh işlemekle çürütüp, sonra bir mezhebsizden, bir Ehl-i sünnet düşmanından mühürlü bir kâğıd alarak, Pâkistâna, Hindistâna dönen mezhebsiz câhillerin, gençleri nasıl aldatdıklarını yukarıda bildirmişdik. Bunların sahte diplomalarını gören ve arabî konuşduklarını işiten gençler, kendilerini din adamı sanır. Hâlbuki bunlar bir fıkh kitâbını anlamakdan âcizdirler. Kitâblardaki fıkh bilgilerinden hiç haberleri yokdur. Zâten, bu islâm bilgilerine inanmazlar, gericilik derler. Eskiden islâm âlimleri kendilerine sorulan şeylere, fıkh kitâblarından cevâb bulup, süâl edenlere bunları söylerlerdi. Mezhebsiz din adamı ise fıkh kitâbını okuyup anlıyamadığı için, câhil kafasına ve noksan aklına gelenleri söyliyerek süâl sâhibini aldatır. Onun Cehenneme gitmesine sebeb olur. Bunun içindir ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” (Âlimlerin iyisi, insanların en iyisidir. Âlimlerin kötüsü insanların en kötüsüdür) buyurdu. Bu hadîs-i şerîf gösteriyor ki, Ehl-i sünnet âlimi, insanların en iyisidir. Mezhebsizler de, insanların en kötüsüdür. Çünki, birinciler, insanları Resûlullaha uymağa, ya’nî Cennete, ikinciler ise, insanları kendi sapık düşüncelerine uymağa, ya’nî Cehenneme sürüklemekdedirler.

Mısrdaki Câmi’ul-ezher islâm üniversitesinden me’zûn üstâz ibni Halîfe Alîvî (Akîdet-üs-selef-i vel-halef) kitâbında diyor ki, (Allâme Ebû Zühre, (Târîh-ul-mezâhib-il-islâmiyye) kitâbında yazdığı gibi, hicretin dördüncü asrında, hanbelî mezhebinden ayrılan ba’zı kimseler, kendilerine (Selefiyyîn) ismini verdiler. Yine hanbelî mezhebinde olan Ebülferec İbnülcevzî “rahmetullahi teâlâ aleyh” ve başka âlimler, bu selefîlerin selef-i sâlihînin yolunda olmadıklarını, bid’at ehli, mücessime fırkasından olduklarını bildirerek, bu fitnenin yayılmasını önlediler. Yedinci asrda, İbni Teymiyye, bu fitneyi tekrâr alevlendirdi). Bu kitâbda, selefîlerin ve vehhâbîlerin çeşidli bid’atleri ve Ehl-i sünnete karşı yapdıkları iftirâları uzun yazılmış ve cevâbları verilmişdir. Kitâb 1398 [m. 1978] de Şâmda basılmışdır. Üçyüzkırk sahîfedir.

Mezhebsizler kendilerine, (Selefiyye) ismini takmışlar. İbni Teymiyye, Selefîlerin büyük imâmıdır diyorlar. Bu sözleri bir bakımdan doğrudur. Çünki, İbni Teymiyyeden önce (Selefî) ismi yokdu. Selef-i sâlihîn vardı. Bunların i’tikâdları da Ehl-i sünnet mezhebi idi. İbni Teymiyyenin sapık fikrleri vehhâbîlere ve diğer mezhebsizlere kaynak oldu. İbni Teymiyye hanbelî mezhebinde olarak yetişdi. Ya’nî Ehl-i sünnet idi. Fekat ilmi çoğalıp, fetvâ makâmına yükselince, kendi fikrlerini beğenmeğe, kendini Ehl-i sünnet âlimlerinden “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” üstün görmeğe başladı. İlminin çoğalması, dalâletine, sapıtmasına sebeb oldu. Hanbelî olması kalmadı. Çünki, dört mezhebden birinde olabilmek için, Ehl-i sünnet i’tikâdında olmak lâzımdır. Ehl-i sünnet i’tikâdında olmayan kimse için hanbelî mezhebindedir denilemez.

Mezhebsizler, bulundukları memleketdeki Ehl-i sünnet din adamlarını “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”, her fırsatda kötülüyorlar. Bunların kitâblarının okunmasını, Ehl-i sünnet bilgilerinin öğrenilmesini önlemek için her hiyleye başvuruyorlar. Meselâ, bir mezhebsiz, muhterem bir ismi söyliyerek, (Eczâcı, kimyâger, dinden ne anlar? O kendi san’atı üzerinde çalışsın. Bizim işimize karışmasın) demiş. Şu câhilce, şu ahmakca söze bakınız! Fen adamlarının din bilgisi olmaz sanıyor. Bilmiyor ki, müslimân fen adamı, her an sun’-ı ilâhîyi temâşâ etmekde, masnû’ât kitâbında sergilenmiş bulunan yüce Hâlıkın kemâlâtını anlamakda, Onun sonsuz kudreti karşısında, mahlûkların aczini görerek, Onu her an tesbîh ve tenzîh etmekdedir. Alman atom âlimi Max Planck, (Der Strom) kitâbında, bunu çok güzel bildirmekdedir. Bu câhil mezhebsiz ise, yurt dışındaki kendi gibi bir sapıkdan aldığı belgeye ve bunun sağladığı masaya dayanarak ve belki de, yurt dışında dağıtılan altınların hayâlleri ile mest olarak, din bilgilerini kendi inhisârında görmekdedir. Allahü teâlâ, bu zevallıyı ve cümlemizi ıslâh eylesin! Böyle belgeli din hırsızlarının tuzaklarına düşen temiz gençleri de, halâs buyursun! Âmîn.

Evet, o zât, eczâcı ve kimyâ yüksek mühendisi olarak milletine otuz seneden ziyâde hizmet etmişdir. Fekat yedi sene din tahsîli yaparak ve geceli gündüzlü çalışarak da, büyük islâm âliminden icâzet almakla da şereflenmiş, fen bilgileri ile din bilgilerinin azameti altında ezilerek, aczini iyice anlamışdır. Bu anlayış içinde, hakkıyla kulluk yapabilmek gayretindedir. En büyük korkusu ve endişesi, diplomalarının ve icâzetinin yaldızlarına aldanarak, bu konularda söz sâhibi olacağını sanmaklığıdır. Bu korkunun çokluğu, her sözünde gözlere çarpmakdadır. Hiçbir zemân kendi görüşünü, kendi fikrini yazmağa cesâret etmemiş, dâimâ Ehl-i sünnet âlimlerinin, anlıyabilenleri hayrân eden kıymetli yazılarını arabîden ve fârisîden terceme ederek genç kardeşlerine sunmağa çalışmışdır. Bu korkunun çokluğundan, kitâb yazmağı düşünmemişdir. (Savâık-ul-muhrika)nın ilk sahîfesinde yazılı olan, (Fitne yayıldığı zemân, hakîkati bilen, başkalarına bildirsin! Bildirmezse, Allahın ve bütün insanların la’neti ona olsun!) hadîs-i şerîfini görünce, düşünmeğe başlamış. Bir tarafdan, Ehl-i sünnet âlimlerinin, din bilgilerindeki ve kendi zemânlarında bulunan fen bilgilerindeki anlayışlarının ve akllarının üstünlüğünü ve ibâdet ve takvâlardaki gayretlerini öğrendikçe, küçüklüğünü anlayıp, O büyük âlimlerin ilm deryâları yanında, kendi bilgilerini bir damla gibi görmüş, bir yandan da, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarını okuyup anlıyabilecek sâlih kimselerin azaldığını ve câhil, sapık kimselerin din adamları arasına karışarak, bozuk, sapık kitâblar yazıldığını görerek üzülmüş, hadîs-i şerîfde bildirilen la’net tehdîdinden dehşet duymuşdur. Kıymetli genç kardeşlerine olan şefkat ve merhameti de, Onu hizmete zorlayarak, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarından seçdiği yazıları terceme etmeğe başlamışdır. Aldığı sayısız tebrîk ve takdîr yazılarının yanı sıra, tek tük mezhebsizin serzeniş ve iftirâlarına da hedef olmuşdur. Rabbine ve vicdânına karşı ihlâsında ve sadâkatinde bir şübhesi olmadığı için, Allahü teâlâya tevekkül ve Resûlünün “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ve sâlih kullarının mübârek rûhlarına tevessül ederek, hizmete devâm etmişdir. Allahü teâlâ, hepimizi râzı olduğu doğru yolda bulundursun! Âmîn.

Mısrda câmi’ul-ezher Üniversitesi müderrislerinden büyük hanefî âlimi Muhammed Bahît-ül-mutî’î, (Tathîr-ül-füâd min-denisil-i’tikâd) kitâbında diyor ki, insanlar içinde rûhları en yüksek ve en olgun olanları, Peygamberlerdir “aleyhimüssalâtü vesselâm”. Bunlar hatâ etmekden, şaşırmakdan, gafletden, hıyânet etmekden, te’assub ve inâddan ve nefse uymakdan ve garez, kin bağlamakdan ma’sûmdurlar. Peygamberler “aleyhimüssalâtü vesselâm”, Allahü teâlânın kendilerine bildirdiği şeyleri söylerler ve açıklarlar. Onların bildirdikleri din bilgileri, emrler ve yasaklar hep doğrudur. Hiçbiri bâtıl, bozuk değildir. Peygamberlerden “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în” sonra insanların en yüksek ve en olgun olanları, Peygamberlerin sahâbîleridir. Çünki bunlar, Peygamberlerin sohbetinde yetişmiş, olgunlaşmış, temizlenmişlerdir. Hep, Peygamberlerden işitdiklerini bildirmişler ve açıklamışlardır. Bunların da bildirdiklerinin, hepsi doğrudur. Bunlar da yukarıda bildirdiğimiz kötülüklerden mahfûzdurlar. Te’assub ile, inâd ile birbirlerinin sözlerine karşı gelmemişler, nefslerine uymamışlardır. Bunların, âyet-i kerîmeleri ve hadîs-i şerîfleri açıklamaları, Allahü teâlânın dînini Onun kullarına bildirmek için ictihâd etmeleri, Allahü teâlânın bu ümmete büyük bir ihsânıdır ve sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma merhametidir. Kur’ân-ı kerîm, Eshâb-ı kirâmın kâfirlere karşı sert olduklarını ve birbirlerine çok merhametli olduklarını, sevişdiklerini, nemâzları titizlikle edâ etdiklerini, herşeyi ve Cenneti Allahdan beklediklerini bildiriyor. İctihâdlarında icmâ’ hâsıl olanların hepsi doğrudur. Hepsi sevâba kavuşmuşlardır. Çünki, hak birdir.

Eshâb-ı kirâmdan sonra, insanların en üstünleri, Eshâb-ı kirâmı gören ve onların sohbetinde yetişen müslimânlardır. Bunlara, (Tâbi’în) denir. Bunlar, bütün bilgilerini Eshâb-ı kirâmdan almışlardır. Tâbi’înden sonra, insanların en üstünleri, Tâbi’îni gören ve onların sohbetinde yetişen müslimânlardır. Bunlara (Tebe’ı tâbi’în) denir. Bunlardan sonra gelen asrlarda, kıyâmete kadar bulunan insanların en üstünleri, en iyileri de, bunlara tâbi’ olan, bunların bildirdiklerini öğrenip, yollarında bulunan müslimânlardır. Selef-i sâlihînden sonra gelen din adamlarının arasında sözleri, işleri Resûlullahın ve Selef-i sâlihînin bildirdiklerine uygun olup, i’tikâdda ve amelde bunların yolundan hiç ayrılmıyan zekî, akllı ve islâmiyyetin hudûdlarını aşmıyan bir kimse, başkalarının kötülemesinden korkmaz. Onlara uyarak doğru yoldan ayrılmaz. Câhillerin sözlerine uymaz. Aklına uyarak, müctehid imâmların dört mezhebinden dışarı çıkmaz. Müslimânların, böyle bir âlimi bulması, bilmediklerini bundan sorup öğrenmesi, bütün işlerini bunun sözlerine uygun yapması lâzımdır. Çünki, böyle bir âlim, Allahü teâlânın kullarını hatâdan korumak ve herşeyi doğru yapmalarını sağlamak için yaratmış olduğu ma’nevî ilâcları, ya’nî rûhun tedâvîsi bilgilerini bilir ve insanlara bildirir. Rûh hastalarını, idrâksiz olanları tedâvî eder. Böyle bir âlimin her sözü, her işi ve inanışı, islâmiyyete uygundur. Her şeyi doğru olarak anlar. Her soruya doğru cevâb verir. Her işinden Allahü teâlâ râzıdır. Allahü teâlâ, rızâsına kavuşmak istiyenlere, rızâsına kavuşduran yolları gösterir. Allahü teâlâ, îmân edenleri ve îmânın îcâblarını yapanları zulmetlerden, sıkıntılardan kurtarır. Bunları nûra, huzûra, se’âdete kavuşdurur. Bunlar, her zemân ve her işlerinde, râhat ve huzûr içinde olurlar. Bunlar, kıyâmet gününde, Peygamberlerin, Sıddîkların, şehîdlerin ve sâlih müslimânların yanında bulunurlar.

Bir din adamı, hangi asrda bulunursa bulunsun, Peygamberin ve Eshâbının bildirdiklerine uymazsa, sözleri, işleri ve i’tikâdı bunların bildirdiklerine uygun olmazsa ve nefsine, düşüncelerine uyarak islâmiyyetin dışına taşarsa ve aklına uyarak islâmiyyetin inceliklerine karşı gelir, anlıyamadığı bilgilerde dört mezhebin dışına taşarsa, bu kimsenin kötü din adamı olduğu anlaşılır. Allahü teâlâ bunun kalbini mühürlemişdir. Gözleri hak yolu göremez. Kulakları doğru sözü işitemez. Buna, kıyâmetde büyük azâb vardır. Allahü teâlâ, bunu sevmez. Bunun gibi olanlar, Peygamberlerin düşmanıdırlar. Bunlar, kendilerini doğru yolda sanır. Yapdıklarını beğenirler. Hâlbuki, bunlar şeytânın yolundadırlar. Bunlardan aklını toparlayıp doğruya dönebilen çok azdır. Bunların her sözü tatlı olur. Yaldızlı olur. Fâideli görünür. Hâlbuki, düşündükleri, beğendikleri şeyler hep kötüdür. Ahmakları aldatarak kötü yola, felâkete sürüklerler. Sözleri, kar yığınları gibi parlak, lekesiz görünür. Fekat, hakîkat güneşi karşısında eriyip giderler. Allahü teâlânın kalblerini karartdığı ve mühürlediği bu kötü din adamlarına (Bid’at ehli), ya’nî mezhebsiz din adamı denir. Bunlar, i’tikâdları ve amelleri, Kur’ân-ı kerîme ve Hadîs-i şerîflere ve icmâ’ı ümmete uymıyan kimselerdir. Bunlar doğru yoldan sapmış olup, müslimânları da felâkete sürüklemekdedirler. Bunlara uyanlar, Cehenneme gideceklerdir. Selef-i sâlihîn zemânında ve sonra gelen din adamları arasında böyle bozuk olanlar çok vardı. Müslimânlar arasında bunların bulunması, insanın bir uzvunun kangren [veyâ kanser] olmasına benzer. Bu yarayı yok etmedikce, sağlam kısmlar da felâketden kurtulamaz. Bunlar, bulaşıcı hastalık mikrobu taşıyan hastalar gibidir. Bunlara yaklaşanlar zarâr görür. Bunların zarârına yakalanmamak için yanlarına yaklaşmamak lâzımdır.

Bozuk, sapık din adamlarından ve zarârı çok olanlardan birisi, İbni Teymiyye denilen din adamıdır. (El-vâsıta) ve başka kitâblarında, (İcmâ’ul-müslimîn)den ayrılmış ve Kur’ân-ı kerîmde, Hadîs-i şerîflerde açıkca bildirilen şeylere ve selef-i sâlihînin yoluna uymamışdır. Kısa aklına, bozuk düşüncelerine uyarak, bid’at yoluna kaymışdır. İlmi çokdu. Allahü teâlâ, onun ilmini dalâletine, felâkete sapmasına sebeb yapdı. Nefsinin arzûlarına uydu. Bozuk, sapık fikrlerini hak olarak, doğru olarak yaymağa çalışdı.

Büyük âlim İbni Hacer-i Mekkî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fetâvel-hadîsiyye) kitâbında diyor ki: (Allahü teâlâ, İbni Teymiyyeyi dalâlete, felâkete düşürdü. Gözlerini kör, kulaklarını sağır etdi. Birçok âlim, bunun işlerinin bozuk, sözlerinin yalan olduğunu bildirmişler ve vesîkalarla isbât etmişlerdir. Büyük islâm âlimi Ebül Hasen-il-Sübkînin ve oğlu Tâc-üd-dîn-i Sübkînin ve İmâm-ül’iz bin-cemâ’anın kitâblarını okuyanlar ve onun zemânında bulunan Şâfi’î, Mâlikî ve Hanefî âlimlerinin, kendisine karşı sözlerini ve yazılarını inceliyenler, sözümüzün doğruluğunu iyi anlar).

İbni Teymiyye, tesavvuf âlimlerine de dil uzatmış, iftirâlarda bulunmuşdur. Bununla da kalmayıp, Hazret-i Ömer ve Hazret-i Alî gibi, islâm dîninin temel direklerine saldırmakdan da çekinmemişdir. Sözleri ölçüyü ve edebi aşarak, yalçın kayalara bile ok atmışdır. Doğru yolda olan âlimlere bid’at ehli, sapık, câhil demişdir.

(Tesavvuf büyüklerinin kitâblarına yunan felesoflarının, islâmiyyete uymıyan bozuk fikrleri karışmışdır) diyor ve bunu bozuk, sapık fikrleri ile isbât etmeğe kalkışıyor. Hakîkati bilmiyen gençler, onun ateşli, yaldızlı yazılarına aldanarak, doğru yoldan ayrılabilirler. Meselâ, (Tesavvufcular (Levh-il-mahfûz)u görüyoruz der. İbni Sînâ gibi felsefeciler, buna (Nefs-ül-felekiyye) diyorlar. İnsanların rûhu, olgunlaşarak, Nefs-ül-felekiyye ile yâhud (Akl-ül-fe’âl) ile, uyanık veyâ uykuda birleşirler. Dünyâda olan herşeye bu ikisi sebeb olmakdadır. İnsanın rûhu, bu ikisi ile birleşince, bunlarda bulunanları haber alır derler. Bunları Yunan felesofları bildirmedi. Sonra gelen İbni Sînâ ve benzerleri söylediler. İmâm-ı Ebû Hâmid Gazâlî ve Muhyiddîn-ibnülarabî ve Endülüslü felsefeci Kutbüddîn Muhammed ibnü Seb’în de böyle şeyler söylemişlerdir. Bunlar felsefecilerin sözleridir. İslâm dîninde böyle şeyler yokdur. Böyle sözlerle doğru yoldan ayrılmışlar. Şî’a ve İsmâ’îliyye ve Karâmitî ve bâtınî mülhidleri gibi mülhid olmuşlardır. Ehl-i sünnet ve Hadîs âlimlerinin ve Fudayl bin İyâd gibi Ehl-i sünnet olan tesavvufcuların hak yollarından ayrılmışlardır. Bunlar bir yandan felsefeye dalmışlar, bir tarafdan da, Mu’tezile ve Kürâmiyye gibi fırkalara karşı mücâdele etmişlerdir. Tesavvufcular üçe ayrılır: Birincisi, hadîs ve sünnet ehlidir. İkincisi, kürâmiyye gibi bid’at ehlinden olanlardır. Üçüncüsü, (İhvân-üs-safâ) kitâblarına ve Ebül Hayyânın sözlerine uyanlardır. İbni Arabî ve İbni Seb’în ve benzerleri, felsefecilerin sözlerini alarak tesavvufcu sözü şekline sokmuşlardır. İbni Sînânın, (Âhırül-işârât alâ-makâmil ârifîn) kitâbında böyle yazıları çokdur. İmâm-ı Gazâlî de, ba’zı kitâblarında meselâ, (El-kitâbül-madnûn) ve (Mişkât-ül-envâr) kitâbında böyle şeyler bildirmişdir. Hattâ, arkadaşı Ebû Bekr-ibnül-Arabî, buna felsefeye daldığını bildirmiş ve kendisini buradan kurtarmağa çalışmış, fekat kurtaramamışdır. İmâm-ı Gazâlî, bir tarafdan da, felsefecilerin kâfir olduklarını bildirmişdir. Ömrünün sonunda, (Buhârî) okumuşdur. Böylece, o yazılarından vaz geçmiş olduğunu söyleyenler vardır. Ba’zıları da, böyle sözler imâm-ı Gazâlîye iftirâ olarak yazılmışdır dediler. Bu konuda, İmâm için, söylentiler çokdur. Sicilya adasında yetişmiş olan Mâlikî âlimlerinden Muhammed Mâzerî ve Endülüs âlimlerinden Turtûşî ve İbn-ül-Cevzî ve İbnü Ukayl ve başkaları çok şeyler söyledi). İbni Teymiyyenin yukarıdaki sözleri Ehl-i sünnet âlimlerine karşı olan kötü düşüncelerini açıkca göstermekdedir. Eshâb-ı kirâmın büyüklerini bile böyle kötülemekdedir. Ehl-i sünnet âlimlerinin çoğuna böylece sapık damgası basmışdır. Bu arada büyük Velî, âriflerin kutbu Ebül Hasen-iş-şâzilî hazretlerini, (Hizb-ül-kebîr) ve (Hizb-ül-bahr) kitâblarından dolayı çok kötülemiş ve Muhyiddîn ibnül Arabî ve Ömer-ibn-il-fârıd ve İbnü-seb’în ve Hallâc Hüseyin bin Mansûr gibi tesavvuf büyüklerini çirkin kelimelerle alçaltdığı için zemânındaki âlimler, bunun fısk ve bid’at sâhibi olduğunu sözbirliği ile bildirdiler. Küfrüne fetvâ verenler de oldu. [Derin islâm âlimi Abdülganî Nablüsî, (El-Hadîkat-ün-nediyye) kitâbının 363 ve 373. cü sahîfelerinde, bu tesavvuf büyüklerinin ismlerini yazarak, birer Velî olduklarını ve bunlara dil uzatanların câhil ve gâfil olduklarını bildirmekdedir.] 705 [m. 1305] senesinde, ibni Teymiyyeye yazılan bir mektûbda deniyor ki, (Kendini büyük âlim ve zemânının imâmı sanan din kardeşim! Seni Allah rızâsı için sevmişdim. Sana karşı olan âlimleri beğenmiyordum. Fekat, senin sevmeğe uymayan sözlerini işitince şaşırdım. Aklı olan kimse, güneş batınca, gecenin başlamasında şübhe eder mi? Sen, doğru yolda olduğunu ve (Emr-i bil ma’rûf) ve (Nehyi-anil-münker) yapdığını bildirmişdin. Maksadının ve niyyetinin ne olduğunu Allahü teâlâ bilir. Fekat, ihlâs insanın işlerinden belli olur. Senin işlerin, sözünün perdesini yırtmakdadır. Nefslerine uyanlara, sözleri çürük olanlara uyarak zemânındakilere sövmekle kanâ’at etmeyip, ölülere de kâfir damgasını basdın. Selef-i sâlihînden sonra gelenlere saldırdığın yetişmiyormuş gibi, Eshâb-ı kirâma ve bunların büyüklerine de dil uzatdın. Kıyâmet günü, bu büyükler, haklarını istedikleri zemân, ne hâle düşeceğini düşünmüyor musun? Sâlihiyye şehrinde, Câmi’ül-cebel minberinde, Hazret-i Ömerin “radıyallahü teâlâ anh” yanlış sözleri ve belâları vardır dedin. Bu belâlar ne imiş? Selef-is-sâlihînden hangi belâyı işitdin? Hazret-i Alînin “radıyallahü teâlâ anh” üçyüzden fazla hatâsı olduğunu söyliyorsun. Hazret-i Alî böyle olunca, senin doğru bir sözün olabilir mi? Şimdi sana karşı harekete geçiyorum. Müslimânları senin şerrinden korumağa çalışacağım. Çünki, azgınlığın haddi aşdı. Eziyyetlerin bütün dirilere ve ölülere ulaşdı. Mü’minlerin senin şerrinden sakınmaları lâzımdır.)

İbni Teymiyyenin Selef-i sâlihînden ayrıldığını gösteren mes’eleleri Tâcüddîn-üs-Sübkî şöyle bildirmekdedir:

1 - Talâk vâkı’ olmaz. Yemîn keffâreti vermek lâzımdır diyor. Kendisinden evvel gelen islâm âlimlerinden hiçbiri keffâret verileceğini bildirmedi.

2 - Hâid kadına verilen talâk vâki’ olmaz diyor.

3 - Amden, kasden terk edilen nemâzı kazâ etmek lâzım değildir diyor.

4 - Hâid kadının Kâ’beyi tavâf etmesi mubâhdır. Keffâret vermez diyor.

5 - Üç olarak verilen talâk, bir talâk olur diyor. Hâlbuki, bunu bildirmeden önce, icmâ’ul-müslimînin böyle olmadığını kendisi senelerce söylemişdir.

6 - İslâmiyyete uygun olmayan vergiler, bunu isteyene halâldir diyor.

7 - Bunlar tüccârdan alınınca, niyyet edilmese bile, zekât yerine geçer diyor.

8 - Suda fâre gibi hayvan ölünce necs olmaz diyor.

9 - Cünüb olanın, gece gusl etmeden nâfile nemâz kılması câizdir diyor.

10 - Vâkıfın yapdığı şarta i’tibâr olunmaz, diyor.

11 - İcmâ’ı ümmete uymayan kimse, kâfir olmaz ve fâsık olmaz diyor.

12 - Allahü teâlâ mahall-i havâdisdir ve zerrelerden yapılmışdır diyor.

13 - Kur’ân-ı kerîm, Allahü teâlânın zâtında yaratılmışdır diyor.

14 - Âlem, ya’nî her mahlûk, nev’i ile kadîmdir diyor.

15 - Allah, iyi şeyleri yaratmağa mecbûrdur diyor.

16 - Allahü teâlânın cismi ve ciheti vardır ve yer değişdirir diyor.

17 - Cehennem ebedî değildir, sonunda söner diyor.

18 - Peygamberlerin ma’sûm olduklarını inkâr ediyor.

19 - Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” diğer insanlardan farkı yokdur. Onu vâsıta kılarak düâ etmek câiz olmaz diyor.

20 - Resûlullahı “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” ziyâret etmeğe niyyet ederek Medîne şehrine gitmek günâhdır diyor.

21 - Şefâ’at istemek için gitmek de harâmdır diyor.

22 - Tevrât ve İncîlin kelimeleri değil, ma’nâları değişmişdir diyor.

Ba’zı âlimler, yukarıda bildirilenlerin çoğu İbni Teymiyyenin sözü değildir dedi ise de, Allahü teâlânın ciheti olduğunu ve parçaların birleşmesinden meydâna geldiğini söylediğini inkâr eden yokdur. Bununla berâber, ilminin, celâletinin ve diyânetinin çok olduğu söz birliği ile bildirildi. Fıkh, ilm, adl ve insâf sâhibi olanın, bir şeyi incelemesi, ondan sonra ve ihtiyâtlı olarak karâr vermesi lâzımdır. Hele bir müslimânın küfrüne, irtidâdına, dalâletine ve öldürülmesine karâr verirken çok incelemek ve ihtiyâtlı davranmak lâzımdır. İbni Hacer-i Mekkînin “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Fetâvel-hadîsiyye) kitâbındaki yazısı burada temâm oldu.

Zemânımızda, İbni Teymiyyeyi taklîd etmek modası ortaya çıkdı. Onun sapık yazılarını savunuyor ve kitâblarını, bilhassa (Vâsıta) kitâbını basdırıyorlar. Bu kitâb başdan başa onun Kur’ân-ı kerîme ve hadîs-i şerîflere ve icmâ’ı müslimîne uymıyan fikrleri ile doludur. Okuyanlar arasında büyük fitne ve bölücülük uyandırmakda, kardeşi kardeşe düşman etmekdedir. Hindistânda bulunan vehhâbîler ve başka islâm memleketlerinde, bunların tuzaklarına düşmüş olan câhil din adamları, İbni Teymiyyeyi kendilerine bayrak yapmışlar, ona (Büyük müctehid), (Şeyh-ul-islâm) gibi ismler takıyorlar. Onun sapık fikrlerine, bozuk yazılarına din ve îmân diye sarılıyorlar. Müslimânları parçalıyan, islâmiyyeti içerden yıkan bu fecî’ akıntıyı durdurmak için Ehl-i sünnet âlimlerinin onu red eden, vesîkalarla çürüten kıymetli kitâblarını okumalıdır. Bu kıymetli kitâblar arasında, büyük imâm, derin âlim Takıyyüddîn-üs-Sübkînin “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Şifâ-üs-sikâm fî-ziyâreti-hayril-enâm) kitâbı, İbni Teymiyyenin bozuk fikrlerini mahv etmekde, fesâdlarını yok etmekde, inadcılığını ortaya koymakdadır. Kötü niyyetlerinin, bozuk inanışlarının yayılmasını önlemekdedir.

Birinci Kısm - İkinci Kısm - Üçüncü Kısm - İndeks