Giriş

Nimetlerine karşı Allah'a çok hamdederiz. Kalpte kibir ve ürkeklik bırakmayan bir zikirle Allah'ı yâd ederiz. Kendisine teşekkür etmek isteyen kimse için gece ile gündüzü arka arkaya gelecek şekilde yarattığı için, ona sonsuz şükrederiz. Hak ile korkutup müjde vermek için gönderilen peygamberine salât okur, o peygamberin tertemiz âline, şerefli olan ashâbına da salât ederiz. Onlar öyle kimselerdir ki, sabah, akşam, günün başında ve sonunda Allah'ın ibâdetine öyle dalmışlardır ki, onların herbiri dinde hidayet edici ve nûr verici birer yıldız ve lâmba olmuşlardır.

Allahü teâlâ yeryüzünü kulları için istifade edecekleri bir şekilde yaratmıştır. Fakat bu şekilde yaratılışın hikmeti, yeryüzünün engebeli ve kuytu yerlerinde yerleşip rahat etmeleri değildir. Aksine onu bu şekilde yaratmış olmasının hikmeti, kulları yeryüzünde birer konak edinsin, o konaklarında, aslî vatanlarına giderken seferlerinde gerekli olan azıkları temine çalışsın, kendileri için amel ve fazilet istif etsinler diye yaratmıştır. Bunu yaparken (hakikî kullar) o yeryüzünün tuzak ve tehlikelerinden korunurlar. Kesinlikle bilirler ki, geminin yolcularını götürdüğü gibi, hayat gemisi de kendilerini götürmektedir.

Bu bakımdan insanlar bu dünyada misafirdirler. Onların ilk konakları, beşiktir. Son konakları ise mezar. . . Vatanları ise, cennet veya cehennem. . . Ömürleri ise, seferin mesafesidir. O ömrün seneleri, seferin merhaleleridir. Ayları fersahlar; günleri miller; nefesleri adımlar; tâati ise, ticarî eşyalar, vakitler ise sermayeleri, şehvet ve garezleri ise yol kesicileri, kârı ise dâr-ı selâm'da melik ve yüce olan Allah'a kavuşup ebedî nimete konmaktır. Zarar ise, bukağılar, zincirler ve elem verici azapla beraber cehennemin derekelerinde Allah'tan uzak bulunmaktır. Bu bakımdan nefeslerinin herhangi birisinde gaflete dalmış ve o nefesinin kendisini Allah'a yaklaştırıcı bir ibâdetin gayrisinde geçirmiş bir kimse, Teğabün gününde kendisini zarar ve pişmanlığa mâruz bırakmıştır. Öyle bir zarar ki sonsuzdur! İşte bu büyük tehlike ve bu korkunç felâketten dolayı Allah tarafından muvaffak kılınan kimseler kollarını sıvamışlar, nefsin güvendiklerini tamamen terketmişler, hayatlarının geri kalan kısmını ganimet saymışlar, vakitlerin tekrarlamasına göre vird vazifelerini düzene koymuşlardır. Bütün bundan gayeleri; gece ve gündüzü cebbâr olan pâdişaha yaklaşmak için ihyâ etmektir ve böylece kararlılık evine (cennete) varmak için çalışıp gayret etmektir. Bu bakımdan daha önce açıklaması geçen ibâdetleri tevzi ve virdleri vakitlerin takdiri üzerine taksim keyfiyeti hakkındaki hükmün açıklanması âhiret yoluna ait ilmin önemli meselelerinden oldu. Bu önemli meselenin tam izâha kavuşması, iki bölümü zikretmekle olur.

Birinci Bölüm: Virdlerin fazileti, tertibi ve ahkâmı

İkinci Bölüm: Gecenin ihyâsı, keyfiyeti, fazileti ve ilgili meseleler

10-1

Fazileti, Tertibi ve Ahkâmı

Virdlerin Fazileti

Virdlere devam etmek Allah'a götürücü bir yoldur. Basîret nûruyla bakanlar bilirler ki, Allah ile mülaki olmaktaki kurtuluş ve o mülâkata giden yol, ancak kul Allah'ın dostu olarak ölürse, Allah'ı bilerek ruhunu teslim ederse elde edilir ve yine bilir ki, muhabbet ve ünsiyet ancak sevgiliyi daimi bir şekilde anmak ve onun zikrine devam etmekle elde edilir. Mârifet ise, ancak sevgiliyi, onun sıfat ve fiillerini devamlı bir şekilde düşünmek sûretiyle elde edilir. Bu varlık âleminde, Allah'tan ve onun fiillerinden başka herhangi birşey yoktur. Zikrin ve fikrin devamlılığı ise, ancak dünyayı ve şehvetlerini terkedip sadece zaruret miktarınca ondan istifade etmekle mümkün olur. Bütün bunlar da gece ve gündüzün vakitlerini zikir ve fikirlerin vazifeleriyle geçirmekle tamamlanır. Nefsin yaratılışında usanmak ve bıkmak olduğu için, zikr ve tefekkürün belirli sebeplerinden herhangi birinin üzerinde devam edip sabredemez. Aksine nefsi, aynı tarzdaki zikre ve fikre zorlasa, nefis bıkkınlık ve ağırlık göstermeye başlar. Siz usanmadıkça Allah usanmaz. Bu bakımdan zarurî olarak nefse yapılan lûtuflardan birisi, onu bir zikirden başka bir zikre, bir nev'iden diğer bir nev'e nakletmek sûretiyle ona rahatlık vermenizdir ki, bu çeşit işler de vakitlere göre taksim edilmiştir. Böylece nefiste, bir şeyden başka birşeye geçmek sûretiyle ibâdet lezzeti yerleşir. Lezzetten ötürü de ibâdet hakkındaki isteği artar. İsteğin devamlılığıyla da nefsin ibâdete devamlılığı sağlanır. İşte bu sırra binaendir ki, virdler çeşitli kısımlara taksim olunmuştur. O halde zikir ve fikir için en uygun şekil, kişinin bütün vakitlerini veya vakitlerinin çoğunu kapsamasıdır. Çünkü nefis tabiatiyle dünyanın lezzetlerine meyillidir. Meselâ kul, vakitlerinin bir parçasını ibadetlere sarfederse görür ki, dünyaya meyleden taraf, nefsin tabiatına uygun geldiği için, diğer taraftan daha ağır basar. Çünkü haddi aşmaya sebep olmaktadır. 'Çünkü insanoğlu kendisini müstağni görmekle azgınlık eder!'

İşte zikir ve dualar hususunda anlatacaklarımız bu kadar. . . . Hayra iletici ve muvaffak kılıcı ancak Allah'tır!

Yemek, sefer, hastaları ziyaret etmek ve sair işler hakkındaki diğer dualar ise inşaallah yeri geldikçe izah edilecektir. Tevekkül ancak Allah'adır. Kitab'uz-Zikr ve Da'avât (Zikirler ve Dualar) bölümü burada sona erdi. Bunun ardından Allah'ın izniyle Evrad (Virdler) bahsi gelecektir.

Hamd, âlemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur. Salât ve selâm Hazret-i Muhammed'in, âlinin ve ashâbının üzerine olsun!

Gecenin bir kısım vakitlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et ki, Allah'ın rızasına eresin. (Tâhâ/130)

Gündüzün iki tarafında ve geceye yakın saatlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler, kötülükleri giderir, Bu, ibretle düşünenlere bir nasihattir. (Hûd/114)

Sonra bak ki, Allahü teâlâ, kurtulmuş kullarını nasıl ve ne ile vasfediyor?

(Kâfir mi hayırlıdır?) Yoksa âhiretin azâbından korkarak ve rabbinin rahmetini umarak, o, gece saatlerinde kalkıp secde ve kıyam hâlinde ibadet eden mi? De ki: 'Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?' (Zümer/9)

(Onlar o kimselerdir ki, geceleyin namaz kılmak için) yataklarından kalkarlar. Rablerinin azabından korkarak ve rahmetinden ümidvâr olarak duâ ederler. (Secde/16)

Onlar ki, rablerine secdeler ve kıyamlar yaparak (namaz kılarak) geceyi geçirirler. (Furkan/64)

Onlar geceden pek az (bir zaman) uyuyorlardı. Sabahın erken vakitlerinde de hep istiğfar ediyorlardı. (Zâriyât/17-18)

O halde akşama girdiğiniz vakit (akşam ve yatsı namazını) sabaha erdiğiniz vakit (sabah namazını kılın) , Allah'ı tesbih edin! (Rûm/17)

Rablerinin rızasını dileyerek sabah ve akşam ona duâ edenleri (fakirleri) yanından kovma Onların hesabından sana hiçbir şey gerekmez ve senin hesabından da onlara birşey yoktur (En'âm/52)

Bütün bu ayetler gösterir ki, Allah'a giden yol, vakitleri murâkabe etmek, devamlı bir şekilde zikir ve virdleri ile o vakitlerin ihyasına çalışmaktır.

Bu sırra binâen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Allah nezdinde kulların en sevgilisi, güneşi, ay ve gölgeleri Allah'ın zikrini yapmak için gözetenlerdir. 1

Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır: Ay ve güneş hesap iledir. (Rahmân/6)

Rabbinin kudretine bakmaz mısın? Gölgeyi nasıl yayıyor? Dileseydi o gölgeyi devamlı ve sabit yapardı. Sonra biz güneşi de o gölge üzerine bir delil yaptık. Sonra gölgeyi azar azar bize doğru (dilediğimiz yere) alırız. (Furkan/45-46)

Ay'ın da seyrine menziller takdir ettik. (Yâsîn/39)

Karanın ve denizin karanlıklarında doğru yolu bulasınız diye sizin için yıldızları yaratan O'dur! (En'am/97)

Güneşi ve ay'ı hesapla seyredecek şekilde yaratmaktan gaye, sadece tertipli bir manzumenin vücuda gelmesi olmadığı gibi, gölge, nûr ve yıldızların yaratılmasından gayenin de sadece dünya işlerinde yardımcı olsunlar diye olmadığını bil. Aksine bunların yaratılışından gaye; vakitlerin takdirinin bilinmesi ve bilindikten sonra da o vakitlerde taat ve âhiret için, ibâdetle meşgul olmaktır. Bunların sadece bu gaye için yaratılmış olduğunun delili şu ayettir:

Düşünüp ibret almak ya da şükretmek isteyenler için gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren yine O'dur! (Furkan/62)

Yani gece ile gündüzü birbirinin ardına getiriyor ki, birisinde kaçırılan fırsat hiç olmazsa diğerinde de elde edilmiş olsun ve bu ayette Allahü teâlâ gece ve gündüzün bu şekilde yaradılışının sadece vakitleri zikir ve şükür ile geçirip değerlendirmek için olduğunu beyan eder.

Başka bir ayette şöyle buyurmaktadır:

Biz geceyi ve gündüzü kudretimize delalet eden iki alâmet yaptık da sonra geceyi giderip yerine gündüzü getirdik ki, rabbinizden (geçim için) bir lûtuf arayasınız. Yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz. Biz herşeyi apaçık olarak beyan ettik. (İsrâ/12)

Aranan fazilet, Allah'ın sevap vermesi ve günahları bağışlamasıdır. Biz, Allahü teâlâ'nın rızasına mazhar olacak ameller yapmakta bizi güzel tevfîkiyle muvaffak kılmasını talep ederiz.

1) Taberânî ve Hâkim, (İbn Ebî Evfa'dan sahih bir senedle)

10-2

Virdlerin Adedi ve Tertibi

Gündüzün virdleri yedi tanedir.

ı. Fecrin doğuşundan, güneşin doğuşuna kadar bir vird

ıı-ııı. Güneşin doğuşundan zevale kadar iki vird

ıv-v. Zevalden ikindi vaktine kadar iki vird

vı-vıı. İkindiden güneş batıncaya kadar da iki vird

Gece ise, dört virde taksim olunur.

ı-ıı. Güneşin batışından halkın uyku zamanına kadar iki vird

ııı-ıv. Gecenin son yarısından fecrin doğuşuna kadar iki vird

Bu virdlerin tek tek faziletlerini, vazifelerini ve bunlarla ilgili hususları izah etmeye çalışacağız.

10-3

Gündüz Virdleri

I. Vird

Şafağın doğuşundan güneşin doğuşuna kadardır. Bu vakit şerefli bir vakittir. Bu vaktin şerefli ve faziletli oluşuna Allahü teâlâ'nın bu vakitle yemin etmesi delâlet eder:

Ağardığı zaman o sabaha ki. . . (Tekvîr/18)

Allahü teâlâ'nın bu vakti yaratmakla zât-ı ulûhiyyetini övmesi, bu vaktin şerefli ve faziletli olduğuna delâlet etmektedir. Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurur:

O, gece karanlığından sabahı yarıp çıkaran Allah'tır! (En'âm/96)

De ki: Sığınırım ben karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran rabbe! (Felâk/1)

Allahü teâlâ gölgeyi o vakitte kısaltmak sûretiyle kudretini izhâr ederek o vaktin şerefini belirtmiştir.

Biz bu gölgeyi azar, azar bize doğru (dilediğimiz yere) alırız. (Furkan/46)

Bu vakit gece gölgesinin azar azar alınma, güneş ışığının yayılma ve insanları o vakitte tesbîhe irşâd etme vaktidir. Bu hakîkat şu ayetle belirtilmiştir:

O halde akşama girdiğiniz vakit, sabaha erdiğiniz vakit Allah'ı tesbih edin! (Rûm/17)

O halde dediklerine sabret. Hem güneşin doğmasından önce, hem de batmasından önce rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir kısım vakitlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et ki, Allah'ın rızâsına eresin. (Tâhâ/130)

Sabah-akşam rabbinin adını an! (İnsan/25)

Müslüman uykudan uyandığı zaman bir vakit tâyin etmeli. Uyandığı zaman da Allah'ın zikriyle başlayıp şöyle demesi daha uygun düşer: 'Hamd', bizi ölü gibi uyuttuktan sonra dirilten Allah'a mahsustur'.

Duâlar bölümünde uykudan uyanan kimselerin ne gibi duâlar okuyacağı hususunda zikrettiğimiz duâ ve âyetleri sonuna kadar okumalı ve hatırlamalıdır. Elbiselerini duâ okuyarak giymelidir. Elbiselerini giyerken Allah'ın 'avret yerlerinizi örtünüz' emrine uymaya niyet etmelidir ve elbiselerle riya, gösteriş kasdetmeksizin sadece Allah'a ibâdet yapmasına yardımcı olmaları için niyet etmelidir.

Helâya giderken önce sol ayağını içeri atmalıdır. Helâya giriş ve çıkış hususunda ve Tahâret bölümünde zikrettiğimiz duâları okumalıdır. Helâdan sonra daha önce de dediğimiz gibi, Sünnet-i seniyye'ye uygun bir şekilde misvak kullanmalıdır. Tahâret bölümünde zikrettiğimiz duâ ve sünnetlerin tamamını gözetmek sûretiyle abdest almalıdır.

Çünkü biz daha önce ibadetleri teker teker zikrettik ki burada sadece o ibadetlerin terkip ve tertip yönünü zikredelim. Abdestini bitirdikten sonra sabah namazından önce kılınması gereken iki rek'at sünneti kılmalıdır. Bu sünnetten gaye, evde kılınan sünnettir. Hazret-i Peygamber de aynı şekilde bu sünneti evinde kılardı. 2

Bu iki rek'at sünnetten sonra, ister onları evinde, isterse câmide kılsın, İbn-i Abbâs'ın rivâyet ettiği şu duâyı okumalıdır: 'Ey Allahım! Senden nezd-i ilâhinden gelen bir rahmeti talep ediyorum. Öyle rahmet ki, onunla, kalbim hidayete gelir. '

Sonra camiye gitmek için evinden çıkar. Fakat camiye gitmek için okunan duâyı unutmamalıdır. Koşa koşa namaza gitmemelidir. Aksine normal şekilde yürüyerek vekarlı bir şekilde gitmelidir. Nitekim hadîs-i şerîfte de böyle vârid olmuştur.

Camiye vardığı zaman parmaklarının birini diğerine geçirmemeli. Camiye girerken sağ ayağını önce atmalı ve camiye girerken okunması vârid olan duâyı okumalıdır. Sonra camide birinci safta, eğer varsa yeralmalıdır. Birinci safa geçmek için cemaatin omuzlarından atlamamalı ve izdihama meydan vermemelidir. Nitekim bu keyfiyet cuma bahsinde de geçmişti. Camiye vardıktan sonra, eğer evinde iki rek'at sabah sünnetini kılmamışsa onları camide kılmalıdır. Onları kıldıktan sonra arkalarından okunan duâ ile meşgul olmalıdır. . Eğer evinde iki rek'at sabahın sünnetini kılmışsa, camiye vardığında, tahiyyet'ul-mescid olarak (Şâfiî mezhebine göre) iki rek'at nafile namaz kılmalıdır. Ondan sonra cemaati beklemek üzere oturmalıdır. Cemaat olmak hususundaki vaktin en faziletlisi Şâfiî'ye göre sabahın erken saatlerinde (alacakaranlıkta) olan cemaattir. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) sabah namazını sabahın alacakaranlığında kılardı. 3 Umumî olarak herhangi bir namazda cemaati terketmek yakışıksız bir harekettir. Özellikle sabah ve yatsı namazlarında. . . Zira onların faziletleri daha fazladır.

Enes b. Mâlik, Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) sabah namazı hakkında şöyle dediğini rivâyet etmektedir:

Kim abdest alır, sonra câmiye gider, orada namazını eda ederse, o kimse için attığı her adıma karşılık bir sevap yazılır ve bir günahı silinir. (Allah nezdinde) bir sevap on sevap olmaktadır. Bu bakımdan kişi namazını kıldığı ve güneş çıkınca câmiden çıkıp evine gittiği zaman, bedeninde bulunan kıllar adedince kendisine hasene verilir. Evine Allah nezdinde kabul olunan bir hac sevabıyla döner. Eğer güneş doğunca câmiden çıkmayıp, kuşluk namazını eda edinceye kadar beklerse, o zaman her rek'ata karşılık kendisine iki milyon sevap yazılır. Kim yatsı namazını câmide bu şekilde eda ederse, o kimseye daha önce söylediğimiz sevabın aynısı verilmekle beraber Allah nezdinde kabul olunan bir umre ibadetinin sevabı da ayrıca kendisine ihsân edilir ve öylece (yüklü olarak) evine dönmüş olur. 4

Selef-i sâlihinin âdeti fecir doğmazdan önce camiye girmekti. Tabiîn-i kirâmdan biri şöyle anlatır: Fecir doğmazdan önce camiye girdim. Baktım ki Ebû Hüreyre benden önce camiye gelmiş. . . Ebû Hüreyre beni görünce 'Ey yeğenim! Bu saatte niçin evinden çıktın?' diye sordu. Ben 'Sabah namazını edâ etmek için' deyince. Ebû Hüreyre 'müjdeler olsun! Biz Rasûlüllah'ın sahâbîleri bu saatte evimizden çıkmayı ve camide oturmayı Allah yolunda yapılan bir gaza gibi sayardık (veya Peygamber'le beraber yapılan bir gaza gibi sayardık) '5 dedi.

Hazret-i Ali, zevcesi Hazret-i Fâtıma ile uyudukları bir anda Rasûlüllah'ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) kapılarını çalarak 'Siz namaz kılmaz mısınız?' diye seslendiğini söylemiştir.

Yine Hazret-i Ali şöyle der: Ben Rasûlüllah'a 'Ey Allah'ın Rasûlü! Nefislerimiz Allah'ın kudret elindedir. Ne zaman dilerse o zaman gönderir' dedim ve bunun üzerine Hazret-i Peygamber'in dönüp gittiğini ve giderken dövünerek şöyle dediğini işittim: 'İnsan haksız yere düşmanlık yapıp, münâkaşa etmekte herşeyden daha fazla ileri gider'. 6

Sabah namazının iki rek'at sünnetinden ve duâsından sonra sabah namazı için kamet getirilinceye kadar istiğfar ve tesbihle meşgul olması gerekir. İstiğfar ederken şöyle demelidir:

O Allah'tan günahlarımın affını dilerim ki, ondan başka ilâh yoktur. O hayy ve kayyümdur (diridir ve herşeyi tedbir edendir) ve O'na tevbe eder, dönüş yaparım.

Bu istiğfârı yetmiş defa ve şunu da yüz defa söylemelidir: 'Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur ve Allah herşeyden daha büyüktür'. Sonra Namazda İmama Uymak bölümünde dediğimiz gibi, zahir ve batın âdâbların tamamını gözeterek farz namazı eda etmelidir. Farz namazı eda ettikten sonra güneş çıkıncaya kadar câmide oturup -ileride beyan edeceğimiz şekilde- Allah'ın zikrine devam etmelidir. Zira Allah'ın Rasûlü (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

Ben meclisimde oturup sabah namazından güneş çıkıncaya kadar Allah'ı zikredersem, bu benim için dört köleyi âzâd etmekten daha sevimli olur. 7

Rivâyet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) sabah namazını kıldığı zaman seccadesinin üzerinde oturur, güneş doğuncaya kadar böyle kalmaya devam ederdi. 8 Rivâyetlerden bazılarında 'Güneş doğduktan sonra iki rek'at namaz kıldı' şeklinde vârid olmuştur. Böyle yapmanın fazileti hakkında sayısız hadîs vârid olmuştur.

Hasan rivâyet eder ki: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) rabbinin rahmetinden bahsederken ezcümle rabbinin şöyle söylediğini de zikrediyordu:

Ey Âdem oğlu! Sabah namazından sonra bir saat beni zikret. İkindi namazından sonra da bir saat. . . Bu durumda bu iki namazın arkasından (maddeten ve mânen) sana kâfi geleyim. Seni koruyayım. 9

Bu zikrin fazileti böylece bilindiği zaman, kişi sabah namazından sonra oturup güneş doğuncaya kadar konuşmamalıdır. En uygun hareket, güneş doğuncaya kadar ki vazifesini dört kısma ayırmaktır:

1. Duâlar

2. Zikirler. (Zikirleri tekrar etmelidir) .

3. Kur'ân okumak

4. Tefekkür

1. Duâlar

Namazı bitirdiği zaman, şöyle demelidir:

Ey Allahım! Hazret-i Muhammed'e ve âline salât et ve onları her türlü eksiklikten emin kıl!

Ey Allahım! Sensin selâm. Sendedir selâm ve selâm sana döner.

Ey rabbiıniz! Bizi selâm ile dirilt. Bizi selâm evine dahil et. Ey ikram ve celâl sahibi! Sen müşriklerin dediğinden yücesin.

Bu duâyı okuduktan sonra Hazret-i Peygamber'in başlangıçta söylediği gibi o da şöyle söylemelidir:

Kullarına çokca hibede bulunan en yüce ve mutlak yücelik sahibi olan rabbim, her türlü eksiklikten münezzehtir. Allah'tan başka ilâh yoktur. Tektir, O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur Hamd O'nun. O diriltir, öldürür, hiç ölmeyen diri sadece O'dur. Hayr, O'nun elindedir. O herşeye kâdirdir. Allah'tan başka ilâh yoktur. Nimetin, faziletin ve güzel senânın sahibi ve lâyıkı O'dur. Allah'tan başka ilâh yoktur. Biz sadece O'na ibâdet ederiz İtâatimizi ihlâs ile sadece O'na yaparız; kâfirler böyle yaptığımızdan hoşlanmasalar dahi. . . 10

Bunu söyledikten, sonra Dualar kitabının üçüncü ve dördüncü bölümlerinde zikrettiğimiz duâlara başlayıp ve eğer kudreti varsa bütün o duâları okumalı veya hangisini daha münasip görürse onu ezberlemelidir. Hangisi kalbini daha çok inceltir ve diline daha hafif gelirse onu ezberlemelidir.

2. Zikirler

Bu zikirler şunlardır: Bunların tekrarının fazileti hakkında birçok haberler gelmiştir. Fakat biz o faziletleri burada zikretmekle sözü uzatmak istemiyoruz. Bu kelimelerin her birini üçer veya yedişer defa tekrarlamak lazımdır. En fazlası ise yüzer veya yetmişer defa tekrarlanır. Ortası ise onar defa tekrarlanır. Bu bakımdan kişi, imkânı nisbetinde ve vaktinin genişliğine göre, bu kelimeleri tekrar etmelidir. Fazla tekrar etmenin faziletinin daha fazla olduğu bir gerçektir. Normal bir şekilde tekrar etmek de o nisbette faziletlidir. Orta derecede zikretmek, onar defa tekrar etmek demektir. Bu zikirleri okumaya devam eden şahıs için bu şekilde hareket etmesi daha uygundur. Çünkü işlerin en hayırlısı az da olsa devamlı olanıdır. Her vazifenin çoğuna devam etmek imkânı yoksa, az ve devamlı olması daha faziletlidir. Arada sırada yapılanın çoğundan, kalpte daha tesirli olur. Zira gevşeklikle karışık bir şekilde yapılan çoğun tesiri azalır. Daimî bir şekilde yapılan azın misâli; kesintisiz bir şekilde yer üzerine damlayan yağmur damlacıkları gibidir. Bu damlacıklar, daimi olduğu için, yerde bir iz bırakır. Şayet taşın üzerine de düşse yine aynı izi bırakacaktır. Çünkü devamlıdır. Arada sırada gelen çoğun misâli ise, bir defada veya ayrı ayrı olmak üzere birkaç defada uzun aralıklarla dökülen bol su gibidir. Böyle bir suyun eseri görünmez. . Bu zikirler de on tanedir:

Bir

Allah'tan başka ilâh yoktur. O, birdir. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur. Hamd O'nadır. Dirilten ve öldüren O'dur. O, ölmez bir diridir. Hayr O'nun kudret elindedir. O herşeye kâdirdir.

İki

Allah müşriklerin dediklerinden münezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah herşeyden daha büyüktür. Günahtan dönüş ve ibadete yöneliş ancak azîm ve yüce olan Allah'ın kuvvet ve kudretiyledir. 11

Üç

Çokça tesbih ve takdis edilir. Meleklerin ve er-Ruh'un rabbidir. 12

Dört

Yüce olan Allah müşriklerin dediğinden münezzehtir, O'nun hamdiyle (bu itirafta bulunuyoruz) . 13

Beş

Yüce olan Allah'tan af dilerim. Öyle Allah ki, O'ndan başka ilâh yoktur. Hayy (diri) ve kayyûm ancak O'dur. O'ndan tevbe dilerim. 14

Altı

Ey Allahım! Senin verdiğini önleyecek hiç kimse yoktur. Senin menettiğini de verecek kimse yoktur. Senin nezdinde, servet (veya sa'y ü gayret) sahibine hiçbir fayda veremez. (Ancak senin lûtfun menfaat vericidir) . 15

Yedi

El-Mübîn, el-Hak, el-Melîk olan Allah'tan başka ilâh yoktur!16

Sekiz

İsmiyle beraber ne yerde ve ne de gökte hiçbir şeyin zarar vermeyeceği Allah'ın ismiyle başlarım. En ince teferruatına kadar, bilen ve işiten O'dur. 17

Dokuz

Ey Allahım! İlmin ve hakikatin zirvesine çıkan ümmî nebîn, rasûlün ve kulun Muhammed'e, âline ve ashâbına salât ve selâm eyle ve onları istenilmeyen kötülüklerden emîn kıl!18

On

Allah'ın dergahından kovulan şeytanın şerrinden, işiten ve bilen Allah'a sığınırım. Ey rabbim! Şeytanın vesveselerinden sana sığınırım. Şeytanların etrafımı çepeçevre sarıp beni saptırmalarından da sana iltica ederim!19

İşte on zikir bunlardır. Bunların herbiri on defa tekrar edildiği zaman, tümünden yüz defa okumanın sevabı hâsıl olmaktadır. Böyle yapmak her birini yüz defa tekrar etmekten daha efdaldir. Çünkü bu zikirlerin her birinin kendine mahsus bir fazileti vardır. Aynı zamanda kalp de, bu zikirlerin her biriyle ayrı bir şekilde lezzetlenir. Nefis ise, bir zikirden başka bir zikre geçmek suretiyle bir nev'i istirahat aldığı gibi yorgunluğu da önlenmiş olur. (Her yeninin bir lezzeti vardır) .

10-4

3. Kıraat (Kur'ân Okumak)

Birçok ayetlerin okunması kişi için müstehabdır. Bu ayetlerin fazileti hakkında çeşitli haberler gelmiştir. O ayetler şunlardır: Fatiha sûresi20, Âyet'el-Kürsî21, Bakara sûresinin sonu (Âmene'r-Rasûlü'den başlayarak) 22, Al-i İmrân sûresinin 18. ayeti 23, yine aynı sûrenin 26, ayeti 24, Tevbe sûresinin 128. ayetinin sonuna kadar 25, Fetih sûresinin 27. ayetinin de sonuna kadar 26, İsra sûresinin 111. ayetinin sonuna kadar 27, Hadîd sûresinin başından beş ayeti 28 ve Haşr sûresinin sonundan üç ayeti okumalıdır. 29

Eğer kişi, Hızır'ın İbrahim et-Teymî'ye hediye ettiği, sabah ve akşam yedişer defa okunmasını tavsiye buyurmuş olduğu duâyı yedişer defa okursa faziletin tamamını elde ettiği gibi, şimdiye kadar zikrolunan bütün duâların faziletini de elde etmiş olur. Nitekim Gurrez b. Vebre30 şöyle anlatır:

Şam ahâlisinden bir dostum ve din kardeşim bana geldi. Birşey hediye ederek şöyle dedi: 'Ey Gurrez! Şu hediyeyi benden kabul eyle. Çünkü bu hediye çok güzel bir hediyedir'. Bu sözü üzerine kendisine 'Ey Kardeşim! Kim sana bu hediyeyi verdi ki (sen de bana veriyorsun) ?' diye sordum. 'Bunu bana İbrahim et-Teymî adlı zat verdi' dedi. Ben 'Sen İbrahim'e sormadın mı? Bu hediyeyi ona kim vermiş?' deyince şöyle dedi: 'Evet, sordum. Dedi ki: Ben Kâbe'nin önündeki meydanlıkta oturuyordum. Tehlil (Lâ ilâhe illâllah) , tesbih (Sübhânallah) , tahmid (elhamdülillâh) ve temcid (Allah'ı övmek) ile uğraşırken bir kişi geldi. Selâm verip sağ yanıma oturdu. Ondan daha güzel bir kimseyi görmediğim gibi, ondan daha güzel giyinmiş bir kimseyi de görmemiştim. Onun elbisesinden daha beyaz bir elbise ve etrafa saçılan güzel kokusundan daha iyi bir kokuya da tesadüf etmemiştim. Bu manzara karşısında kendisine sordum:

-Ey Allah'ın kulu! Sen kimsin ve nereden geliyorsun?

-Ben Hızırım

Hangi konu için bana gelmiş bulunuyorsun?

-Sana selâm vermek ve Allah rızâsı için seni sevmem sebebiyle sana gelmiş bulunuyorum. Benim yanımda bir hediye vardır. Onu sana vermek istiyorum.

-O nedir?

-Güneş çıkıp, yeryüzüne yayılmadan, bir de batmadan önce her birini yedişer defa okumak sûretiyle (sırasıyla):

Âyet'el-Kürsi'yi ve Kâfirûn, İhlâs, Felâk, Nâs ve Fâtiha sûrelerini ve

Daha sonra yedi defa:

Subhânallahi vel-hamdülillâhi ve lâ-ilâhe illâllahü vallahü ekber

[Allahü teâlâ müşriklerin dediğinden (kötü ve bâtıl isnadlarından) münezzehtir. Hamd, Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah, herşeyden yücedir.]

Yedi defa Hazret-i Peygamber'e (âline ve ashâbına) salâvât-ı şerî fe okuyacaksın:

Allahüme salli alâ seyyidina Muhammedin ve alâ âli seyyidina Muhammed

Bundan sonra yedi defa kendin için, annen ve baban için, müslüman erkek ve kadınlar için af talebinde bulunarak şöyle diyeceksin:

Estagfirullah, Allahümme'gfirlî ve-li-vâlideyye ve-li'l-mü'minîne ve'l-mü'minât

[Ey Allahım, beni, annemi babamı ve bütün Mü'minleri af ve magfiret eyle! ]

Bu duâyı yedi defa tekrar et:

Allahümmef'al bî ve bihim âcilen ve ēcilen fi'ddîni ve'ddünya vel-âhirati mâ ente lehü ehlün ve lâ tef'al binâ ya Mevlâna mâ nahnü lehü ehlün. İnneke Gafûrun, Halîmün, Cevvâdün, Kerîmün, Raûfur-rahîm.

[Ey Allahım! Benim ve onların hakkında ister acele, ister gelecekte, din, dünya ve âhiretimizde senin şânına ne yakışırsa ve sen neye ehilsen (neyi lâyık görürsen) onu ihsan eyle. Ey Mevlâmız! Bizim kötü amelimizle müstahak olduğumuz cezayı, bizim hakkımızda icra etme. Sen çok bağışlayıcısın; halîm, cömert, kerem, şefkat ve rahmet sâhibisin. ]

Dikkat et, bu söylediğim duâları her sabah ve akşam oku ve terketme!

Ey Allah'ın sâlih kulu! İsterim ki, bu büyük hediyeyi sana veren kimseyi bana haber veresin.

Bu büyük hediyeyi bana Hazret-i Muhammed verdi.

Bu duâdan hâsıl olan sevabın ne olduğunu bana haber vermeni istiyorum.

Hazret-i Muhammed'le bir araya geldiğin zaman, ondan bu duânın sevabını sor, o sana bunu söyler.

İbrahim et-Teymî anlatmaya şöyle devam eder: Birgün rüyamda melekler bana geldiler. Beni sırtlayıp cennete götürdüler. Cennetteki nimetleri gördüm. (Cennette gördüğü büyük nimetleri tavsif etti) . Cennette gördüğüm o büyük şeyler (köşkler, saraylar ve bahçeler) hakkında meleklere 'Bunlar kimin içindir?' diye sorunca melekler şöyle dediler: 'Senin yaptığın gibi kim yaparsa bunlar onundur'. (İbrahim et-Teymî'nin anlattığına göre, meyvelerden yemiş ve melekler İbrahim'e cennetin suyundan içirmişlerdir) .

İbrahim anlatmaya şöyle devam eder: Ben bu durumdayken Hazret-i Peygamber, beraberinde yetmiş peygamber, meleklerden de yetmiş saf ve her safın meşrikten mağribe kadar olduğu bir durumda teşrif edip geldi. Bana selâm verdi ve elimden tuttu. (Bundan cesaret alarak) Hazret-i Peygamber'e şöyle dedim:

Ey Allah'ın Rasûlü! Hızır bana senden şu hadîsi dinlediğini söyledi. Sen ne dersin?

Hızır doğru söylemiştir. Hızır doğru söylemiştir. Onun hikâye ettiği haktır. O yeryüzünün en büyük âlimidir. O abdalların reisidir. O Allah'ın yeryüzündeki askerlerindendir.

Ey Allah'ın Rasûlü! Bu duâyı okuyan bir kimse benim şu anda rüyamda gördüğüm şeylerin benzerini görmezse, acaba bana verilen bu büyük nimet ona da verilir mi?

- Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim. Senin bu yaptığını yapan bir kimse, beni ve bu cenneti görmese dahi, onun yapmış olduğu bütün büyük günahları affolunur. Allah ondan gazab ve öfkesini kaldırır. Onun kötülüklerini yazan sol tarafındaki meleğe Allahü teâlâ bir seneye kadar onun kötülüklerinden hiçbirisini yazmamasını emreder. Beni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim. Ancak Allah tarafından saîd olarak yaratılmış bir kul, bu duâyı okur ve ancak Allah tarafından şakî olarak yaratılmış bir kimse bunu terkeder.

İbrahim et-Teymî bu rüyayı gördükten sonra, dört ay yemeden içmeden kesilmiştir. 31

İşte Kur'ân okuma vazifesi budur. Eğer Kur'ân'dan vird edindiği veya devamlı okuduğu bir şeyi bu okumasına eklerse daha iyi olur. Çünkü Kur'ân daha önce de söylediğimiz gibi, düşünülerek okunduğu takdirde duâ, düşünce ve zikir faziletlerinin tamamını elde ettirir. Nitekim Kur'ân'ın Faziletleri ve Âdâb-ı Tilâvet bölümünde bunlar anlatılmıştı.

4. Tefekkür

Tefekkür kişinin vazifelerinden birisi olmalıdır. Neyin hakkında düşünür ve nasıl düşünür? Bunun tafsilâtı Münciyât kısmının Tefekkür kitabında zikredilecektir. Fakat tefekkürün özü iki şıkta toplanmaktadır:

a) Kendisine fayda veren işler hakkında düşünmelidir. Şöyle ki: Daha önceki kusurlarından nefsini hesaba çekmeli, içinde bulunduğu güne vazifelerini bölmeli ve engelleri nasıl aşacağını inceden inceye düşünmeli, kusurlu oluşunu hatırlamalıdır. Kusurlarına sebebiyet veren amellerini de göz önünde bulundurmalı ki onu ıslah edebilsin. Kalbinde, nefsindeki amellerinde ve müslümanlara karşı yaptıkları için iyi niyetlerini hazır bulundurmalıdır.

b) Kendisine fayda veren mükâşefe ilmi hakkında düşünmelidir. Şöyle ki: Allah'ın nimetleri, zâhir ve bâtın ihsanları hakkında düşünmeli, bu düşüncesi sayesinde bunlar hakkındaki marifeti artmalı ve bunlara karşı şükretmesi çoğalmalıdır veya Allahü teâlâ'nın ceza ve intikamları hakkında düşünmelidir ki Allah'ın kudretini ve herşeyden müstağni olduğunu daha geniş bir marifetle tanımış olsun. Allah'ın cezalarından korkusu artsın. Bu hâdiselerin her birinin binlerce dalları vardır. Bazı insanlar için bu sahada düşünce oldukça geniştir. Bazıları için de tam aksine. . . Biz, gelecek tefekkür kitabında bunu tedkik ve tahkike çalışacağız. Kısaca tefekkürden ne kadarı mümkün olursa, o ibadetlerin en şereflisidir.

Çünkü düşüncede Allah'ın anılması sözkonusu olduğu gibi fazla olarak da iki unsur daha vardır:

1. Mârifetin artışı; zira tefekkür ve keşfin anahtarıdır.

2. Muhabbetin artışı; zira kalp, büyüklüğüne inanmadığı bir zâtı sevmez. Allah'ın büyüklüğü ise, ancak sıfatlarının, kudretinin ve fiillerinin üstünlüğünü bilmekle anlaşılır. Böylece fikirden mârifet doğar. Mârifetten de Allah'ın tazimi ve büyüklüğü doğar, tâzimden de muhabbet doğar.

Aynı zamanda zikir, ünsiyeti elde ettirir. Ünsiyet ise, muhabbetin bir çeşididir. Fakat mârifetten doğan muhabbet, ünsiyetten gelenden daha kuvvetli, daha kalıcı ve daha büyüktür. Ârif bir kimsenin muhabbeti, tam basirete sahip olmadan zikreden bir kimsenin ünsiyetine nisbet edildiği zaman, tıpkı gözüyle bir şahsın güzelliğini görmüş, onun güzel ahlâklarına, fiil ve faziletlerine tecrübe ve deneme ile muttali olmuş bir kimsenin tanımasının, gözüyle görmediği, ancak iyiliğini ve her sahada ahlâklı olduğunu tafsilâtı olmaksızın kulaktan dolma dinleyen bir zata karşı duyduğu ünsiyetine nisbet edilmesi gibidir. Bu bakımdan gözüyle o meçhul şahsı görmeyenin ona karşı sevgisi, elbette onu bilfiil görenin sevgisi gibi olmaz. Çünkü işitmek gözle görmek gibi değildir (ve olamaz da) . O halde Allah'ın zikrine kalben ve lisanen devam eden, taklidî bir îman ile peygamberlerin (aleyhisselâm) getirdiklerine inananla bir olmaz. Allah'ın sıfatlarının güzelliklerinden ancak îman ettikleri peygamberlerin kendilerine bildirdiği şekilde mücmel olarak inananlarla, birtakım işlere sahip olan âbidler ile Allah'ın celâl ve cemâlini zahiri gözden daha keskin bâtınî ve basîret gözleri ile müşâhede eden ârifler bir olamazlar. Evet bu iki grup da Allah'ın celâl ve cemâlinin künhüne vakıf olmamışlardır. Zira bu şekilde vakıf olmak, kulların kudretinin dahilinde değildir. Ancak her kul, kendisine aralanan perde oranında cemâli müşahede eder. Oysa, rubûbiyet huzurunun ne cemâline, ne de perdelerine hidâyet yoktur, Nûr ile anılması gereken perdelerinin sayısı sonsuzdur. O perdeler ki, onlara ulaşan bir kimse, onu asi sanıyor. O perdelerin sayısı yetmiştir. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Allahü teâlâ'nın nûrdan yetmiş perdesi vardır. Eğer o perdeleri aralarsa (keyfiyeti bizce malûm olmayan) yüzünün parıltıları her gördüğünü yakıp kül edecektir. 32

O perdeler de tertiplidir. O nûrlar rütbece ayrı ayrıdır. Tıpkı güneş, ay ve yıldızların ayrı olması gibi. . . Önce en küçükleri görünür. Sonra diğerleri tevâli eder. İşte bu esas üzere bazı sûfîler Hazret-i İbrahim'in terakkisinde görünen dereceleri te'vil etmişlerdir: 'Felemma cenne aleyhi'l-leyl'; yani işler Hazret-i İbrahim'in üzerine karardığı ve müşkil olduğu zaman 'Reâ kevkeben'; o nûr perdelerinden birisine vardı.

İşte Allahü teâlâ nûr perdesini Kevkeb diye tâbir ediyor. Kevkeb'den 'parlayan' ve yıldız denilen şu cisimler kastolunmamıştır. Çünkü (değil Hazret-i İbrahim) gibi bir peygamber, sıradan insanlar dahi bilirler ki, Rubûbiyet vasfı cisimlere lâyık ve uygun bir vasıf değildir. Halk tabakası bile basit düşünceleriyle bu keyfiyeti idrak etmektedirler. O halde halk tabakasını şaşırtmayan bir mesele, nasıl olur da Allah'ın dostu Hazret-i İbrahim'i şaşırtır. Nûr diye adlandırılan perdelerden, göz ile görülen ışık kastolunmamaktadır. Aksine kastolunan mânâ, Allahü teâlâ'nın şu ayeti celilesiyle kastolunan mânâdır:

Allah göklerin ve yerin nûrudur. O'nun nûru, içinde lamba bulunan bir kandile benzer. Lamba cam içerisindedir. Cam sanki inciden bir yıldız. Ne doğuya ne de batıya ait olmayan mübarek bir zeytin ağacı (nın yağı) ndan yakılır. (Öyle mübarek bir ağaç) ki, nerdeyse ateş değmese de yağı ışık verir. Işığı parıl parıldır. Allah dilediği kimseyi nûruna kavuşturur. Allah insanlara böyle misâller verir, Allah herşeyi bilir. (Nûr/35)

Biz bu mânâlardan geçelim. Çünkü bunlar muamele ilmi'nin dışında kalan mânâlardır. Bu mânâların hakikatlerine ancak saf fikrin arkasından gelen keşif varabilir! Böyle bir keşfin kapısı ise, az kimselere açılmaktadır. Sıradan insanlar tarafından kolayca elde edilen düşünce ise, ancak muamele ilmi'nin fayda verici kısımları hakkındadır. Bu da faydası çok ve büyük olan konulardır.

İşte bu dört vazife ki bunlar; duâ, zikir, kıraat (Kur'ân okumak) ve tefekkürdür her müridin sabah namazından sonraki vazifesi olmalıdır. Belki mürid, namaz vazifesinden kurtulduktan sonra her virdde bu vazifeleri yapmalıdır. Namazdan sonra bu dört vazifeden başka bir vazife yoktur. Kişi silahını ve kalkanını aldıktan sonra bu vazifeleri yapmaya muktedir olur. Oruç öyle bir kalkandır ki, insanoğlunun düşmanı olan ve onu dosdoğru yoldan çeviren şeytanın geçiş yollarını daraltır. Şafak söktükten sonra tâ güneş doğuncaya kadar sabah namazından önce kılınan iki rek'at sünnet ile sabah namazının farzından başka herhangi bir namaz yoktur. . . Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ve ashâb-ı kirâm gibi bu vakitte zikirle meşgul olmak daha evlâdır. Ancak farz namazını (sabah namazını) kılmadan önce uyku galebe çalarsa ve uykuyu gidermek ancak namaz kılmakla mümkün olursa o zaman uykuyu defetmek için namaz kılınmasında bir sakınca yoktur. 33

10-5

II. Vird

Güneşin doğuşundan kuşluk zamanına kadardır. Kuşluk zamanından gayem; güneşin doğuşu ile zevâlin ortasındaki vakittir. Bu da günden üç saatin geçtiği zaman olur. Eğer gün oniki saat farzedilirse -ki bu onikinin dörtte biridir- günün bu dörtte bir vaktinde iki fazla vazife daha vardır:

a) İlki, kuşluk namazı (es-Salât'ud-Duhâ) dır ki biz bunu Namaz bölümünde zikretmiştik. En evlâ ve uygunu bu namazın iki rek'at olarak güneşin yükseldiği bir anda kılınmasıdır. Yani güneş ışınlarını yaydığı ve yarım mızrak kadar yükseldiği zaman kılmaktır. Aynı zamanda dört, altı veya sekiz rek'atı da süt çocuğunun, annesinin kucağında hararetten uyuduğu veya ayaklar güneşin ısısıyla yandığı vakitte kılınır, Bu bakımdan daha önce kılınan iki rek'atın vakti, Allahü teâlâ'nın şu ayetiyle murad olunan vakittir.

Gerçekten biz dağları onun emrine bağlı kıldık da akşamleyin ve kuşluk vakti onunla beraber tesbih ederlerdi. (Sâd/18)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , işrak zamanında namaz kılan ashâb-ı kirâma rastladığında sesini yükselterek şöyle dedi:

İyi bilin ki, evvâbînlerin namazı, güneş sıcağının etkisiyle yavruların yattığı vakittir. Yani o vakitte kılınır. 34

İşte bu sırra binaen deriz ki, eğer kişi kuşluk namazını iki defa değil de bir defa kılmak istiyorsa, biraz önce hadîste belirtilen vakit bu namaz için en faziletli vakittir. Fakat bütün bunlara rağmen kuşluk namazını iki kerâhet vaktinin (güneşin ilk doğduğu vakitle tam göğün ortasında bulunduğu vakit) arasında herhangi bir saatte kılarsa ecir hâsıl olur. Fakat daha önce denildiği gibi o vakitte kılmak daha efdaldir. Bütün bunlara Duhâ (kuşluk) ismi verilir. Sanki işrâk namazının iki rek'atı. namaz kılmasına izin verilen vaktin başlangıcına ve kerahet vaktinin de bitimine düşer. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Muhakkak güneş, beraberinde şeytanın boynuzu olduğu halde doğar. Ne zaman ki yükselir, işte o zaman şeytan ondan ayrılır. 35

Bu bakımdan güneşin en az yükselmesi daha Önce söylendiği gibi yerin buhar ve sis tabakasının hizasında yükselmesidir. Bu ise ancak takriben gözetilir ve bilinir.

b) Bu vaktin ikinci vazifesi; insanlarla ilgili olup tâ ezelden beri âdet olarak işlenen hayırlardır. Hastayı ziyaret etmek, cenaze merasimine iştirâk etmek, birr (hayr) ve takvâ hususunda yardımlaşmak, ilim meclisinde hazır bulunmak, herhangi bir müslümanın ihtiyacını görmek ve bunlar gibi sair hayırlı işler. . . Eğer bu vazifelerden hiç birisi yoksa daha önce zikrettiğimiz tefekkür, kıraat, zikir ve duâdan meydana gelen dört vazifeye dönmelidir veya bunlarla dolu nafile namazları kılmalıdır. Nafile namazlar sabah namazından sonra mekruh iseler de. . . Fakat şu anda mekruh değildirler. Bu bakımdan bu vakitte kılınan bu gibi namazlar, isteyen bir kimse için bu vaktin vazifelerinin beşinci kısmını teşkil etmektedir. Sabah namazının farzından sonra ise, sebepsiz olarak kılınan nafile namazı mekruhtur. Sabah olduktan sonra en iyi hareket; sabah namazından önce kılınan iki rek'at sabah sünneti ve mescide giriş namazlarıyla yetinmektir. Bunların dışında herhangi bir namazla meşgul olmamalı, aksine zikir, Kur'ân okuma, duâ ve tefekkür ile meşgul olmalıdır.

10-6

III. Vird

Üçüncü vird kuşluk zamanından zevale kadardır. Kuşluktan gayemiz, güneşin doğuşu ve tam zevale ermesinin ortası olan vakit ile ondan az önceki vakittir. Her ne kadar her üç saatten sonra namaz kılınması emredilmişse de. . . Bu bakımdan güneş doğduktan itibaren üç saatlik bir zaman geçtiğinde, namaz kılınır. O kadar vakit daha geçmeden önce de kuşluk namazı vardır. İkinci bir üç saat daha geçerse öğle namazı vakti gelmektedir. Ondan sonra üç saat daha geçerse, ikindi namazı vakti gelir. İkindiden sonra üç saat geçerse akşam namazının vakti gelir.

Kuşluk namazının, zeval ile güneşin doğuşu arasındaki yeri ve mertebesi, tıpkı zeval ile güneşin batışı arasındaki ikindi namazının yeri ve mertebesi gibidir. Ancak şu fark var ki, kuşluk namazı farz değildir. Çünkü kuşluk zamanı, insanların tam hararetle çalıştığı bir zamandır. Bu bakımdan Allahü teâlâ bu zamanda herhangi bir ibâdeti farz kılmamakla kullarına kolaylık göstermiştir.

Dördüncü vazife; bu vakitte, o dört kısımdan başka iki vazife daha vardır:

a) Kazanç, maişetin tedbiri, çarşı ve pazarlarda hazır bulunmakla meşgul olmak vardır. Eğer kişi tüccarsa dürüstçe ticaret yapması gerekmektedir. Eğer sanat sahibiyse, nasihat ve şefkatle sanatına devam etmelidir. Meşguliyetlerinin hiçbirisinde Allah'ın zikrini unutmamalıdır. Günün ihtiyacı kadar çalışmalıdır. Eğer her günün nafakasını temin etmek için çalışmaya muktedirse, o günün nafakasını temin ettiği zaman evine dönmeli ve geri kalan vaktini âhiretinin azığını elde etmeye sarfetmelidir. Çünkü (Allah'a inanan bir insan için) âhiret azığına daha şiddetle ihtiyaç vardır. Âhiret azığından alınan lezzet daha devamlıdır. Bu bakımdan kişinin bu azığı elde etmesi için çalışması, zamanının ve günlerinin ihtiyacından fazlasını elde etmek için çalışmasından daha önemlidir.

Denildi ki; Mü'min ancak üç yerde bulunur:

1. İbadet imâr ettiği bir mescidde,

2. Kendisini başkalarından saklayan bir evde,

3. Zarurî bir ihtiyaçta.

Oysa kifayet edecek zaruri ihtiyacı bilip takdir eden pek azdır. Aksine insanların çoğu muhtaç olmadıkları ve kendileri için zarurî olmayan şeyler için çalışırlar. Çünkü şeytan onları daima fakirlikle korkutup durur. Onlara çirkin hareketleri emreder. Onlar ise şeytana kulak verip uyarlar. Yemediklerini ve yemeyeceklerini istif ederler. Bütün bunları fakr u zaruretten korkarak yaparlar! Oysa Allahü teâlâ, onlara mağfiret va'dediyor. Fazilet va'dinde bulunuyor. Onlar ise Allahü teâlâ'nın bu va'dinden yüz çeviriyorlar ve onu elde etmek hususunda herhangi bir rağbet göstermiyorlar.

b) İkinci vazife, kaylulet (öğleden evvel) uykusudur. Kaylulet uykusu sünnettir. Bu uyku sayesinde kişi gece ibadetini rahatça yapabilir. Ramazan-ı şerifte veya herhangi bir oruçta yardımcı olmak için sahur yemeğinin yenmesinin sünnet olduğu gibi, kaylulet uykusu da sünnettir. . .

Eğer kişi kaylulet uykusunu uyumadığı takdirde geceleyin kalkıp ibadet etmeyecekse, o vakit hiçbir hayırla meşgul olmaksızın kaylulet uykusunu uyumalıdır. Çoğu zaman Mü'min bir kimse gaflet ehliyle oturup, onlarla konuşuyor, Oysa böyle yapmaktansa kaylulet uykusu daha güzeldir. Çünkü bu uykuyu uyumadığı takdirde zinde bir şekilde zikre ve belirtilen vazifelerine yönelmesi mümkün olmaz. Çünkü uykuda susmak ve (dolayısıyla) günahlardan uzak kalmak gibi bir durum vardır. Âlimlerin bazısı demiştir ki: 'İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecektir ki, o zamanda susmak ve uyumak, amel yapmaktan daha faziletli olacaktır' ve devamla 'Nice âbidler vardır ki, onun en iyi hâli uykudur' demişlerdir.

Âlimlerin dediği o zaman, ibâdetlerle gösteriş yapılan ve ihlâssız ibâdetlerle uğraşılan bir zamandır. Acaba hem fâsık, hem de yaptıklarının hakikatinden gâfil olan kimseye ne denilir?

Süfyân es-Sevrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Selef-i sâlihin, ibâdetlerinden ve çalışmalarından boşa çıktıklarında zinde kalmak için uyumayı tercih ederlerdi'.

Bu bakımdan kişinin uykusu selâmeti elde etmek ve geceleyin kalkıp ibâdette bulunmak niyetiyle olursa, ibâdet sayılır. Fakat hangi niyeti taşırsa taşısın, zevalden önce uyanması gereklidir. Namaz için abdest almak ve vakit gelmeden önce camiye hazırlık yapmak için zevalden biraz önce uyanmalıdır. Çünkü vakit gelmeden önce abdest almak ve camiye gitmek en faziletli amellerdendir. Eğer kişi o vakitte ne kaylulet uykusunu uyumuş, ne de kazanç ile meşgul olmuş, sadece namaz ve zikirle meşgul olmuşsa, böyle bir meşguliyet, o günün en faziletli amellerinderıdir. Çünkü o vakit insanların Allah'tan gâfil olup dünya işleriyle meşgul oldukları vakittir. Bu bakımdan bütün insanların rabbinin kapısından yüz çevirdikleri bir anda, rabbinin hizmetine hazırlanan bir kalp, Allahü teâlâ tarafından yüceltilmeye, mânevî huzuruna seçilmeye ve mârifetini bilmeye hak kazanmış olur. Bu vakti ibâdetle geçir menin fazileti geceyi ihyâ etmenin fazileti gibidir. Zira gece de uykudan ötürü gaflet vaktidir. Şu gündüz vakti de nefsin hevasına tâbi ve dünyevî işlerle meşgul olmak hasebiyle gaflet vaktidir ve aynı zamanda aşağıdaki ayette belirtilen işlerden birisini yapına vakti de olabilir:

Düşünüp ibret almak yahut şükretmek isteyenler için, gece ile gündüzü birbiri ardınca getiren O'dur. (Furkan/62)

10-7

IV. Vird

Zeval ile öğle namazının farz ve sünnetinden boşalıncaya kadar olan zamandır. Bu zaman, ise, günün en kısa ve en faziletli virdidir. Eğer kişi zevalden önce abdest alıp mescide gelmişse, güneş tam göğün ortasından batıya doğru kayıp, müezzin ezâna başladığında, kişi müezzine karşılık verinceye kadar sabretsin. Sonra kalkıp ezan ile kamet arasını ihya etsin. Bu ara, Allahü teâlâ'nın şu ayet-i celilesiyle irade ettiği 'izhar' vaktinin tâ kendisidir:

Öğleye girdiğiniz vakitte de. . . (Rûm/18)

Bu vakitte aralarında fâsıla vermeksizin ye bir selâmda kılınan dört rek'at namaz kılmalıdır. Gündüz kılınan nafile namazların arasında bazı âlimlerin rivâyetine göre sadece bu namaz dört rek'atlı olarak bir selâmla kılınır. Fakat bu rivâyet, ta'nedilmiş ve pek kuvvetli olmayan bir rivâyettir. İmâm-ı Şâfiî'nin mezhebi şudur ki; sair sünnetler gibi bu namazında iki rek'atının bir selâmla kılınmasıdır ve aralarında selâm ile fasıla verilmelidir. Şafii'nin bu kanaati sahih olarak rivâyet edilmiştir.

Bu rek'atları mümkün olduğu kadar uzatmalıdır. Çünkü tatavvu namazı bahsinde zikrettiğimiz bir hadîste belirtildiği gibi, göklerin kapıları bu saatlerde açılır. Bu namazda Bakara veya iki-yüz ayetlik sûrelerden birini, yahut da 'el-Mesânî' sûrelerden dört tanesini okumalıdır. Çünkü bu saatler duânın kabul olunduğu saatlerdir. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) amelinin bu saatlerde Allah huzuruna yükselmesini severdi. Bundan sonra cemaatle öğle namazını kılmalıdır. Daha önce söylediğimiz gibi, uzun kılınan dört rek'at nafileden sonra öğle namazı kılınmalı veya bu dört rek'at nafile kısa olarak kılınmalıdır. Kısacası: Dört rek'atı terketmek uygun değildir. Öğle namazından sonra önce iki rek'at nafileyi, o iki rek'attan sonra da dört rek'at nafileyi kılmalıdır. Zira İbn Mes'ûd farz namazın arkasından fasıla vermeksizin onun gibi bir namaz kılmayı kerih görmüştür.

Bu nafile namazda Âyet'el-Kürsi'yi, Bakara sûresinin sonunu ve birinci virdde söylediğimiz ayetleri okuması müstehabdır ki böylece duâ, zikir, kıraat, namaz, hamd ve tesbihî vaktin şerefiyle beraber bir arada yapmış olsun!

10-8

V. Vird

Dördüncü virdin sonundan ikindi vaktine kadar olan zamandır. Bu zamanda mecscidde itikâfa girmek, zikir, namaz veya hayrın herhangi bir dalıyla meşgul olmak müstehabdır. Böylece itikâflı olduğu halde namazı da beklemiş sayılır. Zira farz namazdan sonra gelen ikinci farz namazı beklemek amellerin faziletlilerindendir ve böyle yapmak selefin yolu ve sünnetidir. Selef-i Sâlihîn zamanında camiye gitmek isteyen öğle ve ikindi vakti arasında camiye girdiğinde, tıpkı arıların kovandaki vızıltısı gibi namaz kılanların okuyuşunu duyardı. Eğer kişinin evinde ibadet etmesi dinine daha selâmetli ve himmetinin toplu halde oluşuna daha elverişliyse, böyle bir kişi için nâfile namazları evinde kılmak camiye gidip kılmaktan daha faziletli olur. Bu bakımdan bu beşinci vird vaktini ihyâ etmek ki bu vakit, insanların çoğunun Allah'ın zikrinden gâfil olduğu vakittir; tıpkı fazilet bakımından üçüncü virdin ihyâsı gibidir. Bu beşinci vird vaktinde uyumak öğleden önce kaylulet uykusu uyumuş bir kimse için mekruhtur. Zira gündüz iki defa uyumak mekruhtur. Alimlerden biri şöyle demiştir:

Üç şey vardır. Allahü teâlâ onlara (veya onlardan ötürü yapana) buğzeder:

a) Yersiz gülmek,

b) Acıkmadan yemek,

c) Gece ibâdeti yapıp uykusuz kalmadan gündüz uyumak.

Uykuda sınır şudur: Gece ve gündüz yirmi dört saatten ibarettir. Normal olarak gece ve gündüzün tamamında kişiye sekiz saat uyku yeter. Eğer gece sekiz saat uyursa ikinci bir defa gündüz uyumasının herhangi bir mânâsı kalmaz. Eğer bu sekiz saatin birazını gece uyumadan geçirirse onu gündüz telâfi edebilir. Bu bakımdan insanoğluna eğer altmış sene yaşamış ise -ki galib ömür altmış senedir- ömründen yirmi senenin eksilmesi yeter de artar. Zira insanoğlu her gece sekiz saat uyursa -ki bu gece ve gündüzün üçte biridir-o zaman onun ömründen üçte biri eksilmiş oluyor demektir. Fakat yemek bedenin gıdası, ilim ve zikir de bırakılması mümkün olmayan kalbin gıdası oldukları gibi, uykuyu bırakmakta mümkün değildir. İşte normal uykunun miktarı bu kadardır. Fakat bundan daha az uyumak çok zaman bedenin sarsılmasına yol açar. Ancak tedricî bir şekilde nefsini az uyumaya bedeni sarsmaksızın alıştıran bir kimsenin durumu bu kaidenin dışındadır, Bu vird, virdlerin en uzunu ve kullar için en kârlısı, en lezzetlisidir ve aynı zamanda Allahü teâlâ'nın sözünü ettiği 'asal'dan biridir:

Göklerde ve yerde kim varsa, ister istemez, kendileri de gölgeleri de sabah-akşam Allah'a secde eder. (Ra'd/15)

Madem ki, Allahü teâlâ'ya cansız şeyler secde eder, o halde akıllı bir kulun ibâdetinin çeşitlerinden gâfil olması nasıl caiz olabilir?

10-9

VI. Vird

İkindinin vakti geldiğinde altıncı virdin vakti de geliyor demektir. O vakit, Allahü teâlâ'nın Asr sûresinde kendisiyle yemin ettiği vakittir; 'And olsun asr'a'. Bu, ayetin mânâlarından sadece biridir.

'Asal'ın bir tefsirinde de altıncı virdin vakti kastolunmuştur. Aynı zamanda 've aşiyyen' (Rum/18) kelimesinden de altıncı virdin vakti murad olunmuştur. Nitekim 'Akşam ve kuşluk vakti onunla beraber tesbih ederlerdi' (Sâd/18) ayetinde geçen Akşam tâbirinden, altıncı virdin vakti kastolunmuştur. Bu vakitte öğle namazından önce geçtiği gibi, ancak ezan ile kamet arasında dört rek'at namaz vardır ve ondan sonra da farz namaz kılınır. Bunun dışında bu vakitte herhangi bir namaz yoktur.

Birinci virdde zikrolunan dört kısımla meşgul olmalıdır. Tâ ki güneş duvarların tepesine çıkıp sararıncaya kadar. . .

Altıncı virdde namaz kılmak yasak olduğundan, en faziletlisi o vakitte Kur'ân'ı düşünerek ve anlayarak okumaktır. Çünkü bu şekilde Kur'ân okumak, zikir, duâ ve fikri bir araya getirmiş olur. Bu bakımdan bu kısma, diğer üç kısmın maksatlarının çoğu dahil olur.

10-10

VII. Vird

Güneş yere yaklaşmak, yeryüzündeki toz ve sislerle ziyası örtünmek sûretiyle sarardığı ve ziyasında sarılar göründüğü zaman bu virdin vakti başlamış olur. Bu vird tıpkı fecrin doğuşundan güneşin çıkışma kadar olan birinci vird gibidir. Çünkü bu vird güneş batmadan önce, birinci vird de güneş doğmazdan öncedir. Nitekim 'O halde akşama girdiğiniz ve sabaha erdiğiniz vakit Allah'ı tesbih edin' (Rum/17) ayetinde bu vird kastolunmuştur. 'Ve gündüzün etrafında da tesbih et' (Tâhâ/130) ayetiyle de yedinci vird kastolunmaktadır.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Selef-i sâlihîn, günün son kısmına günün öncesinden daha fazla önem verir ve tâzim ederlerdi'.

Seleften biri şöyle demiştir: 'Bizim ecdadımız günün başını dünya işlerine ayırırdı, sonunu da âhiret işlerine. . . ' Bu bakımdan günün sonunda özellikle tesbih ve istiğfar etmek ve birinci virdde söylenen bütün zikirleri yapmak müstehâbdır. Meselâ şöyle denmeli:

Allah'tan af talep ederim. Ondan başka ilâh yoktur. Hayy ve Kayyûm O'dur. Allah'tan tevbe talep ederim. Azim olan Allah'ın hamdiyle beraber O'nu her türlü eksikliklerden tenzih ederim.

Bu duâ, Allahü teâlâ'nın şu âyet-i celîlesinden istinbat edilmiştir:

O halde sabret. Çünkü Allah'ın va'di gerçektir. Günâhın için mağfiret dile. Akşam sabah hamd ile rabbini tesbih et! (Mü'min/55)

Kur'ân'da geçen Allah'ın isimleri üzerine istiğfar edip af talep etmek daha iyidir.

Allah'tan af talep ediyorum. Çünkü Allah çok bağışlayıcıdır. Allah'tan af talep ediyorum. Çünkü Allah tevbeleri çokca kabul edendir. Yâ rabbî! Affet, rahmet et. Zira sen rahmet edenlerin en hayırlısısın. Bizi affet, bize rahmet gönder. Zira sen affedenlerin en hayırlısısın!

Güneş batmadan önce Şems ile Leyl sûreleri ile Muavvizeteyn surelerini okumak müstehabdır. Kendisi istiğfar ederken üzerine güneşin batmasını temin etmeye çalışmalıdır. Bu bakımdan akşam ezanını dinlediği zaman şöyle demelidir: 'Ey Allahım! İşte bu, senin gecenin geliş zamanıdır ve gününün gidiş zamanı. . . Seni çağıranların sesleri (işitilmekte) . . . '

Bu duâ daha önce de geçmişti. Bu duayı okuduktan sonra, müezzinin dediklerini tekrar etmek sûretiyle müezzine karşılık vermeli ve akşam namazıyla meşgul olmalıdır. Güneşin batışıyla gündüzün virdleri sona ermiş olur. Bu bakımdan kul, durumunu düşünmeli, nefsini hesaba çekmelidir. Çünkü (uzun) yolunun bir merhalesini böylece sona erdirmiştir. Eğer gündüzü, gecesiyle eşit olursa aldanmıştır. Eğer gecesinden daha şerlisiyse o vakit de lânete uğramıştır. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Hayr bakımından artış kaydetmediğin günde benim için bereket yoktur. (Veya benini için o günde bereket olmasın) 37

Eğer nefsini bütün gün bolca hayırlar yapmaya meyyâl görürse ve aynı zamanda oburluktan da kaçındığını hissederse, bu durum onun için müjdedir. Bu bakımdan Allahü teâlâ'nın kendisini bu sahada muvaffak kıldığından ve kendisini dosdoğru olarak yoluna ilettiğinden dolayı ona şükretmelidir. Eğer nefsinin bunun aksine hareket ettiğini görürse, bilmelidir ki; gece, gündüzün halefi ve vekilidir. O halde gündüz elinden kaçırdığı fırsatı gece telâfi etmeye çalışmalıdır. Çünkü sevaplar günahları sildirir. Ayrıca Allahü teâlâ'nın bedenine vermiş olduğu sıhhatten ve geride kalan ömründen ötürü Allah'a teşekkür etmelidir.

Evet, Allah'a teşekkür etmelidir; çünkü Allahü teâlâ ona bütün gece yapmış olduğu kusurların telâfi etmesi için fırsat vermiştir. Geceye girdiği zaman kalbinde 'Hayat gündüzünün sonu da vardır, onun da güneşi bir gün batacaktır. Artık o batıştan sonra da bir daha doğuş (dünyada) olmayacaktır' düşüncesini hazır bulundurmalıdır ve bilmelidir ki, hayatın güneşi battığı an artık tedbir alma ve özür dileme kapıları kapanır. Bir daha da tevbe etmeye imkân bulunmaz. Bu bakımdan hayat belli günlerden ibarettir. Şeksiz ve şüphesiz o belli günler teker teker sona ermek sûretiyle fertlerin sonları gelecektir.

2) Müslim ve Buharî, (Hazret-i Hafsa'dan) . Bu nedenle bu ve diğer nafilelerin evde kılınması sünnettir.

3) Müslim ve Buharî, (Hazret-i Âişe'den)

4) Beyhakî, Şuab'ul-Îman (Enes'ten zayıf bir senedle) 'Akşam namazını cemaatle kılan bir kimseye hacc-ı mebrur ve kabul olunan umre sevabı yazılır7.

5) İmâm Irâkî bu rivâyetin aslına rastlamadığını kaydeder.

6) Müslim ve Buharî

7) Ebû Dâvud, (Enes'ten)

8) Müslim, (Câbir b. Semurc'den) ; Tirmizî, (Enes'ten)

9) İbn-i Mübârek, (mürsel olarak)

10) Bezzâr, (Abdurrahman b. Avf'dan)

11) Nesâî İbn Hıbbân ve Hâkim, (Ebû Said el-Hudrî'den sahih bir senedle)

12) İmâm Irâkî, bunu mükerrer olarak görmediğini kaydediyor. Fakat Müslim, Hazret-i Âişe'den birkaç yerde tekrar edildiğini rivâyet ediyor.

13) Müslim ve Buharî (Ebû Hüreyre'den)

14) el-Müstağfiri, (Muaz b. Cebel'den)

15) İmâm Irâkî bu hadîsi mükerrer olarak görmediğini, ancak namazlardan sonra okunmasını ve rükûda söylenmesini zikreden rivâyetlerin olduğunu kaydeder.

16) el-Müstağfirî, Dualar; Hatîb, Haviler, (İmâm-ı Mâlik'ten)

17) Sünen sahipleri,İbn Hıbbân ve Hâkim, (Hazret-i Osman'dan sahih bir senedle)

18) Ebû Kasım Muhammed b, Abdülvahid Fazilet'ııl-Kur'ân

19) Tirmizî, (Ma'kal b. Yesar'dan)

20) Krş. Buharî, (Ebû Said'den) ; Müslim, (İbn-i Abbâs'tan)

21) Müslim, (Ubeyd b. Ka'b'dan)

22) Müslim ve Buharî, (Ebû Mes'ud'dan)

23) İbn Hıbbân, Sevab, (İbn Mes'ûd'dan)

24) el-Müstağfirî, (Hazret-i Ali'den)

25) Taberânî, (Enes'den zayıf bir senedle)

26) İmâm Irâkî bu ayetin fazileti hususunda varid olan bir hadîse tesadüf etmediğini yazmaktadır. Fetih sûresinin fazileti hakkında Ebû Şeyh, Ubey b. Ka'b'dan bir hadîs rivâyet etmekte ise de, hadîs uydurmadır.

27) Ahmed ve Taberânî, (Muaz b. Enes'ten)

28) Ebû Kasım el-Gafıkî, (Hazret-i Ali'den)

29) Tirmizî, (Ma'kal b. Yesar'dan) ; Beyhakî, Şuab'il-Îman, (Ebû Umame'den zayıf bir senedle)

30) Ebû Nuaym'a göre, bu zat Gürcan kasabasında oturuyordu. Aslen Kûfelidir. Abidler arasında ibadette büyük bir şöhrete sahiptir. Rivâyette ismi geçen İbrahim et-Teymî ise Zeyd'in oğlu, Şerîk'in torunudu radıyallahü anh aslen Kufelidir. Âbid ve zâhid bir zattır. Otuz gün yemek yemediği rivâyet edilmektedir. Yaşı daha kırka varmadan Hicrî 93 yılında vefat etmiştir.

31) İmâm Irâkî, böyle bir hadisin sabit olmadığını ileri sürerek şöyle demiştir: 'Hiçbir hadîste Hızır'ın Hazret-i Muhammed'le bir araya geldiği veya gelmediği, Hızır'ın hayatı ve ölümü hakkında sahih bir rivâyet vârid olmuş değildir. (Bkz. İthâfu's-Saâde)

32) Kavaid'u1-Akaid bölümünde geçmişti.

33) Daha önce geçmişti.

34) Taberânî, (Zeyd b. Erkam'dan hadîsin bir kısmını)

35) Namaz bölümünde geçmişti.

36) Dört rekatın bir selâmla kılınması için bkz. Ebû Dâvud, İbn Mâce, (Ebû Eyyüb'dan) ; İki rek'at namazın bir selâmla kılınması için bkz. Ebû Davud ve İbn Hıbbân, (İbn Ömer'den)

37) Kitab'u1-İlim, Birinci Bölüm'de geçmişti.

10-11

Gece Virdleri

Gece virdleri beş tanedir:

I. Vird

Güneş battığı zaman, akşam namazını kılmalıdır. Akşam ile yatsının arasını Allah'ın zikriyle ihya etmeye çalışmalıdır. Bu virdin sonu yatsı namazının vaktinin gelişini bildiren kırmızı şafağın batışına kadardır. Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Kasem ederim şafağa. . . (İnşikak/16)

Allah ayette, bu vakte yemin etmektedir. Bu vakitte kılınan namaz, Kur'ân lisânında Nâşiete'l-Leyl diye tâbir edilen namazdır.

Zira bu vakit, gece saatlerinin ilkidir ve şu ayette zikrolunan anlardan biridir.

Gecenin bir kısım anlarında (vakitlerinde) ve gündüzün etrafında da tesbih et. (Tâhâ/130)

Bu namaz 'evvabin' namazıdır ve şu ayetle bu namaz kastolunmuştur.

Onlar o kimselerdir ki, (geceleyin teheccüd namazını kılmak için) yataklarından kalkarlar. (Secde/16)

Bu durum, Hasan-ı Basrî'den bu şekilde rivâyet edilmiştir. Hasan-ı Basrî'nin bu rivâyetini İbn Ebî Ziyad, Rasûlüllah'a isnad etmektedir. Şöyle ki:

Allah'ın Rasûlü'ne 'Yataklarından kalkarlar' ifadesiyle hangi namazın kastolunduğu sorulduğunda, Hazret-i Peygamber 'Akşam ve yatsı arasındaki namaz kastolunuyor' diye cevap vermiştir. (38)

Sonra Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur ki: 'Akşam ile yatsı arasında kılınan namazı geçirmeyiniz. Çünkü o namaz gündüzün fuzulî işlerini zihinlerden silip götürmekte olduğu gibi, sonunu da temizler'.

Enes'ten akşam ile yatsı arasında uyuyan bir kimsenin durumu sorulduğunda şöyle demiştir: 'Sakın böyle bir uykuya dalma. Çünkü bu saat Allahü teâlâ'nın Secde sûresinin 16. ayet-i celîlesiyle (biraz önce zikredilmişti) kasdolunan saattir'.

Akşam ile yatsının arasını ibadetle ihyâ etmenin fazileti, bu ikinci bölümde ele alınacaktır.

Bu virdin tertibi şöyledir: Akşam namazından sonra, iki rek'at sünnet kılmalı, birincisinde Kâfirûn sûresini ikincisinde de İhlâs sûresini zamm-ı sûre olarak okumalıdır. Bu iki rek'at namaz ile akşam namazının arasına herhangi bir konuşmanın ve meşguliyetin girmemesi için hemen akşam namazından sonra bunları kılmalıdır. Sonra dört rek'at nâfile namaz daha kılmalıdır ve bu dört rek'atı oldukça uzatmalıdır. Bu dört rek'attan sonra kırmızı şafak kaybolıncaya kadar mümkün olduğu nisbette nafile namaz kılmalıdır. Mescid evine yakın olsa bile şayet mescidde itikâfa girme niyeti yoksa bu nafileleri evinde kılmalıdır. Eğer mescidde itikâfa girmeye niyet ederse ve böylece mescidde durup da yatsı namazını beklerse, o vakit mescidde bekleyip bu sünnetleri de orada kılması daha efdaldir. Fakat böyle yapmanın gösteriş ve riyaya kaçmamak şartıyla daha üstün olduğu bilinmelidir.

II. Vird

Yatsının vaktiyle başlar, insanların uyku hududuna kadar devam eder. Bu vakit, karanlığın kuvvetlenmesinin ve iyice çökmesinin başlangıcıdır. Allahü teâlâ bu vakitle yemin etmiştir:

Geceye ve derlediği karanlığa yemin ederim. (İnşikak/l)

Gecenin şiddetli karanlığına kadar. . . (İsrâ/8)

İşte o zaman gece şiddetlenir, karanlık oldukça koyulaşır. Bu virdin tertibi, üç şeye riayet etmekle olur:

1. Yatsının farz namazından başka on rek'at namaz kılmalıdır. Dördü yatsı namazının farzından önce olmalıdır. Bu dört rek'atın kılnışı, iki ezanın (yani ezanla kamet) arasını ihya etmek içindir. Altısı da yatsı namazının farzından sonra kılınmalıdır.

Önce iki rek'at kılınmalı, sonra dört. . . Bu dört rek'atta, Kur'ân'ın belli ayetlerini okumalıdır. Bakara sûresinin son ayetleri (Ayet'el-Kürsî) , Hadîd sûresinin ilk ayeti, Haşr sûresinin de son ayeti ve başka ayetler gibi. . .

2. Onüç rek'at namaz kılmalıdır. Bu rek'atların sonuncusu tek olmalıdır. Çünkü Hazret-i Peygamber'in en fazla olarak gecede onüç rek'at namaz kıldığı rivâyet edilmiştir. Akıllı insanlar vakitlerini gecenin başından alırlar. (Îman bakımından) kuvvetli olanlar ise, gecenin sonundan alırlar. Fakat tedbir ve ihtiyat olarak gecenin başından almak daha uygundur. Çünkü kişi çok zaman uyanmaz veya kalkıp ibadet etmek kendisine ağır gelir. Ancak kalkıp ibadet etmeyi adet edinmişse, o zaman gecenin sonu kendisi için daha faziletli olur. Sonra bu namazında Hazret-i Peygamber tarafından çokça okunan belirli sûrelerden üçyüz ayet kadar okumalıdır.

Rasûlüllah'ın okunmasını çokça âdet ettiği sûreler şunlardır:

Yâsîn, Secde, Duhan, Mülk, Zümer, Vâkıa.

Eğer geceleyin böyle bir namaz kılmazsa dahi bu sûrelerin okunmasını veya uykudan evvel bir kısmının okunmasını terketmemelidir.

Üç hadîste Hazret-i Peygamber'in her gece okuduğu sûreler rivâyet edilmiştir. (39) O sûrelerin en meşhuru Secde, Mülk, Zümer ve Vâkıa (40) sûreleridir. Diğer bir rivâyette Zümer ve İsrâ sûrelerini okuduğuna ilişkin kayıt vardır. Başka bir rivâyette Hazret-i Peygamber'in her gece Müsebbihat diye bilinen Hadîd, Haşr, Saff, Cuma ve Teğâbiin sûrelerini okuduğu bildirilmiştir. (41)

Ravi diyor ki:

Bu sûrelerde bir ayet-i celîle vardır ki bin ayetten daha faziletlidir.

Alimler Müsebbihat denilen sûreleri altıya çıkararak A'lâ sûresini'de bu sûrelere ilâve etmişlerdir. Çünkü bir rivâyette Hazret-i Peygamber'in A'lâ süresini sevdiği vârid olmuştur. (42) Resulullah vitrin üç rek'atında üç süre okurdu: A'lâ, Kâfirun ve ihlâs. . .

Bu namazı bitirdikten sonra üç defa 'Sübhâne'l-Melik'il-Kuddûs. (Rabb'ul-Melâiketi ve'r-Ruh) ' duâsını okurdu.

Eğer uykudan kalkıp namaz kılmayı âdet edinmemişse, daha uyumazdan evvel vitir namazını kılmalıdır.

Ebû Hüreyre (radıyallahü anh) şöyle demiştir:

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , vitir namazını kıldıktan sonra bana uyumamı tavsiye etti. (43)

Eğer kişinin âdeti gece namazını kılmak ise, o vakit namazını (vitrini) tehir etmesi daha efdaldir. Çünkü Hazret-i Peygamber bir hadîs-i şerifinde şöyle buyurmuştur:

Gece namazı ikişer rek'at olarak kılınır. Sabah vaktinin girmesinden korktuğun zaman, gece namazına bir rek'at eklemek sûretiyle onu tekleştir. (44)

Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) şöyle demiştir; 'Allah'ın Rasûlü gecenin başında, ortasında ve sonunda vitir namazını kıldı. Onun vitir namazı seherde sona erdi'. (45)

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiş dr: 'Vitir namazı üç şekilde kılınır. Dilersen gecenin başında vitir namazını kılar, sonra ikişer rek'at olarak gece namazına devam edersin. Eğer dilersen bir rek'at vitir kılarsın. Uyandığın zaman da o bir rek'ata başka bir rek'at daha eklersin. Sonra gecenin sonunda onları tekleştirirsin. Eğer dilersen namazının en sonuncusu olsun diye vitir namazını gecenin sonuna kadar tehir edebilirsin'.

İşte Hazret-i Ali'den bu üç şekil de rivâyet edilmiştir. Bu şekillerin birincisinin ve üçüncüsünün daha normal olduğu açıktır. Vitrin noksan kılınması hakkında Hazret-i Peygamber'in yasak emri sahih bir şekilde vârid olmuştur. Bu bakımdan ikinci şıkta olduğu gibi vitri noksan kılmak, uygun bir hareket değildir. (46)

10-12

Hazret-i Peygamber'in mutlak olarak şöyle buyurduğu rivâyet edilmektedir:

Bir gecede iki vitir namazı yoktur. (47)

Eğer uyanmasında tereddüt ederse (uyanmasında tereddüt eden birisi için) bir lûtf-i ilâhî vardır ki, ulemânın bazısı onu 'hasen' görmüştür. O lütuf da Vitir'den sonra uyuyacağı zaman yatağının üzerinde oturarak iki rek'at namaz kılmasıdır. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) yatağına gelir, iki rek'atı yatağının üzerinde kılar ve bu rek'atlarda Zilzal sûresiyle Tekasür sûresini okurdu. Çünkü bu iki sûrede korkutmak, vaîd ve va'z u nasihat vardır.

Başka bir rivâyette Kâfirun sûresini okuduğu zikredilmektedir. Çünkü bu sûrede şirkten tebrie ve ibadeti sadece Allah'a tahsis etmek gibi büyük mânâlar vardır. Deniliyor ki, eğer kişi bu iki rek'atı kılıp uyursa sonra tekrar uyanırsa bunların ikisi bir rek'at yerine geçer (ve böylece daha evvelce kıldığı vitir namazı çiftleşir) . Bu duruma göre, gece namazının sonunda bir rek'at kılmak sûretiyle namazını tekleştirebilir. Sanki uykudan önce kılınan namaz, yatak üzerinde kılınan bu iki rek'atla çiftleşmiştir. O halde yeniden vitir namazını kılmak iyi olur ve Ebû Tâlib el-Mekkî de bu şekilde vitir namazının ikinci bir defa kılınmasını güzel görerek şöyle demiştir: 'Böyle yapmakta üç amel vardır: a) Emelin kısalması, b) Vitrin elde edilmesi, c) Vitrin, gecenin sonuna düşürülmesi'.

Hakikatte durum Ebû Tâlib el-Mekkî'nin dediği gibidir. Fakat çok zaman insanın kalbine gelir ki, yatak üzerinde kılınan iki rek'at, uykudan önce kılınan vitir namazının özelliğini iptal etmiş olmaktadır. Bu bakımdan eğer kişi uyanırsa daha önce kıldığı vitir namazı çiftleşir ve vitirlikten çıkar. Eğer uyanmazsa çiftleşmez şeklindeki hüküm düşünmeye değer bir hükümdür.

Hazret-i Peygamber'in bu iki rek'attan önce vitir namazını kıldığı ve uyandıktan sonra ikinci bir defa vitir namazını iade ettiği hakkında sahih bir rivâyet varsa, o vakit anlaşılır ki bu iki rek'at, şekilde çift fakat mânâda tektirler. Bu bakımdan eğer uyanmazsa, kıldığı vitir olarak hesap edilecektir. Eğer uyanırsa, kıldığı namazı çift olarak kabullenecektir. Bütün bu hakikatleri bildikten sonra vitir namazını bitirip selâm verdiğinde şöyle demesi müstahabdır:

Meleklerin ve er-Ruh'un rabbi, el-Kuddûs ve el-Melik olan Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Gökler ve yer O'nun azamet ve ceberûtunu tebcîl ve tâzim etmektedir. Kudretle galip, ölümle kullarını mağlup etti. (48)

Rivâyet edildiğine göre, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) farzlar hariç, namazının çoğunu oturarak kılıncaya kadar vefat etmemiştir. (49)

Bir hadîs-i şerifinde de şöyle buyurmuştur:

Oturarak namazını kılan, ayakta namazını kılanın yarı ecrini alır. Uzanarak namazını kılan da oturarak kılanın yarı ecrini alır. (50)

Bu hadîsi şerif, nafile namazın yatarak kılınmasının caiz olduğuna delâlet etmektedir.

10-13

III. Vird

Uykuyu evraddan saymakta hiçbir sakınca yoktur. Çünkü uykunun âdâbına riayet edildiği takdirde ibadet sınıfına girmektedir.

Kul abdestli olup Allah'ı zikrederek uyuduğu zaman uyanıncaya kadar namazda sayılır. Bir melek onun kisvesine girer. Eğer uykusunda kıpırdanıp Allah'ı zikrederse o melek kendisine duâ ettiği gibi Allahü teâlâ'dan onun günahlarının affını da talep eder.

Kul abdestli olarak uyuduğu zaman, onun ruhu Allahü teâlâ'nın arşına yükselir. (51)

Bu derece, Mü'minlerin avam tabakasının derecesi olursa, acaba havassın, âlimlerin ve arınmış kalplerin sahiplerinin dereceleri nasıl olacaktır? Zira bu sınıflar uykuda dahi esrâr-ı ilâhînin keşfine mazhar olmaktadırlar. Bu sırra binâen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Âlimin uykusu ibadet, alıp-verdiği nefes ise tesbihtir. (52)

Muaz (radıyallahü anh) Ebû Musa el-Eş'arî'ye 'Sen gece kalkınca ne yapıyorsun?' diye sorunca, Ebû Musa şu cevabı verdi: 'Bütün gece uyumuyorum. Gecenin hiçbir vaktinde uykum gelmiyor. Gece boyunca uyumayarak Kur'ân'ı emdikçe emiyorum'. Bunun üzerine Muaz (radıyallahü anh) 'Ben uyuduktan sonra kalkıyorum ve aynı zamanda kalkışımdan elde ettiğim sevabı uykumdan da umuyorum'. Aralarında cereyan eden bu hâdise Hazret-i Peygamber'e intikal ettiğinde, Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: 'Muaz, senden (Ebû Musa'dan) daha fakih ve daha anlayışlıdır'. (53)

10-14

Uyku Âdâbı

Uykunun on âdâbı vardır.

1. Abdest almak ve misvak kullanmak, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu hususu şöyle izah buyurur:

Kul tahâret üzerine uyuduğu zaman, ruhu arşa doğru yükseltilip götürülür. Bu bakımdan görmüş olduğu rüyalar doğrudur. Eğer tahâret üzerine uyumazsa ruhu arşa varmayı beceremez. İşte onun görmüş olduğu rüyalar Adğâs'ul Ahlâm denilen (saçma sapan) rüyalardır ve doğru olamaz. (54)

Bu hadîsi şerifteki 'taharet'ten zâhir ve bâtın tahâreti kastedilmiştir. Bâtınî tahârete gelince, gayb perdelerinin inkişafında tesir edicidir.

2. Baş ucuna misvakını ve abdest suyunu akşamdan hazırlayıp bırakmalıdır. Uyandığı zaman, ibâdete kalkmaya niyet etmelidir.

Her uyandığında misvak kullanmalıdır. Seleften bazıları böyle hareket ederdi, Hazret-i Peygamber her gece, gerek uyuduğu ve gerek uyandığı zamanlarda birkaç defa misvak kullanırdı. Eğer geceleyin kalkıp abdest alma imkânı yoksa hiç olmazsa âzalarını su ile meshetmelidir. Böyle yapması müstehabdır. Eğer böyle yapacak suya sahip değilse kalkıp yatağında birazcık olsun oturmalıdır.

Yüzünü kıbleye çevirerek, zikir, duâ, Allah'ın nimetlerini ve kudretini düşünmekle meşgul olmalıdır. Çünkü böyle yaptığı takdirde, bu yaptığı kendisi için gece ibadetinin yerine geçmiş olur. Zira Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kim geceleyin kalkıp namaz kılmak niyetiyle yatağına girerse, uyku kendisine galebe çalıp, tâ sabaha kadar uyanmasa bile niyet ettiği kendisi için yazılır ve uykusu da Allah'tan kendisine ihsân edilen bir sadaka olur. (55)

1. Vasiyet etmek isteyen bir müslüman, vasiyetini yazdırıp yastığının altına koyarak uyumalıdır. Çünkü hiç kimse uykuda ölmeyeceğinden emin değildir. Vasiyetsiz ölen bir müslüman ise berzah âleminde kıyâmete kadar konuşamaz bir şekilde kalır.

Ölüler (ruhlar) onu ziyâret ederler ve onun yanında konuşup dururlar. O ise konuşamaz. Bunun üzerine gelen ölülerin bazısı bazısına 'Şu miskin adam vasiyetsiz ölmüştür' derler. Vasiyet yapmak, aniden ölmek korkusundan ötürü müstahabdır. Aniden ölüm ise, müminler için kolaylıktır. Ancak sırtı zulüm yükleriyle büklüm büklüm olmuş ve ölüme hazırlıklı olmayan kimseler için tehlikelidir.

2. Her günahtan tevbe ederek, bütün müslümanlar için kalbini tertemiz yaparak, hiçbir kimseye zulmetme niyetini nefsinde beslemeyerek, uyandığı takdirde herhangi bir günâhı yapmaya azimli olmayarak uyumalıdır. Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Herhangi bir kimseye zulmetmeye niyet etmeden ve herhangi bir kimseden buğzetmeyerek yatağına girip uyuyan bir kimsenin daha önce işlediği günâhı affolunur. (56)

1. Yumuşak döşekleri sermek suretiyle fazla konfora kaçmamalıdır. Aksine ya onları tamamen terketmeli veya hiç olmazsa bu durumda normal hareket etmelidir. Çünkü selef-i salîhinin bir kısmı uyku için sergi sermeyi kerih görerek, bunu külfete girmek saymışlardır. Ashâb-ı suffe (radıyallahü anh) ise, tenleriyle toprak arasına herhangi bir sergi yaymazlardı. 'Biz topraktan yaratıldık ve ona döneceğiz' derlerdi. Aynı zamanda böyle yapmayı kalpleri için daha ince, tevazû için daha uygun görürlerdi. Bu bakımdan eğer herhangi bir müslümanın nefsi böyle yapmasına müsamaha göstermezse, hiç olmazsa ifrata kaçmaksızın normal bir şekilde hareket etmelidir.

2. Uyku iyice ağırlık vermedikçe uyumamalıdır. Gecenin sonunda kalkıp ibadet yapmaya yardım olsun diye uykuyu celbetmek durumu hariç, normal bir şekilde kendisini uykuya zorlamamalıdır. Zira selef-i Sâlihîn uyku galebe çalmadıkça uyumazlardı.

İyice acıkmadan da yemek yemezlerdi. Zaruret olmadıkça da konuşmazlardı. İste bu sırra binaen Allahü teâlâ selef-i sâlihîni geceleyin az uyurlar diye tavsif etmektedir. Eğer uyku, namaz ve zikir esnasında galebe çalıp kişi ne dediğini anlamayacak bir şekilde uyuklarsa, o zaman dediklerini idrâk edecek hâle gelinceye kadar uyumalıdır.

İbn-i Abbâs (radıyallahü anh) oturarak uyumayı kerih görüyordu. Nitekim bir haberde de şöyle buyurulmuştur:

Gecenin zahmetlerine katılmayınız! (57)

Hazret-i Peygamber'e denildi ki: 'Filân kadın bütün gece ibadet ediyor. Uyku galebe çaldığı zaman uyumamak için bir ipe tutunuyor'. Rasûlüllah, kadının bu filini yasaklayarak şöyle buyurmuştur: 'Herhangi biriniz geceleyin mümkün olduğu kadar ibâdet edip namaz kılsın. Ne zaman uyku kendisine galebe çalarsa hemen uyusun'. (58)

Gücünüz yettiği kadar amel ve ibâdet yapın; zira siz usanmadıkça Allah usanmaz. (59)

Bu dinin en hayırlısı, en kolay olanıdır. (60)

Hazret-i Peygamber'e denildi ki: 'Filan zat, uyumadan namaz kılıyor. İftar etmeden üst üste oruç tutuyor? Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Takat ben hem namaz kılar, hem uyurum. Hem oruç tutar, hem de iftar ederim. Benim sünnetim (yolum) budur, Bu bakımdan bu yoldan yüz çeviren biri varsa, o benden değildir. (61)

Şu din ile gücünüzün yetmediği derecede mücadele etmeyin, (tâkatinizin fevkinde yük yüklenmeyin) Çünkü bu din metin ve sarsılmaz bir dindir. Bu bakımdan onun sonunu getirmek gayesiyle çabalayan bir kimseyi bu din mağlup eder. O halde (fazla yapmak sûretiyle) nefsini Allah'a ibâdetten soğutup usandırma! (62)

7. Yüzünü kıbleye çevirerek uyumaktır. Uyku hâlinde kıbleye yönelmek iki çeşittir:

a) Can çekişenin yönelmesi gibi yönelmektir ki, bu durum sırtüstü uzanarak ensesine dayanmak sûretiyle olur. Bu gibi yöneliş, kişinin yüzü ve ayaklarının iç kısmını kıbleye yöneltmek sûretiyledir.

b) Mezarda olduğu gibi kıbleye yönelmektir. Şöyle ki: Bir yanının üzerine uzanmalı ve bedeninin yönüyle beraber yüzü kıbleye dönük olmalıdır. Bu durum ancak sağ tarafı üzerine uyuduğu zaman mümkün olur.

8. Uyku ânında duâ etmektir: Şöyle demelidir: 'Ey rabbim! Senin isminle yanımı yere koyuyorum ve yine senin isminle yanımı kaldırıyorum. . . '

Dualar kitabında geçen bu hadîste bildirilen duayı okumalıdır. (63)

Bu konuyu ilgili belirli ayetleri Âyet'el-Kürsi, Bakara'nın son ayeti gibi okumak müstehabdır. Bakara sûresinin 163 ve 164. ayetlerini okumak da müstehabdır; zira denilmiştir ki: 'Bu ayeti uykuya hazırlandığında okuyan bir kimseyi Allahü teâlâ korur ve o kimse hiçbir zaman Kur'ân'ı unutmaz olur'. A'raf sûresinin 54, 55 ve 56. ayetlerini okumalıdır ve yine İsrâ sûresinin 110 ve 111. ayetlerini de okumalıdır. Zira bu ayetleri okuyan bir kimsenin elbisesi ile bedeni arasına bir melek girer. O meleğin vazifesi;onu korumak ve onun için af dilemektir. Uykuya hazırlandığı zaman Muavvizeteyni okuyup ellerine üfürmeli ve elleriyle yüzünü ve bedenini meshetmelidir. Zira Hazret-i Peygamberin böyle yaptığı rivâyet edilmiştir. (64)

Kehf sûresinin başından on, sonundan da on ayet okumalıdır. Fakat bu ayetler, geceleyin kalkıp, ibâdet etmek için uyanılsın diye okunur. Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Kâmil akla sâhip olan bir kişi zannetmem ki, Bakara sûresinin sonundan iki ayeti okumadan uyusun'.

Uyumak isteyen kişi, aynı zamanda yirmibeş defa 'Sübhanallah velhamdülillâh velâ ilâhe illâllah vallahu ekber' (Allah her türlü eksiklikten uzak ve münezzehtir. Hamd Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur ve Allah herşeyden daha yücedir) demelidir.

Bu dört kelimenin her birini yirmibeşer defa okumak suretiyle yüz'e tamamlamalıdır.

9. Uykuya hazırlandığı zaman uykunun bir nevi ölüm olduğunu hatırlaması gerektiği gibi uyanmanın da bir nevi yeniden diriliş olduğunu hatırlamalıdır. Zira Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Allah öleceklerin (ölümünü takdir ettiği kimselerin) ölümleri ânında, ölmeyenlerin de uykuları esnasında bilinçlerini alır. (Zümer/42)

Allah O'dur ki, sizleri geceleyin uyutarak öldürür (ölü gibi yapar) . (En'am/59)

İşte dikkat edilirse Allahü teâlâ bu ayeti celîlede uykuya 'ölüm' adını vermiştir. Nasıl ki uyanık bir insana birtakım manzaralar görünür de onların hiçbirisi onun uykudaki hâline uygun düşmezse, aynen onun gibi haşre gönderilen bir insan dünyada düşünemediği ve gözüyle görmediği şeylerle karşılaşır ve onları görür. Ölüm ile hayat arasında köprü vazifesini gören berzah misaline benzer.

Lokman Hakîm oğluna 'Ey oğlum! Eğer sen ölümden şüphe ediyorsan uyuma' demiştir. Bu bakımdan uyumak mecburiyetinde olduğun gibi, ölmek mecburiyetindesin. Eğer sen ölümden sonra dirilmekten şüphe ediyorsan uyanma. Bu bakımdan, nasıl ki, uykudan sonra uyanırsan aynen onun gibi ölümden sonra da haşrolunacaksın.

Kâ'bu'l-Ahbar şöyle demiştir: 'Uyuduğun zaman sağ yanının üzerine uzan. Yüzünle kıbleye dön. Zira uyku ölümdür'.

Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Allah Rasûlü (sallâllahü aleyhi ve sellem) uyumak istediği zaman en son olarak yanağını sağ elinin üzerine koyar ve kendisini o gecede ölmüş kabul ederek şöyle buyururdu: Ey Allahım! Ey yedi göğün ve yüce arşın yoktan var edicisi ve rabbi! Ey bizim ve herşeyin rabbi ve mâlikî!. .

Biz, bu duayı Dualar bölümünde zikretmiştik. Bu bakımdan müslüman bir kula gereken vazife; uyumak istediği anda üç şeyi tedkik ve teftiş etmesidir: a) Neyin üzerinde uyumaktadır? b) Kendisinde galip bulunan durum nedir? Acaba Allah'ın sevgisi, Allah ile kavuşmanın muhabbeti mi kendisine galiptir veya dünyanın sevgisi mi? c) Kesinlikle bilmelidir ki, kendisinde galip olan durum neyse onun üzerinde ölecektir ve neyin üzerinde ölürse onun üzerinde de dirilecektir. Zira kişi kimi sever ve neyi severse onunla beraberdir.

10. Uyandığı zaman dua etmektir. Bu bakımdan uyandığı zamanlarda; yatağında döndüğü zamanlarda ve hangi şekilde olursa olsun her uyanışında Hazret-i Peygamberin (sallâllahü aleyhi ve sellem) dediklerini söylemelidir.

Gaffâr, azîz, göklerin ve yerin ve aralarındaki varlıkların yoktan varedicisi, kahhâr ve bir olan Allah'tan başka hak ilâh yoktur. 65

Müslüman bir kimse var kuvvetiyle şu durumu elde etmeye çalışmalıdır: Uykuya hazırlandığı vakitte, kalbine en son gelen fîkir, Allah'ın zikri olmalıdır. Uyandığı vakitte de kalbine en önce gelen şey yine Allah'ın zikri olmalıdır. Böyle olması Allah'ı sevmenin alâmetidir. Zira bu iki vakitte ancak kalbe hâkim bulunan durum kalpte bulunur. Bu bakımdan müslüman, kalbini bu iki vakitte denemelidir. Zira kalbin böyle olması, muhabbetin ve sevginin alâmetidir. Bu alâmet, öyle bir alâmettir ki, kalbin en derininde inkişaf eder. Bu zikirlerin müstehab olması kalbi Allah'ın zikrine doğru sürüklemek içindir. Bu bakımdan kalkmak için uyandığı zaman şöyle demelidir: Hamd, bizi öldürdükten sonra dirilten Allah'a mahsustur. Ölümden sonra haşrolunmamız onun huzurunadır ve böylece uyanma ânında okunan duâları sonuna kadar daha önce zikrettiğimiz gibi okumalıdır.

10-15

IV. Vird

Gecenin birinci yarısı geçtikten sonra başlar, tâ gecenin altıda biri kalıncaya kadar devam eder. Böylece gecenin altıda biri kaldığı zaman kul, teheccüd namazını kılmaya kalkmalıdır. Bu bakımdan teheccüd ismi uykudan sonra yapılan ibâdete tahsis edilmiştir. Bu vird gecenin yarısıdır. Gündüzün yarısı olan zevalden sonraki virde benzer. Allahü teâlâ Dûha sûresinde bu virde yemin ederek şöyle buyurmuştur: 'Karanlık çöküp de sükûn bulduğu zaman geceye andolsun'. Gecenin sükûnu demek, bu vakitte sessizliğe kavuşması demektir. Bu bakımdan bu vakitte hiçbir göz bulamazsın ki, uyur olmasın. Ancak kendisini ne uyku ve ne de uyuklama tutmayan, hayy ve kayyûm olan Allah müstesnadır. . .

Denildiğine göre, ayetteki 'İza secâ' ibaresinin mânâsı 'uzayıp gittiği', veya 'zifiri karanlık çöktüğü zaman' demektir.

Gecenin hangi vaktinin daha dinlendirici gecenin hangi zamanının duâ için daha faziletli olduğu sorulduğunda, Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: 'Gecenin ortası. . . '

Hazret-i Dâvud (aleyhisselâm) şöyle sorar:

-Ey rabbim! Ben sana kulluk yapmayı istiyor ve seviyorum. Bu bakımdan hangi vakit daha faziletlidir?

Allahü teâlâ da vahiy göndererek şöyle buyurur:

-Ey Dâvud! Gecenin başlangıcında ve sonunda ibâdete kalma.

Zira gecenin başlangıcında ibâdete kalkan sonunda uyur kalır. Sonunda kalkan bir kimse de başlangıcında kalkamaz. Fakat sen gecenin ortasında kalk ki sen benim (cemâlimle) ben de (ilmimle) seninle başbaşa olalım ve o zaman ihtiyaçlarını bana (dergâh-ı izzetime) yükselt!

Hazret-i Peygamber'e gecenin hangi vaktinin daha faziletli olduğu sorulduğunda, 'Gecenin ikinci yarısı. . . ' cevabını vermiştir. (66)

Gecenin sonunda arşın ihtizaza geldiği, Adn cennetlerinden güzel kokuların yayıldığı ve her türlü eksiklikten yüce bulunan ve cebbar olan Allah'ın en yakın göğe keyfiyeti bilinmeyen bir şekilde indiği ve buna benzer mânâlar hakkında haberler vârid olmuştur. (67)

Bu virdin tertibi şöyledir: Uyandığı zaman okunması gereken duâları bitirdikten sonra daha önce geçtiği gibi sünnet, âdâb ve duâlarına riâyet ederek abdest almalıdır. Sonra seccadesinde kıbleye yöneldiği halde şöyle demelidir:

Allah herşeyden kesinlikle yücedir. Çokça hamd Allah'a mahsustur. Sabah akşam Allah'ı her türlü eksiklikten tenzih ederiz.

Bunu söyledikten sonra, on tesbih, on hamd, on tehlil getirmelidir. Bunların akabinde şöyle demelidir:

Allah herşeyden yücedir. Melekût ve ceberût sâhibidir. Kibriyâ, azamet, celal ve kudret sâhibidir.

Rasûlüllah'tan (sallâllahü aleyhi ve sellem) teheccüd namazına kalkarken okuduğu rivâyet edilen şu kelimeleri okusun:

Ey Allahım! Hamd sana mahsustur, sen göklerin ve yerin nûrlandırıcısısın. Hamd sana mahsustur, sen yerin ve göklerin ışıklandırıcısısın. Hamd sana mahsustur, sen yerin ve göklerin rabbisin. Hamd sana mahsustur, çünkü yeri, gökleri, yerde ve gökte olanları ve onların üzerinde yaşayanları idare eden sensin. Hak, ancak sensin ve sendedir. Cennet, cehennem, haşir, peygamberler ve Hazret-i Muhammed Mustafa (sallâllahü aleyhi ve sellem) haktır.

Ey Allahım! sana teslim oldum, sana îman ettim, sana tevekkül ettim, sana yöneldim, seninle hasmıma karşı çıktım. Mahkememi sana getirdim, beni bağışla. Daha önceden ve gelecekte gizlice ve açıkta yaptıklarımı ve israflarımı bağışla. İnsanı hayra ileten ve günahtan alıkoyan ancak sensin. Senden başka ilâh yoktur.

Ey Allahım! Nefsime takvâsını ihsan et. Nefsimi her türlü eksiklikten temizle. Çünkü sen temizleyicilerin en hayırlısısın. Nefsimin velisi ve mevlâsı sensin.

Ey Allahım! Beni amellerin en iyisine hidâyet et. Çünkü amellerin en iyisine ancak sen hidâyet edersin. Benden amellerin kötüsünü uzaklaştır. Çünkü amellerin kötüsünden uzaklaştıran ancak sensin. Fakir ve ümitsiz bir kimsenin isteyişi ve yalvarışıyla senden ister ve yalvarırım. Zelil bulunan ve rahmetine muhtaç olan bir kimsenin duası ile seni çağırırım. Bu bakımdan ey rabbim, duanla beni şakî kılma benim hakkımda şefkatli ve rahmet edici ol. Ey verenlerin en hayırlısı ve cömerdlerin en cömerdi! (68)

Hazret-i Âişe (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) geceleyin namaza kalktığında namazına şu şekilde başlar ve devam ederdi:

Ey Allahım! Cebrâil, Mikâil ve İsrâfil'in rabbi, göklerin ve yerin yoktan vâr edicisi, gaybın ve hâzırın bilicisi, sen kullarının ihtilâf ettikleri hususlarda onların arasında hüküm verirsin. İzninle ihtilâf vâki olan hakikate beni hidâyet eyle. Zira sen, dilediğin kulunu dosdoğru yola hidâyet edersin. (69)

Sonra namazına başlar hafifçe iki rek'at kılar, sonra mümkün olduğu kadar ikişer rek'at namaz kılmaya devam ederdi. Eğer daha önce vitir namazını kılmamışsa, teheccüd namazını vitir ile kapatırdı. (70)

İki namazın arasında yüz tesbih okumak sûretiyle fasıla vermek müstehabdır. Böyle yapmanın hikmeti; istirahat etmesi ve namaza karşı şevkinin artmasıdır.

Hazret-i Peygamber'den gece namazı hakkında en sahih rivâyet şöyledir:

Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) ilk başta hafifçe iki rek'at kılardı. Daha sonra oldukça uzun iki rek'at kılardı. Bu iki rek'atten sonra onlardan daha kısa olan iki rek'at kılardı. Daha sonra tedrici bir şekilde kıldığı namazları bir öncekinden daha kısa olarak kılardı. Onüç rek'atı tamam edinceye kadar böyle devam ederdi,

Hazret-i Âişe'ye Rasûlüllah'ın gece namazında sesli mi, sessiz mi okuduğu sorulduğunda, şöyle cevap vermiştir: 'Bazen sesli, bazen de sessiz okurdu'. (71)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Gece namazı ikişer rek'at kılınır, ne zaman ki sabah olacağından korkarsan, o zaman tek bir rek'at daha kılarak sona erdir. (72)

Akşamın üç rek'at namazı, gündüzün namazını tekleştirdi. Bu bakımdan siz de gece namazını tekleştiriniz. (73)

Hazret-i Peygamber'den (sallâllahü aleyhi ve sellem) gece namazı hakkında sahih olarak rivâyet edilen hadîslerin çoğunda onüç rek'at kıldığı keyfiyeti vârid olmuştur. (74)

Bu rek'atlarda Kur'ân'dan olan evrâdını veya muayyen sûrelerden kendisine daha kolay gelen âyetleri okuyordu. Rasûlüllah'ın okudukları, bu virdin hükmündedir. Gecenin son altıda birine yakındır.

10-16

V. Vird

Gecenin son altıda biridir ve bu vakit seher vaktidir. Çünkü Allahü teâlâ 'Onlar seher zamanında istiğfar ederler' (Zâriyat/18) buyurmaktadır.

İstiğfar etmenin mânâsının, namaz kılmak olduğu söylenmiştir. Çünkü namazda istiğfar da vardır, Bu vakit, gece meleklerinin nöbet değiştirme vakti olan Fecr'e yakındır. Bu vakitte gündüz nöbetçisi olan melekler gelip nöbeti devralırlar.

Selmân-ı Fârisî (radıyallahü anh) Ebu'd Derda'nın ziyaretine geldiği gece. Ebu'd Derda'ya bu virdi okumasını tavsiye etti. Aralarındaki konuşma uzun bir hadîste bildirilmiştir. Fakat bu hadîsin sonunda râvi diyor ki: Gece olduğu zaman, Ebu'd Derda namaz kılmak üzere kalkmak istedi. Bunu gören Selmân (radıyallahü anh) Ebu'd Derda'ya şöyle dedi. 'Uyu!' Bunun üzerine Ebu'd Derda, uyudu. Biraz sonra geceyi ihyâ etmek için kalkmak istedi. Yine Selmân, kendisine 'uyu' dedi. O da uyudu. Sabah yaklaştığı zaman Selmân, Ebu'd Derda'ya 'İşte şimdi kalkabilirsin' dedi. İkisi birden kalktılar ve namaz kıldılar. Bu sırada Selmân, Ebu'd Derda'ya şöyle demiştir: 'Nefsinin sende hakkı vardır. Senin misafirinin ve aile efradının sende hakkı vardır. Bu bakımdan her hak sâhibine hakkını ver. .

Selmân'ın Ebu'd Derda'ya böyle demesinin hikmeti şudur: Ebu'd Derda'nın hanımı, Selmân'a Ebu'd Derda'nın geceleyin hiç uyumadığını (ve ehliyle yatağa bile girmediğini) söylemişti.

Râvî diyor ki; ertesi gün, Selmân ile Ebu'd Derda beraberce Allah'ın Rasûlü'ne geldiler. Hâdiseyi olduğu gibi naklettiler. Bunun üzerine Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Selmân doğru söylemiş' dedi.

İşte beşinci vird budur. Beşinci virdde fecr'in doğuşundan korkulduğu zaman, sahur yemek müstehabdır. Bu iki virdde (dördüncü ve beşinci virdlerde) kişinin vazifesi, namaz kılmaktır. Fecr doğunca, gecenin virdleri sona erer ve gündüzün virdleri başlar. Bu nedenle kalkıp, fecrin iki rek'at namazını kılmalıdır.

Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışı sırasında dahi tesbih et. (Tûr/49)

Allahü teâlâ bu ayetle, bu iki rek'atı kasdetmektedir. Bu namazı kıldıktan sonra 'Allah, kendisinden başka ibâdete müstehak bir varlık olmadığını delillerle açıkladı. Meleklerle, ilim sâhipleri de adâlet ve hak üzere durarak buna şâhidlik ettiler' (Âl-i İmrân/18) ayetini okuyup sonra şöyle demelidir:

Allah'ın kendi nefsi için şâhidlik yaptığına, meleklerinin ve yarattıklarından ilim sâhiplerinin zat-ı ulûhiyyeti için şâhidlik ettikleriyle ben de şâhidlik ederim. Bu şahidliğimi Allah nezdinde emânet olarak bırakırım. Bu şâhidliğim, benim Allah nezdindeki emânetimdir. Allahü teâlâ'dan isteğim, beni bu şâhidlik üzerinde öldürünceye kadar onu korumasıdır.

Ey Allahım! Bu şâhidliğin yüzü suyu hürmetine benden günahları düşür. Bu şahidliği, nezdinde benim için azık yap. Bu şahidliğimi zâyi olmaktan koru ve beni bu şahidlik üzerinde öldür ki, onunla senin huzuruna gelip değiştirmeksizin o huzurla şerefleneyim.

İşte kullar için virdlerin tertibi böyledir. Selef-i Sâlihîn bu virdlerle beraber hergün de dört şeyi bir araya getirmeyi müstehab görürlerdi:

a) Oruç tutmak,

b) Az da olsa sadaka vermek

c) Hastaları ziyaret etmek

d) Cenâze merasimlerinde hazır bulunmak

Çünkü bir haberde şöyle denilmiştir:

Cenâzeye gitmeyi, hasta ziyareti yapmayı, sadaka vermeyi ve oruç tutmayı bir günde yapan bir kimsenin günahları affolunur. (75)

Diğer rivâyette: 'Bunları yapan, cennete girer' buyrulmaktadır. Eğer bir kısmını yapar, diğerini yapmaktan âciz kalırsa, niyetine göre hepsinin ecrini almış olur.

Selef-i Sâlihîn, bir parça ekmek veya sıla-i rahim yapmak veyahut bir hurma vermek sûretiyle de olsa sadaka vermedikleri bir günü kerih görürlerdi. Çünkü Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Kişi, kıyâmet gününde insanların mahkemesi bitinceye kadar sadakasının gölgesinde durur. (76)

Bir hurmanın yarısıyla da olsa ateşten korununuz. (77)

Aişe validemiz, kapısına gelen bir dilenciye bir tane üzüm verdi. Dilenci de o üzümü Âişe vâlidemizden aldı. Âişe validemizin yanında oturanlar, onu az görerek bakıştılar. Bunun üzerine Âişe validemiz 'Size ne oldu? Neden birbirinize bakıyorsunuz? Muhakkak ki, bu bir tanecik üzümde birçok hassalar vardır' dedi.

Selef-i Sâlihîn, dilenciyi boş çevirmeyi hoş görmezdi. Çünkü Hazret-i Peygamber'in ahlâkından birisi de hiç kimseyi boş çevirmemektir. Görülmüş değildir ki, bir kimse Rasûlüllah'tan birşey istesin de 'Hayır' cevabını alsın. (78) Ancak Hazret-i Peygamber, isteyene birşey vermeye muktedir olmadığı zamanda sükût ederdi. Haberde denilmiştir ki:

Âdem oğlu, cesedinin her mafsalı üzerinde bir sadaka gerektiği hâlde sabahlar. Halbuki insanoğlunun iskeletinde üçyüzaltmış mafsal vardır. (Her bir mafsal üzerinde bir sadaka vardır) . (79)

Devamla Rasûlüllah şöyle buyurmuştur; 'Emr-i bi'l-mârufu yapman sadakadır. Kötüyü yasaklaman sadakadır. Zayıfın yükünü taşıman sadakadır. Doğru yolu göstermen sadakadır. Yoldan geçenlere eziyet veren şeyleri kaldırman sadakadır'.

Tesbih ve tehlillerin bile sadaka olduğunu zikrettikten sonra şöyle buyurmuştur: 'Kuşluk vaktinin iki rek'at namazı, bütün bunları içerisine alır'.

38) Müellif bu hadîsi İbn Ebî Ziyad'ın Rasûlüllah'a isnad ettiğini söylüyorsa da, İmâm Irâkî'ye göre bu hadîsi Rasûlüllah'a isnad eden İsmail b. Ebî İyad'dır. Çünkü Deylemî Müsned'ül-Firdevs'te İsmail b. Ebî Ziyad'ın rivâyetinden bu hadîsi nakleder. O Â'meş'ten, o Ebû'l-Ulâ el-Anberî'den, o da Selman'ı Fârisî'den rivâyet etmektedir.

39) Tirmizî

40) Tirmizî

41) Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî

42) İmâm-ı Ahmed ve Bezzâr, (Hazret-i Ali'den zayıf bir senedle)

43) Müslim ve Buharî

44) Müslim ve Buharî

45) Müslim ve Buharî

46) Bu Abid b. Amr'ın veya İbn-i Abbâs'ın sözünden alınmış bir hükümdür. Bkz. Buharî ve Beyhakî

47) Ebû Dâvud, Tirmizî ve Nesâî

48) Ebû Talib el-Mekkî, Kut'ul-Kulûb

49) Müslim ve Buharî

50) Buharî

51) İbn-i Mübârek, Beyhâkî ve Taberâni

52) Oruç bölümünde zikredilmişti.

53) Müslim ve Buharî, (Ebû Musa'dan)

54) Daha önce geçmişti.

55) Nesâî ve İbn Mâce, (Ebu'd Derda'dan sahih bir senedle)

56) İbn Eb'id-Dünya, (Enes'ten)

57) Deylemî, (Enes'ten zayıf bir senedle)

58) Müslim ve Buharî, (Enes'ten)

59) Müslim ve Buharî, (Hazret-i Âişe'den)

60) İmâm-ı Ahmed

61) Nesâî

62) Buhârî

63) Beyhâkî

64) Müslim ve Buharî, (Hazret-i Âişe'den)

65) İbn Sinnî ve Ebû Nuaym

66) İmâm-ı Ahmed ve İbn Hıbbân

67) Ebû Dâvud

68) Müslim, Buharî, İmâm-ı Ahmed, Tâberânî

69) Müslim

70) Müslim, (Zeyd b. Halid'den)

71) Ebû Dâvud, Nesâi ve İbn Mâce

72) Müslim ve Buharî

73) İmâm-ı Ahmed

74) Daha önce geçmişti.

75) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)

76) Zekât bölümünde geçmişti.

77) Zekât bölümünde geçmişti.

78) Müslim

10-17

Hallerin Değişmesiyle Virdlerin Değişmesi

Âhiret azığının taliplisi ve âhiret yolunun yolcusu altı durumdan uzak değildir. Zira böyle bir kimse ya âbid, ya âlim, yâ tâlib, ya idareci, ya zanaatkâr veya vâhid ve samed olan Allah'tan başkasını bırakmış, bütün vaktini Allahü teâlâ'nın büyüklüğünü düşünmeye hasreden muvahhiddir.

1. Âbid

Âbid, kendisini, ibâdet için tecerrüd etmiş ve ibâdetten başka hiçbir meşguliyeti olmayan kimse demektir. Eğer âbid, ibâdeti terk ederse, başka meşguliyeti olmadığından boş olarak oturacaktır. Bu bakımdan âbidin, evrâdının tertibi daha önce beyân ettiğimiz şekildedir. Vakitlerinin çoğunu ya namaz veya okumak veyahut tesbihlere hasretmek suretiyle vazifelerinin çeşitliliği âbid için uzak bir ihtimal değildir. Çünkü ashâb-ı kirâmdan bazılarının bir günlük virdi, oniki bin tesbihti ve yine onlardan bazılarının evradı da otuzbindi.

Bazılarının da virdi üçyüz rek'attan altıyüz rek'ata kadar namazdı. Bin rek'ata kadar kılanlar da vardı. Onların virdleri hakkında nakledilenin en azı yirmi dört saatte yüz rek'at namazdır. Ashâbın bir kısmı vardı ki, virdinin ekserisi Kur'ân okumaktı. Onların içinde günde bir defa Kur'ân'ı hatmedenler vardı.

Bazılarının ise, günde iki hatim indirdiklerini rivâyet etmişlerdir. Bazıları da bir gün bütün gece bir tek ayeti tekrar edip duruyor ve onu düşünüyordu. Seleften Gurrez b Vebre Mekke'de ikamet ediyordu. Bu zat, hergün yetmiş tavaf yapardı ve her gece de yetmiş.

Bununla beraber yirmidört saatte iki defa Kur'ân'ı hatmederdi. Bu tavaf mesafeleri hesap edildi. On fersah mesafeye yetişiyordu ve her bir tavafla beraber iki rek'at da namaz kılardı. Bu da ikiyüzseksen rek'at namaz, iki hatm-i şerîf ve on fersahlık bir mesafe demekti. (80)

Şayet 'Bütün bu virdlerden hangisine daha çok vakit sarfetmek evlâdır?' diye soracak olursan, bil ki namazda ayaktayken, düşünerek Kur'ân okumak bütün bunları bir araya getirir. Fakat buna devam etmek çoğu zaman güçtür. Bu bakımdan en faziletlisi şahsın durumuna göre değişir.

Virdlerin gayesi; kalbin tezkiyesi, temizlenmesi ve Allah'ın zikriyle süslenmesidir. Kalbi, Allah'a (O'nun zikrine) ısındırmaktır. Bu bakımdan mürid, kalbine bakmalıdır ki, hangi virdin kalbinde daha fazla tesir ettiğini anlasın ve ona devam etsin. Ne zaman usanç duyarsa, o virdi bırakıp başka bir virdi yapmaya koyulmalıdır. İşte bundan dolayı halkın çoğu için en doğru yol, bu hayırlı vazifeleri vakitlere bölmektir. Nitekim bunu daha önce de söyledik ve yine halkın çoğu için en doğru yol, bizim kanaatimize göre, virdlerin bir kısmından diğer bir kısmına geçmektir. Çünkü bir şeyi devamlı yapmak, tabiata usanç verici bir durumdur. Bir şahsın durumu bu konuda değişik olabilir. Fakat virdlerin anlamını ve sırrını anladığı zaman, kendisini mânâya vermelidir. Eğer bir tesbihi, o tesbihin kalbinde tesir ettiğini hissederse, o tesiri gördükçe bahsi geçen tesbihi yapmaya devam etmelidir.

İbrahim b. Edhem bir abdaldan şöyle rivâyet eder: O abdal bir gece deniz kıyısında namaza durdu. Bu esnada gür bir sesin tesbih ettiğini işitti. Fakat okuyanı görmedi. Bunun üzerine şöyle seslendi:

-Sen kimsin? Senin sesini dinliyor, fakat şahsınıgörmüyorum.

-Ben bir meleğim. Budenizin işleri benim elimdedir.

Yaratıldığım andan şu zamana kadar Allahü teâlâ'yı böylece tesbih ediyorum.

-Senin ismin nedir?

-Benim ismim Mehyehâil'dir.

-Senin bu tesbihini okuyanın mükâfatı nedir?'

-Kim benim bu tesbihimi yüz defa söylerse, o kimse kendisi için cennette hazırlanan makamını görmeyince -kendisine o makam gösterilmeyince- can vermez. O tesbih şudur:

ed-Deyyân (kullarının hesabını en iyi bilen ve hakkını veren) Allah, her türlü eksiklikten münezzehtir. Arşının, azametinin ve izzetinin temelleri sarsılmaz olan Allah, eksikliklerden uzaktır. Geceyi götüren ve yerine gündüzü getiren Allah, her türlü eksiklikten münezzehtir. Kendisini hiçbir durum, diğer bir durumdan alıkoymayan Allah, her türlü eksiklikten münezzehtir. . .

el-Hannân (çok merhametli) ,

el-Mennân (çok nimet verici ve iyilikler sunucu) Allah, her türlü eksiklikten münezzehtir. Her mekânda tesbih edilen Allah, her kusurdan münezzehtir.

İşte bu ve buna benzer tesbihleri âhiret müridi dinlediği ve onun kalbinde tesir yaptığı zaman onu tekrar etmelidir. Kısaca hangi tesbih kalbinde tesir yapar, kendisi için hayrın kapısını açarsa onu okumaya devam etmelidir.

2. Âlim

Âlim o kimsedir ki, halk onun ilminden faydalanır. Fetvalarında, ders verişinde ve kitab telifinde halkın yararı vardır. Bu bakımdan bu âlim kişinin virdlerini tertiplemesi, âbid kişinin virdlerini tertiplemesine benzemez. Zira âlim kişi, kitapları incelemeye, yazmaya, halka faydalı olmaya muhtaçtır ve bütün bunlar için bir zaman ayırmaya, şüphesiz ki ihtiyacı vardır. Eğer bütün vakitlerini mümkün olduğu kadar bu ilmî çalışma işine tahsis ederse, farz ve vakitli ibâdetlerden sonra en faziletli meşguliyet âlim için budur. . . İlim kitabında öğretme'nin ve öğrenme'nin fazileti hakkında zikrettiğimiz bütün ayet ve hadîsler buna delâlet eder.

Âlimin durumu, nasıl böyle olmasın? Oysa ilimde Allah zikrine devamlılık, Allah'ın ve Rasûlüllah'ın dediklerini düşünmek vardır ve bununla beraber halkın faydası ve âhiret yoluna hidâyet olunmaları vardır. Bir de çok zaman tek bir mesele vardır ki, öğrenci onu öğrenir. Onunla hayatı boyunca ibadetini ıslâh eder. Eğer onu öğrenmemiş olsaydı, belki de hayatı boyunca çalışması ve gayreti boşa giderdi. İbadeten daha önce gelen ilimden gayemiz insanları âhirete teşvik eden, dünyaya tapmaktan sakındıran ilimdir. Tabiidir ki, insanoğlu bu ilmi kendisine bu yolda yardımcı olsun diye öğrendiği zaman durum böyle olur. . . İbâdetten daha önce gelen ilimden gayemiz; mal, mertebe, halkın nezdinde itibar görmek hususlarında insanı iten ve teşvik eden ilimler değildir. Âlim için de vakitlerinin taksimi daha önemlidir.

Gündüz

Bütün vakitleri ilmin tertibine hasretmek, tabiatın yüklenemiyeceği bir külfettir. Bu bakımdan sabah namazından sonra güneş doğuncaya kadar olan vakti, birinci virdde dediğimiz gibi zikir ve virdlere tahsis etmelidir. Eğer yanında âhiret için ilminden istifade eden varsa, güneşin doğuşundan gündüzün Duhâ (kuşluk namazı) vaktine kadar olan zamanını öğretmeye tahsis etmelidir. Eğer böyle bir kimse yoksa, bu vaktini düşünceye hasretmelidir. Dinî ilimlerin kendisine müşkil gelen konularını düşünmelidir. Zira zikirden uzaklaştıktan sonra ve dünya dertleriyle meşgul olmadan önce kalbinin saflığı müşkil meselelerin haline yardımcı olur.

Gündüzün kuşluk vaktinden ikindiye kadar olan vaktini kitap yazmaya ve incelemeye hasretmelidir. Kitap yazmayı ve incelemeyi, ancak yemek zamanı, abdest alma, farzları kılma, zevalden önce kaylulet uykusunu uyumak için terketmelidir. Eğer günler uzunsa, ikindi vaktinden güneşin sararmasına kadar huzurunda okunan tefsir, hadîs ve faydalı ilimleri dinlemekle meşgul olmalıdır. Güneşin sararmasından güneş batmcaya kadar da zikir, istiğfar ve tesbih ile meşgul olmalıdır.

Bu bakımdan âlim kişinin güneş doğmazdan önce olan birinci virdi dilin çalışmasıdır, ikindiye kadar olan üçüncü virdi ise, göz ve elin inceleme ve yazma ile meşgul olmasıdır, İkindiden sonra olan dördüncü virdi ise, sadece kulağın çalışmasıdır. Böyle yapmasının hikmeti ise; gözünün ve elinin istirahat etmesini temin etmek içindir. Zira ikindiden sonra kitap incelemek ve yazı yazmak, çoğu zaman göze zarar verir. Güneş sararınca yine dilin zikrine dönmelidir, Böyle olduğunda günün bir parçası kalmaz ki, orada kalbinin huzuru ile âzalarının çalışması olmasın!

Gece

Bir âlim için gece taksiminin en güzel örneği İmâm-ı Şâfiî'nin şu taksimidir: İmâm-ı Şâfiî geceyi üçe taksim ediyordu. Üçte birini kitapları incelemeye ve ilim tertibine hasrediyordu ki bu, birinci virdiydi. Üçte birini de namaza hasrederdi, bu da ortanca virdiydi. Son üçte birini de uykuya tahsis ederdi. Evet kış gecelerinde böyle yapmak mümkündür. Fakat yaz geceleri ancak normal uykunun çoğu gündüz olduğu takdirde buna tahammül edilebilir. İşte bizce âlimin virdlerini böyle tertip etmesi uygun ve güzeldir.

3. Talebe

İlim öğrenmekle meşgul olmak, zikir ve nafilelerle meşgul olmaktan daha üstündür. Bu bakımdan talebenin virdlerinin tertibindeki hükmü, âlimin hükmüne benzer. Ancak âlim, faydalı olmaya çalıştığı zamanlarda, ilim tâlibi ondan yararlanmaya çalışmalıdır. Kitaplarının kenarına haşiyeleri ve hocasından öğrendiği kaideleri yazmakla, âlimlerin kitap yazmakla meşgul olduğu zamanlarda meşgul olmalıdır. Daha önce zikrettiğimiz gibi, vakitlerini düzenlemelidir. Kitab'ul-İlim'de öğrenme'nin ve öğretme'nin faziletleri hakkında zikrettiğimiz ayet ve hadîsler delâlet ederler ki; öğrencilik gerekleriyle meşgul olmak, nafile ibâdetlerle meşgul olmaktan daha üstündür. Şayet öğrenci, kitap yazıp âlim olmak için tahsil eden bir kimse olmayıp avam tabakasından olsa bile, zikir, vaaz ve ilim meclislerine gidip oralarda hazır bulunması, sabah namazından güneş doğuncaya kadar ve sair vakitlerde olan virdlerle meşgul olmasından daha efdaldir. Zira Ebû Zer el-Gıfârî'nin rivâyet ettiği bir hadîste şöyle buyurulmaktadır:

Bir zikir (ilim) meclisinde hazır bulunmak, bin rek'at namazdan, bin cenaze merasimine iştirâk etmekten ve bin hastayı ziyaret etmekten, daha efdaldir. (81)

Siz cennet bahçelerini gördüğünüz zaman, o bahçelerden istifade ediniz. Bunun üzerine 'Ey Allah'ın Rasûlü! Cennet bahçeleri de neymiş?' diye soruldu. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) : 'Zikir halkalarıdır' buyurdu. (82)

Ka'b'ul-Ahbâr şöyle der: 'Eğer insanlar için âlimlerin meclislerinden elde edilen sevap gösterilmiş olsaydı, mutlaka o sevabı elde etmek için o meclisin tâlipleri dövüşürlerdi. Öyle ki her rütbe sâhibi, rütbesini bırakıp o meclislere koşar ve her esnaf pazar yerini terkederek oraya varırdı'. (83)

Ömer b. Hattâb (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Kişi evinden çıkar. Omuzunda Tihame dağları kadar günâh vardır. Âlimi dinlediği zaman korkar, günâhından dönüş yapar ve yine günâhsız olarak döner. Bu bakımdan siz, âlimlerin meclislerinden ayrılmayın. Zira Allahü teâlâ, yeryüzünde âlimlerin meclisinden daha şerefli bir meclis yaratmış değildir'.

Bir kişi, Hasan-ı Basrî'ye 'Ben kalbimin katılığını sana şikâyet ediyorum bana bir çıkar yol göster' dedi. Bunun üzerine Hasan-ı Basrî, o kişiye şöyle dedi: 'Kalbini zikir meclislerine yaklaştır'.

Ammâr ez-Zâhidî (radıyallahü anh) , (sâliha kadınlardan) Miskine et-Tevafîye'yi rüyasında gördü. Bu hâtun, zikir meclislerine devam edenlerdendi. Ammâr kendisine şöyle dedi:

-Ey Miskine! Merhaba!

Miskinlik (fakirlik) gitti, zenginlik geldi.

-Bu nasıl oldu?

-Cennetin bütünüyle kendisine helâl olduğu birisine mi soruyorsun?

-Cennetin bütünü sana neyle helâl oldu?

-Zikir meclislerinde oturmakla. . .

Kısaca kişi için kalbindeki dünya sevgisinin düğümleri, güzel konuşan ve temiz ahlâklı bir vâizin sözleriyle çözüldüğü müddetçe o vâizi dinlemesi, dünya sevgisi ile kalbi dolu olmakla beraber birçok rek'at namaz kılmasından daha faydalıdır.

4. Zenaatkâr

Çocuklarının nafakası için çalışmaya muhtaç olan sanatkâr kimsenin bütün vakitlerini ibâdetlere hasretmek sûretiyle çocuklarını mağdur etmesi aslâ caiz değildir. Böyle bir kimsenin çalışma zamanındaki virdi, çarşıya gitmek ve kazanç ile meşgul olmaktır. Ancak sanatını yaparken Allah'ın zikrini unutmaması gerekir. Sanatını icrâ ederken tesbih, zikir ve Kur'ân okumaya da devam etmelidir. Çünkü bunları çalışırken yapmak mümkündür. Ancak çalışma ile namaz kılmak bir arada mümkün değildir. Çalışan adam bahçıvan ise, o zaman vazifesiyle beraber namaz virdini de edâ edebilir. Fakat sanatkâr bir kimse, gereken nafakasını temin ettiğinde derhal virdlerinin tertip üzere yapılmasına dönmesi gerekir.

Eğer nafakasının temininden sonra yine de çalışmaya devam edip fazla kazancını sadakaya verirse, böyle yapması, daha önce de bahsettiğimiz virdleri yapmaktan daha üstündür. Çünkü faydası başkasına dokunan ibâdetler, sadece kendine fayda veren ibâdetlerden daha üstündür.

Sadaka vermek niyetiyle çalışmak, kişinin nefsinde yerleşmişse, kendisini Allah'a yaklaştıran bir ibâdet olur. Sadaka vermekle en güzel ibâdeti yapmış sayıldığı gibi başkasına da faydalı olur ve dolayısıyla müslümanların duâlarının bereketlerini celbetmiş ve böylece kat kat sevaba da sâhip olmuş olur.

5. Resmî Görevli

Devlet başkanı, kadı ve müslümanların işlerine bakmak için herhangi bir vazifeye tâyin edilmiş bir idarecinin, müslümanların ihtiyaçlarını ve Allah nizamına uygun düşen isteklerini ihlâs ile yerine getirmeye çalışması, daha önceden zikredilen virdlerden daha üstün olur. O halde bu gibi vazifelere tâyin edilmiş kimselerin vazifesi; gündüz halkın işleriyle meşgul olup sadece farz ibadetlerini edâ etmektir. Fakat daha önce söylediğimiz gibi geceleyin yapılması söylenen virdlerini geceleyin yapmalıdır. Nitekim Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) böyle yapardı. Zira Hazret-i Ömer şöyle demiştir: 'Benim uyku ile ne alâkam var! Eğer gündüz uyursam, müslümanlara haksızlık etmiş olurum. Eğer gece uyursam, kendi nefsimi zâyî etmiş olurum'.

Bu söylediklerimizle anladın ki, bedenî ibadetlerden önce iki şey yapılır:

a) İlim

b) Müslümanlara yapılan hizmet

İlim ve müslümanlara yapılan hizmet, gerçekte ibâdet olduğu gibi aynı zamanda bütün ibâdetlerden daha üstündür. Onun faydası umumî ve yaygındır. Bu bakımdan bu iki vazife, bedenî ibadetlerden daha öndedirler.

6. Muvahhid

Bütün vaktini Vâhid ve Samed olan Allah'ı düşünmeye hasreden bir muvahhidin bütün gayesi; tek hedefte toplanır. Bu bakımdan o, Allah'tan başkasını sevemez ve ancak Allah'tan korkar. Başkasından rızık beklemez, herhangi birşeye baktığı zaman muhakkak orada Allah'ı görür. Böyle bir dereceye varan kimsenin çeşitli virdlere ihtivacı yoktur. Aksine böyle bir kimsenin virdi, farz ibâdetlerden sonra bir tek şeydir. O da kalbin her an Allah ile haz duymasıdır. Böyle kimselerin kalbine gelen bir iş, kulaklarına gelen bir ses ve gözlerine görünen bir şeyde muhakkak ibret vardır. Düşünceleri gelişir ve mertebeleri artar. O halde onları iteleyici ve durdurucu kuvvet ancak Allah'ın kuvvetidir. Bu bakımdan böyle kimselerin bütün durumları ilerlemelerine vesile olur. Bunların nezdinde hiçbir ibâdet, diğerinden ayırt edilmez. Allah'a koşarak ilticâ eden bunlardır. Nitekim Allahü teâlâ bunları kasdederek şöyle buyurmaktadır:

O halde hemen Allah'a kaçınız. Gerçekten ben size Allah tarafından (azap ile) korkutan açık bir peygamberim. (Zâriyat/49)

Yine bunlar hakkında Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Madem ki siz kavminizden ve onların Allah'tan başka taptıkları putlardan ayrıldınız, o halde mağaraya çekilin ki rabbiniz rahmetinden size genişlik versin ve size işinizde bir kolaylık hazırlasın. (Kehf/l6)

Bu kimselere Allahü teâlâ'nın şu mübarek ayet-i celîlesi ile de işaret edilmiştir:

Bir de (İbrahim) şöyle dedi: Ben rabbime gidiyorum, o bana yolunu gösterir. (Saffât/99)

Bu derece, sıddîkların en son derecesidir. Bu dereceye, ancak virdlerin tertibinden ve onlara uzun bir zaman devam ettikten sonra varılır. Bu bakımdan mürid bu dereceleri işitip 'Ben de buraya vardım' diye mağrur olmamalı, ibâdet vazifelerinde gevşeklik göstermemelidir. Böyle olmadığının alâmeti; kalbinde herhangi bir vesvesenin olmaması, kalbine herhangi bir mâsiyetin gelmemesi ve aynı zamanda zorluklardan ve büyük meşguliyetlerden korkmamasıdır. Bu mertebe rastgele olarak herkese verilmez. Bu bakımdan bu mertebeleri elde etmek için gereken vazife, söylediğimiz şekilde virdlerin tertibine ihtimam göstermektir. Bizim söylediklerimiz, Allah'a götüren yollardır. Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

De ki: 'Herkes bulunduğu hâl ve niyetine göre iş yapar, o halde kimin yolca daha doğru olduğunu rabbin daha iyi bilir'. (İsra/84)

Bu bakımdan bütün bunları yapanlar hidâyettedirler, fakat bazısı diğerinden daha öndedir. Hepsi o kadar. Nitekim bir hadîste şöyle denilmiştir:

Îman, üçyüz otuzüç yoldan ibarettir. Bu yolların herhangi birisinde Allah'ın birliğine şâhidlik ettiği hâlde Allah'ın huzûruna varan bir kimse cennete girer. (84)

Âlimlerden biri şöyle demiştir: Îman, üçyüz onüç ahlâktan ibarettir. Tam rasûllerin adedi kadar. Bu bakımdan bu ahlâklardan birisiyle ahlâklanmış Mü'min, Allah'a götüren yoldadır. Dolayısıyla insanların ibâdetteki yolları her ne kadar ayrı da olsa, hepsi sevap üzerindedir. Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Bunlar içlerinden hangileri (ibâdet) yapmakla (Allah'a) yakîn olacak kaygısı ile rablerine vesile ararlar. Rahmetini umarlar ve O'ndan korkarlar. Çünkü rabbinin azabı korkunçtur. (İsra/57)

Bunların aralarındaki fark, ancak yakınlığın derecelerindedir. Aslında değildir. Bunların Allah'a en yakınları, Allah'ı daha iyi bilenleridir. Allah'ı daha iyi bilenleri ise, elbette en fazla ibâdet edenleridir. Zira Allah'ı bilen, asla başkasına ibadet etmez.

Her sınıf insan hakkında aslolan virdlerde devamlılıktır. Zira virdlerden gaye; kişideki gizli sıfatların değiştirilmesidir. Amellerin aralıklı yapılan kısımlarının ise tesirleri pek azdır. Ancak tam tesir ibâdetlerin tümünün yapılmasından doğar. Bu bakımdan bir amelin arkasından hissedilir bir eser görülmezse ve o amelin akabinde ikinci ve üçüncüsü yakın bir aralıkla eklenmezse, birinci eser silinip yok olur. Böyle bir kimse tıpkı fakih bir kimseye benzer. Öyle fakih ki, nefsinde fıkhın istikrar bulmasını ister. Oysa fıkıh birçok defa tekrar etmekle ancak nefsinde yerleşebilir. Faraza bir gecede binlerce defa tekrar edip durduktan sonra bir ay veya bir hafta terkedip sonra yine başlar ve bir gece durmadan sabaha kadar tekrar ederse, onun bu yaptığı müsbet olarak hiçbir tesir bırakmaz. Eğer o bir gecede durmadan yaptığını, birbiri ardına gelen gecelere taksim edip yapsaydı, yaptığının tesir edeceği muhakkaktı. İşte bu sırra binâen Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Allah nezdinde amellerin en sevimlisi, (az da olsa) devamlı olanıdır.

Âişe validemize Rasûlüllah'ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) ameli sorulduğunda şöyle demiştir:

Rasûlüllah'ın ameli devamlı idi. O, bir amele sarıldığı zaman, onu devamlı yapardı.

İşte bu sırra binâendir ki, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) de şöyle buyurmuştur:

Allahü teâlâ kime bir ibâdeti âdet kılarsa, o da o ibâdeti usandığından terk ederse Allahü teâlâ ona buğzeder!

Bir ara Hazret-i Peygamber'e gelen bir heyet, kendisini meşgul etti ve o zamanki virdi geçti. İşte bu virdin telâfisi için ikindi namazından sonra iki rek'at namaz kıldı. Bundan böyle ölünceye kadar ikindi namazından sonra kıldığı bu virde devam etti. Ancak şu var ki başkası bu hususta kendisine uymasın diye mescidde değil, evinde bu iki rek'atı kılardı. (Âişe validemizle Ümmü Seleme vâlidemiz rivâyet etmiştir) .

Şayet 'Rasûlüllah'ın ikindi namazından sonra kıldığı o iki rek'atın vakti, kerahet vakti olduğu için, başkası bu hususta Rasûlüllah'a uymaya yetkili midir?' diye soracak olursan, bil ki kerahet hakkında zikrettiğimiz; güneşe tapanlara benzemekten kaçmak, şeytan boynuzunun çıktığı bir anda secde etmekten sakınmak veya usanmaktan korkarak ibâdeti bırakıp istirahat etmek gibi mânâların hiçbiri Rasûlüllah'ın hakkında tahakkuk edemez. Bu bakımdan bu hususta başkası Rasûlüllah'a kıyas edilemez. Bu hususta başkası kendisine uymasın diye, mezkûr namazını evinde kılması da, yukarıdaki hükmümüze şâhidlik eder!

80) Bu ancak Tayy-i Zaman (zamanda yolculuk) ile mümkün olabilir. Bu ise herkes için mümkün değildir.

81) Kitab'ul-İlim'de geçmişti.

82) Kitab'ul-İlim'de geçmişti

83) Ebû. Nuaym, el-Hilye

84) İbn Şâhin, Taberânî ve Beyhâkı

10-18

Gecenin ihyâsı

Akşam ile Yatsı Namazlarının Arasını İhyâ Etmenin Fazileti

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) -Hazret-i Âişe'nin rivâyet ettiği bir hadîste-şöyle buyurmaktadır:

Allah nezdinde namazların en faziletlisi, akşam namazıdır ki, Allahü teâlâ o namazı ne yolculukta olan, ne de mukîm bir kimseden iskât etmemiştir. Onunla gece namazını başlatmış ve yine onunla gündüzün namazını sona erdirmiştir. Bu bakımdan, kim akşam namazını kılıp ondan sonra da iki rek'at sünnet kılarsa, Allahü teâlâ o kimse için cennette iki köşk bina eder. (85)

Hadîsin râvisi 'Bu köşklerin altından mı, gümüşten mi yapıldığını bilmiyorum. Çünkü hangisinden olacağını unuttum' demiştir.

Akşam namazından sonra dört rek'at nafile kılan bir kimsenin yirmi senelik (veya kırk senelik) günâhı affolunur. (86)

Ümmü Seleme ile Ebû Hüreyre, Hazret-i Peygamber'den şu hadîsi rivâyet etmektedirler:

Her kim akşam namazından sonra altı rek'at nafile namaz kılarsa, onun için bu altı rek'at, tam bir senenin ibâdetine denktir veya o kimse kadir gecesini sanki namaz kılarak geçirmiştir. (87)

Said b. Cübeyr, Sevbâ'dan Hazret-i Peygamberin şu hadîsini rivâyet eder:

Camide, akşam ile yatsı arasında ibâdet maksadıyla nefsini hapseden bir kimse, eğer namaz veya Kur'ân'dan başka birşey ile konuşmazsa, onun için cennette uzunluk ve genişliği yüz senelik bir mesafe olan iki köşk yapmak, Allahü teâlâ'ya bir (lûtf-u ilâhîsi) olarak hak olur ve yine Allahü teâlâ, onun için o iki köşkün arasında öyle bir bahçe tanzim eder ki, eğer bütün ehl-i dünya o bahçeyi ziyaret etse, o bahçe onları içine alır. (88)

Kim akşam ile yatsı arasında on rek'at namaz kılarsa, Allahü teâlâ onun için Cennet'te bir köşk bina eder. (89)

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) 'Ey Allah'ın Rasûlü, o halde bizim, Cennet'te köşklerimiz çoğalır' diye sorunca, Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) cevaben şöyle buyurmuştur: Allahü teâlâ'nın nezdinde daha çok ve daha güzeli vardır'.

Enes b. Mâlik (radıyallahü anh) , Rasûlüllah'ın şu hadîsini rivâyet eder:

Kim cemaatle akşam namazını kıldıktan sonra iki rek'at nafile namazı kılar ve aralarında dünya ile ilgili herhangi birşey konuşmazsa, o iki rek'atın birinde Fâtiha sûresini, sonra Bakara sûresinin başlangıcından on âyet, ortasından yüzaltmış üç ve yüzaltmış dördüncü ayetlerini ve on beş defa da İhlâs-ı Şerîf i okuduktan sonra rükûa ve secdeye varırsa, ikinci rek'ata kalktığı zamanda Fâtiha'yı okuyup arkasından Ayet'el-Kürsi'yi ve ondan sonra gelen iki ayeti 'İşte bunlar cehennemliktirler, orada ebedî olarak kalıcıdırlar' (Bakara/257) meâlindeki ayete kadar okuyup Bakara sûresinin sonundan 'Göklerde ve yerde ne varsa hep Allah'ındır' ayetinden alıp, sûrenin sonuna kadar ve İhlâs sûresini de onbeş defa okursa, (ona hesapsız sevap verilir) . . . (90)

Hadîste geçtiği şekilde yapanın sevabını, Hazret-i Peygamber öyle bir şekilde tavsif buyurmuştur ki, hadde ve hesaba sığmaz. . .

Abdallardan olan Gurrez b. Vebre der ki: Hızır'a 'Bana her gece yapacağım bir ameli öğret' deyince, Hızır şöyle dedi:

Akşam namazını kıldığın zaman kalk ve yatsı namazına kadar hiç kimse ile konuşmaksızın namaz kılmaya devam et ve bütün himmetini kıldığın namaza hasret. Kılacağın namazın iki rek'atında bir selâm ver ve her rek'atta bir defa Fatihayı, üç defa da ihlâs-ı Şerifi oku. Namazını bitirdiğin zaman hiç kimse ile konuşmaksızın evine dön, evinde iki rek'at namaz daha kıl. Bu iki rek'atın her birinde Fâtiha ile yedi kere İhlâs-ı Şerifi oku. Selâm verdikten sonra secdeye kapan ve yedi defa Allah'tan günâhlarının affını talep ederek şu duâyı oku:

Allah, her türlü eksiklikten münezzehtir. Hamd, Allah'a mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur. Allah herşeyden daha yücedir, günâhtan dönüş ve ibâdete yöneliş, ancak yüce ve büyük olan Allah'ın kuvvetiyle mümkündür.

Bu duâyı yedi defa tekrar et, sonra başını secdeden kaldır, normal bir şekilde otur ve ellerini kaldırarak şöyle duâ et:

Ey hayy, ey kayyum, ey celâl ve ikram sahibi, ey geçmişlerin ve geleceklerin mabudu, ey dünya ve âhiretin rahman ve rahîmi! Yârab, Yârab! Yâ Allah, yâ Allah, yâ Allah. . .

Sonra ellerin kalkık olduğu halde ayağa kalk ve yine aynı duâyı tekrar et. Sonra istediğin yerde sağ kol üzerinde yüzün kıbleye dönük olduğu halde uyu. Rasûlüllah'a (sallâllahü aleyhi ve sellem) salât ve selâm getir ve uyku tutuncaya kadar salâvat okumaya devam et.

Bu sözlerden sonra Hızır'a dedim ki: İstiyorum ki bu duâları kimden dinlediğini de öğreneyim'.

Bu suâlime karşılık Hızır şöyle dedi:

Ben, Hazret-i Muhammed'in bu duâyı öğrendiği ve kendisine vahyedildiği sırada yanında hazır bulundum. Benim de hazır bulunduğum bir mecliste ona bu duâ öğretildi. Ben de Hazret-i Muhammed'e bu duâyı öğretenden öğrendim! (91)

Bu duâ ve namaza tam bir yakîn ve doğru bir niyyetle devam eden kimse, ölmezden önce Hazret-i Peygamberi rüyasında görür. Bazı kimseler buna devam etmiş ve rüyasında Cennet'e girdiğini, orada peygamberleri ve Rasûlüllah'ı görmüştür. Böylece Rasûlüllah, kendisi ile konuşmuştur ve kendisini tanımıştır.

Kısaca, akşam ve yatsı namazlarının arasını ihyâ etme fazileti hakkında birçok hadîs rivâyet edilmiştir. Hattâ Rasûlüllah'ın âzadlısı Ubeydullah'a 'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) farz namazdan başka herhangi bir namazın kılınmasını emreder miydi?' diye sorulduğunda, Ubeydullah (radıyallahü anh) 'Akşam ve yatsı namazlarının arasında nafile namaz kılmayı emrederdi' demiştir.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse akşam ile yatsı arasında namaz kılarsa, işte onun bu namazı Evvâbin'in namazıdır! (92)

Esved şöyle anlatır: 'Akşam ile yatsı arasında İbn Mes'ûd'a her gittiğimde onu namaz kılarken görürdüm. Kendisine neden böyle yaptığını sorduğumda, şöyle dedi: 'Bu saat, gaflet saatidir de ondan. . . '

Enes (radıyallahü anh) , Secde sûresinin 16. ayetinin bu namaz hakkında nâzil olduğunu söylerdi: ' (Onlar, o kimselerdir ki, geceleyin namaz kılmak için) yataklarından kalkarlar, rablerinin azabından korkarak ve rahmetinden ümidvâr olarak duâ ederler'.

Ahmed b. Ebî'l-Havarî şöyle der: Ebû Süleyman ed-Dâranî'ye şöyle sordum:

- Gündüzleri oruç tutup, akşam ile yatsı arasında yemek yemem mi sence daha iyidir; yoksa gündüzleyin oruçsuz olup, akşam ile yatsı arasını nafile ibâdetle ihyâ etmem mi?

-İkisini de yap!

Eğer ikisini birden yapmak mümkün değilse, ne yapmalıyım?

O zaman, gündüz nafile orucu tutma, akşam ile yatsı namazlarının arasını ihyâ et!

10-19

Geceleri İbadete Kalkmanın Fazileti

Âyet-i Kerîmeler

Rabbin senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını; seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Geceyi ve gündüzü takdir eden Allah, sizin onu sayamayacağınızı bildiği için sizi affetti. Artık Kur'ân'dan kolayınıza geleni okuyun. (Müzzemmil/20

Gerçekten gece kalkmak daha oturaklı ve söz daha etkilidir. (Müzzemmil/6)

Onlar o kimselerdir ki, geceleyin namaz kılmak için yataklarından kalkarlar. (Secde/16)

Yoksa âhiretin azabından korkarak ve rabbinin rahmetini umarak o gece saatlerinde kalkıp secde ve kıyam halinde ibâdet eden mi? (Ey Rasûlüm, onlara) de ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Ancak gerçek akıl sahipleri anlar. (Zümer/9)

Onlar ki rablerine secdeler ve kıyamlar yaparak geceyi geçirirler. (Furkan/64)

Bir de sabırla ve namazla Allah'dan yardım isteyin. (Bakara/45)

Denildi ki; buradaki namaz, geceleyin kalkıp ibâdet etmek demektir. Gece ibâdetine sabır ile yardım edilir ve böylece nefse karşı açılan mücahede, zaferle sonuçlanır.

Hadîsler

Bu konudaki haberlerden biri de Rasûlüllah'ın şu mübarek sözüdür:

Herhangi biriniz uyuduğu zaman; şeytan onun tepesinde üç düğüm bağlar. Bağladığı her düğümün yerine şu cümleyi nakşeder: 'Senin üzerinde uzun bir gece vardır, o halde uyu". Bu bakımdan eğer o kimse uyanıp Allah'ı zikrederse, o düğümlerden biri çözülür. Abdest aldığında biri daha çözülür. Namaz kıldığı takdirde üçüncüsü de çözülür ve böylece neşeli ve müsterih bir şekilde sabahlar. Aksi takdirde neşesiz ve tembel olarak sabahlar. (93)

Başka bir haberde, Hazret-i Peygamberin yanında sabahlara kadar mışıl mışıl uyuyan bir kişinin halinden bahsedildiğinde, Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: 'O öyle bir kişidir ki, onun kulağına şeytan işemiştir'. (94) Yine bir haberde şöyle denilmiştir:

Şeytanın buruna çekilecek enfiyesi, ağızdan alınacak ilacı, göze sürülecek sürmesi (gözotu) vardır, şeytan, bir kimseye enfiyesinden çektirdiği zaman, ahlâkı bozulur; ilacından yedirdiği zaman dili şerri konuşmak sûretiyle kötüleşir ve onun gözüne sürmesinden çektiği zaman da, bütün gece sabahlara kadar uyur. (95)

İki rek'at namaz vardır ki o iki rek'at namazı, gecenin ortasında kılmak, kul için dünya ve dünyadakilerden daha hayırlıdır. Eğer ben ümmetimin bu hususta zorluk çekeceğinden korkmasaydım, muhakkak onlara bu iki rek'at namazı farz kılardım. (96)

Sahih'de Câbir (radıyallahü anh) Rasûlüllah'tan (sallâllahü aleyhi ve sellem) şu hadîsi rivâyet eder:

'Gecenin bir saati vardır ki, müslüman bir kul o saatte Allahü teâlâ'dan hangi hayırlı işi isterse, Allahü teâlâ kendisine onu ihsan buyurur'. Hadîsin başka bir rivâyeti şöyledir: 'Kul o saatte dünya ve âhiret hayrını Allah'tan istediğinde, Allah verir. O saat ise, her gecede vardır'. (97)

Muğire b. Şu'be şöyle demiştir: 'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ayakları kabarıp patlayıncaya kadar gece ibâdetine devam ederdi. Kendisine denildi ki: 'Acaba Allahü teâlâ, senin geçmiş ve gelecek günâhlarını affetmedi mi?' Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Ben, Allah'a çokça şükreden bir kul olmayayım mı?' dedi. (98) Bu sözünün mânâsından anlaşılır ki, onun bu türlü ibâdetleri, rütbesinin artmasından kinâyedir. Çünkü şükretmek, (nimetin) artmasına vesiledir. Nitekim Allahü teâlâ şöyle buyurmuştur:

Andolsun, eğer şükrederseniz, elbette size nimetimi artırırım. (İbrahim/7) Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Ey Ebû Hüreyre! İster misin, Allah'ın rahmeti hayatta, ölümde, kabirde ve haşre gönderildiğin zaman senin üzerinde olsun? (Eğer bunu istiyorsan) geceleyin kalk, rabbinin rızasını tahsil etmek için namaz kıl. Ey Ebû Hüreyre, evinin köşesinde namaz kıl. Böyle yaptığın takdirde senin evinin nûru göklerde ve yerde yıldızların nûrunun parladığı gibi parlayacaktır. "

Gece ibâdetini kaçırmayın, çünkü gece ibâdeti, sizden önceki sâlihlerin âdetidir. Zira gece ibâdeti Allah'a (mânen) yaklaşmak olduğu gibi günahların da kefaretidir. Bedendeki hastalığı giderici ve günâhtan alıkoyucudur. (100)

Gece ibâdeti, bir kimsenin âdeti ise, fakat o ibâdetini yapmasına uyku fırsat vermezse, kendisine namazının ecri yazıldığı gibi, uykusu da kendisine sadakadır. (101)

Hazret-i Peygamber Ebû Zer el-Gıfârî'ye hitâben şöyle demiştir:

-Eğer sefere gitmek istersen, onun için hazırlık yapar mısın?

-Evet.

O halde kıyâmet yolunun seferi nasıl olur ey Ebû Zer? O gün sana fayda verecek şeyleri haber vereyim mi?

-Anam babam sana fedâ olsun ey Allah'ın Rasûlü! Evet!

Sıcak günde, mahşer günü için oruç tut. Kabrin vahşeti için gecenin zifiri karanlığında iki rek'at namaz kıl. Büyük işlere hazırlıklı olmak için hacc yap. Miskine sadaka ver. Doğru söyle veya çirkin sözlerden kaçın. (102)

Rivâyet ediliyor ki Rasûlüllah zamanında bir zat var idi, halk yataklarına girdiğinde ve gözlere uyku geldiğinde o zat kalkar, namaz kılar ve Kur'ân okurdu. Devamlı bir şekilde 'Ey ateşin rabbi! Beni ateşten koru!' derdi. Böylece Rasûlüllah bir ara onu dinlemek için geldi ve kendisini dinledi. Sabahladığı vakit kendisine şöyle hitap etti: 'Ey Filân! Neden Allah'tan cenneti istemedin?' O zat 'Ey Allah'ın Rasûlü! Ben daha oraya varmadım ve amelim cenneti istemeye elverişli değil'. Bu cevap karşısında kalan Hazret-i Peygamber'e az bir zaman sonra Cebrail (aleyhisselâm) gelip şöyle demiştir:

Ey Muhammed! Filâna söyle ki, Allah onu ateşten korudu ve cennete dâhil etti.

Cebrail Rasûlüllah'a (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle der:

İbn Ömer ne iyi bir insandır, eğer geceleri de namaz kılsa. . .

Bunun üzerine Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) İbn Ömer'e Cebrail'in sözünü nakletti. Bu müjde ile karşılaşan İbn Ömer de bundan sonra devamlı olarak gece namazını kıldı.

Nafî diyor ki: İbn Ömer, geceleyin namaz kılar, sonra şöyle derdi. 'Ey Nafî! Biz seher vaktine girdik mi?' Ben 'hayır' derdim. O yine kalkıp namaza devam ederdi. Sonra 'Ey Nafî! Biz seher vaktine girdik mi? 'Ben evet derdim .

Hazret-i Ali şöyle demiştir; 'Hazret-i Yahya b. Zekeriya (aleyhisselâm) bir ara arpa ekmeğinden doya doya yedi ve o gece sabaha kadar uyuyup virdini terketti. Bunun üzerine Allahü teâlâ kendisine şöyle vahiy gönderdi:

Ey Yahya! Acaba benim evimden daha hayırlı bir ev mi buldun, yoksa benim komşuluğumdan daha iyi bir komşuluk mu buldun? Ey Yahya! İzzet ve celâlim hakkı için, eğer Firdevs'î görmüş olsaydın bedenindeki yağ erir ve nefsin ona kavuşmak için tenini terkederdi. Eğer sen, cehennemi bir defacık görmüş olsaydın, onun dehşetinden erirdin. Göz yaşlarından gözlerinden irinler akmaya başlardı ve Mesuh'tan sonra (Benî İsrail zamanında âbidlerin giydiği ve kara yünden yapılmış bir nev'i elbise) deri (veya demir) elbiseyi giyerdin.

Hazret-i Peygamber'e şöyle denildi:

'Filân adam, bütün gece namaz kılıyor, sabahladığı zaman hırsızlık yapıyor, (bunun hali ne olacak?) ' denilmesi üzerine Rasûlüllah (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'Onun yaptığı ibâdet, birgün onu yaptığı kötülükten menedecektir' buyurdu. (103)

-Allah o kişiden razı olsun ki, geceleyin kalkar, namaz kılar, sonra eşini uyandırır, o da namaz kılar; eğer eşi uyanmak istemezse yüzüne su serper. (104)

Allah, o kadından razı olsun ki, geceleyin kalkıp namaz kılar ve daha sonra kocasını uyandırır, o da namaz kılar. Eğer kocası uyanmazsa, onun yüzüne su serpmek suretiyle onu uyandırır. (105)

Kim geceleyin uyanır ve hanımını da uyandırır, sonra da ikişer rek'at namaz kılarlarsa, Allah'ı çokça zikredip anan, erkek ve kadınlar zümresine yazılırlar. (106)

Farz namazdan sonra en faziletli (nafile) namaz gece namazıdır. (107)

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) , Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivâyet eder:

Kim hizbinin (Kur'ândan okunan bir miktarın) tamamını veya bir kısmını tamamlamadan uyuyup geceleyin kalkmazsa, sonra o hizbini sabah namazı ile öğle namazı arasında okursa, sanki onu geceleyin okumuş gibi kendisine sevap yazılır. (108)

Ashâb'ın ve Âlimlerin Sözleri

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) gece virdinden bir ayet okuyamadığı zaman, bayılıp düşer, adetâ hasta ziyareti gibi kendisini ziyarete gelirlerdi.

İbn Mes'ûd (radıyallahü anh) gözleri uykuya daldığında kalkar, gece ibâdetine başlardı. Sabaha kadar arı kovanından gelen ses gibi sesi işitilirdi.

Süfyân es-Sevrî (radıyallahü anh) bir gece doya doya yemek yedi. Bunun üzerine kendisini kasdederek 'Eşeğin yemi arttıkça, çalışması da artırılır' deyip, o gece, sabaha kadar ibâdet etti.

Tâvus (radıyallahü anh) yatağının üzerine uzandığı zaman, ateşe tutulan sac üzerinde tenelerin zıplaması gibi hareketler yapardı. Sonra kalkar, sabaha kadar namaz kılardı. Sonra şöyle derdi: 'Cehennemi anmak ve hatırlamak, âbidlerin uykusunu kaçırmıştır'.

Hasan-ı Basrî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Gecenin zahmetinden daha şiddetli ve nefse daha ağır gelen ve bir de şu malın Allah yolunda infâk edilmesinden daha zor olan bir amel tanımıyorum'. Bu sözden sonra Hasan-ı Basrî'ye şöyle denildi: 'Teheccüd namazını kılanlara ne oluyor ki, yüzleri herkesin yüzünden daha iyi parlıyor?' Hasan-ı Basrî 'Onlar, Rahman ile başbaşa kaldıkları için Rahman nûrundan onlara bir nûr giydirmiştir' dedi.

Sâlihlerden biri seferden geldi. Kendisine bir döşek serildi. Döşek üzerinde o gecenin virdini geçirecek kadar uyku uyudu. Bundan sonra hiçbir zaman döşek üzerinde uyumamak üzere yemin etti. . . (109)

Abdülaziz b. Ebî Avvad gece olduğu zaman yatağına gelir, eliyle yatağı sıvazlar; 'muhakkak, sen yumuşaksın. Allah'a yemin ederim cennette senden daha yumuşak yatak vardır' deyip kalkar, bütün gecesini ibâdetle ihyâ ederdi.

Fudayl b. İyâz şöyle demiştir: 'Geceyi ilk başından ibâdetle karşılarım. Fakat uzunluğu her ne kadar beni korkutuyorsa da aldırış etmeyip, Kur'ân okumaya başlarım. Böyle sabahladığım halde yine de ibâdetten doymuş değilim'.

Hasan-ı Basrî şöyle demiştir: 'Kişi, günâh işler ve işlediği günâhtan ötürü gece ibâdetinden mahrum olup (bu büyük hazineyi elden kaçırır) '.

Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: 'Gecenin ibâdetine ve gündüzün orucuna muktedir olmadığın zaman, bilmiş ol ki sen mahrumsun. Ayrıca günâhların da çoğalmıştır'. (110)

Sile b. Uşeyn (radıyallahü anh) bütün gece namaz kılar, seher zamanı geldiğinde şöyle derdi: 'Ey rabbim! Benim gibi bir kimse cenneti istemez. (Çünkü yüzüm yok) . Fakat beni rahmetinle cehennemden koru!'

Bir adam, hükemadan birisine 'Ben gece ibâdetine kalktığım zaman zayıflıyorum; (bana ne tavsiye edersin?) ' deyince, o da şöyle bir tavsiyede bulundu: 'Ey kardeşim! Ne gündüzleri Allah'a isyan et, ne de geceleri ibadete kalk!'

Hasan b. Sâlih'in bir cariyesi vardı. O câriyeyi birisine sattı. Gece yarısı olduğu zaman câriye kalktı ve şöyle dedi:

-Ey evin sâkinleri! Namaza! Namaza!

-Galiba sabahladık, fecr oldu mu?

-Siz farz namazlardan başka namaz kılmıyor musunuz?

-Evet, biz farzdan başka namaz kılmıyoruz.

Bunun üzerine câriye, Hasan b. Salih'in yanına gelip, şöyle dedi. 'Ey efendim! Beni öyle birilerine satmışsın ki, farz namazdan başka namaz kılmıyorlar. Beni geri al!' O da geri aldı.

Rebî şöyle demiştir: 'Ben, İmâm-ı Şâfiî'nin evinde birçok gece yattım. Geceleri az bir zaman uyurdu.

Ebû Cuveyriye şöyle der: "Ben Ebû Hanîfe ile altı ay arkadaşlık yaptığım hâlde, bu müddet zarfında bir tek gece bile yanını yere koyarak yattığını görmedim. Ebû Hanîfe, ilk zamanlarında gecenin yarısını ibâdetle ihyâ ederdi. Fakat bir ara bir cemaatin yanından geçti. O cemaat, fısıldaşarak birbirlerine dediler ki: 'Bu kişi bütün geceyi ibâdetle ihyâ ediyormuş'. Bu sözü işiten Ebû Hanîfe (radıyallahü anh) 'Bende olmayan bir vasıfla vasıflandırılmaktan utanırım' deyip, bundan sonra bütün geceyi ihyâ etmeye başladı".

İmâm-ı A'zam'ın geceleyin yatmak için yatağının olmadığı söylenir.

Mâlik b. Dinar (radıyallahü anh) bir gece, akşamdan sabaha kadar şu ayeti durmadan tekrar etti:

Yoksa o kötülükleri işleyip duranlar, kendilerini îman edip sâlih ameller işleyenler gibi yapacağız, hayat ve ölümlerini bir tutacağız mı sandılar? Ne fena hüküm veriyorlar! (Casiye/21)

Muğire b. Habib şöyle anlatır: Mâlik b. Dinâr yatsı namazından sonra kalkarak abdest aldı. Sonra seccadesine yönelip sakalına yapıştı. Göz yaşları âdeta kendisini boğmaktaydı ve şöyle dedi:

Ey Allahım! Mâlik kulunun bu ak tüylerini ateşe harâm kıl. Ey rabbim! Cennetin sâkinlerini cehennemin sâkinlerinden ayırdetmek ve bölmek senin şânındandır. Acaba Mâlik kulun, hangi sınıfa dâhildir? Acaba bu iki evden hangisi Mâlik kulunun evidir?

Fecr doğuncaya kadar Mâlik b. Dinâr bu sözleri tekrar edip durdu.

Mâlik b. Dinâr diyor ki: 'Bir gece virdimi unutup uyumuştum. Bir de rüyamda gördüm ki, mümtaz bir güzelliğe sâhip bir câriye, elinde bir parça kağıt olduğu halde bana 'Sen bu kağıdı okuyabilir misin?' diye sordu. Ben 'Evet okuyabilirim' dedim. Bunun üzerine cariye, kağıdı elime tutuşturdu. Kağıtta şunlar yazılıydı:

Lezzetler ve temenniler, seni cennetlerdeki uysal ve beyaz (elâ gözlü) , hurilerden meşgul mü etti? Oysa cennette ebedî olarak yaşarsın, ölüm de yoktur ve cennetlerde güzel hurilerle beraber zevk u safâ sürersin. Uykundan uyan. Zira Kur'ân ile teheccüd kılmak uykudan daha hayırlıdır. (111)

Anlatıldığına göre Mesrûk hacca gittiğinde, Mekke'de kaldığı müddetçe hiçbir gece secde hâlinde olmaksızın uyumadı. Bütün uykusu secde hâlinde idi.

Abidlerden olan Ezhar b. Muğis şöyle anlatır: Rüyamda ehl-i dünya kadınlarına benzemeyen bir hatun gördüm. Kendisine dedim ki:

-Sen kimsin?

-Ben hurilerdenim.

-O halde benimle evlenir misin?

-Beni efendimden iste ve mehrimi ver de evlenelim,

-Senin mehrin nedir?

-Uzunca süren teheccüd ibâdetinin yapılması!

Yûsuf b. Mihran şöyle demiştir: 'Allah'ın arşının altında horoz şeklinde bir melek vardır. Pençesi inciden, ibiği yeşil zeberceddendir. Gecenin ilk üçte biri geçtiği zaman, iki kanadını çırpar ve öterek şöyle der: 'İbâdete kalkanlar, kalksınlar!' Gecenin yarısı geçtiği zaman, yine kanatlarını çırparak bağırıp şöyle der: 'Teheccüd kılanlar kalksınlar!' Gecenin üçte ikisi geçtiği zaman kanatlarını çırparak, bağırıp şöyle der: 'Namaz kılanlar kalksınlar!' Fecirde ise kanatlarını çırptıktan sonra bağırarak şöyle der: 'Günahları boyunlarına asılı olduğu halde gâfiller kalksınlar'.

Söylenildiğine göre, Vehb b. Münebbih el-Yemanî, otuz sene yanını yere koymamıştır. Kendisi şöyle demektedir: 'Evimde bir şeytan görmem, bir yastığı görmekten bana daha sevimli ve kolay gelir. Çünkü yastık, insanı uykuya dâvet etmektedir'. Vehb'in, ortası hurma lifi ile dolu ve deri yüzlü yastığımsı bir şeyi vardı. Uyku kendisini zorladığı zaman, göğsünü onun üzerine koyup birkaç defa sayıklar, sonra uykudan ürkerek derhal namaza kalkardı.

Seleften Rukbe b, Muskale şöyle anlatır: 'Rüyamda izzet sâhibi Allah'ı gördüm ve şöyle dediğini işittim: İzzet ve celâlim hakkı için Süleyman et-Teymî kulumun yattığı yeri keremimle donatacağım. Çünkü o kırk sene sabah namazını yatsı abdestiyle kıldı'.

Denilir ki: Bu zâtın ictihadına göre uyku kalbe karıştığı zaman abdest bozulur.

Kur'ân'dan önce inmiş semâvî kitapların bazılarında Allahü teâlâ'dan şu söz rivâyet edilmektedir: 'Benim gerçek kulum, kalkmak için horozların ötüşünü beklemeyen kimsedir'.

10-20

Gece İbadetine Kalkmayı Kolaylaştıran Zâhirî Sebepler

Gece ibâdeti halkın avam tabakası için zordur. Ancak zâhir ve bâtında gece ibâdetini kolaylaştıran şartları yerine getirmeye muvaffak olan (havass) kimseler için ise kolaydır. Bu ibadeti kolaylaştıran zâhirî şartlara gelince, onlar dört tanedir:

1. Fazla yememek, fazla içmemek ve dolayısıyla uykunun kendisine galip gelip gece ibâdete kalkmayı ağırlaştırmamaktır.

Şeyhlerden bazıları her gece sofranın başında dikilip şöyle diyordu:

- Ey mürid kitleleri! Fazla yemeyiniz ki, fazla içmeyesiniz ve dolayısıyla çok uyumuş olmayasınız. Bunu yaptığınız takdirde ölüm ânında çok üzüntü duymuş olacaksınız! Mideyi yemeğin ağırlığından hafifletmek, bu konuda en büyük temeldir.

2. Âzâlarını yorucu ameller yapmak sûretiyle nefsini bıktırmamaktır. Çünkü böyle yapıldığı takdirde âsab bozukluğu meydana gelir! Bu hastalık ise, fazla yemek gibi uykuyu celbedici bir hastalıktır.

3. Gündüz kaylulet uykusunu terketmemektir. Çünkü kaylulet uykusu gece ibadetine yardım eden bir Sünnet-i seniyyedir. (112)

4. Gündüz günah işlememek. Çünkü günahlar kalbi katılaştırır. Kalp ile rahmet sebeplerinin arasına bir perde gerilir.

Bir kişi Hasan-ı Basrî'ye (radıyallahü anh) şöyle der: 'Ey Ebû Said! Ben sapasağlam olarak uyuyorum ve gece ibadetine kalkmayı da seviyorum. Bunun için abdest suyumu hazırlıyorum. Fakat buna rağmen kalkamıyorum, sebebi ne ola ki?' Hasan (radıyallahü anh) 'Senin günahların sani sımsıkı bağlamış da (ondan kalkamıyorsun!) ' der.

Hasan-ı Basrî (radıyallahü anh) , çarşıya girdiği zaman alışveriş yapanların fuzulî ve mânâsız konuşmalarını dinleyip şöyle derdi: 'Zannedersem bu kimselerin gecesi kötü bir gecedir. Çünkü bunlar kaylulet uykusunu uyumuyorlar'.

Süfyân es-Sevrî şöyle der: 'İşlediğim bir günahtan ötürü beş ay gece ibâdetinden mahrum oldum'. Kendisine 'O işlediğin günâh neydi?' diye sorulduğu zaman "Bir kişiyi ağlarken gördüm. İçimden 'Bu adam samimi değil, riyakârdır' demiştim".

Seleften biri şöyle anlatır: Gürrez b. Vebre'nin huzuruna girdiğimde, onu ağlarken buldum. Kendisine şöyle sordum:

Aile efradından birinin ölüm haberi mi geldi ki, bu şekilde ağlıyorsun?

-Ondan daha kötü!

-Seni şiddetle sarsan bir hastalık mı var?

-Daha da kötü!

-O halde neymiş o?

Benim kapım kilitli, perdelerim sarkık olduğu halde ben bu gece kalkıp virdimi okumadım. Bunun sebebi mutlaka yaptığım bir günâhtan ileri gelmektedir. Oysa hayr, başka bir hayra insanı çağırmakta, şer ise, şerre çağırmaktadır. Hayr ve şerrin her ikisinin de azı çoğuna sürükler!

İşte bu hikmete binâen Ebû Süleyman Dârâni 'Bir kimsenin cemaatla kılınması gereken namazını bu şekilde kılmaması, mutlaka işlediği bir günâhtan ileri gelmektedir!' ve 'Gece ihtilâm olmak cezadır, cenâbet olmak uzaklıktır' derdi.

Âlimlerden biri şöyle demiştir: 'Ey miskin insan! Oruç tuttuğun zaman düşün, kimin yanında ve neyle iftar edeceksin? Zira kul, bazen bir lokmayı yer, o lokma onun kalbini istikametten saptırır ve o kalp, ilk durumuna bir türlü artık dönemez olur. Çünkü bütün günahlar kalbin kasvetini artırır ve gece kalkmasına mâni olur. Bütün günâhlardan daha fazla menfi tesir yapan şey, haram yemektir. Helâl lokma ise, kalbin temizlenmesine tesir edip kalbi hayra doğru sürükler. Onun yaptığı bu müsbet tesir, belki de hiçbir ibâdetten elde edilemez. Kalpleri deneme ile murakabe eden ve ilanı nizamın şahidliğiyle bu durumları sabit olanlar helâl lokmayı bilirler'.

Bu sırra binâen seleften biri şöyle demiştir: 'Nice lokmalar vardır ki, insanı gece ibâdetinden menederler! Nice düşünce ve bakışlar vardır ki, bir sûreyi okumaktan insanı meneder! Kul bir lokmayı yer veya bir harekette bulunur, ondan ötürü bir sene gece ibâdetinden mahrum olur! Nasıl ki, (gerçek şekilde) namaz kılmak, insanı her türlü fuhşiyat ve kötülük yapmaktan menediyorsa, fuhşiyat yapmak da öylece insanı namaz kılmaktan ve diğer hayırlı işleri yapmaktan meneder!'

Dinever şehrinde gardiyanlık yapanlardan biri şöyle diyor: "Ben otuz küsür sene gardiyanlık yaptım. Geceleyin suç üstü yakalananların hepsine 'Cemaatle yatsı namazını kıldın mı?' diye sorardım. Onlar da 'hayır' cevabını verirlerdi". İşte bu hâdise, cemâatin insanı fuhşiyat ve kötülükleri yapmaktan menedişine delâlet etmez de, neye delâlet eder?

10-21

Gece ibadetine Kalkınayı Kolaylaştıran Bâtınî Sebepler

Gece ibadetini kolaylaştıran bâtınî sebepler dört tanedir.

1. Kalbin müslümanlara buğzetmekten, bid'atlardan ve dünya kaygusundan pâk bulunmasıdır. Zira kalbinin bütün himmetini dünya işlerine hasreden bir kimsenin gece kalkıp ibadet etmesi mümkün değildir. Eğer kalkarsa da namazı hakkında değil, dünya kayguları hakkında düşünmeye dalar, vesveselerin içerisinde kıvranıp durur. Böyle bir kimsenin benzeri hakkında şöyle denilmiştir:

Kapıcı bana senin uykuda olduğunu haber verdi. Hâlbuki sen uyanık olduğun zaman da uyuyorsun!

2. Emelin kısaltılmasıyla beraber kalpten ayrılmayan ezici bir korkudur. Kişi âhiretin şiddetlerini, cehennemin o korkunç derekelerini düşündüğü zaman, elbette uykusu kaçar, tedbir alması ve hazırlıklı bulunması iştiyâkı oldukça kabarır. Nitekim Tavus b. Keysan şöyle demiştir: 'Cehennemin hatırlanması, âbidlerin uykusunu kaçırır!'

Basra'da Süheyl adlı bir köle bütün geceyi ibadetle ihyâ ederdi. Sâhibesi bir gün kendisine şöyle der:

-Senin geceleyin ibâdet edişin gündüz çalışmalarına zarar veriyor.

-Süheyl (kendisini kastediyor) ateşi hatırladığı zaman, uyku onu tutmaz!

Yine bütün geceyi ihyâ eden başka bir köleye şöyle denmiş:

-Neden böyle yapıyorsun?

-Ateşi hatırladığım zaman, korkum kabardıkça kabarır.

Cenneti düşündüğüm zaman da şevkim yükseldikçe yükselir. Bu bakımdan uyumaya kudretim yok!

Zünnûn-i Mısrî şöyle, demiştir:

Kur'ân, va'd ve vaîd ile gözleri gecelerde uyumaktan menetmiştir.

Onlar celâl sahibi hükümdarın kelâmını dinlemişlerdir. Bunun için onların boyunları, Zilletlerini Allah'ın izzeti önünde göstermek için O'nun rahmetine eğildi.

Yine aynı mânâyı ifade etmek için şöyle demişlerdir: Ey uzun uykulu ve uzunca gafletlere dalan insan! Çok uyku birçok hasret ve üzüntüleri gerektirir. Bil ki kabirde eğer oraya inersen (ki ineceksin) Ölümden sonra bir uyku vardır ki, uzadıkça uzar. .

Yine orada işlediğin günahlardan

Ve sevaplardan ötürü senin için döşek yakılmıştır.

Ölüm meleğinin geceleyin ansızın gelmeyeceğinden emin misin?

Oysa nice emin kimseler vardır ki, Kapıları geceleyin ansızın çalınmıştır İbn Mübarek şöyle demiştir:

Gece, zifirî karanlığa büründüğü zaman, onu kucaklarlar.

Rükû'da oldukları hâlde üzerlerine şafak doğar.

Korku, uykularını kaçırmıştır.

Bunun için dimdik ayaktalar.

Dünyada emin olanlar ise, mışıl mışıl uyumaktadırlar.

3. Gece ibâdetinin faziletini bu konuya delâlet eden âyet, haber ve eserleri dinlemek sûretiyle bilmeli ki, ümidi kuvvetlensin ve sevaba karşı şevki artsın. Şevk de kendisini daha fazla sevap ve cennetlerin derecelerini elde etmeye teşvik etsin. Nitekim hikâye ediliyor ki, sâlihlerden birisi gazadan dönerken hanımı kendisi için

(yumuşacık bir) yatak seriverdi ve (yatağın üzerinde) oturarak kendisini beklemeye başladı. O ise camiye girdi, sabaha kadar aralıksız ibâdete devam etti. Hanımı 'Seni uzun bir süre bekledim;sen ise seferden dönüş yaptığın hâlde sabaha kadar namaz kıldın?' deyince, o zat 'Ben bütün gece cennet hurilerinden birisini düşündüğüm için seni ve evi unuttum. Müstakbel sevgilimin aşkı ile gecenin bütününü ibadete hasrettim' dedi.

4. İbâdete teşvik eden gizli vesilelerin en şereflisi bulunan dördüncü vesile, Allah'ı sevmek, ibadetinde konuştuğu her harf ile rabbine münâcaat ettiğine, rabbinin ise kalbine gelen mânâları bile müşahade etmekle beraber, her hâline vâkıf ve muttali olduğuna sarsılmaz bir tarzda inanmaktır. Yine inanmalı ki kalbine gelen o mânâlar da Allah'tan gelen ve kendisiyle yaptığı hitap ve konuşmalardır. Bu bakımdan kul Allah'ı sevdiği zaman, şüphesiz ki, Allah ile başbaşa kalmayı da sever ve onun münâcâtından lezzet alır. Böylece sahibi ile yaptığı münâcattan lezzet duymayı uzak bir ihtimal saymak uygun değildir. Zira böyle bir lezzetin varlığına hem akıl, hem de nakil şâhidlik eder!

Aklın Şahidliği

Güzelliğinden ötürü herhangi bir şahsa veya nimet ve servetinden dolayı pâdişaha aşık olanın hâli dikkate alınsın ve ibretle bakılsın ki, bu âşık, mâşuku ile başbaşa kaldığında münâcâtından nasıl lezzet alıyor? Tâ sabahlara kadar nasıl da uyku kendisini tutmuyor?

Şayet 'Güzele bakmak insana bir zevk verir. Allahü teâlâ ise, görülmez' dersen; bil ki, eğer güzel olan sevgili perdenin arkasında veya karanlık bir evde bulunuyorsa dahi âşık ona bakmaksızın ve hiçbir şey ummaksızın sadece O'nun komşusu olmaktan lezzet, O'na âşık olduğunu izhâr etmek ve duyulacak bir yerden ağzıyla bunu ikrar etmekten zevk alır. Her ne kadar onun böyle olduğu sevgiliye mâlum ise de. . .

Eğer 'Âşık mâşukun cevabını bekler ki onun cevabını işitmekle lezzetlensin. Oysa Allahü teâlâ'nın konuşmasını kulağıyla dinleyemez' dersen; bil ki, Allah'ın âşığı olan zât, Allah'ın kendisine cevap vermeyeceği ve bütün sızlanışlarına rağmen sükût edeceğini bilir. Bu bakımdan Allah âşığının da hâlini Allah'a arzetmekten alacağı bir lezzet ve gizlisini O'nun huzuruna çıkarmasından elde edeceği bir zevk vardır. Nasıl mı? Allah'a yakîn derecesinde inanan bir kimse, münâcâatı esnasında hatırına gelen her şeyi Allah'tan diler ve dolayısıyla lezzet alır. Pâdişah ile başbaşa kalıp, gece karanlığında ihtiyaçlarını pâdişaha arzeden bir kimse, pâdişahın vereceği nimetleri umduğundan ötürü lezzetlendiği gibi. . . Oysa Allah hakkındaki ümit daha doğru ve Allah nezdindeki nimet daha hayırlı, daha devamlı ve başkasının yanındaki nimetlerden daha faydalı ve garantilidir. Bu bakımdan tenhalarda ihtiyacını Allah'a arzeden bir kimse nasıl olur da bu arzedişinden lezzet almaz?

Naklin Şahidliği

Bu hakikatin varlığına gece ibadetine devam edenlerin o ibâdetten lezzet aldıkları, âşıkın visal gecesini kısa saydığı gibi geceyi kısa saydıkları şâhidlik etmekte ve delil olmaktadır.

Hatta aşıklardan birine 'Gece ile aran nasıl?' diye sorulduğunda, şöyle demiştir: 'Ben onu hiçbir zaman doyasıya görmedim. Çünkü yüzünü bana gösteriyor, daha bakmadan dönüp gidiyor'.

Başka biri de şöyle der: 'Benimle gece iki koşu atıyız; bazen o beni geçer, şafağa varır, bazen de beni düşünmekten keser'.

Yine aşıklardan birine 'Senin için gece nasıl geçiyor?' denildiğinde, şöyle demiştir: 'Benim için gece bir saattir. O saatte iki durum arasındayım, Geldiği zaman onun karanlığı ile seviniyorum, doğduğu zaman onun fecri ile üzülüyorum. Ondan ötürü, sevgim, şimdiye kadar hiç bir zaman tamam olmuş değildir'.

Ali b. Bekkâr şöyle demiştir: 'Kırk seneden beri fecrin doğuşundan başka beni üzen birşey olmamıştır'.

Fudayl b. İyaz şöyle demiştir: 'Güneş battığı zaman, rabbimle başbaşa kalacağım için karanlığa seviniyorum, doğduğunda halkın gelip beni meşgul edeceğinden korktuğumdan ötürü üzülüyorum'.

Ebû Süleyman ed-Dârânî şöyle demektedir: 'Gece ehli, gecelerinden, oyun ehlinin oyunlarından aldıkları lezzetin daha âlâsını alırlar. Eğer gece olmasaydı dünyada kalmayı sevmezdim'. Yine şöyle demiştir: 'Eğer Allahü teâlâ, gece ehline amellerinin sevabına karşılık olarak onlara verdiği lezzeti saysaydı, muhakkak ki o zevk amellerinin sevabından daha fazla olurdu'.

Alimlerden biri şöyle demiştir: 'Cennet ehlinin nimetine benzer bir vakit (nimet) dünyada yoktur. Meğer ki, Allah'a yalvarıp duran kimselerin kalplerinde taşıdığı gece münâcâtının tadı ve zevki ola. . . '

Biri de şöyle demiştir: 'münâcât lezzeti dünyadan değildir. O lezzet ancak cennettendir. Allahü teâlâ onu velî kullarına izhar buyurmuştur. Onlardan başkası o lezzeti duyamaz'.

İbn Münkedir113 şöyle demiştir: 'Dünya lezzetlerinden ancak üç şey kalmıştır: a) Gece ibâdeti, b) Arkadaşların bir araya gelmesi, c) Cemâatle kılınan namaz'.

Âriflerden biri şöyle der: Allahü teâlâ, seherlerde uyanık kullarının kalplerine bakar ve onların kalplerini nûrlarla doldurur.

Böylece ilâhî faydalar onların kalplerinin üzerine yağar, kalpler nûrlanır, sonra onların kalplerinden o şifalar (nûrlar) gâfillerin kalplerine serpilir'.

Âlimlerden biri şöyle demiştir: Allahü teâlâ seher zamanında cennete bir bakış yapar; bunun üzerine cennet parıl parıl parlayıp ışıklarla donatılır, sonra tir tir titrer, yaklaşır, güzelliği gittikçe artar ve bir milyon kat daha genişler. Sonra cennet der ki: 'muhakkak Mü'minler felâha kavuşur'. Bunun üzerine Allahü teâlâ şöyle buyurur:

Ey cennet! Ne mutlu sana! Hükümdarlara mahsus saraylardan ibaretsin, İzzet, celâl ve yüceliğime yemin ederim, sende cebbar, cimri, mütekebbir ve gururlananlar durmayacaklardır.

Allahü teâlâ Arş'a da bir bakış yapar, Arş da bir milyon kat daha genişler. O katların her birisinin varlığıyla Allahü teâlâ da bir milyon ilme sâhip olur. O ilimlerin her birinin genişliğini ancak Allah bilir. Bütün bunlardan sonra Arş tir tir titremeye başlar. Arş'ı yüklenen meleklere Arş ağır gelir. Öyle ki onlar birbirine girerler. Oysa onlar Allahü teâlâ'nın yaratıklarının sayısı kadar, belki daha fazladırlar. Bunun üzerine Arş şöyle der: 'O, ancak O'dur'.

Eski âlimlerin biri şöyle der: Allahü teâlâ sıddîklardan birine şöyle ilham etti:

Kullarımdan bir grup var; ben onları, onlar da beni severler, ben onlara onlar da bana iştiyak duyarlar. Ben onları anarım, onlar da beni anarlar; onlar bana, ben de onlara bakarım. Eğer sen onların yolunda yürürsen seni severim, eğer onların yolundan saparsan senden nefret ederim!

Ârif 'Ey rabbim o kullarının nişanı nedir?' diye sorunca, Allahü teâlâ şöyle buyurdu:

Çobanın güttüğü sürüyü gözettiği gibi, onlar da gündüzlerin ibadetlerini zamanında yapmak için gölgeleri gözetlerler. Kuşun yuvasına meyletmesi gibi, onlar da güneşin batışına meylederler. Ne zaman gece onları karanlığıyla örter, karanlık artıp koyulaştığında, her âşık maşuku ile başbaşa kaldığında, o kullarım o zaman ayakları üzerinde bana doğru dikilirler, yüzlerini bana çevirirler, benim kelâmımla beni anarlar ve benim vermiş olduğum nimetlerimle bana temellük ederek yavarırlar. Onlar, çağırıp ağlayan, âh çekip isyanından şikâyet edenler arasındadırlar. Benim için katlandıkları zahmetleri benim gözümle görülmekte, muhabbetimden ötürü çektikleri ızdıraplar! benim kulağımla dinlenilmektedir. Onlara ilk verdiğim nimet (şudur) ; onların kalbine nûrumu doldururum. Bu sayede onlardan haber verdiğim gibi, onlar da benden haber verirler. Vereceğim nimetlerin ikincisi, eğer yedi kat gök, yedi kat yer ve onlarda bulunan varlıkların tamamı terazilerine konsa, yine bu nimetleri onlar için az görüyorum. Onlara vereceğim üçüncü nimet ise, yüzümle onlara yöneleceğim. Acaba yüzümle kendisine yöneldiğim bir kimseyi sen nasıl görürsün? (Böyle bir kimsenin mertebesi elbette çok büyüktür) Acaba hiç kimse kendisine neyi irade ettiğimi bilir mi?

Mâlik b. Dinar (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Kul geceleyin kalkıp teheccüde başlarsa Allahü teâlâ (mânen) o kula yaklaşır. Selef-i Sâlihîn kalplerinde hissettikleri incelik, tatlılık ve nûrların, Allahü teâlâ'nın kalbe yaklaşmasından olduğuna kanaat ederlerdi'.

Bu hususun -Kitab'ul-Muhabbet'de işaret edileceği gibi- bir sırrı ve tahkiki vardır. Allahü teâlâ'nın şöyle dediği rivâyet edilir: 'Ey kulum, ben senin kalbine yaklaşan Allahım, gaybda nûrumu görmüştün'.

Müridlerden biri, şeyhine uzun uzadıya gece uykusuz kalışından şikayet edip, şeyhinden uykusuna celbedici bir çareyi söylemesini talep eder. Şeyhi 'Ey oğlum! Bil ki, Allahü teâlâ'nın gece ve gündüzde esen rahmet meltemleri vardır. Onlar ancak uyanık kalplere isabet edip uyuyan kalplerden uzak eserler. O halde sen kalbini o esintilere karşı açık tut' der. Mürid 'Efendim, beni öyle bir hâle soktunuz ki, artık ne gece, ne de gündüz uyuyamam' der. Bunun üzerine şeyhi 'Bil ki, bu esintiler, geceleyin daha fazla umulur. Çünkü gece kalkışında kalbin saflığı ve her türlü meşguliyetin bertaraf edilmesi vardır' diye cevap verir.

Sahih bir haberde Câbir b. Abdullah, Hazret-i Peygamber'den (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle rivâyet eder:

Gece bir saat vardır ki o saatte müslüman bir kul Allahü teâlâ'dan hayırlı bir iş istediği takdirde Allahü teâlâ ona o hayrı muhakkak ihsan buyurur. (114)

Diğer bir rivâyet şöyledir: 'Kul, o saatte dünya ve âhiret işinden hayırlı bir işi Allah'tan talep ederse, Allahü teâlâ muhakkak o kuluna onu ihsan buyurur'.

Bu saat, her gecede mevcuttur. Zaten geceleyin ibadete devam edenlerin hedefi, bu saattir. Kadir gecesinin Ramazan ayında ve şerefli saatin cuma gününde gizlenmiş olduğu gibi, bu saat de gecenin içinde gizlenmiştir. O saat, daha önceden bahsi geçen rahmet rüzgârlarının estiği saattir. Allah daha iyi bilir.

85) Ebû'l-Velid Yunus b. Ubeydullah ve Taberânî

86) (Hişam b. Urve'den)

87) Tirmizî ve İbn Mâce

88) Namaz bölümünde geçmişti.

89) İbn-i Mübârek

90) Ebû Şeyh

90) İmâm Irakî, bu hadîsin aslına rastlamadığını kaydeder.

91) Namaz bölümünde geçmişti

93) Müslim ve Buharı, (Ebû Hüreyre'den)

94) Müslim ve Buharî, (İbn Mes'ûd'dan)

95) Taberânî, (Enes'ten)

96) Adem b. Ebî İyas, (mürsel olarak) . Farz kılardım' cümlesinden maksat; 'Allah'a farz kılması için müracaatta bulunacaktım' demektir.

97) Müslim

98) Müslim ve Buharî

99) İmâm Irâkî'ye göre bu hadîs uydurma'dır.

100) Tirmizî, (Bilâl'den) ; Taberânî ve Beyhakî, (Ebû Umâme'den)

101) Ebû Dâvud ve Nesâî, (Hazret-i Âişe'den)

102) İbn Eb'id-Dünya, (İbn Muhalled'den mürsel olarak)

103) İbn Hıbbân, (Ebû Hüreyre'den)

104) Ebû Dâvud ve İbn Hıbbân

105) Ebû Dâvud ve İbn Hıbbân

106) Ebû Davud ve Nesâî, (Ebû Said ve Ebû Hüreyre'den sahih bir senedle)

107) Müslim, (Ebû Hüreyre'den)

108) İmâm-ı Ahmed, Dârimi, İbn Huzeyme, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce, Ebû Yâ'lâ ve İbn Hıbbân, (İbn Ömer'den)

109) Künyesi Ebû'l-Fadl, lâkabı Şazan'dır. İbn Hıbbân sika (güvenilir) olduğunu söylemiştir. Buhârî ve Nesâi kendisinden hadîs rivâyet etmişlerdir

110) Tâbiîndendir. İbn-i Abbâs dahil birçok sahabîden hadîs rivâyet etmiştir.

111) Tâbiînin birinci tabakasındandır. Hicrî 63 yılında -61 yaşındayken-vefat etmiştir.

112) İbn Mâce, (İbn-i Abbâs'tan)

113) Muhammed b. Münkedir b. Abdullah b. Hüdeyr, Teymî soyuna mensuptur, Medinelidir. Hicrî 130 senesinde vefat etmiştir.

114) Müslim

10-22

Geceyi Taksim Yolları

Miktar bakımından geceleri ihyâ etmenin yedi mertebesi vardır:

1. Bütün Geceyi İhyâ Etmek

Böyle yapmak, sadece Allah'ın ibadetine tecerrüd eden ve münâcâatından lezzet alan, îmanı kuvvetli olan kimselerin kârıdır. Bu kimselere bu şekilde ibadet etmek, ruhlarına gıda ve kalplerine hayat olur. Bunlar, ibadetin uzunluğundan yorulmazlar. Uykuyu ise, halkın meşgul bulunduğu gündüze naklederler. Bu tarzda ibâdet yapmak, selef-i sâlihînden bir cemaatin yolu idi. Bunlar sabah namazını yatsı namazının abdesti ile kılarlardı.

Ebû Tâlib el-Mekkî şöyle anlatır: Tevatür ve iştihar yoluyla tâbiinden kırk kişinin böyle yaptığı rivâyet edilmiştir. Hattâ bu kırk kişinin içinden bu şekilde kırk sene devam edenleri bile vardır'.

Medineli Said b. Müseyyeb, Saffan b. Selim, Mekkeli Fudayl b. İyaz ve Vüheyb b. Verd, Yemenli Tavus ve Vehb b. Münebbih, Kûfeli Rebî b. Hayseme ve Hakem, Abadanlı Ebû Süleyman ed-Darânî ve Ali b. Bekkâr, Acemistanlı Habib Ebû Muhammed ve Ebû Câbir, Basralı Mâlik b. Dinar, Süleyman Et-Teymî, Yezîd er-Rekkaşî, Habib b. Ebî Sâbit, Yahya el-Buka ve Kehmes b. Minhal'ın bu şekilde devam edenlerden olduğunu Ebû Tâlib el-Mekkî söylemektedir.

Bu zevattan Kehmes b. Minhâl ayda doksan defa Kur'ân-ı Kerîm'i hatmederdi. Anlamadığı ayetleri ikinci bir defa tekrar ederek okurdu. Yine Medinelilerden Ebû Hâzım (Seleme b. Dinar el-Arec) . Muhammed b. Münkedir b. Hüseyin ve sayılamayacak denli bir cemaat böyle yapardı.

2. Gecenin Yarısını İbadetle İhya Etmek

Bu şekilde yapan selef-i sâlihînin haddi hesabı yoktur. Bu konuda tâkip edilen en güzel yol, gecenin ilk üçte bir kısmıyla son altıda birini uyumaktır ki ibâdeti gecenin tam ortasına isabet etsin. Zira böyle yapmak daha efdaldir.

3. Gecenin Üçte Birinde Kalkmak

Bu bakımdan gecenin ilk yarısını ve son altıda birini uyku ile geçirmelidir. Kısaca gecenin sonunda uyku güzeldir. Çünkü bu uyku, gündüz uyuklamayı giderir. (Bu ise büyük bir kârdır. Zira selef-i Sâlihîn gündüz uyuklamayı kerih görürlerdi ve aynı zamanda gecenin sonunda uyumak benizin sarılığını onunla elde edilen ve (bir felâket olan) şöhreti azaltır. Eğer kişi gecenin çoğunu ibadetle geçirir, fakat seher vaktinde uyursa, benizin sarılığı azaldığı gibi, gündüz uyuklaması da azalır.

Âişe validemiz 'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) gecenin sonunda vitir namazını kıldığı zaman, eğer hanımlarına ihtiyacı olursa onlara yaklaşırdı. Eğer ihtiyacı yok ise Bilâl-i Habeşi gelip (sabah) namazı için ezan okuyuncaya kadar seccadesinin üzerine uzanıp yatardı' demektedir. (115)

Yine Aişe validemiz şöyle demiştir: 'Seherden sonra mutlaka Rasûlüllah'ı uyuduğu halde görürdüm'. (116)

Hatta seleften bazıları; sabah namazından önceki uykunun sünnet olduğunu söylemişlerdir.

Ebû Hüreyre de böyle diyenlerdendir. Bu vakitte uyku, gayb perdelerinin arkasındaki müşahede ve mükâşefenin sebebidir. Bu ise, ancak erbâb-ı kulûb içindir. Bu uykuda günün ilk virdine yardım edecek istirahat vardır.

Gecenin son yarısının üçte birini ibadetle ihyâ etmek ve son altıda birini uyumak Hazret-i Dâvud'un âdetidir.

4. Gecenin Altıda veya Beşte Birini İbadetle Geçirmek

Bunun en faziletli şekli; gecenin son yarısında ve son altıda birinden önce olmasıdır. . .

5. Zamanı Gözetmeksizin İbâdete Dalmak

Bu şekilde yapılan ibadet, ancak kendisine vahiy gelen peygambere veya ayın yirmisekiz burcunu bilen veya kendisini murâkabe edip ibadete devamlılığını sağlayan veya kendisini uyandıracak bir kimseyi vazifelendiren kimseler için müyesser olabilir. Sonra bu kişi, bulutlu gecelerde çoğu zaman muztarib olur. Fakat buna rağmen gecenin başlangıcından uyku kendisine galebe çalıncaya kadar ibadet eder. Ne zaman uyanırsa, yine kalkar ibadete devam eder. Uyku kendisine bir daha galip gelirse yine uyur. Bu bakımdan bu kişinin gecede iki uykusu ve iki kalkışı vardır. Bu ise amellerin en zorlusu ve en faziletlisidir. Böyle yapmak Hazret-i Peygamber'in ahlâkındandır. (117)

Seleften biri şöyle demektedir: 'Bu uyku ilk uykudur. Bu uykudan uyandığım zaman, yeniden uykuya dönersem, Allahü teâlâ gözümü uyutmasın?'

Rasûlüllah'ın miktar bakımından (bir takdir ve tahdid ile) kalkıp ibâdet etmesine gelince; ibâdet yapması, sadece bir tertip üzere değildi. Bazen gecenin yarısını ibâdetle geçirirdi. Bazende üçte ikisini yahut üçte birini veya altıda birini ibadetle geçirirdi. Rasûlüllah'ın ibadet yapması çeşitli gecelerde vâki olurdu. Cenâb-ı Hakkın Müzzemmil sûresinin iki yerindeki hükm-i ilâhîsi böyle yaptığına delâlet eder:

Rabbin senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını, (Müzzemmil/20)

Gecenin üçte ikisinden daha az zaman ile, gecenin yarısı ile altıda birinin yarısı kastediliyor gibidir. Eğer âyetteki Nısfehu ve sülüsehu kelimeleri esre ile okunursa, o vakit üçte ikinin yarısı ile üçte biri demektir. Bu bakımdan gecenin üçte ve dörtte birine yaklaşır. Eğer mezkûr kelimeler üstün ile okunursa gecenin yarısı olur.

Aişe validemiz (radıyallahü anh) şöyle demiştir: 'Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , horoz'un ötüşünü işittiği zaman, ibâdete kalkardı. Rasûlüllah'ın bu kalkışı, gecenin altıda biri ve daha azıdır'. (118)

Sahâbîlerden birçok kimse şöyle anlatır: 'Rasûlüllah'ın (sallâllahü aleyhi ve sellem) seferdeki gece namazını gördüm. Yatsıdan sonra bir zaman uyudu. Sonra uyanıp göklere baktı ve Âl-i İmrân sûresinin 191. ayetinden, 194. ayetine kadar okudu. Sonra yatağından bir misvak çekerek onunla ağzını misvakladı, abdest aldı ve namaz kıldı. Öyle ki uyuduğu kadar namaz kıldığı kanâatine vardım. Sonra uzandı; ben namaz kıldığı kadar uyudu dedim. Sonra uyandı ve ilk uyandığı zaman dediklerinin ve yaptıklarının aynısını yaptı'. (119)

6. Dört Veya İki Rek'at Kılacak Kadar Kalkmak

Bu mertebe, en düşük mertebedir. Abdest alması mümkün olmayan bir kimse kıbleye yönelip bir saat kadar oturduğu yerde zikir ve duâ ile meşgul olmalıdır. Böyle yaptığı takdirde Allah'ın fazlı ve keremi olarak geceyi ihyâ edenler defterine yazılır.

Bir koyunu sağmak kadar da olsa geceleyin kalk ve namaz kıl! (120)

İşte gece namazının taksimat şekilleri bunlardır. Bu nedenle mürid için bu yollardan hangisi kolay ise, onu kendisine seçmelidir. Müride gecenin yarısında kalkmak zor geliyorsa, akşam ve yatsı arasını ihya etmeli ve yatsıdan sonraki virdi ihmâl etmemelidir. Seher vaktinde sabahtan önce kalkmalıdır ki, sabah kendisine uykuda olduğu halde yetişmesin ve böylece gecenin ilk başında kalkmış olsun. Yedinci Mertebe budur. Ne zaman gecenin taksiminde takdire bakılırsa bu mertebelerin tertip ve tanzimi vaktin uzunluk ve kısalığına göredir.

Beşinci ve yedinci mertebede ise, zaman miktarına bakılmaz. Bu bakımdan, bu iki mertebenin daha önce veya daha sonra yapılması hususu, beliren tertip üzere cereyan etmez. Zira, yedinci mertebe, altıncı mertebede zikredilenlerden daha az değildir. Beşinci mertebe ise dördüncüden daha az değildir.

115) Müslim

116) Buharî ve Müslim

117) Buharî ve Müslim

118) Buharî ve Müslim

119) Nesâî

120) Ebû Yâ'lâ

10-23

Faziletli Geceler ve Günler

Geceler

Fazla faziletle donatılmış ve ihyâ edilmesi daha güzel ve faydalı olan geceler, bütün senede onbeş gecedir. Allah'ın cemâlini arayan bir müridin bu gecelerden gâfil olması güzel bir hareket değildir. Çünkü bu geceler hayırların mevsimi ve ticaretlerin de tanzim edildiği zamandır. Tâcir bir kimse mevsimlerin değerlendirmesinden gâfil olduğu zaman, kâr edemeyeceği gibi, mürid de vakitlerin faziletlerinden gâfil bulunduğu zaman zaferi elde edemez.

Bu gecelerin altısı Ramazan ayındadır. Beşi, son on günün tek gecelerindedir. Zira, son on günün tek gecelerinde Kadir gecesi aranmalıdır, altıncısı ise Ramazan-ı şerifin onyedinci gecesidir. Bu gece öyle bir gecedir ki sabahında Kur'ân inmiş ve iki ordu karşı karşıya gelmiştir. Bedir muharebesi de bugün de olmuştur.

Abdullah b. Zübeyr (radıyallahü anh) , onyedinci gecenin Kadir gecesi olduğunu söylemiştir. Faziletli gecelerden olan diğer dokuz geceye gelince, onları da şöyle sıralayabiliriz:

a) Muharrem ayının birinci gecesi

b) Aşure gecesi (Muharrem ayının onuncu gecesi)

c) Receb ayının birinci gecesi

d) Receb ayının onbeşinci gecesi

e) Receb ayının yirmiyedinci gecesi -ki bu gece mi' rac gecesidir ve bu gecede kılınması gereken bir namaz rivâyet edilmiştir.

Nitekim Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Bu gece ibâdet edene yüz senenin sevabı vardır. Bu bakımdan bu gecede oniki rek'at namaz kılıp her rek'atında Fâtiha sûresi ile Kur'ân'ın diğer bir sûresini okuyup, iki rek'atte teşehhüdde oturup sonunda selâm veren bir kimse, daha sonra 'Allah her türlü eksiklikten münezzehtir. Hamd Allah'a, mahsustur. Allah'tan başka ilâh yoktur ve Allah her şeyden yücedir' duâsını yüz defa, yüz defa istiğfar, yüz defa da salâvat-ı şerife okuyup kendisi için dünya va âhiret işlerinden dileğini istemelidir, o gün oruçlu olarak sabahlarsa, bütün dûasını Allahü teâlâ kabûl eder. Meğer ki mâsiyet (günah) için duâ eyleye. . . (121)

f) Şabanın onbeşinci gecesi. Bu gecede yüz rek'at namaz vardır. Herbir rek'atın Fatihasından sonra on İhlâs-ı Şerif okumalıdır. Selef-i Sâlihîn -nâfile namazların bahsinde söylediğimiz gibi- bu namazı terketmezlerdi.

g) Arefe gecesi

h) Ramazan Bayramı gecesi

i) Kurban Bayramı gecesi. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

İki bayram gecesini ibâdetle ihyâ eden herhangi bir kimsenin kalbi, kalplerin öldüğü günde ölmez. (122)

Günler

Faziletli günlere gelince onlar ondokuz gündür. O günlerde virdlere aralık vermeksizin devam etmek müstehabdır. O günler şunlardır:

1. Arefe

2. Aşûre

3. Receb ayının yirmiyedinci günü. Bu günün büyük bir şerefi vardır. Ebû Hüreyre Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle söylediğini rivâyet eder:

Her kim ki, Receb ayının yirmiyedinci gününde oruç tutarsa, Allah , o kimseye altmış ay oruç tutmuş gibi sevap yazar. (123)

Bugün, Cebrâil'in Hazret-i Muhammed'e peygamberlik getirdiği gündür.

4. Ramazanın onyedinci günü ki bu gün Bedir savaşının olduğu gündür.

5. Şâban ayının onbeşinci günü

6. Cuma günü

7. Ramazan bayramı

8. Kurban bayramı günleri

9. Zilhicce'nin 'el-Eyyâm'ul-Ma'lûmât' diye anılan on günü ve el-Eyyâm'ul-Ma'dûdât' diye anılan teşrik günleri

Enes (radıyallahü anh) Hazret-i Peygamber'den (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle rivâyet eder:

Cuma günü sağlam geçerse, haftanın diğer günleri sağlam geçer. Ramazan ayı sağlam geçtiği zaman, bütün sene sağlam geçer.

Âlimlerden biri 'Kim dünyada bu beş günde (ciddî bir çalışmaya sarılıp) zahmetler çekerse, o kimse âhiret gününde herhangi bir zahmete uğramaz' demiştir. . Beş günden şu günler kasdedilmektedir: İki bayram, cuma, arefe ve aşûre günleri.

Haftanın faziletli günleri, perşembe ile pazartesi günüdür. Bu iki günde ameller Allah'ın huzuruna götürülür. Biz Kitabu Esrar'is-Savm (Orucun Sırları) bölümünde oruç tutulacak faziletli ayları ve günleri belirtmiştik. Bu nedenle bir daha tekrara gerek bulunmamaktadır. Allah'ul-A'lem!

Hazret-i Muhammed'e, âline, ashâbına ve tüm salih kullara salât ve selâm olsun!

121) Ebû Musa el-Medenî

122) İbn Mâce

123) Ebû Mûsâ el-Medenî