20-1

Giriş

Hamd Allah'a mahsustur. O her şeyi yaratmış, yaratılışını ve terkibini güzel yapmıştır. O Allah ki, peygamberi Hazret-i Muhammed'i edeplendirmiş ve onu edeplendirmeyi en güzel şekilde yapmıştır. Onun vasıflarını ve ahlâkını tertemiz kıldıktan sonra onu seçilmiş kul ve dost edinmiştir. O Allah ki, herhangi bir kulunun tertemiz olmasını irade ettiği zaman, o kulunu Muhammed'e uymak hususunda başarılı kılmıştır. O Allah ki, mahrum etmek istediği herhangi bir kimseyi Hazret-i Muhammed'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) ahlâkıyla ahlâklanmaktan mahrum bırakmıştır. Allahü teâlâ peygamberlerin seyyidi, efendimiz Hazret-i Peygamber'e ve onun tertemiz âline ve ashâbına salât ve selâm etsin!

Zahirin edepleri, bâtının edeplerinin unvan ve belirtileridirler. Azaların hareketleri, iç âlemdeki tasavvurların meyveleridir. Ameller, ahlâkların neticesidir. Edepler, marifetlerin sızıntısıdır. Kalplerin sırları, fiillerin kaynaklarıdır. Sırların nurlarıdır ki, zahirin üzerine doğar. Onu süsler ve pırıl pırıl parlatır. Zahirin çirkinliklerini ve nahoşluklarını güzellikle değiştirir. Kalbi korkmayan bir kimsenin azaları korkmaz. Göğsü ilahi nûrların penceresi olmayan bir kimsenin zahiri üzerine nübüvvet (peygamberlik) edeplerinin cemâli feyezan etmez. Ben bu kitabın 'İbadetler' bölümünü maişet âdâbını toplayan bir bahisle sonuçlandırmak azmindeydim ki, maişet âdâbını arayanlar, onu bu kitabın tümünden çıkarmak suretiyle zorluğa girmesinler. Sonra baktım ki, bu Âdetler bölümünün her kitabı edeplerin bir kısmını zikretmiştir. Onları yeniden tekrar etmenin bana ağır geleceğini düşündüm. Çünkü tekrarı istemek ağırdır. Nefisler tekrarları sevmeyecek şekilde yaratılmıştır.

Hazret-i Peygamberin yaratıkların en şereflisi, rütbece en yücesi, kıymetçe en yükseği olduğuna her biri teker teker şahitlik eden o güzel ahlâklarının müşahedesiyle bütün edeplerle beraber îmanın tecdid ve takviyesi kişide bulunsun diye, bu bölümde sadece Hazret-i Peygamberin edeplerini ve isnad ile kendisinden rivâyet edilen ahlâklarını zikretmek istedim. Bu bakımdan onların isnadlarını atmak suretiyle tümünü fasıl fasıl zikredeceğim. Bu ahlâkların bir tanesi bile Hazret-i Peygamber'in en şerefli, en yüce ve en kıymetli olduğuna delâlet eder. Bunların tümü buna nasıl delâlet etmesin!

Sonra onun ahlâkını anlatmaya, yaratılışını anlatmayı da ekleyeceğim. Sonra haberlerle doğruluğu sabit olan mucizelerinin zikrini ekleyeceğim ki ahlâkların en şereflisinden bahsedilmiş olsun ve nübüvvetini inkâr edenlerin kulaklarından sağırlık pasını söksün. Tevfikin velisi ve vericisi Allah'tır ve bu zikredeceğimiz mucizeler hilkat ve ahlâk sayesinde ahlâkta, hâllerde ve diğer dinî esaslarda peygamberlerin efendisine uyulsun. Çünkü şaşkınların sığınağı ve zor durumda kalanların imdadına koşandır o. . .

Biz burada önce Allah'ın Kur'ân ile Hazret-i Peygamber'i terbiye etmesini beyan edelim. Sonra onun güzel ahlâkının tümünü açıklayalım. Sonra onun edep ve ahlâkının bir kısmını beyan edelim. Sonra konuşmasını ve gülmesini izah edelim. Sonra yemek hususundaki ahlâk ve âdâbını, ondan sonra giyim hususundaki ahlâk ve âdâbını, bundan sonra da kudreti olmakla beraber affetmesini, sonra hoşlanmadığı halde göz yummasını, ondan sonra sahavet ve cömertliğini, ondan sonra şecaat ve şiddetini, ondan sonra tevazûunu, ondan sonra sûret ve yaradılışını, ondan sonra da mucize ve peygamberliğinin delillerini beyan edelim. Allah ona salât ve selâm etsin!

Allahü teâlâ'nın Hazret-i Muhammed'i (sallâllahü aleyhi ve sellem) Kur'ân ile Terbiye Etmesi

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) çokça yalvarır, çokça yakarır ve daima Allah'tan edeplerin en güzelleriyle, ahlâkların en yüceleriyle kendisini donatmasını ister ve duasında şöyle derdi:Ey Allah’ım! Benim yaradılışımı ve ahlâkımı güzelleştir. (1)

Ey Allah’ım! Beni ahlâkların çirkinlerinden uzaklaştır ve koru.(2)

Allahü teâlâ da onun duasını, va'd'i ilahîsini yerine getirmek için kabul buyurmuştur.

Beni çağırınız ki size cevap vereyim. (Mü'min/60)

Allahü teâlâ onun üzerine Kur'ân'ını indirdi ve onu Kur'ân ile edeplendirdi. Bu bakımdan onun ahlâkı Kur'ân’dır. Hişam'ın oğlu Said der ki: Aişe validemizin huzuruna girdim. Hazret-i Peygamber'in ahlâkını kendisinden sordum. Şöyle dedi:

—Sen Kur'ân okumuyor musun?

—Evet, okuyorum.

Hazret-i Peygamber'in ahlâkı Kur'ân'dı.

Kur'ân onu şu ayetlerin benzerleriyle edeplendirmiştir:

—Sen bağışlama yolunu tut! İyiliği emret ve cahillerden yüzçevir.(A'raf/199)

—Muhakkak ki Allah adaleti, ihsan etmeyi, yakınlara vermeyi emreder. Fuhşiyatı, münkeri ve zulmü yasaklar,(Nahl/90)

—Başına gelene sabret. Çünkü bunlar yapılması gereken işlerdendi.(Lokman/17)

-Kim de sabredip bağışlarsa, işte bu işlerin en hayırlısındandır.(Şura/43)

-Böyleyken yine onları bağışla ve aldırma! Çünkü Allah iyilik edenleri sever.(Maide/43)

-Bağışlasınlar, aldırmasınlar. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz?(Nûr/22)

-Sen kötülüğü en güzel olan hareketle önle! O vakit bakarsın ki seninle arasında bir düşmanlık bulunan kimse, yakın bir dost gibi olmuştur.(Fussilet/34)

-Onlar bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar, öfkelerini yutarlar, insanları affederler. Allah da güzel davrananları sever.(Âl-i İmrân/134)

-Ey îman edenler! Zannın birçoğundan sakının! Çünkü zannın bir kısmı günahtır. (Müslümanların ayıp ve kusurlarını) araştırmayın. Bir kısmınız bir kısmınızı (arkasından) çekiştirmesin. Hem sizden biriniz ölü kardeşinin etini yemek ister mi?(Hucurat/12)

Hazret-i Peygamber'in Uhud savaşında başı yarılıp ön dişleri kırıldığı zaman, üzerine kan akmaktaydı. Bir taraftan kanını siliyor, diğer taraftan şöyle diyordu: Acaba peygamberlerinin yüzünü kana boyayan bir kavim, nasıl felaha kavuşacaktır? Oysa o peygamber kendilerini rablerinin yoluna davet ediyor. Onun bütün yaptıkları bundan ibarettir.(3)

Böylece Allahü teâlâ şu ayeti, peygamberini bu sözünden dolayı edeplendirmek için inzal etmiştir:

Senin elinde (onları cezalandırmak ve affetmek hususunda) hiçbir şey yoktur!(Âl-i İmrân/128)

Bu gibi ilahî te'dibler, Kur'ân'da sayılamayacak kadar çoktur. Bu te'dib ve tehzibin ilk hedefi Hazret-i Peygamber'dir. Sonra nûr ondan bütün insanlık âlemine feyezan eder. Allahü teâlâ Kur'ân ile peygamberini edeplendirmiş, o da Kur'ân'ın edebini kabul etmiş ve onunla halkı edeplendirmiştir. Bu sırra binaen Hazret-i Peygamber şöyle buyurmaktadır: Ben mekârimi ahlâkı (güzel ahlâkı) tamamlamak üzere gönderildim.(4)

Hazret-i Peygamber halkı güzel ahlâka, daha önce nefsin riyazâtı ve ahlâkın tehzibi bahsinde zikrettiğimiz hâdislerle tergib ve teşvik etmiştir. Bu bakımdan biz ikinci bir defa onları tekrar etmeyelim. Sonra Allahü teâlâ, dostu Muhammed Mustafa'nın ahlâkını kemale vardırdığı zaman onu överek şöyle buyurmuştur:

Muhakkak sen pek büyük bir ahlâk üzeresin. (Kalem/4)

Allahü teâlâ ortaktan münezzehtir. Şanı yücedir. Kullarına yapmış olduğu minneti tastamamdır. Sonra Allahü teâlâ'nın umumi lütfûna büyük faziletine dikkat et ki, nasıl veriyor ve verdiğini nasıl övüyor? Peygamberi güzel ahlâk ile süslendiren O... Sonra lütfundan vermiş olduğu ahlâkı peygambere izafe ederek şöyle buyurmuştur: 'Muhakkak sen ahlâkça çok yükseksin'. Sonra Hazret-i Peygamber, halka belirtti ki, Allahü teâlâ güzel ahlâkı sever, kötü ahlâktan nefret eder.(5)

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) diyor ki: 'Müslüman bir kişiye şaşıyorum ki, Müslüman kardeşi bir ihtiyaç için kendisine geldiğinde o ihtiyaç sahibine yardım etmek suretiyle kendini nasıl hayrın ehli olarak görmüyor? Farzı muhal yapacağı iyilikten sevap ummaz, yapmadığı takdirde herhangi bir azaptan korkmasa yine de güzel ahlâka acele etmesi kendisine daha uygun düşerdi. Çünkü böyle yapması, insanı kurtuluş yoluna iletir'. Bunları söyledikten sonra Hazret-i Ali'ye adamın biri dedi ki:'Sen bunun böyle olduğunu Hazret-i Peygamber'den dinledin mi?'

Hazret-i Ali (radıyallahü anh) şöyle dedi:'Evet! Dinledim! Hatta bundan daha hayırlısını da dinledim. Hazret-i Peygamber'e Tayy kabilesinin esirleri getirildiği zaman, esirler arasından ayağa kalkan bir cariye şöyle dedi: 'Ya Muhammed! Ne olursun, beni serbest bırak! Arab kabilelerine gülünç olmayayım. Çünkü ben kavmimin efendisinin kızıyım. Benim babam himayesindeki insanları korur, esirleri bırakır, açları doyurur, yemek yedirir, selâmı yayar ve hiçbir ihtiyaç sahibini geri çevirmezdi. Ben Hatem et-Tâî'nin kızıyım'. Bu sözleri işiten Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şu karşılığı verdi:

—Ey cariye! Bu saydığın sıfatlar gerçekten mü'minin sıfatıdır. Eğer senin baban Müslüman olsaydı biz ona rahmet okurduk. Ey ashâbım! Cariyeyi serbest bırakınız! Çünkü onun babası ahlâkın güzelini seviyormuş.Allahü teâlâ da ahlâkın güzelini sever.(6)

Bu esnada Niyar'ın oğlu Ebu Burde(7) ayağa kalktı ve dedi ki: 'Allah ahlâkın güzelini sever mi?' Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle cevap verdi:Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim, cennete ancak ahlâkı güzel olan kimseler girecektir.

Muaz b. Cebel Hazret-i Peygamber'den şu hâdisi rivâyet eder:Muhakkak ki, Allahü teâlâ, İslâm dinini ahlâkın en güzelleriyle ve amellerin en iyileriyle kuşatmış bulunmaktadır.

Güzel davranış, iyilik yapmak, yumuşaklık göstermek, hayır ve hasenatta bulunmak, yemek yedirmek, selâmı yaymak, Müslüman hastayı ziyaret etmek, ister adil ister ise facir olsun; Müslüman’ın cenazesini teşyi etmek, her komşusuna; ister Müslüman, ister kâfir olsun güzel muamele etmek, ihtiyar Müslüman’a hürmet göstermek, yemeğe davet edildiğinde icabet etmek ve bundan dolayı duada bulunmak, Müslüman’ı affetmek, insanların arasını bulmak, cömert olmak, şerefli olmak, müsamahalı olmak, önce selâm vermek, öfkeyi yutmak, halkı affetmek, İslâm'ın haram ettiği oyun ve batıllardan kaçınmak, (haram) teganniden, oyun aletlerinin tamamından kaçınmak ve her telli aleti çalmaktan sakınmak, her hileli işten; gıybet, yalan, cimrilik, başkasına zahmet vermek, hile yapmak, kandırmak, koğuculuk yapmak, müslümanların arasını bozmak, sılayı rahmi kesmek, kötü ahlâk, kibir, fahr, gurur, gevezelik, büyüklenmek, müstehcen konuşmak, kindar olmak, haset etmek, fal bakmak, zulüm, tecavüzkârlık ve adaletsizlikten sakınmak, güzel ahlâktandır.

Enes der ki: Hazret-i Peygamber bizi her güzel nasihate davet etti ve her güzel şeyi bize emretti. Hiçbir ayıp veya hile veya çirkinlik bırakmadı ki, bizi ondan sakındırmasın ve onu bize yasaklamasın. Bütün bunların yerinde şu ayeti celile yeter de artar:

Muhakkak Allah, adaleti, ihsanı, yakın akrabalara iyilik etmeyi emreder. Fuhşiyattan, münkerden ve zulümden sakındırır.(Nahl/90)

Muaz der ki: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bana tavsiyede bulunarak şöyle dedi: Ey Muaz! Sana Allah'tan sakınmayı, doğru söylemeyi, sözüne sahip olmayı, emaneti yerine getirmeyi, hıyaneti terk etmeyi, komşuluk hakkını korumayı, yetime merhamet etmeyi, yumuşak konuşmayı, selâm vermeyi, güzel amel yapmayı, dünyada emeli kısaltmayı, îmanın eteğine yapışmayı, Kur'ân'da anlayışlı olmayı, ahireti sevmeyi, hesaptan kaçınmayı, kanatları germeyi tavsiye ediyorum. Herhangi bir hakîme sövmekten veya herhangi bir araziyi ifsad etmekten seni sakındırıyorum. Sana her taşın, her ağacın, her toprağın yanında Allah'tan sakınmayı tavsiye ediyorum. Her günah için bir tevbe etmeni tavsiye ediyorum. Gizli günahlara gizlice, açık günahlara da açıkça tevbe etmeni tavsiye ediyorum.(8)

İşte böylece Allahü teâlâ kullarını terbiye etti ve onları ahlâkın güzeline ve edebin iyisine davet etti.

1) Ahmed

2) Tirmizî

3) Müslim

4) Ahmed, Hâkim, Beyhakî

5) Beyhakî

6) Hâkim-i Tirmizî, Nevadir

7) Asıl ismi Hani'dir. Belvi kabilesine mensuptur. Büyük sahabîlerdendir.Meşhur sahabî Berra b, Azib'in dayısıdır. (Bazı rivâyetlere göre amcasıdır). Bedir'e, Uhud'a ve diğer savaşlara iştirak etmiştir. H.41 senesinde vefat etmiştir.

8) Ebu Nuaym, Beyhakî

20-2

Hazret-i Peygamber'in Güzel Ahlâkına İlişkin Alimlerin Derledikleri Bazı Rivâyetler

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) insanların en hâlimi, en cesaretlisi, en âdili, en afifi idi. Mübarek eli cariyesi veya nikâhlısı veyahut mahremi olmayan herhangi bir kadının eline hiç değmemiştir. (9) Hazret-i Peygamber insanların en cömerdiydi. (10) Onun yanında hiçbir dinar ve hiçbir dirhem akşamlamazdı. (11) Eğer onun elinde fazla bir mal olsa ve verecek bir kimseyi bulamazsa ve gece de gelirse, onu muhtaç olan kimseye vermedikçe evine gelmezdi. (12)

Allahü teâlâ'nın vermiş olduğu nimetlerden ancak bir senelik nafakasını alırdı. Onu da elindeki malın en kolayı olan hurma ve arpadan alırdı. Diğerlerini Allah yoluna harcardı. Kendisinden herhangi bir şey istenildiği zaman muhakkak verirdi. (13) Sonra senelik nafakasına döner, fakirleri nefsine tercih ederdi. Hatta eline yeni bir şey geçmezse senesi dolmadan önce yeniden nafakaya muhtaç olurdu. (14) Ayakkabılarını diker, elbisesini yamardı.

Hanımlarına yardım ederdi. (15) Onlarla beraber yemeklik et doğrardı. (16) Hayâda insanların en ilerisi idi. Mübarek gözünü hiç kimsenin yüzünde durdurmazdı. (17) Gerek hür, gerek kölelerin davetine icabet ederdi. (18) Bir yudum süt veya bir tavşanın budu olsa dahi hediyeyi kabul eder ve karşılık verirdi (19) ve hediyeyi yerdi. Fakat sadaka malını yemezdi. (20) Bir cariyenin veya fakir bir kimsenin davetine icabet etmekten geri kalmazdı. (21) Allah için kızardı. Fakat nefsi için kızmazdı. (22) Hakkı infaz ederdi velev ki hakkı infaz etmek kendine veya ashâbına zarar getirse dahi. . . Kendisine müşriklerden teklif edildiği zaman beraberindekilerin adedini çoğaltmak için bir tek insana muhtaç olduğu halde bu teklifi kabul etmemiş ve şöyle buyurmuştur:

Ben hiçbir zaman Allah'a ortak koşan bir kimseden yardım istemem. (23)

Ashâbı kiramdan biri (Abdullah b. Şahi el-Ensarî) Yahûdîler arasında öldürülmüş olarak bulundu. Buna rağmen Yahudilere saldırmadı. Acı olan hakkı tatbik etmekten başka bir şey yapmadı. Onun diyetini yüz deve olarak takdir etti. Oysa o anda sahabenin durumlarını takviye etmek için bir tek deveye dahi ihtiyaç vardı. (24) Hazret-i Peygamber bir ara açlıktan dolayı karnının üzerine taş bağladı. Neyi hazır bulursa onu yer, bulduğunu geri çevirmez, helâl olan bir yemekten sakınmazdı. (25) Eğer ekmeksiz bir hurmayı görürse yerdi. Bir et bulduğunda yerdi. Buğday veya arpa ekmeğini bulduğu zaman yerdi. Helva veya bal bulduğunda yerdi. Ekmeksiz süt bulduğu zaman onunla yetinirdi. Eğer kavun veya yaş hurma bulursa yerdi. Yaslanarak yemezdi. (26) Masa üzerinde yemezdi, mendili ayaklarının altı idi. (27) Arka arkaya üç gün hiçbir zaman buğday ekmeğinden doya doya yemiş değildi. Bu durumu Allah'a kavuşuncaya kadar devam etmiştir. Bu durum, fakirliğinden veya cimriliğinden değildi. (28) Velime davetine icabet eder, (29) hastaları ziyaret eder ve cenazelerde bulunurdu. (30) Düşmanlarının arasında koruyucusu olmaksızın tek başına gezerdi. (31) Tevazu bakımından insanların en ilerisi idi. Kibirli olmaksızın, insanların en vakarlısıydı. (32) Uzatmaksızın insanların en beliği, güler yüzlülük yönünden insanların en güzeliydi. (33)

Dünya işlerinden onu korkutup ürkütecek hiçbir şey yoktu. (34) Bulduğunu giyerdi. Bazen Yemen'de imal edilen bir kürk giyerdi. Bazen 'Şemle' tabir edilen bir elbise, bazen yünden yapılmış bir cübbe giyerdi. (35) Mübahlardan neyi görürse onu giyerdi. (36) Sağ elinin ve (bazen de) sol elinin serçe parmağına gümüş yüzük takardı. (37) Bindiği zaman bineğinin terkisine kölesini veya başka bir kimseyi alırdı. (38) Eline geçen bineğe binerdi. Bazen at'a, bazen deveye, bazen kızıl bir katıra, bazen merkebe binerdi. Bazen yaya, yalınayak, abasız, amamesiz ve kalensüvesiz yürürdü. (39) Medine'nin en uzak yerlerinde olsa dahi hastaları ziyaret ederdi. Güzel kokuları severdi. (40) Kötü kokulardan nefret ederdi. (41) Fakirlerle otururdu. (42) Miskinlerle yemek yerdi. (43) Ahlâkında fazilet ehli olan kimselere ikramda bulunur, şeref sahipleriyle yakınlık kurar, kendilerine ihsanda bulunurdu. (44) Akrabalarını ziyaret eder, fakat onlardan daha üstün olan kimseye onları tercih etmezdi. (45) Hiç kimseye cefa vermezdi. (46) Özür dileyenin özrünü kabul ederdi. (47) Şaka eder, fakat ancak hâkikat söylerdi. (48) Kahkahasız gülerdi. (49) Mübah oyunları görür ve yasaklamazdı. (50) Zevcesiyle yarışırdı. (51) Yanında sesler yükseldiği halde sabrederdi. (52) Sağman develeri ve koyunları vardı. Kendisi ve aile efradı onların sütlerinden geçinirlerdi. (53) Köleleri ve cariyeleri vardı. Yiyecek ve içecekte onları kendisinden ayırmazdı. (54) Hiçbir vakit, Allah'a yapılan ameli veya nefsinin salâhında gerekli bir şeyi yapmaksızın geçmezdi. (55) Arkadaşlarının bostanlarına giderdi. (56) Fakirliğinden ve kötürümlülüğünden dolayı hiçbir fakiri hakir görmezdi. (57) Hiçbir krala, krallığından dolayı itibar etmezdi. Fakiri ve padişahı eşit bir şekilde Allah'ın varlığına ve birliğine davet ederdi.

Allahü teâlâ, kendisinde faziletli sîret ile tam siyaseti toplamıştı. Oysa kendisi annesinden doğduğu gibiydi; okur ve yazar değildi.

Cehalet içinde kıvranan bir memlekette fakirlik ve zaruret içerisinde ve koyun çobanlığında, çölde annesiz ve babasız bir öksüz olarak yetişmiş bulunuyordu. (58) Bütün bunlara rağmen Allahü teâlâ ona ahlâkların en güzellerini, övülen yolları, gelmiş ve geleceklerin haberlerini öğretti. Âhirette kurtuluş ve zafere vesile olan yolları gösterdi. Dünyada başkalarının gıbta etmesine vesile olan ve kurtuluş yolu olan şeyleri öğretti. Vacib olanın gerekliliğini, gereksiz olanın da terkini öğretti. Allah bizi her işinde ona uymaya muvaffak kılsın! Âmin ya Rabbe'l-Âlemîn.

9) Ebû Şeyh, Müslim, Buhârî, Tirmizî

10) Taberânî

11) Ebû Davud

12) Müslim, Buhârî

13) Tayâlisî, Dârimî

14) Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce

15) Ahmed

16) Ahmed

17) Buhârî, Müslim

18) Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim

19) Buhâri

20) Müslim, Buhârî

21) Nesâî, Hâkim

22) Tirmizî

23) Müslim

24) Müslim, Buhârî

25) Müslim, Buhârî

26) Yemek Âdâbı bölümünde geçmişti.

27) Yemek Âdâbı bölümünde geçmişti.

28) İbn Mâce

29) Taberânî

30) Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim

31) Tirmizî, Hâkim

32) Ebû Hasan b. Dahhâk.

33) Tirmizî

34) Ahmed

35) Buharî

36) Müslim, Buhârî

37) Müslim

38) Müslim, Buhârî

39) Müslim, Buhârî

40) Müslim, Buhârî

41) Nesâî

42) Ebû Dâvud

43) Buhârî

44) Tirmizî

45) Hâkim

46) Ebû Dâvud, Tirmizî

47) Müslim, Buhârî

48) Ahmed

49) Müslim, Buhârî

50) Müslim, Buhârî

51) Ebû Davud, Nesâî

52) Buhârî

53) İbn Sa'd, Tabakat

54) İbn Sa'd, Tabakat

55) Tirmizî

56) Yemek Âdâbı bölümünde geçmişti,

57) Buhârî

20-3

Hazret-i Peygamber'in Ahlâk ve Edebine İlişkin Başka Bir Bölüm

Ebû Buhterî'nin rivâyet ettiklerinden bazıları şunlardır; Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) ehli imandan herhangi bir kimseye küfretmemiştir. Küfrettiği zaman, onun kefaretini vermiş ve yerine rahmet okumuştur. (59) Hiçbir kadına ve hiçbir hizmetçiye lanet okumamıştır. (60) Savaş esnasında olduğu halde kendisine:

'Ne olur ya Rasûlüllah! Bu kâfirlere lânet okuyup helâk olmaları için dua et!' denildiğinde Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: Ben rahmet olarak gönderildim. Lânet okuyucusu olarak gönderilmiş değilim. (61)

Kendisinden, herhangi bir kimseye; ister Müslüman, ister kâfir, ister umumi, ister hususi olsun beddua etmesi istendiği zaman dua etmeye geçerdi. (62) Eliyle hiç kimseyi dövmemişti. Ancak Allah yolunda olursa başka. (63) Kendisine yapılan hiçbir kötülüğe karşı intikam almamıştır. Fakat Allahü teâlâ'nın hürmeti ihlâl edilirse başka. İki şey arasında muhayyer kılındığı zaman orada bir günah veya akrabalık bağının kesilmesi olmadıkça muhakkak onların en kolayını seçerdi. Eğer bir günah söz konusu olursa, Hazret-i Peygamber o işten insanların en uzağı bulunurdu. Ona gelen bir kimse, ister köle, isterse cariye olsun, muhakkak kalkıp onunla gider, ihtiyacını yerine getirirdi. (64)

Enes (radıyallahü anh) der ki: Muhammed'i hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim, (kendisine hizmet ettiğim on sene zarfında) hoşuna gitmeyen bir şeyi yaptığımda bana 'neden bunu yaptın?' dememiştir. Zevceleri herhangi bir şeyden dolayı beni kınadıkları zaman onlara 'Onu kınamayınız! Onun yaptığı kitab ve kaderledir' (takdiri ilâhî öyle yapılmasını istemiştir) derdi. (65) Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hiçbir yatağı hor görmemiştir. Eğer kendisine yatak sererlerse, üzerine uzanırdı. Eğer kendisine yatak serilmezse yere uzanırdı. (66)

Allahü teâlâ onu peygamber olarak göndermeden önce Tevrat'ın birinci satırında onu vasıflandırarak şöyle buyurmuştur: Muhammed Allah'ın Rasûlü'dür, benim seçkin kulumdur. Katı ve çirkin değildir. Çarşılarda gürültü yapan değildir. Kötülük yapanı affeder. Kötülüğe kötülükle karşılık vermez. Onun doğum yeri Mekke'dir. Hicret yeri Teybe'dir. Onun mülkü Şam memleketinde olacaktır. O ve onunla beraber bulunanlar bellerine İzar bağlarlar. (Nitekim Arapların âdeti böyledir) . O Kur'ân ve ilme davet eder. Azalarını yıkamak suretiyle abdest alır. İncil'de de o bu şekilde sıfatlandırılmıştır.

Onun güzel ahlâkından biri de rastladığı bir kimseye önce selâm vermesidir. (67) Herhangi bir ihtiyaçtan dolayı kendisiyle konuşan kimseye karşı sabır gösterir, ta ki karşısındaki konuşmayı bırakıp gidinceye kadar. (68)

Onun elini herhangi bir kimse tutarsa, o kişi elini bırakmadıkça Hazret-i Peygamber elini çekmezdi. (69) Ashâbından herhangi bir kimseye rastladığı zaman, ondan önce onun elini tutar, iyice kavradıktan sonra, kabzasını tuttuğu elin üzerine kapatırdı. (70) Her oturuş ve kalkışında Allah'ı anardı. (71)

Namaz kılarken herhangi bir kimse yanına gelirse, muhakkak namazını hafifletir, selam verdikten sonra ona dönüp 'Senin bir ihtiyacın var mıdır?' diye sorardı. Onun ihtiyacını yerine getirdikten sonra yeniden namazına dönerdi. (72)

Çok zaman dizleri üzerine çökerek oturur, ellerini de dizlerinin üzerine koyardı. (73) Oturduğu yer, ashâbının oturduğu yerden farklı olmazdı. Çünkü kendisi meclisin alt başında bile otururdu. (74) Meclisi daraltmamak için arkadaşlarının arasında ayaklarını uzattığı hiç görülmemiştir. Bulundukları yer geniş bir yer olursa o zaman başka. En çok kıbleye doğru otururdu. (75)

Huzuruna giren bir kimseye ikramda bulunurdu. Hatta kendisiyle herhangi bir akrabalığı veya herhangi bir süt münasebeti bulunmayan bir kimseye dahi çoğu zaman abasını serip onu o abanın üzerine oturturdu. (76) Huzuruna giren bir kimseye altındaki minderi ikram ederdi. Eğer gelen o minderin üzerine oturmak istemezse, onu oturtuncaya kadar ısrar eder ve oturturdu. (77)

Onu seçip yanına gelen bir kimse, zannederdi ki, kendisi Hazret-i Peygamber'in nezdinde herkesten daha şereflidir. Hatta yanında oturan herkese yüzünün nûrundan nasibini verirdi. Hatta onun dinlemesi, konuşması, davranışlarının inceliği ve beraberinde oturana yüzünü çevirmesi ve onunla beraber olan meclisi, hayâ, tevazu ve emanet meclisi idi. (78)

Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır:

Allah'ın rahmeti sebebiyledir ki, sen onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, çevrenden dağılır giderlerdi. (Âl-i İmrân/159)

Ashâbı kiramın gönüllerini almak ve kendilerine ikram etmek için künyeleri ile çağırırdı. (79) Künyesi olmayana künye takardı ve o kişi (artık hayatının sonuna kadar) Hazret-i Peygamber'in kendisine vermiş olduğu künye ile çağrılırdı. (80) Çocukları olan kadınlara da künye verirdi. Doğurmayan kadınlara da künyeler takardı. (81) Çocukların gönlünü almak için onlara da künye takardı. (82)

İnsanların en son öfkeleneni ve en önce razı olanıydı. (83) İnsanlar için insanların en şefkatlisi, en hayırlısı ve en fazla fayda vereni idi. (84) Onun meclisinde sesler yükselmezdi. (85)

Meclisinden kalktığı zaman şu duayı okurdu: Ey Allah’ım! Sen ortaktan münezzehsin. Senin hamdine bürünerek şahadet ederim ki, senden başka hak ilâh yoktur. Senden af talep ediyor ve bütün günahlarımdan sana dönüyor ve tevbe ediyorum. (86) Sonra şöyle derdi: 'Bu kelimeleri bana Cebrail öğretti'.

20-4

Konuşması ve Gülmesi

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) konuşma bakımından insanların en fasihi, söz bakımından en tatlısı idi. O şöyle buyurmuştur: Ben Arapların en fasihiyim. (87) Cennettekiler orada Hazret-i Peygamberin diliyle konuşurlar. (88) Hazret-i Peygamber az konuşurdu. Konuştuğu zaman sözü gereksiz yere fazla uzatmazdı. Sözleri ipe geçirilmiş inci taneleri gibi intizamlıydı. (89) Aişe validemiz (radıyallahü anh) der ki: 'Sizin kelimeleri arka arkaya bindirdiğiniz gibi, Hazret-i Peygamber konuşmasında kelimelerin birini diğerine bindirmezdi. Onun konuşması azdı. Siz ise konuşmayı uzattıkça uzatıyorsunuz'. (90) Ashâbı kiram derler ki: ‘Hazret-i Peygamber herkesten daha veciz konuşur ve Cebrail (aleyhisselâm) bunu ona Allah tarafından getirmişti. Fakat vecizlikle beraber istediği bütün mânâları konuşmasına sığdırırdı. (91) Kelimelerin mânâlarını derleyici konuşmalar yapardı. (92) Onun konuşmasında ne fazlalık, ne de eksiklik vardı. Konuşmasının biri diğerini takip ederdi. Konuşmasının arasında duraklamalar vardı. Bu sayede dinleyen konuşmayı ezberleyip, kavrardı. (93)

Gür sesliydi. Ses bakımından insanların en güzeliydi. (94) Uzun zaman sükût eder, ancak ihtiyaç anında konuşurdu. (95) Münkeri söylemezdi. İster normal ânında, ister öfkeli ânında olsun, haktan başkasını söylemezdi. (96) İyiliğin haricinde konuşan bir kimseden yüz çevirirdi. (97) Kerih gördüğü meseleleri konuşmak mecburiyetinde kaldığı takdirde kinaye yoluyla konuşurdu. (98)

Sustuğu zaman yanında oturanlar konuşmaya başlarlardı. Yanında konuşulurken mücadele yapılmazdı. (99) Ciddiyet ve nasihatle va'z ederdi: (100)

“ Kur'ân'ın bazısını bazısına vurmayınız. Çünkü Kur'ân birçok vecih üzere nazil olmuştur. (101)

Ashâbı Kiram'ın yüzüne tebessüm etmek ve gülmek bakımından insanların en cömerdiydi. Onların konuşmalarını sanki yeni bir şey dinliyormuş gibi ciddiyetle dinler, kendini onların arasına tam mânâsıyla karıştırırdı. (102) Çoğu zaman mübarek ön dişleri görününceye kadar gülümserdi. (103) Onun yanında Ashâbı kiramın gülmesi, ona uymak için sadece tebessümdü. Bunu ona tazim için yaparlardı. (104)

Bir gün, Hazret-i Peygamber'in huzuruna bir bedevî çıkageldi. O gün kendileri oldukça düşünceliydi. Ashâbı kiram nahoş bir şeyin olacağını sezerek sakınıyorlardı. Gelen bedevî Hazret-i Peygamber'e bazı sorular sormak istedi. Bunun üzerine ashâbı kiram ona dedi ki:

-'Hazret-i Peygamber'in yüzü pek normal değil! Bu bakımdan kendisine sakın bir şeyler sorma!' Bedevî dedi ki:

-'Benim yakamı bırakın! Onu hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki kendisini güldürmedikçe yakasını bırakmayacağım'.

Bunu söyledikten sonra Hazret-i Peygamber'e şöyle sordu:

-‘İşittiğimize göre, halk açlıktan kırılırken Deccal kendilerine tirit takdim edecekmiş. Anam babam sana feda olsun, acaba onun tiridinden yemememi ve ölüp gitmemi mi bana tavsiye edersin veya doyuncaya kadar onun tiridinden yeyip ondan sonra Allah'a îman edip onu inkâr etmemi mi bana münasip görürsün?'

Ashâbı kiram der ki; ‘bu soru karşısında Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) mübarek dişleri görününceye kadar gülerek şöyle buyurdu’:

-'Hayır! Onun tiridinden yeme! Allahü teâlâ, ehli îmanı zengin ettiği bir şeyle seni de zengin eder'. (105)

Ashâbı kiram dedi ki: Hazret-i Peygamber herkesten daha fazla tebessüm ederdi ve herkesten daha fazla uysaldı. Kendisine Kur'ân inmediği veya kıyâmeti hatırlamadığı veya va'z ve nasihatten ibaret olan herhangi bir hutbe okumadığı takdirde böyleydi. (106) Sevindiği ve razı olduğu zaman, rıza yönünden insanların en güzeliydi. Eğer va'z ederse ciddiyetle va'z ederdi. Eğer öfkelenirse muhakkak ki, Allah için öfkelenirdi ve bu öfkenin önüne hiçbir şey geçemezdi. Bütün işlerinde de böyleydi. (107)

Başına bir iş geldiği zaman durumunu Allah'a havale eder, kuvvet ve kudretinden teberri edip uzaklaşırdı. Allahü teâlâ'dan hidayetinin inmesini isteyerek şöyle dua ederdi:

Ey Allah’ım! Bana hakkı hak olarak göster ki, ben ona tabi olayım! Bana münkeri münker olarak göster ve ondan sakınmamı da bana nasip et! Ya Rab! Şaşkınlığa düşmekten beni koru! Nefsimin hevasına uyup şaşkınlığa düşmekten, hidayetinle beni koru! Nefsimin hevasını taatine tâbi kıl! Afiyet içinde nefsimden kendi nefsinin rızasını al! Hakkında ihtilafa düştüğüm hakikate beni hidayet et! Bu da senin izninle olsun! Çünkü sen istediğini dosdoğru yola hidayet edersin! (108)

58) Tirmizî

59) Müslim,Buhârî

60) Müslim,Buhârî

61) Müslim

62) Müslim,Buhârî

63) Müslim,Buhârî

64) Buhârî

65) Müslim,Buhârî

66) Tirmizî, (bir benzerini)

67) Tirmizî

68) Taberânî

69) Tirmizî,İbn Mâce

70) Ebû Dâvud

71) Tirmizî

72) Irakî aslını bulamadığını söylemektedir.

73) Tirmizî

74) Tirmizî

75) Dârekutnî

76) Hâkim

77) Sohbet Âdâbı bölümünde geçmişti.

78) Tirmizî

79) Sohbet Âdâbı bölümünde geçmişti.

80) Tirmizî

81) Hâkim

82) Müslim,Buhârî

83) Tirmizî

84) Ebû Dahdah

85) Tirmizî

86) Nesâî,Hâkim

87) Ebû Hasan b. Dahhâk

88) Taberânî

89) Hâkim

90) Taberânî

91) Müslim,Buhârî

92) Dârekutnî

93) Tirmizî

94) Tirmizî,Nesâî

95) Tirmizî

96) Ebû Dâvud

97) Tirmizî

98) Buhârî

99) Tirmizî

100) Müslim

101) Taberânî

102) Tirmizî

103) Müslim,Buhârî

104) Tirmizî

105) Irakî bu hadisin münker olduğunu ve aslına rastlamadığını söylemektedir.

106) Taberânî

107) Ebû Şeyh

108) el-Müstağfırî

20-5

Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) Yemekteki Edep ve Ahlâkı

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bulduğunu yerdi. (109) Onun nezdinde yemeklerin en sevimlisi, 'defef şeklinde yenilen yemekti. Defef ise, birçok elin uzatıldığı yemek sofrası demektir. (110) Hazret-i Peygamber sofrası kurulduğu zaman şöyle derdi: 'Allah'ın ismiyle başlarım! Ey Allah’ım! Bu nimeti şükrü yapılmış ve cennet nimetinin verilmesine vesile yapacağın bir nimet kıl. ' (111)

Yemek için oturduğunda, çoğu zaman, dizlerinin üzerine otururdu. Namaz kılan bir kimsenin oturduğu gibi otururdu. Ancak şu farkla ki dizi diz, ayağı ayak üzerinde olurdu. 'Ben sadece bir kulum! Kulun yediği gibi yer, kulun oturduğu gibi otururum. 'derdi. (112)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) sıcak yemeği yemezdi. 'Sıcak yemekte bereket yoktur. Allahü teâlâ bize ateşi yedirmemiştir. Bu bakımdan yemeği soğutunuz da yiyiniz. ' derdi. (113)

Kendi tarafına düşen kısmından yerdi. (114) Üç parmağı ile yerdi. (115) Çoğu zaman dördüncü parmağını da yardımcı yapardı. (116) Hiçbir zaman iki parmakla yemezdi. 'İki parmakla yemek, şeytanın yiyişidir. ' derdi. (117)

Hazret-i Osman (radıyallahü anh) kendisine 'paluze' takdim etti. Paluze'den yediler ve Hazret-i Osman'a

— ‘Ey Ebû Abdullah! Bu nedir?' diye paluzenin ne olduğunu sordu.

O da şöyle cevap verdi:

— ‘Anam, babam sana feda olsun! Biz yağ ile balı çanağa koyup ateşin üzerinde ısıtıyoruz. Sonra kaynatıyoruz. Kaynadıktan sonra buğdayın öğütülmüş özünü o bal ve yağın içerisinde kavuruyoruz. Sonra katılaşıncaya kadar karıştırıyoruz. İşte gördüğün şekle giriyor'.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bu söz üzerine şöyle buyurmuştur:

— 'muhakkak bu yemek güzeldir. ' (118)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) elenmemiş arpa ekmeği yerdi. (119) Hazret-i Peygamber bazen salatalıkları yaş hurma ile bazen de tuzlayarak yerdi. (120)

Hazret-i Peygamber'in nezdinde yaş meyvelerin en sevimlisi kavun (veya karpuz) ve üzümdü. (121) Kavunu bazen ekmek ve şekerle yerdi. (122) Çoğu zaman da yaş hurmalarla beraber yerdi. (Ve o sırada) (123) iki eliyle yardımlaşarak yerdi. (124) Bir gün sağ eliyle yaş hurma yedi. Çekirdekleri sol elinde topladı. O esnada bir koyun geçti. Çekirdekleri koyuna gösterdi. Koyun onun sol elinden çekirdekleri yiyor kendisi de sağ eliyle yaş hurmaları yiyordu. Böylece yiyip bittikten sonra koyun çekirdekleri bitirip gitti.

Çoğu zaman üzüm salkımını ağzına götürür, ağzıyla taneleri kopararak yerdi. Ağzına götürdüğü salkımın taneleri sakalının üzerinde ipe dizilmiş inci taneleri gibi görünürdü. (125) Yemeğinin çoğu su ile hurmaydı. (126) Hurma ile sütü bir arada yer ve onlara 'en güzel iki yemek' diye isim verirdi. (127)

Yemeklerin en sevimlisi, onun nezdinde et yemeğiydi. (128) Et yemeği hususunda şöyle demiştir: 'Bu yemek duyma hassasını geliştirir. Dünya ve âhirette yemeklerin efendisi bu yemektir. Eğer ben rabbimden her gün bana bu yemeği yedirmesini niyaz etseydim, rabbim bana muhakkak yedirirdi. '

Hazret-i Peygamber tiridi et ve kabak ile birlikte yerdi. (129) Kabağı severdi. Bu benim Yunus kardeşimin bitkisidir. derdi. (130)

Hazret-i Âişe'nin rivâyet ettiğine göre Hazret-i Peygamber kendisine şöyle demiştir:Ey Âişe! Bir çömlekte yemek pişirdiğiniz zaman o çömleğe kabağı çokça koyunuz. Çünkü kabak üzülenin kalbini takviye eder. (131)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) kendisi için avlanan kuşun etini yerdi. Fakat bizzat avlanmazdı. Ama kendisi için avlanan etin kendisine getirilmesini sever ve yerdi. (132)

Hazret-i Peygamber et yediği zaman başını etin üzerine eğmezdi. Eti ağzına kaldırır, sonra ön dişleriyle parçalar yerdi. (133) Kesilen koyunun budunu ve gerdanını severdi. Çömlekte pişirilen yemeklerden kabak yemeğini, katıklardan da sirkeyi severdi. Hurmadan da Ucve denilen Medine hurmasını severdi. (134) Ucve hurması için bereket duası etmiştir:

'Bu hurma cennettendir. Zehir ve sihir için şifadır. ' (135)

Sebzelerden 'Hindiba', 'Bazaruç' (karanfilli reyhan) ve baklayı severdi. Sidik mahalline yakın olduklarından dolayı böbrekleri sevmezdi. (136) Kesilen koyunun yedi azasını yemezdi.

1. Tenasül uzvunu

2. Yumurtalıklarını

3. Mesanesini

4. Öd kesesini

5. Bezlerini

6. Dişi hayvanların fercini

7. Kanı

Bu parçaların yenmesi (kan hariç) helâl olduğu halde Hazret-i Peygamber bunları yemeyi kerih görürdü. (137)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) sarımsak, soğan yemeyi kerih görürdü. (138) Hiçbir yemeği kötülemezdi. Ancak hoşuna gideni yer, gitmeyeni terk ederdi. Eğer midesi bir yemeği almazsa, o yemeği başkasına kötülemezdi. (139)

Hazret-i Peygamber Dub (keler) denilen hayvanın etini ve dalağı yemekten tiksinirdi, fakat onları haram kılmıyordu. (140) Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) parmaklarıyla yemek tabağını siler ve parmaklarını yalayarak şöyle derdi:'Yemeğin sonu daha bereketlidir'. (141)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) yemeğe bulaşmış parmaklarını kızarıncaya kadar yalardı. (142) Parmaklarını teker teker yalamadan önce elini mendil ile silmezdi. 'Bereketin, yemeğin hangi kısmında olduğu bilinmemektedir. 'derdi. (143)

Yemekten doyduğu zaman şöyle derdi:'Hamd Allah'a mahsustur. Ey Allah’ım! Senin içindir hamd. Yedirdin ve doyurdun. İçirdin hem de doya doya içirdin. Ancak senin içindir hamd. . . Nimetini inkâr etmediğimiz, şükrünü terk etmediğimiz ve nimetinden müstağni olmadığımız halde, bu ikrar ve itiraflarda bulunuyoruz. ' (144)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) özel olarak et ve yemek yediği zaman iki elini güzelce yıkar, sonra kalan su ile yüzünü mesh ederdi. (145) Hazret-i Peygamber suyu üç nefeste içerdi ve her nefesin başında bir besmele çekmek üzere üç defa besmele çekmiş olurdu ve her içişin sonunda 'elhamdülillah' demek suretiyle üç defa hamdederdi. Suyu eme eme ve tada tada içerdi. Hortumla boşaltırcasına gırtlağına boşaltmazdı. (146)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) içtiği sudan arta kalanı sağında bulunan kimseye verirdi. (147) Eğer sol tarafında rütbece daha büyük bir insan bulunursa, sağ tarafında bulunana;'Sünnet sana vermektir. Eğer istersen sağımda bulunanları sana tercih edeyim. 'derdi. (148)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bazen sonuna kadar bir nefeste suyu içerdi. (149) Gerek yemek kabına, gerek su kabına nefesini alıp vermezdi. Ağzını kaptan çekerek nefesini verirdi. (150) İçinde bal ile süt bulunan bir kap kendisine getirildi. İçmekten kaçınarak şöyle dedi: 'Bir içişte içilen iki madde, bir kapta iki katık (olur mu?) ' (151) Bunu söyledikten sonra şöyle buyurmuştur:'Ben bunu haram kılmıyorum. Fakat ben kibirlenmekten ve dünyanın fuzuliliğinden ötürü yarın hesaba çekilmekten korkuyorum. Ben tevazuyu seviyorum. Çünkü Allah için tevazu eden bir kimseyi Allah yüceltir. ' (152)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) evinde, azad edilmiş köleden daha utangaçtı. Aile efradından yemek istemezdi. Onlara 'Benim canım filan yemeği istiyor' diye telkinde bulunmazdı. Eğer yedirirlerse yerdi. Kendisine ne verirlerse, kabul ederdi. Hazret-i Peygamber'e hangi sudan içirseler içerdi. (153) Çoğu zaman bizzat kalkar, yiyecek ve içeceğini hazırlardı. (154)

109) Daha önce geçmişti.

110) Ebû Ya'lâ, Taberânî, İbn Adiyy

111) Nesâî

112) Abdürrezzak, (Ebû Eyyub'dan)

113) Beyhakî

114) Ebû Şeyh

115) Müslim

116) el-Gılaniyât

117) Dârekutnî

118) Beyhakî

119) Buhârî

120) Müslim, Buhârî

121) Ebû Şeyh

122) Ebû Nuaym

123) Tirmizî, Nesâî

124) Ahmed

125) İbn Adiyy

126) Buhârî

127) Ahmed

128) Ebû Şeyh

129) Müslim

130) Nesâî, İbn Mâce

131) Tirmizî

132) Ebû Davud

133) Müslim, Buhârî

134) Müslim, Buhârî

135) Ebû Nuaym

136) Ebû Nuaym

137) İbn Adiyy

138) Mâlik, Muvatta

139) Müslim, Buhârî

140) Müslim, Buhârî

141) Beyhakî

142) Müslim

143) Müslim

144) Taberânî

145) Ebû Yâ'lâ

146) Beğavî, Taberânî

147) Müslim, Buhârî

148) Müslim, Buhârî

149) Ebû Şeyh

150) Hâkim

151) Bezzâr

152) Bezzâr

153) Müslim, Buhârî

154) Ebû Dâvud

20-6

Resul-i Ekrem ( sallâllahü aleyhi ve sellem ) 'in Giyim Hususundaki Edep ve Ahlâkı

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hangi elbiseyi bulursa giyerdi. İster izar (baştan ayağa kadar bedeni kaplayan bir elbise) ister rida (kaftan) ister kamis (iç gömlek) veya cübbe olsun veya başkası olsun. (155) Elbiseler içerisinde Hazret-i Peygamber'in hoşuna en fazla giden yeşil elbiseydi. En fazla giydiği elbise de beyaz elbisedir. 'Beyaz elbiseyi dirilerinize giydiriniz ve ölülerinize de kefen yapınız. ' buyurmuştur. (156)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , gerek savaş için gerek savaş dışında ortası pamuk veya yünle doldurulmuş kaftan giyerdi. (157) Hazret-i Peygamber'in altın renkli atlastan bir kaftanı vardı. Onu giyer, beyazla karışan yeşilliğini severdi veya beyaz renginin üzerine gelen kaftanın yeşil rengini severdi. (158) Hazret-i Peygamber'in bütün elbiseleri topuklarından yukarıdaydı. İzan bunun üzerinde olup bacak kısmının ortasına kadar varırdı. (159) Hazret-i Peygamber'in iç gömleği düğmelerle bağlı bulunuyordu. Bazen namazda ve başka yerlerde bu düğmeleri açardı. (160) Hazret-i Peygamber'in zaferanla boyanmış çarşafa benzer ve baştan ayağa kadar vücudunu kapatan bir elbisesi vardı. Çoğu zaman sadece onu giyip halkın önünde namaz kılardı. (161) Bazen de sadece çulumsu bir şal giyerdi. (162) Keçeden mâmul bir elbisesi vardı. Onu giyerdi ve şöyle derdi:'Ben ancak bir kulum. Kulun giydiği gibi giyerim. ' (163)

Sadece cuma gününe mahsus iki elbisesi vardı. Bunlar diğer günlerde giydiği elbiselerden başkaydı. (164) Bazen de sadece bir izar giyerdi. Onun iki tarafını omuzlarının arasına bağlardı. (165)

Bazen de cenaze namazlarında bir tek izar ile halkın önünde namaz kılardı. Bazen evinde bir tek izara bürünerek namaz kılardı. (166) Bu tek izarın iki tarafını ters yönlerden getirip bağlardı ve bu izar aynı zamanda zevceleriyle cinsî ilişki kurduğu zaman sütresi olurdu.

Bazen de geceleyin o izarla namaz kılardı. Namaz kıldığı izarın bir kısmını bedenine sarar, diğer kısmını odada bulunan hanımının üzerine atardı ve bu şekilde namaza devam ederdi. Hazret-i Peygamber'in siyah bir abası vardı, onu (fakir birisine) hibe etti. Hanımı Ümmü Seleme şöyle sordu:

-'Ey Allah'ın Râsûlü! Anam babam sana feda olsun! O siyah abâ ne oldu?'

Hazret-i Peygamber;

-'Onu başkasına giydirdim' diye cevap verdi.

Ümmü Seleme der ki:

-'Senin beyazlığının, onun siyahlığına katılıp vermiş olduğu güzelliği hiç bir yerde görmüş değilim'. (167)

Enes şöyle anlatır: Çoğu zaman Hazret-i Peygamber'i, sırtına geçirmiş ve iki tarafına bağlanmış bir şal içerisinde önümüzde öğle namazını kıldırırken görürdüm. (168) Hazret-i Peygamber, yüzük kullanırdı. Çoğu zaman (saadet hücrelerinden) yüzüğüne bir ip bağlı olduğu halde çıkardı. (169) Parmağındaki yüzük ile yazdırmış olduğu mektupları mühürlerdi. Mektup üzerinde mührün bulunması, itham edilmekten daha hayırlıdır. (170)

Hazret-i Peygamber sarığın altında külâh giydiği gibi, bazen de sarıksız külâh giyerdi. (171) Bazen de külahını başından çıkarır, önünde sütre yapar, öylece namaza kalkardı. Bazen de başında sarığı olmadığı takdirde başına ve alnına mendilimsi bir şey bağlardı. (172)

Hazret-i Peygamber'in bir amâmesi vardı. Ona Sehab adını veriyordu. Amâmesini daha sonra Hazret-i Aliye (radıyallahü anh) hibe etti. Bazen Hazret-i Ali o amâmeyi bağlar, evinden öylece çıkardı. Hazret-i Ali'nin bu amâme ile geldiğini gören Hazret-i Peygamber şöyle demiştir:'Ali, sehab'ın içinde size geliyor. ' (173)

Hazret-i Peygamber elbisesini giyerken önce sağ tarfından giyerdi. (174) 'Hamd, avretimi örttüğüm ve insanlar arasında süs olarak kullandığım bir elbiseyi bana giydiren Allah'a mahsustur. ' (175) Elbisesini çıkardığı zaman sol tarafından başlardı. (176)

Yeni elbise giydiği zaman eski elbisesini bir miskine sadaka verirdi. (177) 'Herhangi bir müslüman eski elbisesini fakir bir müslümana giydirirse Allah'ın hıfzında, himayesinde ve hayrında olur. Bu korunması, o fakir tarafından vermiş olduğu elbise ister diri olarak kullanılsın, ister ölü kullanıldığı müddetçe devam eder. '

Hazret-i Peygamber'in, yüzü tabaklanmış deriden, içi hurma lifinden doldurulmuş bir yatağı vardı. O yatağın uzunluğu iki zirâ idi veya buna yakın idi. Eni ise bir zirâ ve bir karıştı veya buna yakın idi. (178) Hazret-i Peygamber'in altına serilen bir abâsı vardı. Bu abâ Hazret-i Peygamber'in gittiği yere götürülür, iki kat yapılarak Hazret-i Peygamber'in altına serilirdi. (179) Hazret-i Peygamber hasır üzerinde yatardı. Hasır ile teni arasında başka birşey bulunmazdı. (180)

Hayvanlarına, silâh ve ev eşyalarına İsim vermek, Hazret-i Peygamber'in ahlâkındandı. Bayrağının ismi el-İkab idi. Savaşlarda kullandığı kılıcının ismi Zülfikar'dı. (181) Hazret-i Peygamber'in bir kılıcı vardı. Ona el-Mıhzem derdi. Başka bir kılıcı vardı. Ona da er-Resub denirdi. Diğer biri vardı, ona da el-Kabib denirdi. Hazret-i Peygamber'in kılıcının kabzası gümüş ile süslenmişti. Hazret-i Peygamber tabaklanmış deriden yapılmış bir kemer bağlardı. O kemerde gümüşten üç halka bulunmaktaydı. (182) Hazret-i Peygamber'in okuna el-Ketum deniyordu. Okdanlığına el-Kafur denirdi. (183)

Hazret-i Peygamber'in devesinin ismi el-Kusva idi ve bu deveye, bazen el-Abda deniyordu. (184) Hazret-i Peygamber'in katırının ismi Düldül idi. Merkebinin ismi Ya'fur'du. Sütünü içtiği koyunun ismi Ayne idi. Hazret-i Peygamber'in çamurdan yapılmış bir ibriği vardı. Onunla abdest alıyordu ve onunla su içerdi. Ashâbı kirâm daha erginleşmemiş yavrularını (ki bu yavrular serbestçe Hazret-i Peygamber'in huzuru saadetine ve hânei saâdetine girip çıkıyorlardı) o ibrikten su içmek için gönderiyorlardı. Çocuklar ibrikte su buldukları takdirde içer, yüzlerine sürer ve bedenlerini o su ile meshederlerdi. Böyle yapmakla Hazret-i Peygamber'in bereketini ararlardı. (185)

155) Müslim, Buhârî

156) İbn Mâce, Hâkim

157) Buhârî, Müslim

158) Ahmed

159) Ebû Fadl Muhammed b. Tâhir

160) Ebû Dâvud, İbn Mâce, Tirmizî

161) Ebû Dâvud, Tirmizî

162) İbn Mâce, İbn Huzeyme

163) Müslim, Buhârî

164) Taberânî

165) Müslim, Buhârî

166) Irakî'ye göre aslı yoktur,

167) Müslim, (Hazret-i Âişe'den benzerini)

168) Bezzâr ve Ebû Ya'lâ

169) Müslim, Buhârî

170) İbn Adiyy

171) Müslim, Buhârî, (Enes'ten)

172) Buhârî

173) İbn Adiyy, Ebû Şeyh, Ebû Nuaym

174) Tirmizî

175) Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim

176) Ebû Şeyh, (İbn Ömer'den)

177) Hâkim, Beyhakî

178) Müslim, Buhârî

179) İbn Sa'd, Tabâkat

180) Müslim, Buhârî

181) Taberânî, (İbn-i Abbâs'tan)

182) İbn Sa'd ve Ebû Şeyh (mürsel olarak)

183) Irâkî aslına rastlamadığına kaydeder.

184) Taberânî

185)

20-7

Hazret-i Peygamber'in Merhameti ve Hoşgörüsü

Hazret-i Peygamber, insanların en halîmi ve kudretlisi olmakla beraber herkesten daha fazla affetmeyi seven bir zattı. Hatta bir savaşta Hazret-i Peygamber'e altın ve gümüşten gerdanlıklar getirildi. Onları muharip ashâbı kirâm arasında taksim etti. O esnada bedevilerden biri ayağa kalktı ve şöyle haykırdı:

-'Ya Muhammed! Allah'a yemin ederim, eğer Allah sana adaleti emretmişse ben seni adaletle hareket eder görmüyorum!'

Bunun üzerine Hazret-i Peygamber:

-'Sana rahmet olsun! Acaba benden sonra senin hakkında kim adâletli hareket edebilir?'

Bedevî kalkıp giderken Hazret-i Peygamber ashâbı kirâma şöyle demiştir:

-Yavaşça, (korkutmadan) onu çevirip bana getiriniz.

Adam çevrilip Hazret-i Peygamber'in huzuruna getirildi ve Hazret-i Peygamber;

-'Seni çıkışından ötürü affediyorum' demek suretiyle kişinin aleyhinde kabaran gergin havayı dağıttı. (186)

Cabir şöyle rivâyet eder: Hazret-i Peygamber, Hayber (bazı nüshalarda Huneyn) gününde Bilâl'in eteğinde ve kucağında bulunan gümüşleri alıp halka veriyordu. Bu esnada bir kişi öfkelenerek Hazret-i Peygambere şöyle haykırdı:

-'Ey Allah'ın Rasûlü! Adaletli hareket et!'

Hazret-i Peygamber ona

-'Sana rahmet olsun! Ben adalet etmedikten sonra artık adalet eden kimdir? Eğer ben adalet etmezsem sen mahrum olup zarar içerisinde kalmış olursun'. (187)

Bu durum karşısında Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) ayağa kalkarak Hazret-i Peygambere

-'Bu kişi münafıktır. Bana izin ver boynunu vurayım' dedi.

Hazret-i Peygamber, Hazret-i Ömer'e şöyle dedi:

-'Senin bu dediğinden Allah'a sığınırım. Böyle yaptığımız takdirde, Muhammed arkadaşlarını öldürüyor diye propaganda yaparlar. ' (188)

Hazret-i Peygamber bir savaşta bulunuyordu. Bu esnada düşmanlar, müslümanların gafletinden istifade ederek casuslarını İslâm ordusunun içerisine saldılar. Hatta bir adam yalın kılıç gelip Hazret-i Peygamber'in başucunda durdu ve Hazret-i Peygamber'e şöyle hitap etti:

-'Seni benden kurtaracak kimdir?'

Hazret-i Peygamber 'Allah!' diye haykırdı. Adamın elinden kılıç yere düştü. Hazret-i Peygamber kılıcı alıp adama şöyle dedi:

-'Seni benden kim kurtaracak?'

Adam; 'Kılıcı alan, en hayırlı bir kimse ol! (beni öldürme) ' diye yalvardı. Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

-O halde Allah'tan başka ilâh olmadığına ve benim Allah'ın Râsûlü olduğuma şâhitlik et.

-Hayır! Ben bunu demem! Ancak bundan böyle ne seninle savaşır, ne seninle beraber olur, ne de seninle savaşan bir kavimle beraber olurum.

Bu şart ile Hazret-i Peygamber onu serbest bıraktı. O, arkadaşlarına gelip şöyle dedi: 'İnsanların en hayırlısının nezdinden size geliyorum!' (189)

Enes şöyle rivâyet eder: Bir yahûdî kadın, Hazret-i Peygamber'e zehirli bir koyun gövdesi getirdi ki Hazret-i Peygamber ondan yesin. . . Bu hâdise keşfedilince kadın Hazret-i Peygamber'e getirildi. Hazret-i Peygamber kadına 'Neden böyle yaptın?' dedi. Kadın 'Seni öldürmek için!' diye cevap verince Hazret-i Peygamber kadına şöyle dedi:

'Allah seni bu işte muvaffak kılmaz'. Ashâbı kirâm 'Ey Allah'ın Râsûlü! Kadını öldürelim mi?' dedi. Hazret-i Peygamber ise kabul etmedi. (190)

Hazret-i Peygamber'e, yahudilerden bir kişi sihir yaptı. Cebrâil gelip Hazret-i Peygamber'e durumu haber verdi. Hazret-i Peygamber adam gönderip sihir yapılan tarağı (Zervan kuyusundan) çıkarttı. Düğümlerini açınca bedeninde hafiflik hissetti. (191) Bu hadiseyi sihirci yahûdîye ne söyledi ne de yüzüne vurdu.

Hazret-i Ali şöyle der: Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) beni, Zübeyr'i ve Mikdad'ı göndermek üzere vazifelendirerek şöyle dedi: 'Hâh' (Mekke, Medine arasında bir yer) bahçesine varıncaya kadar gidiniz. O bahçede hevdecinde bulunan bir kadın vardır. O kadınla beraber bir mektup bulunuyor. Mektubu kadından alıp getirin.

Hazret-i Ali der ki: Biz 'Hâh' bahçesine varıncaya kadar gittik. Kadına mektubu çıkartmasını söyledik. Kadın 'Yanımda mektup yok' dedi. Bunun üzerine kadını tehdit ederek dedik ki: 'Ya mektubu verirsin veya kontrol etmek için elbiselerini teker teker bedeninden soyarız'. Bu tehdit karşısında kadın, saç örgülerinin arasından mektubu çıkardı. Biz mektubu Hazret-i Peygamber'e getirdik. Baktı ki, mektupta Hatib b. Ebî Beltâ Mekkeli müşriklerden bazılarına bir şeyler yazmış. Hazret-i Peygamber'in ne yapacağını onlara haber veriyordu. Bu durum karşısında Hazret-i Peygamber, Hatib'e hitaben 'Bu nedir ya Hatib?' diye sordu. Hatib de şöyle cevap verdi: 'Ya Rasûlüllah! Benim hakkımda acele etme! Ben kavmine sonradan gelip katılmış bir kimseyim. Seninle beraber bulunan muhacirlerin Mekke'de akrabaları vardır. Onların Mekke'de kalmış aile efradını himaye ederler. Bu bakımdan, benim soydan gelen akrabalarım Mekke'de yoktur ki, benim orada kalmış aile efradımı korusun. . . Ben istedim ki, onlara bir iyilik yapayım. O iyiliğimden dolayı orada kalmış yakınlarımı himaye etsinler. Ben mektubu kâfir olduğumdan veya İslâm'dan sonra küfre rıza göstermemden veya dinimden döndüğümden dolayı yazmış değilim'.

Bu söz karşısında Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

'Hatib doğru söyledi!'

Hazret-i Ömer (radıyallahü anh) 'Ya Rasûlüllah! Bana izin ver de bu münafığın boynunu vurayım!' deyince, Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi:

'Hatib, Bedir savaşına katılmış bir kimsedir! Ey Ömer! Ne biliyorsun, belki Allah Bedir'e katılanlara şöyle demiştir: İstediğinizi yapın! Muhakkak ben sizi affettim. (192)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bir ara ganimet malını taksim etti. Ensar'dan bir kişi 'Bu öyle bir taksimdir ki, bu taksimle Allah'ın cemâli kastedilmiş değildir!' dedi. Onun bu sözü Hazret-i Peygamber'e nakledildi. Hazret-i Peygamber'in yanakları kıpkırmızı kesilerek şöyle buyurdu:

Allah kardeşim Musa'ya rahmet eylesin! Bu zahmetlerden daha fazlasına mübtelâ olmuş ve sabretmiştir. (193)

Sakın sizden herhangi bir kimse, benim ashâbımın herhangi birinden bana birşey getirip söylemesin. Çünkü ben istiyorum ki, göğsüm sapasağlam olduğu halde sizin yanınıza çıkmış olayım. (194)

186) Daha önce geçmişti.

187) Ebû Şeyh, (İbn Ömer'den)

188) Müslim

189) Müslim,Buhârî

190) Müslim

191) Nesâî

192) Müslim,Buhârî

193) Müslim,Buhârî

194) Ebû Dâvud,Tirmizî

20-8

Hazret-i Peygamber'in Hoşlanmadığı Hususlardaki Hoşgörüsü

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , ince derili (hayâ sahibi) zâhir ve bâtını lâtif bir zattı. (195) Öfkeli veya sevinçli olduğu yüzünden anlaşılırdı. (196) Öfkesi şiddetlendiği zaman, sakalını çokça sıvazlardı. (197) Kerih gördüğü birşeyle hiç kimse ile konuşmazdı. Bir ara huzuruna, sırtında sarı bir elbise bulunan bir kimse girdi. O, sarı elbiseyi hoş karşılamadığı halde, adama birşey söylemedi. Adam gittikten sonra, orada bulunan bazı zevata'Keşke bu adama söyleseydiniz! Bu sarı elbiseyi giymeseydi'dedi. (198)

Bir bedevî Hazret-i Peygamber'in hazır bulunduğu bir zaman, mescidde işedi. Ashâbı kirâm adamı kovup atmak isteyince Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) onlara şöyle hitabetti:'Adamın işini yarıda kesmeyin!' Sonra bedevîye dönüp dedi ki:'Bu mescidler pislik ve tuvalet yapmaya uygun değildir'. Başka bir rivâyette 'yaklaştırınız, ürkütmeyiniz'diye gelmiştir. (199)

Bir gün bedevinin biri gelip Hazret-i Peygamber'den birşeyler istedi. Hazret-i Peygamber ona istediğini verdikten sonra bedevîye şöyle sordu:

-'Sana iyilik yaptım mı?' Adam

-'Hayır! Değil iyilik, güzel bir şekilde bile davranmadın!' diye cevap verdi. Bu söz karşısında müslümanlar öfkelendi ve bedeviyi hırpalamak için ayağa kalktılar. Hazret-i Peygamber onlara adama dokunmamaları için işaret etti. Sonra kalkarak hâne-i saâdetine girdi. Bedeviyi hanesine davet etti. Sonra ona birşeyler daha verdi ve dedi ki:

-'Sana iyilik yaptım mı?' Bedevî

-'Evet! Allah sana yakın akraba ve soydan ötürü hayır yönünden mükâfat ihsan etsin!' dedi. Bu duadan sonra Hazret-i Peygamber, bedevîye şöyle dedi:

-Sen deminki sözünü söylediğinde ashâbımın nefsinde sana karşı bir kırgınlık oldu. Eğer istiyorsan, şimdi bana söylediklerini ashâbımın huzurunda söyle ki, onların kalplerinde sana karşı duyulan kin ve buğz silinsin.

Bedevî bu teklifi kabul etti. Sabah (veya akşam) olduğu zaman bedevî geldi. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bedevinin geldiğini görünce şöyle dedi:

-'Şu bedevî dün söylediğini söyledi. Fakat biz ona biraz daha fazla verdik. Şimdi bizden razı olduğunu söylüyor. Öyle değil mi?' Bedevî;

-'Evet! Allah sana yakın akraba ve soydan ötürü hayr bakımından mükâfat versin!' dedi. Bu konuşmadan sonra Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu:

-'Benimle şu bedevinin misâli, tıpkı devesi ürken bir kişinin misâline benzer. Halk o ürken devenin arkasına tutmak için takılır. Fakat takılan halk, gittikçe deveyi daha da ürkütürler. Fakat deve sahibi onlara 'Benimle devemin arasından çekilin. Çünkü ben devem için daha şefkatliyim ve onun huyunu daha iyi bilirim' diye bağırır. Sonra devenin sahibi deveye doğru yönelip yerden otlar alarak deveye gösterir. Yavaş yavaş deveyi kendisine doğru yaklaştırır. Hatta sonunda deve gelir, onun önünde diz çöker. O da devenin sırtına yükünü bağlayıp biniverir. Eğer ben sizi, bu kişi söylediğini söylediği zaman bıraksaydım, siz de onu öldürseydiniz muhakkak ateşe giderdi. (200)

195) Ebû Şeyh

196) Ebû Şeyh

197) Ebû Dâvud,Tirmizî

198) Müslim,Buhârî

199) Müslim,Buhârî

200) Bezzâr,Ebû Şeyh

20-9

Hazret-i Peygamber'in Cömertliği

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) insanların en cömerdiydi. (201) Hazret-i Peygamber Ramazan'da esen rüzgâr gibiydi. Hiçbir şeyi yanında tutmazdı. Hazret-i Ali Hazret-i Peygamber'i vasıflandırırken şöyle derdi: 'Vermek bakımından insanların en cömerdi, göğüs bakımından da insanların en genişi. . . Dil yönünden insanların en doğrusu. . . . Sözüne sahip çıkmak yönünden insanların en sadığı. . . Tabiatı insanların en yumuşağı. . . Muaşeretçe insanların en şereflisi idi. İlk olarak gören ondan korkardı. Onunla sohbet eden onu severdi'. (202)

Hazret-i Peygamber'i öven bir zat der ki: 'Ne ondan önce, ne de sonra ona benzer kimseyi görmedim. İslâmiyet'e aykırı olmamak şartıyla kendisinden istenilen şeyi verirdi'.

Bir kişi Hazret-i Peygamber'e gelip istedi. Hazret-i Peygamber iki dağın arasını dolduracak kadar ona koyun verdi. Kişi kavmine dönüp gelince onlara şöyle dedi: İslâm olunuz! Çünkü Muhammed, fakirlikten korkmayan bir kişinin cömertliğiyle veriyor. Hazret-i Peygamber'den birşey istensin de Hazret-i Peygamber de hayır desin!' (203)

Hazret-i Peygamber'e bir ara doksan bin dirhem ganimet getirildi. Onu bir hasırın üzerine döktü, sonra kalkıp fakir ve fukaraya taksim etti. Her gelip isteyeni boş çevirmedi. Ta ki, doksan bini bitirinceye kadar. . . Bir kişi gelip Hazret-i Peygamber'den birşeyler istedi. O da şöyle dedi: 'Benim nezdimde birşeyler yok! Fakat git benim namıma borç et! Eğer birşeyler gelirse onu öderiz!' Bu durum karşısında Hazret-i Ömer 'Senin güç yetiremediğini Allah sana yüklememiştir' dedi. Bu söz karşısında Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bozuldu ve gelen kişi (Hazret-i Peygamber'e) şöyle dedi: 'Ey Allah'ın Râsûlü! Allah yolunda infak et! Arşın sahibi olan Allahü teâlâ'nın seni fakir bırakacağından korkma!' Bu söz üzerine tebessüm etti ve yüzünde sevgi alâmetleri belirdi. (204)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Huneyn savaşından dönerken bedeviler gelip mal istediler. Hatta Hazret-i Peygamberi bir ağaca sığınmaya mecbur ettiler. Arkadan Hazret-i Peygamber'in abası çıkarıldı. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber durdu ve şöyle dedi:Benim abamı veriniz! Eğer elimde bu ağaçlar kadar mal olsaydı muhakkak sizin aranızda taksim ederdim. Sonra beni cimri olarak görmez, yalancı ve korkak olarak müşahede etmezdiniz. (205)

201) Müslim,Buhârî

202) Tirmizî

203) Müslim,Buhârî

204) Buhârî

205) Buhârî

20-10

Hazret-i Peygamber'in Şecaati

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) insanların en kahramanı ve en şeciî idi. (206) Hazret-i Ali der ki: Bedir gününde biz Hazret-i Peygamber'e sığınıyorduk. O düşmana en yakınımız idi. (207) Bedir gününde kahramanlık bakımından en şiddetlimizdi.

Yine Hazret-i Ali şöyle demiştir: Savaş şiddetlendiği ve ordular karşı karşıya geldiği zaman, biz Hazret-i Peygamber'e sığınıyorduk. Bizden hiç kimse Hazret-i Peygamber'den daha fazla düşmana yakın olmazdı. (208)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) az konuşur, az muhavere ederdi. Ashâbı kirâma harbe hazırlanmak emrini verdiği zaman, kendisi de hazırlanıyordu. Kahramanlık bakımından insanların en şiddetlisiydi. (209) Kahraman o kimseydi ki, harpte Hazret-i Peygamber'e yakınlaşıyordu. Çünkü Hazret-i Peygamber düşmana yakındı. (210)

İmrân b. Husayn der ki: 'Hazret-i Peygamber düşmanın herhangi bir kitlesine rastladığında mutlaka ilk darbeyi düşmana vuran kendisi olurdu'. (211) Hazret-i Peygamber çok kuvvetliydi. Müşrikler, (Huneyn'de) onun etrafını sardığı zaman katırından indi ve onlara şöyle haykırdı:

Ben Allah'ın peygamberiyim. Yalan yok! Ben Abdülmuttalib'in oğluyum. (212)

206) Dârimî

207) Ebû Şeyh

208) Nesâî

209) Ebû Şeyh

210) Müslim

211) Ebû Şeyh

212) Ebû Şeyh

20-11

Hazret-i Peygamber'in Tevâzuu

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) yüce mertebesinde tevâzu yönünden insanların en ileride olanıydı (213) İbn Amr der ki: Hazret-i Peygamber'in, kızıl bir devenin sırtında cemrelere taş attığını, önünden herhangi bir kimsenin dövülüp kovulmadığını ve 'yol açınız, yol açınız denilmediğini gördüm. (214)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) palanlı merkebin sırtına bir çul atarak binerdi. (210) Bununla beraber başkasını terkisine alırdi. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) hastaları ziyaret eder, cenazelerin arkasında gider, kölelerin dâvetine icabet ederdi. (216) Ayakkabısını bizzat tamir ederdi. Elbisesini yamardı. Eşlerine ev işlerinde yardım ederdi. (217)

Hazret-i Peygamber'in ashâbı, Hazret-i Peygamber meclise geldiği zaman, önünde ayağa kalkmazlardı. Çünkü Hazret-i Peygamber'in böyle yapmalarından taciz olduğunu bilirlerdi. (218) Hazret-i Peygamber çocukların yanından geçerken onlara selâm verirdi. (219) Bir ara huzuruna bir adam getirildi. Adam Hazret-i Peygambe'in heybetinden tirtir titremeye başladı. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) adama şöyle dedi: 'Korkma! Ben kral değilim. Ben Kureyş soyundan gelen ve kurutulmuş et yiyen bir kadının oğluyum. . . ' (220)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , arkadaşlarının arasına katılarak oturuyordu. Sanki onlardan biriydi. Hatta yabancı bir kimse geldiğinde onlardan hangisinin Hazret-i Peygamber olduğunu bilemezdi ve Hazret-i Peygamber'i tanımak için sormaya mecbur kalırdı. Ashâb, gelen yabancıların Hazret-i Peygamber'i tanıyabilmesini sağlamak için Hazret-i Peygamber'e özel bir oturma yeri yapmayı düşündüler. Hazret-i Peygamber için çamurdan bir seki yaptılar ve Hazret-i Peygamber bundan böyle o sekinin üzerinde oturdu. (221)

Aişe validemiz 'Allah benim canımı sana feda etsin! Yaslanarak ye! Çünkü yaslanarak yersen senin için daha kolay olur' deyince, bu ısrarına bir karşılık olarak Hazret-i Peygamber, alnı yere değercesine mübarek başını eğdi ve sonra şöyle dedi;Hayır, ben kölenin yediği gibi yer ve kölenin oturduğu gibi otururum. (222)

Hazret-i Peygamber masa üzerinde ve sükürrüce (denilen iştah açıcı maddelerin konulduğu küçücük kap) ta yemezdi ve bu durumu Allah'ın huzuruna gidinceye kadar devam etti. (223) Gerek ashâbından, gerek başkalarından kendisini çağıran herkese 'buyurun' diye cevap verirdi. (224) Hazret-i Peygamber, halkla beraber oturduğu zaman, eğer onlar âhiret hakkında konuşurlarsa, onlarla beraber aynı konuda konuşurdu. Eğer yemek ve içmek hakkında konuşurlarsa, aynı konuda kendilerine katılırdı. Eğer dünya hakkında konuşulursa, onlara karşı şefkat ve tevâzu olsun diye aynı konuda konuşmalarına iştirâk ederdi. (225)

Ashâbı kirâm, Hazret-i Peygamber'in huzurunda bazen şiir okurdu. Hazret-i Peygamber de kendilerini dinlerdi. Cahiliyye olaylarından bir şeyler anlatıp gülerlerdi. Onlar güldüğü zaman Hazret-i Peygamber de tebessüm ederdi. Hazret-i Peygamber ancak onları haram işlemekten menederdi. (226)

213) Ebul Hasan b. Dahhâk

214) Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce

215) Müslim, Buhârî

216) Tirmizî, Hâkim

217) Müsned

218) Tirmizî

219) Müslim, Buhârî

220) Hâkim

221) Ebû Dâvud, Nesâî

222) Ebû Şeyh

223) Buhârî

224) Ebû Nuaym

225) Tirmizî

226) Müslim

20-12

Hazret-i Peygamber'in Şemaili

Hazret-i Peygamber'in fazlasıyla uzun ve pek de kısa boylu olmaması onun şerefli sıfatlarındandır. Hazret-i Peygamber, tek başına yürüdüğü zaman orta boyluluğa nisbet edilirdi. Bununla beraber, bir kimse uzun boylu sayıldığı halde, Hazret-i Peygamber ile yürüdüğünde mutlaka Hazret-i Peygamber ondan uzun görünürdü. Bazen iki uzun boylu kişi, kollarına girerdi ve Hazret-i Peygamber kendilerinden daha uzun görünürdü. Onlar Hazret-i Peygamber'den ayrıldıkları zaman, kendilerine 'uzun boylu' denirdi ve Hazret-i Peygamber de 'orta boylu' diye vasfedilirdi. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Hayrın tamamı orta boyluluktadır. (227)

227) Ebû Nuaym

20-13

Hazret-i Peygamber'in Rengi

Mübârek rengi beyazdı. Tam esmer değildi ve beyazlığı da pek fazla değildi. Rengine ne sarılık, ne kırmızılık ve ne de herhangi bir renk katılmıştı. Çünkü hadîste geçen 'el-Ezher' kelimesi bu mânâyı ifade eder.

Amcası Ebû Tâlib, kendisini vasıflandırırken şöyle dedi: 'Beyazdır. Onun yüzüyle yağmur istenir. Yetimlerin sığınağı ve dul kadınların kalesidir'. Bazıları da Hazret-i Peygamber'i şöyle vasıflandırıyordu: 'Beyazlığına hafifçe kırmızılık karışmıştır'. Dediler ki: 'Ancak Hazret-i Peygamber'in, güneş ve rüzgâr gören yüzü ve boynu gibi âzalarının beyazlığına hafif kırmızılık karışmıştı. Kırmızının karışmadığı duru ve saf bulunan kısımlar ise, elbise altında, güneş ve rüzgâr görmeyen yerlerdi'. (228)

Hazret-i Peygamber'in mübarek yüzündeki ter, inci gibiydi. En güzel kokan miskten daha güzel kokuluydu.

228) Beyhakî

20-14

Hazret-i Peygamber'in Saçı

Mübârek saçı güzel ve taranmıştı. Ne kıvırcıktı ve ne de tamamen düzdü. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , saçını taradığı zaman kum taneleri gibi tarağın önünden akardı. Denildi ki: 'Hazret-i Peygamber'in saçları omuzlarına kadar inerdi'. Rivâyetlerin çoğunda 'Kulaklarının memesine kadar' indiği vârid olmuştur. Hazret-i Peygamber bazen saçını dört örgü yapar, her kulağını iki örgü arasına alırdı. Bazen saçını kulaklarının üzerine kıvırır, uçları saçların arasında pırıl pırıl parlayarak görünürdü.

Mübârek başında ve sakalında onyedi beyaz kıl vardı. Ondan fazlası yoktu. (229) Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , yüz bakımından insan güzeli ve insanların en nûrlusuydu. Onu her vasfeden mutlaka kendisini 'ayın ondördü'ne benzetmiştir. Derisinin pürüzsüzlüğünden ötürü kızması da sevinmesi de yüzünden anlaşılırdı. Ashâbı kirâm derlerdi ki: 'Hazret-i Peygamber, arkadaşı Ebû Bekir'in vasfettiği gibidir'. Nitekim Ebû Bekir kendisini şöyle vasıflandırmıştır: 'Emindir, seçilmiştir. Hayra dâvet eder. Tıpkı kendisinde karanlığın kalmadığı ondördündeki ay gibi parlar'.

Hazret-i Peygamber'in alnı oldukça geniş, kaşları kavisliydi ve tamdı. Kaşlarının arasında açıklık vardı. Sanki iki kaşın arası saf gümüş gibiydi. Efendimizin iki gözü oldukça büyüktü. Göz bebeği simsiyahtı. İki gözünde de kırmızılık vardı. Kirpikleri oldukça uzun ve çokluğundan dolayı nerdeyse karışır bir vaziyette idiler. Mübarek burnu dümdüzdü. Dişleri hafif aralıklıydı. Gülerek ağzını açtığı zaman şimşeğin parladığı zamanda olduğu gibi olurdu. Dudakları bakımından Allah'ın en güzel kuluydu. Ağız yönünden insanların en lâtifi idi. Yanakları, elmacık kemikleri yüksek olmaksızın çekikti. Yüzü ne uzun ve ne de yuvarlıktı. İkisinin arasındaydı. Mübarek sakalı gürdü. Mübarek sakalını uzatırdı. Bıyıklarından (uzayınca) alırdı. Boynu bakımından insanların en güzeliydi. Boynu ne fazla uzun ne de fazla kısa idi. Güneş ve rüzgâr gören boyun kısmı, sanki gümüşten yapılmış ve altın ile süslenmiş bir ibrik gibiydi. Gümüşün beyazlığında ve altının kırmızılığında pırıl pırıl parlıyordu.

Hazret-i Peygamber'in göğsü oldukça genişti. Bir kısmının eti diğer kısmının etini geçmezdi. Düzlükte ayna, beyazlıkta ayın ondördü gibiydi. Göğsün üst kısmı ile göbeği, tüylerle bitişikti. Bunlardan başka ne göğsünde, ne de karnında herhangi bir tüy yoktu. Göbeğinde üç kat vardı. Bağladığı izar onların birini örter, diğer ikisi dışarda kalırdı. Omuzlarının arası geniş ve tüylüydü. Omuz, dirsek, kalça ve mafsal kemiklerinin başı oldukça büyüktü. Mübarek sırtı genişti. İki omuzunun arasında nübüvvet mührü vardı. Bu mühür sağ omuza daha yakındı. O mührün içerisinde siyah bir ben vardı. Sarıya çalardı. Etrafında birbirini takip eden tüyler vardı. Sanki atın alnı gibiydi. (230)

Hazret-i Peygamber'in pazuları ve kolları kalındı. Bilekleri uzun ve büyüktü. El ayaları oldukça genişti. Elinin etrafı, yanı, parmakları uzundu. Sanki parmakları gümüş çubuklardan yapılmıştı. Mübarek ayası ipekten daha yumuşaktı. Güzel kokuyu ister sürsün, ister sürmesin sanki ayası, güzel koku satan bir aktarın ayası idi. Hazret-i Peygamber'le el sıkışan bir kimsenin elinden bütün gün mestedici bir koku gelirdi. Hazret-i Peygamber herhangi bir çocuğun başına elini koyduğu zaman, çocuklar arasında Hazret-i Peygamber'in başını meshettiği çocuk olduğu bilinirdi.

İzar altında kalan baldırları ve dizden aşağı kısımları kalındı. Gürbüzlük bakımından yaradılışı normaldi. Son zamanlarında vücudu ağırlaştı. Bununla beraber eti sıkıydı. Etine dolgun olmak ona zarar vermezdi. Neredeyse ilk yaradılışında olduğu gibiydi. Yürüyüşüne gelince, sanki taştan koparılmıştı ve sanki yukardan akan bir seldi. Yürüyüşün ahengine uygun adımlar atar, kuvvetli ve ciddi, kibirsiz ve gurursuz yürürdü. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:'Adem'e herkesten daha fazla benzemekteyim. Yaradılış ve ahlâk bakımından bana en fazla benzeyen atam İbrahim (aleyhisselâm) idi. ' (231)

'Rabbimin nezdinde benim on ismim vardır. Ben Muhammed'im. Ben Ahmed'im. Ben o Mahi'yim ki, Allah benimle küfrü mahveder. Ben Akib'im ki benden sonra herhangi bir kimse (peygamber) yoktur. Ben o Hâşir'im ki, Allahü teâlâ, benim peygamberliğimin akabinde insanları haşreder, Ben rahmet peygamberiyim. Ben tevbe peygamberiyim. Ben savaş peygamberiyim, Ben bütün peygamberlerin sonunda gelen bir peygamberî zîşânım. Ben maddî ve manevî mükemmelliğin bir araya geldiği peygamberî zîşânım. ' (232)

Ebû Buhterî der ki: Hadîsteki 'kusem' kelimesi, mükemmel ve bütün iyilikleri kendinde toplayan kişi demektir. En doğrusunu Allah bilir.

229) Beyhakî

230) İbn Ebî Heyseme

231) Beyhakî

232) İbn Adiyy

20-15

Hazret-i Peygamber'in Sıdkına Delâlet Eden Mu'cizeleri

Hazret-i Peygamber'in durumunu gören, onun ahlâkını, fiillerini ve hallerini belirten haberlere kulak veren, âdetlerini, seciyesini, bütün halka karşı güttüğü doğru siyasetini, insanları bir araya getirip kontrol eden hidâyetini, halk sınıflarını bir araya getirmesini ve nihayet hepsini birden kendi itâatine râm etmesini dinleyen bir kimse, evet bunlarla beraber soruların zorluklarına rağmen vermiş olduğu şaşırtıcı cevaplara, halkın maslahatında kullanmış olduğu tedbir ve metodlara, fakîhlerin ve akıllıların uzun yaşamalarına rağmen inceliklerinden aciz kaldıkları, ilâhî nizamın zâhirî tefsirindeki güzel işaretlerini hikâye eden ibarelere bakan bir kimsenin şek ve şüphesi kalmaz ki, bütün bunlar ancak ilâhî bir kuvvet ve semavî bir desteğin yardımıyla tasavvur edilebilecek hususlardır.

Yine kişi şeksiz ve şüphesiz bilir ki, bütün bunlar bir yalancının veya bir hokkabazın becerebileceği birşey değildir ve böyle bir kimse için de bunların olacağı tasavvur edilemez. Hazret-i Peygamber'in ahlâkı ve ahvâli onun doğruluğunu ve sadık olduğunu ilân etmektedir. Hatta katıksız bir Arap ve insanlara karışmamış bedevî hayatı yaşamış bir kimse onu gördüğü zaman şeyle derdi: 'Allah'a yemin olsun! Bu yüz yalancı bir yüz veya yalancının yüzü değildir'. Sadece onun şerefli ahlâklarıyla, onun doğruluğuna böylece şahidlik ederdi!

Madem ki onu tanımayan ve onunla oturup, kalkmayan bir kimse, sadece onun dış görünüşüne bakarak bu şekilde bir şahitlikte bulunuyor, acaba kendisini, ve ahlâkını gören, onun bütün durumlarını izleyen bir kimsenin ona karşı hâli ne olabilir?

Biz burada ahlâkın güzelleri bilinsin diye Hazret-i Peygamber'in bir kısım ahlâkından bahsettik. Allah nezdindeki yüce derecesi, yüksek mertebesi ve doğruluğuna dikkati çekmek için onun bir kısım ahlâklarına değindik. Çünkü Allahü teâlâ, o mektep ve medrese görmediği, ilimle uğraşmadığı, kitap mütâlaa etmediği, ilim için hiçbir yolculuğa çıkmadığı, yetim, zayıf ve cahil Arapların arasında bulunduğu halde, Allahü teâlâ bütün bunları kendisine ihsan etmiştir. Acaba durum bu iken, onun için ahlâkların en güzelleri, edeplerin en yüceleri, meselâ (eğer peygamber olmasa) sadece fıkıh ilminin maslahatlarının mârifeti ona nereden verilirdi? Evet (diğer ilimler hariç) sadece fıkıh ilminin yararlarının bilinmesi bile mektep, medrese olmaksızın, ilim ve ilim erbabıyla temas etmeksizin elde edilemez. Eğer ilâhî bir takviye olmasaydı bu nereden gelecekti?

Üstelik Allah'ın mârifeti, Allah'ın meleklerinin mârifeti, kitaplarının mârifeti ve peygamberliğin diğer özellikleri, eğer açık vahiy olmazsa, nerden ona bildirilmiş ve öğretilmiş olabilir? Beşer kudreti nereden başlı başına bunları elde edebilir? Eğer Hazret-i Muhammed'in bu zâhirî şeylerden başka hiçbir mucizesinin olmadığı farzedilse bile, bunların onun peygamberliğine delâlet etmeleri, yeter de artar bile. . .

Hazret-i Peygamber'in alâmet ve mucizelerinden öyleleri meydana gelmiştir ki, hiçbir ehli ilim. o meydana gelen mu'cizenin mu'cizeliğinden şek ve şüphe etmez. Bu bakımdan o mu'cizelerin, haberlerle şöhret bulmuş ve güvenilir kitaplarda tümüne işaret edilmiş olanların bir kısmına burada ayrıntılara girmeksizin ve uzatmadan işaret edelim: Allahü teâlâ birçok defa, Hazret-i Peygamber'in eliyle alışılmış âdeti bozmuştur. Çünkü Mekke'de Kureyşîler kendisinden peygamberliğine dair bir alâmet istediği zaman, parmağıyla işaret ederek ay'ı ikiye ayırmıştır. (233)

Câbir b. Abdullah el-Ensârî'nin evinde, (234) Ebû Talha Zeyd b. Sehl el-Ensârî'nin evinde (235) birçok kimseden müteşekkil bir cemaati az bir yemekle doyurmuştur. Hendek gününde, bir ara dört avuç arpa ve altı aylık bir oğlağın etiyle seksen kişiyi doyurmuştu. (236) Bir ara Enes b. Mâlik'in getirdiği birkaç arpa ekmeğini seksen kişiden fazla kimseye yedirmişti. (237) Yine bir ara Bintü Beşir isimli hanımın getirdiği az bir hurmadan bütün halka yedirmiş ve herkes doymuştu. Hurmanın bir kısmı da artmıştı. (238) Hazret-i Peygamber'in parmakları arasından su akmıştı. Askerler o sudan içtiler bütün ordu ondan aynı zamanda abdest de aldılar ve yine de su bitmedi.

İçinde su bulunmayan Tebûk pınarına ve başka bir zamanda da Hudeybiye kuyusuna Hazret-i Peygamber'in abdest suyu döküldü, ikisi de kaynayarak doldular. Bin kişilik ordu kana kana Tebük çeşmesinden içti. Hudeybiye kuyusundan ise, bin beş yüz kişilik bir ordu kana kana içmiştir. Oysa bu hâdiseden önce Hudeybiye kuyusunda su denen birşey yoktu. (239)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ömer'e (radıyallahü anh) dörtyüz süvariye devenin çökerek işgal ettiği yer kadar bir yer tutan hurma yığınından azık vermesini emir verdi. Hazret-i Ömer, dört yüz süvarinin hepsine azık verdi ve o hurmalar yine de bitmedi. Gerisini sakladı. (240)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , bir avuç toprak alarak kocaman bir düşman ordusunun gözüne serpti. Hepsinin gözüne (peygamberin bir mucizesi olarak) toprak giriverdi ve gözleri görmez oldu. Kur'ân bu hadiseyi şöyle anlatmaktadır:

' (O gün) onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü; (Ey Muhammed) , attığın zaman sen atmadın, fakat Allah attı. ' (241) (Enfal/17)

Allahü teâlâ, Hazret-i Muhammed'i gönderince kehanet iptal edilip sona erdi ve böylece ortadan kalktı.

Peygamber kendisine minber yapıldığı zaman hutbe okumak için minbere çıktı. Daha önce üzerine çıkıp hutbe okuduğu hurma kütüğü inledi. Öyle ki, Ashâbı kirâm kütükten deve inleyişine benzer bir inleme sesi işittiler. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber gelip kütüğü okşadı ve böylece sükûnet buldu. (242)

Hazret-i Peygamber, yahudileri ölümü temenni etmeye dâvet etti ve onlara 'Siz bunu yapamazsınız' diye haber verdi ve böylece yahudilerle bu temenninin arasına bir mâni girdi. Böyle bir temennide bulunmaktan aciz oldular. (243) Bu durum, şarktan garba kadar, cuma günü, sesli olarak bütün mescidlerde, içinde bu açık mu'cize olan ayetin tâzimi için okunan bir sûrede (Cuma sûresinde) belirtilmiştir. Hazret-i Peygamber, (Allah'ın izniyle) gaybdan haber vermiştir. Bu cümleden olarak Hazret-i Osman'a arkasından cennete gireceği bir belaya uğrayacağını bildirmiştir. . . (244) Hazret-i Ammar'ı bâğî bir grubun öldüreceğini, (245) Allahü teâlâ'nın, Hazret-i Hasan ile iki büyük müslüman kitlenin arasını düzelteceğini haber vermiştir. (246)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Allah yolunda savaşan bir kimsenin 'ateş ehlinden' olduğunu haber vermiştir. Daha sonra bu kişi intihar ettiğinden Hazret-i Peygamber'in bu mu'cizesi meydana çıktı. Bütün bunlar ilâhî tecellilerdir. Daha önce bilinen herhangi bir çözüm yoluyla bilinmiş değildirler. Ne fala bakmak, ne keşif yapmak, ne muska ve ne de kuş uçurmak suretiyle biliniyordu. Bunlar Allah'ın peygamberine bildirmesiyle ve göndermiş olduğu vahiyle bilinmiştir. (247)

Mâlik'in oğlu Sürâka (radıyallahü anh) , Hazret-i Peygamber'i hicret zamanında takip etti. Bindiği atın iki ayağı da kuma gömüldü ve kendisini çepeçevre bir sis kapladı. Hatta kovaladığı Hazret-i Peygamber'den imdat istemeye mecbur oldu. Hazret-i Peygamber kendisine dua etti ve atı kurtuldu ve Hazret-i Peygamber kendisine Kisra'nın (248) iki bileziğini iki bileğine takacağını haber verdi ve bu durum da Hazret-i Peygamber'in dediği gibi çıktı. (249)

Hazret-i Peygamber, Ans kabilesine mensup yalancı peygamber Esved'in öldürüldüğü gece, Yemen'in San'a şehrinde olduğu halde katlini haber verdi. (250) Hicret edeceği gecede evinin etrafında nöbet bekleyen yüz Kureyşlinin üzerine toprak saçıp onlar kendisini görmeden çıkıp gitti. (251) Bir deve, sahiplerinin hazır bulunduğu bir mecliste Hazret-i Peygamber'e şikayette bulunup hâlini kendisine arzedercesine hareketlerde bulundu. (252)

Hazret-i Peygamber, bir arada bulunan birkaç sahabîye hitaben 'Sizden birisinin ateşte dişi Uhud dağından daha büyük olacaktır' dedi. Orada hazır bulunanların hepsi istikâmet üzere vefat ettiler. Ancak içlerinden biri dininden döndü ve mürted olarak öldürüldü. (253) Ashâbın diğer bir grubuna 'Sizin en son öleniniz ateştedir' demiş ve hakîkaten en son ölen ateşe düşüp yanarak ölmüştür. (254) İki ağacı çağırdı. İkisi de kendisine geldiler ve birleştiler. Sonra onlara emretti, ayrıldılar. (255)

Hazret-i Peygamber orta boyluydu. Uzun boylularla yürüdüğü zaman onlardan daha uzun görünürdü.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , Necran hristiyanlarını mübahele (lânetleme) ye dâvet etti. Fakat onlar buna yanaşmadılar Bunun üzerine Hazret-i Peygamber kendilerine şu hakikati bildirdi: 'Eğer siz benimle mübahele etmiş olsaydınız hepiniz helâk olacaktınız'. Onlar da Hazret-i Peygamber'in doğru olduğunu anladılar ve mübahele etmekten çekindiler. (256) Tufeyl'in oğlu Amr ve Kays'ın oğlu Erbet (ki bunların ikisi de Arapların en ünlü süvarileri ve en kuvvetli bahâdırlarındandı) Hazret-i Peygamber'i öldürmek amacıyla Hazret-i Peygamber'e geldiler. Fakat onlar bu maksatlarına erişemediler. Hazret-i Peygamber (sa) , ikisine de bedduada bulundu. Amr, derisinde çıkan bir çıbanla, Erbet ise, bütün bedenini yakan bir şimşek ile öldüler. (257)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) gelecekte el-Cemahî soyundan gelen Ubey b. Halefi öldüreceğini haber verdi. Uhud gününde hafif bir yara ile Ubey'i yaraladı ve bu yaralama Ubey'in ölümüne sebep oldu. (258) Hazret-i Peygamber'e zehir yedirildi. Onunla beraber yiyen bir zat derhal öldü. Fakat Hazret-i Peygamber ondan sonra dört sene daha yaşadı. (259) Zehirlenmiş olan koyunun ön bacağı, kendisinin zehirli olduğunu Hazret-i Peygamber'e haber verdi.

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) Bedir gününde Kureyş'in ileri gelenlerinin öldürüleceğini ve her birinin nerede öldürüleceğini teker teker gösterdi ve onların hiçbiri gösterilen yerin dışında öldürülmedi. Hepsi Hazret-i Peygamber'in gösterdiği yerde öldürüldüler. (260) Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , ümmetinden bir topluluğun denizde muharebe edeceğini haber verdi ve dediği gibi çıktı. (261)

Yeryüzü, onun için dürülüp yeryüzünün doğusu ve batısı ona gösterildi. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber şöyle dedi: 'Ümmetimin hakimiyeti, bana dürülüp gösterilen noktalara kadar varacaktır'. Nitekim buyurduğu gibi de oldu. Çünkü ümmetinin mülklü doğu tarafından Türkistan kıyılarında başladı. Endülüs denizine ve Berberilerin memleketine kadar batıya doğru uzadı. Fakat Cenup ve Şimal tarafından pek genişlemedi ve haber verdiği harfiyyen çıkmış oldu. (262)

Hazret-i Peygamber, kızı Fatıma'ya, ailesinden kendisine ilk kavuşanın kendisi olacağını haber verdi ve haber verdiği gibi çıktı. (263) Mübarek zevcelerine 'En cömerdiniz kim ise o hepinizden önce ölüp bana kavuşacaktır' demiştir. Zeyneb binti Cahş sadaka vermek bakımından diğer validelerimizden daha cömertti ve hepsinden önce de o ölüp Hazret-i Peygamber'e yetişti. Allah ondan razı olsun. (264)

Kısır bir koyunun memesine dokundu ve memeler süt ile doldu ve bu hâdise İbn Mes'ûd'un müslüman olmasına vesile oldu. Hazret-i Peygamber bu hâdisenin benzerini Mekke'den Medine'ye hicret ederken yolda misafir bulunduğu 'Ümmü Mâ'bed el-Huzaiyye' adlı hanımın çadırında da yapmıştır. (265)

Hazret-i Peygamber'in ashâbından bir zatın gözü çıkmıştı. Hazret-i Peygamber eliyle yuvasından fırlayan gözü yerine yerleştirmiş ve o göz kişinin en sağlam ve en güzel gözü olmuştur. (266) Hayber günü, Hazret-i Ali'nin gözü ağrıyordu. Hazret-i Peygamber tükrüğünü sürdü ve derhal iyileşti. Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) bayrağı onun eline vererek onu savaşa gönderdi. (267)

Ashâbı kirâm, Hazret-i Peygamber'in iki elinin arasında yemeklerin tesbih ettiğini işitirdi. (268) Ashâbı kirâmdan bir zatın ayağı kırıldı. Hazret-i Peygamber eliyle o ayağa meshetti. Adamın ayağı derhal iyi oldu. (269) Beraberinde bulunan ordunun azığı azaldı ve askerlerin yanında bulunan bütün kumanyayı bir araya getirip toplamalarını emretti. Toplanan kumanyanın gayet az olduğu görüldü ve bereketli olması için duada bulundu ve sonra askere kumanyalarını almalarını emretti. Onlar, o kadar kumanya aldılar ki, askerin beraberinde kumanya ile dolmamış hiçbir kap kalmadı. (270)

Hakem b. As b. Vâil, Hazret-i Peygamber'in yürüyüşünü alay ederek taklid etti. Hazret-i Peygamber 'O halde yürüdüğün gibi ol!' buyurdu ve bu bedduadan sonra ölünceye kadar tirtir titredi. (271)

Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) , bir kadına tâlip oldu. Babası 'Ya Rasûlüllah! Onun bedeninde hers denilen cild hastalığı vardır' dedi. Oysa kadının bedeninde böyle birşey yoktu. Hazret-i Peygamber'e vermek istemediği için bir özür kabilinden böyle söylemişti. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber (sallâllahü aleyhi ve sellem) 'O halde öyle olsun!' dedi ve kadın cilt hastalığına tutuldu. Bu kadın şair el-Bersa'nın kızı Ümmü Şebib'dir. (272)

Bunlardan başka Hazret-i Peygamber'in mu'cizeleri ve peygamberliğine delâlet eden deliller sayılmayacak kadar çoktur. Fakat biz sadece meşhur olanlarını zikrettik. Kim Hazret-i Peygamber'in eliyle âdetin bozulmasından şüphelenir ve 'Bu olaylar teker teker tevatür yoluyla nakledilmemiştir, tevatür yoluyla gelen mu'cize sadece Kur'ân'dır' derse, bu kimse tıpkı Hazret-i Ali'nin kahramanlığında ve Hâtimi Tâî'nin cömertliğinde şüphe eden bir kimse gibidir. Herkesin malûmudur ki nakledilen hadîsler teker teker mütevatir değildir. Fakat tüm hadîsler zarurî bir bilgi vermektedir ve kesinlikle peygamberin elinden, âdeti bozan birçok mu'cizenin çıktığını ifade etmektedir.

Kur'ân'ın tevatür yoluyla geldiğinden şüphe edilemez. İnsanlar arasında kalan en büyük mu'cizedir Kur'ân. . . Hazret-i Peygamber'in Kur'ân mu'cizesinden başka, hiçbir peygamberin arkasında hiçbir mu'cizesi kalmış değildir. Zira Hazret-i Peygamber Kur'ân mu'cizesiyle halkın en beliğ, en hatîb ve Arapların en fasîhlerine meydan okumuştur. Oysa o zaman Arap yarımadası binlerce hatib ve fasîh kimselerle doluydu. Fesâhat Arapların sanatıydı. Onunla yarışır, onunla birbirlerine karşı gururlanırlardı. Hazret-i Peygamber onların cemiyetleri arasında açıktan açığa Kur'ân'ın bir benzerini veya benzerinden on sûreyi veya bir sûreyi getirmeleri için kendilerine meydan okuyordu. 'Eğer Kur'ân'da şek ve şüpheniz varsa bunu yapınız' diyordu.

De ki: 'And olsun! Eğer insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın benzerini getirmek üzere toplansalar, birbirlerine yardımcı da olsalar, yine onun benzerini getiremezler'. (İsrâ/88)

Bu sözü, onların acizliğini göstermek için söyledi ve hakîkaten onlar da onun dediğini yapmaktan aciz oldular. Onun teklifinden yüz çevirdiler. Öyle ki sonunda nefislerini ölüm, kadınlarını ve çocuklarını esir olma tehlikesine bile attılar. Onunla söz ve belâgatla muâreze etmeye güç yetiremediler. Kur'ân'ın cezalet ve güzelliğine bir kusur bulamadılar. Hazret-i Muhammed Mustafa'dan sonra yeryüzünün doğusuna ve batısına kadar nesilden nesile ve asırdan asıra yayılıp geldi. Bugün Hazret-i Muhammed Mustafa'nın dünyaya teşrif edişlerinin üzerinden beşyüz seneye yakın bir zaman geçtiği halde hiç kimse Kur'ân ile muâraza etmeye güç yetirememiştir. Bu bakımdan Hazret-i Peygamber'in (sallâllahü aleyhi ve sellem) haline, sonra sözlerine, sonra fiillerine, sonra ahlâkına, sonra mu'cizelerine, sonra şu âna kadar yayılıp gelen şerîatına, sonra o şeriatın cihanın birçok yerine yayılmasına, sonra onun asrındaki padişah ve diktatörlerin veya daha sonra gelenlerin kendisine karşı baş eğip itâat ettiklerine bakıp ta onun doğruluğunda şüphe eden bir kimsenin hamakatı ne büyüktür?! Böyle bir kimsenin, zayıf ve öksüz bir insanın bütün bu yaptıklarına bakıp da ibret alması gerekmez mi? Ona îman eden, onu doğrulayan, ondan gelen her hükme tâbi olan bir kimsenin muvaffakiyeti ne büyüktür! Bu bakımdan biz, Allahü teâlâ'dan ahlâkta, fiilde, hâl ve sözlerde ona uymaya bizi muvaffak kılmasını, Allah'ın minnetine ve geniş cömertliğine sığınarak talep ederiz.

233) Müslim, Buhârî

234) Müslim, Buhârî

235) Müslim, Buhârî

236) İsmailî, Sahih; Beyhakî, Delâil

237) Müslim

238) Müslim, Buhârî, (Enes'ten)

239) Müslim

240) Ahmed

241) Müslim

242) Buhârî

243) Buhârî

244) Buhârî, Müslim

245) Müslim

246) Buhârî

247) Müslim, Buhârî

248) İran İmparatoru'nun lakabı

249) Müslim, Buhârî

250) Deylemî

251) İbn Merduveyh

252) Ebû Dâvud

253) Dârekutnî

254) Taberânî

255) Ahmed

256) Buhârî

257) Taberânî

258) Beyhakî

259) Ebû Dâvud

260) Müslim

261) Müslim, Buhârî

262) Müslim

263) Müslim, Buhârî

264) Müslim

265) Ahmed

266) Ebû Nuaym, Beyhakî

267) Müslim, Buhârî

268) Buhârî

269) Buhârî

270) Müslim, Buhârî

271) Beyhakî, Hâkim

272) İbn'ul- Cevzî