EL-HASÂİSÜ'L-KÜBRÂ |
| |
18 PEYGAMBERİMİZİN AÇLIĞIN, SUSUZLUĞUN, GÜÇLÜĞÜN, GAYRETİN, SICAĞIN, SOĞUĞUN GİDERİLMESİ VE GÖZYAŞLARININ TUTULMASI ŞEKLİNDEKİ MUCİZELERİ |
Beyhaki ve Ebû Nuaym İmrân bin Husayn’dan rivayet ederler. O
demiştir ki: Ben Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında idim. Derken Fâtıma (radıyallahü anh) validemiz
geldi ve O'nun önünde durdu. Peygamberimiz O'na baktı ve şiddetli açlıktan
yüzünün renginin solduğunu gördü. Elini kaldırıp onun göğsü üzerine koydu,
parmaklarını açık bir halde tutup şöyle duada bulundu: "Ey açlığı gideren,
düşmüşü kaldıran Allah'ım! Muhammed'in kızı Fâtıma'yı yükselt!"
İmrân der ki: Ben, Fâtıma'ya baktım, derhal yüzünün sarılığı gitmişti.
Daha sonra kendisine rastladığımda hâlinden sordum, o da bana cevabında:
"Ey İmrân, o günden bu güne, artık hiç açlık duymadım" dedi.
(Beyhekî bu rivayetle ilgili olarak der ki:
"Zahir olan odur ki, İmrân onu, "Hicâb Ayeti" nazil olmadan önce
görmüştür.) [1]
Ebû Ya'lâ, Beyhekî, İbn-i Asâkir, çeşitli tarîkler ile Ebû Ümâme el-Bâhilî'den şöyle
rivayet ederler: "Beni, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kendi kavmine dâvetçi olarak gönderdi. Ben,
kavmimin yurduna vardığımda çok acıkmıştım. Onlar ise, eskisi gibi kan
yiyorlardı. Bana: "Haydi gel, sen de bizimle ye!" diye çağırdılar.
Ben de kendilerine: "Ben, bir İslâm dâvetçisi olarak, sizi bu gibi şeyleri
yemekden sakındırmak için geldim!" diye karşılık verdim. Onlar da benimle
alay edip beni yalanladılar ve red ettiler. Ben de onlardan aç ve susuz olarak
ayrıldım. Çok büyük bir sıkıntı içindeydim. Takatsiz kalıp yere uzandım ve
uyudum. Uykumda biri bana gelip içinde süt bulunan bir kab uzattı, ben de onu
alıp içtim. Açlığım ve susuzluğum gitmişti.
Ben ayrıldıktan sonra kavmim arasında ihtilaf çıkmış, bâzıları demişler
ki:'İçimizden en iyi ve en akıllı adamımız bize geliyor, biz de onu aç-susuz
aramızdan çıkarıyoruz. Bu, çok ayıp olmuştur. Gidip onu buraya getirmeli ve
yedirip içirmeliyiz!" Bâzıları da: "Yiyecek ve içeceği yanımıza alıp
onu bulunca kendisine ikram etmeliyiz" diyerek arkamdan yola çıkmışlar ve
beni arayıp bulmuşlar. Bana gelip de tekliflerini yaptıkları zaman, onlara
dedim ki: "Gerçekten sizin ikram edeceğiniz yiyecek ve içeceğe, kesinlikle
bir ihtiyacım bulunmamaktadır." Onlar bana: "Biz seni, açlıktan ve
susuzluktan çok bitkin bir halde görmüştük, niçin ikramımızı kabul
etmiyorsun?" diyerek ısrarda bulundular. Ben de: "Allah bana yedirdi
ve içirdi! Eğer inanmıyorsanız, karnıma bakınız!" dedim. Onlar da durumu
anladılar ve hepsi müslüman oldular."
Bu rivayetin bâzı yollarında ve İbn-i Asâkir'in tahririnde, olay şöyle verilmektedir: "Resûlüllah
Efendimiz beni onlara gönderince gidip kendilerini İslama davet ettim. Fakat
onlar beni red ettiler. Ben de kendilerine: "Hiç olmazsa bir içimlik su
verin, zira ben çok susuzum!" dedim. Bunu dahi vermediler ve bana:
"Biz seni, susuzluktan ölmek üzere terkedeceğiz!" dediler. Ben de
aynı zamanda hareket edemiyecek kadar yorgun olduğumdan, başımı yere vurup
uzandım ve abamı üzerime çekerek uyudum. Sıcak da son derece şiddetli idi.
Uyurken biri gelip bana cam bir bardak içinde içecek sundu. İnsanlar ne bu
bardak gibi güzel bir bardak görmüşlerdir, ne de bu içecek gibi lezzetli bir
şey içmişlerdir. Bana bundan içmeyi mümkün kıldı ve ben de kanmcaya kadar
içtim. İçtikten hemen sonra da uyandım. Vallahi bundan sonra bir açlık, bir
susuzluk belasıyla karşı karşıya kalmadım." [2]
Beyhekî, Sâbit'ten, Ebû İmrân
el-Cevni ve Hişâm bin Hassân'dan şu haberi nakleder: Ümmü Eymen, Mekke'den
Medine'ye hicret ettiği zaman, yanında hiç bir içeceği ve yiyeceği yoktu. Ravhâ
denilen yere geldiği zaman, çok şiddetli bir şekilde susuzluk çekiyordu. Derken
üst tarafında, hafifçe seslenen bir ses duyar. Bu nedir kabilinden başını
yukarı kaldırdığı zaman, semâdan bir su kovasının sarkıtıldığını görür, derhal
eliyle onu tutar ve kanmcaya kadar ondan içer. Susuzluk musibetinden bu şekilde
kurtulur."
Ümmü Eymen bu hususta kendisi der ki: "Bu olaydan sonra ben, çok
sıcak günlerde dahi susuzluk sıkıntısı çekmezdim. Günün en sıcak anlarında
Kabe'yi tavaf ederdim ve yine susamazdım."
(Bunu çeşitli tarîklerden İbn-i Menya' ile İbn-i Sa'd dahî rivayet etmişlerdir.)
Beyhekî Ebû Bekir bin
Abdurrahmân tarikiyle Ümmü Belemeden şöyle nakleder: O demiştir ki:
"Resûlüllah (sallallahü aleyhi
ve sellem), bana benimle
evlenmek istediğini söyledi. Ben de kendisine: "Benim durumumda olan bir
kadın evlenemez. Zira ben, yaşı ilerlemiş aynı zamanda çok kıskanç bir kadınım.
Ayrıca bakmaya mecbur olduğum kimseler de var" dedim. Peygamber Efendimiz
de bana: "Ey Ümmü Seleme, ben senden daha yaşlıyım. Kıskançlığına gelince,
bunu Allah senden giderecektir. Bakmakla yükümlü olduğun kimseler ise, Allah'a
ve O'nun Resûlü'ne emânettir" buyurdu. Ben de bunun üzerine kabul ettim ve
Resûlüllah beni nikâhı altına aldı."
Der ki: "Ümmü Seleme, kadınlar arasında bulunurdu, fakat sanki
kadın değilmiş gibi, hiç kıskançlık duymazdı."
(Bunu, İbn-i Menya', Ebû Ya'lâ ve Abdullah bin Ahmed de çeşitli tarîklerden rivayet etmişlerdir.)
Ebû Nuaym Ümmü îskak'ın
şöyle dediğine dâir bir haber nakletmektedir: "Ben erkek kardeşimle
birlikte Medine'ye hicret ettim. Hicret için yola çıktığımızda yanımızda bir
azığımız yoktu. Kardeşim yolda giderken: "Azığımızı unuttum, Mekke'ye
dönüp onu getirmeliyim" dedi ve geri döndü. Mekke'ye döndüğü zaman, kocam
durumdan haberdâr olmuş ve kardeşimi öldünnüşdü... Ben ise yapayalnız
Resûlüllah'a (sallallahü aleyhi
ve sellem) hicret ettim ve
kardeşimin, kocam tarafından Mekke'de öldürüldüğünü haber verdim. Benim üzüntü ve
acımı çok iyi anlayan Hazret-i
Peygamber; bir avuç su alıp
onu yüzüme serpiverdi. Ben de silkelenip sanki kendime gelivermiştim."
Der ki: "Ümmü İshâk'a bâzı musibetler uğrardı, o da bunlardan
sarsılmazdı. Gözleri yaşlanır, fakat bu gözyaşları yanakları üzerine
dökülmezdi. Yani çok sabırlı ve metanetli bir kadın olmuştu artık."
Ahmed, İbn-i Sa'd, Beyhekî ve Ebû Nuaym Sefineden şöyle rivayet ederler:
"Bir gün bana: "Senin adın nedir?" diye sordular. Ben de dedim
ki: "Benim adım Sefîne'dir. Bu adı bana Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vermiştir. Şöyle ki: Biz, Peygamber
Efendimiz ve ashabı ile birlikte yolda giderken, onlara yanında bulundurdukları
eşyası ağır gelmişti. Peygamberimiz bana: "Haydi, kilimini yere ser!"
diye emretti, ben de serdim. Sonra O ve arkadaşları eşyalarını bu kilimin
üzerine koydular ve toparlayıp bana yüklediler. Bu sırada Efendimiz bana:
"Endîşe etme, sen bir sefine (gemi) sin" buyurdular. Ben de bir
sıkıntı çekmeden yükümü taşıdım, İşte bugünden itibaren bana Sefine denildi. Her
ne zaman istesem, bir veya iki devenin taşıyabileceği yükü yüklenir, hiçbir sıkıntı
çekmeden onu taşırdım."