EL-HASÂİSÜ'L-KÜBRÂ |
| |
24 PEYGAMBERİMİZCE HABER VERİLEN VE HABER VERİLDİĞİ GİBİ DE ÇIKAN VE BUNDAN ÖNCEKİ BÖLÜMLERDE ZİKREDİLMEYEN GAYBÎ HABERLERE AİT MUCİZELER (b) |
Beyhekî Ali'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana hitaben: "Ey Ali, benden sonra senin bir oğlun olur, bu oğlunun adı benim adım, künyesi de benim künyem olur" buyurdu.
İbn-i Sa'd, Beyhekî ve Ebû Nuaym Abdullah İbn-i Mübarek tarikiyle Yezîd bin Câbir'in oğlu Abdurrahman'dan şu haberi nakletmistir; "Bize ulaşan bir habere göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Ümmetim içinde kendisine Sıla bin Üşeym denilen bir adam bulunur, bu adamın şefaati sebebiyle çok sayıda kimseler cennete girerler."
Bu husustaki Avf bin Mâlik hadîsi, bundan önce geçmişti. Şimdi İmâm-ı Ahmed'in Muâz bin Cebelden rivayet ettiği hadisi
görelim: Mûaz diyor ki: "Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim. O şöyle buyuruyordu: "Siz
yakında Şam'a hicret eder, orasını fethedersiniz. Orada çıban veya ur gibi bir
hastalığa yakalanıp çok sayıda ölürsünüz. Bu hastalık, kişinin karın kısmında
başlayıp içinin gitmesine ve ölmesine sebeb olur. Böyle bir ölümle (veba ile),
Allah sizleri şehitlik sevabına eriştirir ve amellerinizi tezkiye edip (sizleri
günahtan temizleyip) rızâsına erdirir." Taberânî'nin yine Muâz bin Cebelden naklettiği
bir haber de şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Sizler, çok geçmeden
el-Câbiye denilen yere iner, orada deve vebası gibi bir veba hastalığına
yakalanırsınız. Çok sayıda ölümünüze sebeb olan bu hastalık dolâyısiyle Allah
sizleri, şehid sevabına kavuşturup amellerinizi de yine bu sebeble
temizler."
Ahmed, Taberânî, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, Hâkim, İbn-i Huzeyme ve
Beyhekî'nin Ebû Mûsadan rivayet ettikleri bir
hadis ise şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ümmetimin yokoluşu, ta'n ve tâûn ile
olacaktır!" Bunun üzerine bazıları: "Ta'nın (vuruşun) ne olduğunu
anladık. Fakat tâûn dediğiniz nedir ey Allah'ın Resulü?" diye sordular.
Peygamberimiz de: "Düşmanlarınız cinlerin (gizli bir dürtüşü) ile husule
gelen ve sizlere şehitlik sevabı kazandıran bir hastalıktır."
Ahmed, Ebû Ya'lâ, Taberânî Âişe'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Benim ümmetim, ancak ta'n ve tâûn ile helak olur!" Ben sordum: "Ey Allah'ın Resulü, tâûn nedir?" Peygamberimiz de: "Deve uru gibi bir ur çıkar. Bu hastalık çıktığı zaman; hastalığın çıktığı yerden başka yerlere kaçmayana şehid sevabı vardır. Kaçan ise, harpten kaçmış gibi günâha girmiş olur."
İbn-i Mâce ve Beyhekî İbn-i Ömer'den şu hadisi rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Herhangi bir kavimde büyük günahlar açıkça işlenir oldu mu, mutlaka o kavmin içinde veba hastalığı da zuhur etmiştir!"
Taberânî'nin İbn-i Abbâs'tan rivayet ettiği hadis de şöyledir: Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Herhangi bir toplulukta zina yaygın hâle geldi mi, o kavimde mutlaka ölümler çoğalır!"
Ebû Dâvûd, Ebû Nuaym Cemî'den ve Abdurrahmân bin Hallâd
el'Ansâri'den şu haberi vermektedirler ki onlar da bunu Ümmü Varakadan
naklederler: Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) Bedir Savaşını
yaptığı zaman, Ümmü Varaka demiştir ki: "Ey Allah'ın Resulü, sizin çıktığınız
şu Bedir Savaşına benim için de izin veriniz! Ümîd ederim ki, sizinle birlikte
savaşırken Allah bana şehitlik nasîb eder." Peygamberimiz de kendisine
cevaben: "Sen evinde otur! Bu takdirde dahî Allah sana şehitlik nasîb
eder!" buyurdu, İşte bundan dolayı kendisine "kadın şehîd"
denilir olmuştu. Böylece çok şerefli bir unvana kavuşan Ümmü Varaka, Kur'ân'ı
da okumuştu. Sonra kendisinin bir kölesi ve cariyesi bulunan bu kadın şehîd,
bunların her ikisini de müdebber kıldı. Yâni, kendi ölümünden sonra hür olduklarını
söylemişti. Fakat bu köle ve câriye, bir an önce hür olmaları maksadıyla,
geceleyin Ümmü Varaka'nın odasına girmişler, yatağında onu boğarak
öldürmüşlerdir. Bu olay, Ömer bin el-Hattâbın halifeliği zamanında
olmuştur. Hazret-i Ömer'in emriyle, bu köle ve câriye, asılmak
suretiyle îdâm edilmiştir. Medine'de ilk asılan da bunlar olmuştur. Şüphesiz
Ümmü Varaka da, bu suretle şehitlik sevabım kazanmış oldu ve vaktiyle Bedir Savaşı
sırasında Hazret-i
Peygamber'in kendisine
haber verdiği şey de, bu şekilde yerine gelmiş oldu."
İbn-i Râhûye, İbn-i Sa'd, Beyhekî ve Ebû Nuaym de diğer bir tarîkten az farklı olarak şöyle rivayet ederler: "Ömer, bu köle ve cariyenin idamından sonra demiştir ki: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) doğru söylemiştir! Zira O bize Ümmü Varaka ile ilgili olarak buyururdu ki: "Haydin gidip şu kadın şehidi ziyaret edelim!" İşte o da, şehit olarak vefat etmiş oldu."
İbn-i Sa'd, Zeyd bin Ali bin Hüseyin'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Peygamber olduktan sonra Ûmmü'l-Fadl'dan başka kendisi için helâl olmayan bir kadının dizine başını koymamıştır. Ümmü'l-Fadl Peygamberimiz'in amcası Abbâs'ın zevcesi idi. Peygamberimiz başını onun dizine kor, o da Peygamberimiz'in başında bit olup olmadığına bakar, gözlerinin de sürmesini çekerdi. Bir gün yine böyle O'nun gözlerini sürmelerken, gözleri yaşardı ve gözünden damlayan yaş Peygamberimizin yanağına düştü. Peygamberimiz bunun üzerine ona niçin ağladığını sordu. O da şu karşılığı verdi: "Ey Allah'ın Sevgili Resulü, şüphesiz Allahü teâlâ senin vazifen bitince seni aramızdan alacaktır. Acaba senden sonra bizlere kimi tavsiye edeceğinizi bana haber verebilir misiniz?" Peygambirimiz de onun bu sorusuna cevab olarak buyurdu ki: "Ey Ümmü'l-Fadl, sizler benden sonra şüphesiz makhûr ve müstaz'af olarak yaşıyacaksınız, hor ve hakîr görüleceksiniz."
Buhârî ve Müslim Huzeyfe'den şu hadisi rivayet eder: "Bir gün bizler Ömer'in yanında idik. Ömer bizlere hitaben şöyle bir soru yöneltti: "içinizden hanginiz, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) fitne hakkındaki bir sözünü aynen muhafaza etmiştir?" Ben, bu husustaki hadîsi aynen muhafaza ettiğimi söyledim. Ömer'de: "Haydi o hadîsi bize anlat" dedi. Ben de anlatmak üzere dedim ki: "Peygamberimiz, fitne hakkındaki bir sözünde; kişinin ehli, malı, çocuğu ve komşusu hakkında karşılaşabileceği fitneleri beyân buyurmuş ve bunları kıldığı namazların, verdiği sadakaların keffaretleyeceğini beyan buyurmuştur." Ömer: "Ben, bu mânâdaki fitneden sormuyorum! Benim sormak istediğim, deniz dalgaları gibi insanları sarıp sarsan fitnedir" dedi. Ben de bunun üzerine kendisine: "Bu büyük fitneden sana bir zarar gelmiyecektir, ey mü’minlerin emîrî! Zira o fitne ile senin aranda kilitli bir kapı vardır" dedim. Ömer: "O kapı, açılacak mı, yoksa kırılacak mı?" diye sordu. Ben de: "Açümıyacak, bilakis kırılacaktır" dedim. Buna çok üzülen Ömer: "Öyleyse o kapı, bir daha kap atıl mıyacak demektir!" karşılığını verdi." Bu hadisle ilgili olarak Huzeyfe'ye: O kapıdan maksadın kim olduğunu sormuşlar. Huzeyfe de: "O kapıdan maksat Ömer'dir" cevabını vermiştir.
Ahmed, Beyhekî ve Taberânî Urve bin Kays'tan şu haberi nakletmiştir: Bir gün Hâlid bin Velîd'e dediler ki: "Haber verilen fitneler gerçekten çıkmıştır." Hâlid bin Velîd de böyle söyleyenlere hitaben demiştir ki: "Hayır! Zira Ömer sağken fitneler çıkamaz, ancak onun ölümünden sonra çıkabilir."
İbn-i Râhûye Ebû Zerr ile ilgili olarak şöyle rivayet etmiştir: "Bir gün Ebû Zerr (radıyallahü anh), Peygamberimiz'i anmış ve O'nu çok yüksek bir şekilde övüp sena etmiştir. Sonra Ömer'i anıp onun hakkında da güzel bir şekilde senada bulunmuştur. Sonra da demiştir ki: "Ey Ebû Zerr, otuzuncu hicret yılından sonra yüzünü ne tarafa istersen o tarafa çevir, görebileceğin yâ bir acizlik olacaktır, yâ da Allah'a isyan teşkil eden gayr-i isiâmî bir iş ve hareket olacaktır!"
Bezzâr, Taberânî ve Ebû Nuaym Kudame bin Maz'ûn tarikiyle Osman bin Maz'ûn'un şöyle dediğini rivayet ederler: Ben Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ömer, fitneyi kapalı tutan bir kapı ve kilittir! O yaşadığı müddetçe fitne kapalı ve kilitli kalacaktır!" diye buyurduğunu işittim."
(Taberânî'nin tek başına Ebû Zerr'den olan rivayeti de, aşağı yukarı bu mealdedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Şu adam, yâni Ömer, sizin aranızda yaşadığı müddetçe size fitne isabet etmez!"
İmâm-ı Müslim, Sahîh'inde Sevbân'dan şu hadîsi rivayet etmiştir. "Ümmetim içinde kılıçlar kınından çekilip işlemeye başladı mı, bir daha onların üzerinden kaldırılmaz! Tâ kıyamete kadar devam edip gider.'
Beyhekî de Ebû Musa el-Eş'ari'den şu hadisi rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet öncesi herec meydana gelir!" "Herec nedir ey Allah'ın Resulü?" diye sordular. Peygamberimiz'in bu soruya verdikleri cevab ise şöyle olmuştur: "Herec; katliâmdır. Fakat sizin düşmanınız olan kâfirlerin sizleri öldürmesi değil, sizin birbirinizi öldürmenizdir!"
Ahmed, Beyhekî, Bezzâr, Taberânî ve Ebû Nuaym Kürz bin Alkama'dan şu hadîsi rivayet etmişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Fitneler, hafifçe çiseliyen yağmur gibi vukua gelir. Sizleri çok zehirli siyah yılanlar hâline getirir. Bazınız bazınızın boynunu, hiç Allah yaratmış demeden vurur."
Yine Ahmed, Bezzâr, Taberânî ve Hâkim Hâlid bin Arfeta'dan şu haberi nakletmişlerdir: "Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) bana hitaben buyurdu ki: "Yakında birtakım yeni olaylar ve fitneler meydana gelir. Ayrılık ve ihtilâflar yüzgösterir. Bu sırada eğer sen, öldüren kişi değil de, öldürülen kişi olmaya güç yetirebilirsen, öldürülen kişi olmayı tercih et!"
Taberânî ile Hâkim de (sahihtir kaydiyle) Amr bin Hamık'tan şöyle rivayet etmişlerdir: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem): "Yakında fitneler vukua gelir" buyurdu ve devamla: "Bu sırada fitnelerden en uzak olanlar, batıda bulunan askerlerdir" dedi. İşte benim, sizin yurdunuz olan Mısır'ı tercih edişimin sebebi de budur."
Taberânî'nin İmrân bin Husayn'dan olan rivayeti de şu merkezdedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Yakında dört fitne meydana gelir: Birinci fitneden sonra, haksız yere kan dökmek helâl kabul edilir, ikinci fitneden sonra, kan dökmek ve mal ele geçirmek helâl kabul edilir. Üçüncü fitneden sonra, hem kan dökmek, hem mal ele geçirmek, hem de ırza geçmek helâl olarak kabul edilir."
Beyhekî ve Ebû Nuaym Ebû'd-Derdâ'nın şöyle dediğini rivayet
ederler: Bir gün ben, Peygamberimiz'e: "Ey Allah'ın Resulü, bana ulaşan
habere göre, siz: "Bazı kavimler, îmân ettikten sonra fitneye kapılıp
dinlerinden dönerler" buyurmuşsunuz?" dedim. Peygamberimiz:
"Evet. Fakat sen onlardan değilsin" buyurdu.
Ebû'd-Derdâ, Osman (radıyallahü anh) öldürülmezden önce vefat etmiştir.
[143]
Tayâlisî ise Yezîd bin Ebû
Hubeyb'ten şu haberi nakletmiştir: İki adam, kendi aralarında bir karış toprak
için ihtilâfa düştüler. Sonra birbirine hasım olarak, aralarını ayırd etsin
diye Ebû'd-Derdâ'ya gittiler. Ebû'd-Derdâ ise bunları dinledikten sonra dedi
ki: "Haberiniz olsun ben, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sen bir yerdeyken, oradaki iki
kişinin bir karış toprak için birbirine hasım olduklarını duyarsan, derhal
orayı terket!" dediğim şu kulaklarımla duymuştum. İşte şimdi böyle bir
durumu, duyup gözlerimle de görmüş oluyorum ve burayı terkediyorum!"
(Ebû'd-Derdâ, böyle söyledikten sonra, bulunduğu yeri terkedip Şam'a
gitmiştir.)[144]
Ebû Dâvûd, Beyhekî ve sahihtir kaydiyle Hâkim Huzeyfe'den rivayet ederler. O demiştir ki:
"Zuhur eden fitnelerin şerrinden ve sirayetinden hiçbir kimsenin tam
manâsıyla emin olamıyacağını düşünür, fakat Muhammed bin Mesleme hakkında
hiçbir endîşe duymazdım.
Zira Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) onun hakkında:
"Fitne sana zarar vermez!" buyurmuştur.
Salebe bin Dubey'a der ki: Biz Medine'ye geldiğimiz zaman, Medine'nin
dışına kurulmuş bir çadır gördük ve bunun kime âit olduğunu sorduk. Dediler ki:
"Bu çadır Muhammed bin Mesleme'ye aittir." Kendisine gidip bunun
sebebini sorduk. O da cevabında dedi ki: "Ben şimdi, müslümanlar böylesine
fitneye dalmışken hiçbir şehirde oturamam! Ancak fitne yatıştıktan sonra
herhangi bir şehre girebilirim." [145]
Taberânî'nin ondan
rivayeti ise şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana hitaben: "insanların dünya
üzerine fitneye tutulup birbirlerini öldürdüklerini gördüğün zaman, Medine
Harrasına giderek kılıcını oradaki büyük kayalardan birine vurarak iyice
körelt, hattâ kır! Sonra evine gelip otur. Sonunda yâ bir günahkâr gelip seni
de öldürür, yahut da orada ölümünü beklersin." İşte ben de,
Peygamberimiz'in bana olan bu emrini yerine getiriyorum."
(Yine Muhammed bin Mesleme'nin kendisinden gelen bir rivayet hakkında İbn-i Sa'd'ın tahrîci de şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bir kılıç verip: "İşte bu
kılıç ile, müslümanların ikiye bölünüp birbiriyle harbettiklerini göreceğin
zamana kadar Allah yolunda cihâd et! O zaman kılıcını taşa vurarak kır, dilini
ve elini de iyi tut. Tâ sonunda sana yâ ölüm gelir yâ da hatalı bir el"
diye emretti." Osman katledildikten sonra, o da böyle yaptı. Kılıcım taşa
vurup kırdı ve tenhâya çekildi.)[146]
Beyhekî ve sahihtir kaydiyle Hâkim Ümmü Belemeden şu haberi nakletmiştir: Peygamber bir gün, hanımlarından birinin hurucunu haber vermişti. Âişe ise bu duruma gülmüştü. Peygamberimiz bunun üzerine: "Ey Âişe, dikkat et, bu huruç edecek olan sen olmayasın!" buyurdu. Sonra Ali'ye dönerek şöyle dedi: "Ey Ali, günün birinde sen, Âişe'ye karşı âmir ve hâkim durumda olursan, onun hakkında yumuşak davranmalısın!"
Ahmed, Ebû Yalâ, Bezzâr, Hâkim, Beyhekî ve Ebû Nuaym, Kays'ın şöyle dediğini naklederler: "Âişe, Ali'ye karşı çıkıp giderken Âmir Oğulları diyarına vardığında, bazı köpeklerin havladığını işitti. Yanındakilere hitaben: "Bu suyun adı nedir?" diye sordu. Onlar da: "Hav'eb suyu" cevabını verdiler. Bunun üzerine Âişe: "Ben mutlaka geri dönmeliyim!" dedi. Zübeyr, bunu doğru bulmadı ve: "Yola çıkıp ileri atıldıktan sonra geri dönmek doğru olmaz" dedi. Âişe ise: "Hayır, ben mutlaka geri dönmeliyim! Zira ben, günün birinde Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ey hanımlar, içinizden biri, halîfeye karşı hurûc edip Hav'eb Suyu'na vardığı ve oranın köpekleri de kendisine karşı havladığı zaman, acaba onun hâli nice olur?" dediğini işitmiştim karşılığını vermişti."
(Bezzâr ile Ebû Nuaym'in İbn-i Abbâs'tan rivayeti de şöyledir: Peygamberimiz zevcelerine hitaben: "Sizin içinizden kıllı kırmızı deveye binerek halîfeye karşı hurûc edecek olanınız, acaba hanginizdir? Çıkıp Hav'eb Suyu'na vardığı zaman, oranın köpekleri kendisine havlayacaktır. Etrafında birçok insanlar öldürülecektir. Neredeyse kendisi de öldürülecek duruma gelmişken, sonunda kurtulacaktır" buyurdu. [147]
Ahmed, Bezzâr ve Taberânî Ebû Râfi'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ali'ye hitaben buyurdu ki: "Ey Ali, seninle Âişe arasında bir şey olacak. O zaman kendisine iyi muamele edip emniyet içinde kendisini yerine göndermelisin!" [148]
Beyhekî ve sahihtir kaydiyle Hâkim Ebû'l-Esved'den şöyle naklederler; Zübeyr Ali'ye karşı mücâdele etmek maksadıyla çıkacağı zaman Ali kendisine dedi ki: "Ey Zübeyr, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) sana hitaben:
"Günün birinde Ali ile mücâdele edersin, fakat sen haksız bulunursun!" dediğini hatırlamıyor musun?" Zübeyr de Ali'ye verdiği cevabta: "Ben bunu hatırlamıyorum" demişti. Zübeyr, Ali ile bu şekilde konuştuktan sonra çıkıp gitmiş ve sonunda da geri dönmüştü."
Yine Beyhekî ile Hakim'in ve Ebû Ya'lâ ile Ebû Nuaym'in Ebû Cerve el-Mâzini'den şöyle bir haberleri var: Ben, Ali'nin Zübeyr'e şöyle dediğini işittim: "Allah aşkına söyle, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem), senin benimle haksız yere mücâdele edeceğini söylediğini sen duymadın mı?" Zübeyr ise Ali'ye şu karşılığı verdi: "Evet duymuştum yâ Ali, fakat ben bunu emin olunuz, unutmuştum."
Hâkim'in tek başına Kays'tan olan rivayeti ise şöyledir: Ali, Zübeyr'e hitaben dedi: "Hatırlar mısın birgün ikimiz bir arada idik. Peygamberimiz de sana hitaben: "Ali'yi sever misin?" diye sormuştu. Sen de Hazret-i Peygamber'e: "Ali'yi sevmemem için bir sebeb mi var?" karşılığını vermiştin. İşte bunun üzerine sana: "Fakat sen ona karşı çıkıp kendisiyle harb edeceksin, fakat bunda haksız olacaksın!" buyurmuştu. Zübeyr, Ali'nin bu hatırlatması üzerine bu husustaki Hazret-i Peygamber'in: "Fakat sen bunda haksız olacaksın!" sözünü gayet iyi hatırladı ve anladı ve derhal savaş yerini bunun üzerine terk etti."
Buhârî ve Müslim Ebû Hüreyre'den şu hadîsi ittifakla rivayet ederler: "Ümmetimden iki büyük taife, birbiriyle kıyasıya savaş yapmadıkça kıyamet kopmaz! Her iki taifenin dâvası aynı olduğu halde, aralarındaki bu savaşta, çok büyük sayıda insanlar ölecektir [149]
Beyhekî'nin rivayetine
göre Ali (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Vaktiyle îsrâil Oğulları
aralarında ihtilafa düştüler, bu ihtilâfı kaldırsınlar diye her iki taraftan
birer hakem tayin ederek iki hakemi bir araya getirdiler. Bu hakemler ise,
ihtilâfı bertaraf edecekleri yerde daha da artırıp sapıttılar ve başkalarının
sapıtmalarına da sebeb oldular. Benim ümmetim de yakında ihtilâfa düşer ve bu
ihtilâfı halletmeleri için iki hakem gönderirler. Bu hakemler ise, hem
kendileri sapıtırlar, hem de kendilerine tabî olanların sapıtmalarına sebeb
olurlar."
Taberânî ise Ebû Mûsâ
el-Eş'ari'den şu haberi nakleder: Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Benim şu ümmetimde iki
hakem çıkar, bu iki hakemden her biri sapıtır, kendilerine uyanların
sapıtmasına da sebeb olur."
Süveyd bin Gufle der ki: "Ben Ebû Musa'nın bizzat kendisine sordum
ve: "Allah aşkına doğru söyle, bununla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) seni kasdederek şöyle buyurdu değil mi:
"Benim ümmetimde muhakkak fitne çıkar! Sen de ey Ebû Mûsâ, bunun içinde
bulunursun! İşte o zaman sen; oturur olacağına uyuyan ol, ayakta olacağına
oturur ol, yürüyen olacağına ayakta dikilen ol! Zira senin için hayırlı olan
budur!" İşte Peygamberimiz böyle buyurup, başkalarını umûmî olarak
zikrederken seni de husûsî olarak anmıştı, değil mi?" [150]
Beyhekî ve sahihtir
kaydiyle Hâkim Ebû Sald'den şu haberi nakletmiştir:
"Bir gün yolda giderken bizler, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile beraber bulunuyorduk, derken Hazret-i Peygamber'in pabucunun bağı koptu. Ali bunu
yamayıp bağlamak için geri kaldı. Bu şurada Hazret-i Peygamber buyurdu ki: "İçinizden bazıları, benim Kur'ân'ın
tenzili (indirilmesi) üzerine savaştığım gibi, Kur'an'ın te'vîli (yorumu)
üzerine savaşmak zorunda kalacaktır!" Oradakilerden Ebû Bekr: "Ben mi
ey Allah'ın Resulü?" diye sordu. Peygamberimiz:" Hayır" buyurdu.
Ömer de: "Ben mi?" diye sordu.
Peygamberimiz ona da: "Hayır, sen değilsin" diyerek cevab verdi ve
devamla: "Fakat o, şu pabuç yamayan adamdır!" buyurdu. [151]
Hakim Ebû Eyyüb'tan
şöyle rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ali'ye: "Sözünden dönenlerle, zalimlerle ve dinini
terkedenlerle savaşmasını emretti!" [152]
Ebû Ya'lâ, Beyhekî, Ebû Nuaym ve sahihtir kaydiyle Hâkim Ali'den şöyle
rivayet ederler. Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bana emânet ettiği bilgiler arasında: "Kendisi'nin
vefatından sonra ümmetin bana haksızlık edeceği de bulunmaktadır."
Yine Ebû Ya'lâ ve sahihtir kaydiyle Hâkim'in verdiği haberler arasında, İbn-i Abbâs'ın şu rivayeti de vardır:
"Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) Ali'ye hitaben
buyurdu: "Sen, benden sonra bazı zorluklarla karşılaşacaksın!"
Ali bunun üzerine Hazret-i Peygamber'e: "Ey Allah'ın Resulü, dînimde selâmet üzere bulunduğum halde
mi?" diye sordu. Peygamberimiz de: "Evet, dîninde selâmet üzere
bulunacaksın!" buyurdu.
Humeydı, İbn-i Ebî Amr, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, İbn-i Hıbbân, Hâkim ve Ebû Nuaym Ebû'l-Es'ved et-Düvelî'den şu haberi nakletmişlerdir: "Abdullah
bin Selâm, Ali'ye giderek dedi ki: "Ey Ali, sakın Irak'a gitme, eğer
gidersen orada sana kılıç isabet eder" dedi. Bunun üzerine Ali de şu
karşılığı verdi: "Allah'a yemin ederim ki, bunu bana Resûlullah Efendimiz
de söylemişti."
Ebû Nuaym, tek başına sevkettiği
bir rivayette Ali'nin şöyle dediğini nakleder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana buyurdu ki: "Yakında bazı
fitneler çıkacak ve sen kavminle çatışmak zorunda kalacaksın." Ben bunun
üzerine: "Ey Allah'ın Resulü, bana neyi tavsiye ve emredersiniz?"
diye sordum. Resûlullah Efendimiz de bana: "Allah'ın Kitabı ile
hükmet!" emrini vermişti. [153]
Hâkim İbn-i Mes'ûd'dan
şu haberi nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere hitapla: "Yedi fitneden sakınınız! Bunlardan
biri Medine'den çıkar, biri Mekke'de meydana gelir. Biri Yemen'den çıkar. Biri
Şam'dan gelir. Biri doğudan, bir diğeri de batıdan gelir. Biri de Şam'ın
içinden çıkar ki bu da Fitne-i Süfyânî'dir" buyurdu.
Hadîsin râvîsi İbn-i Mes'ûd der ki: İçinizden bazıları bu fitnenin ilk
çıkacak olanlarına yetişir. Bu ümmetten bazıları da sonraları çıkacak
olanlarına yetişir." Velîd bin el-Ayyâş da bu konuda şöyle demiştir:
"Medîne'den çıkan fitne, Talha ve Zübeyr fitnesi idi. Mekke'de çıkan fitne
ise, Abdullah bin Zübeyr fitnesi idi. Şam fitnesi ise; Ümeyye Oğulları
fitnesidir. Doğudan gelecek olan fitneye gelince, İşte bu da o taraftan gelecek
olan fitnedir."[154]
Buharî ve Müslim ittifakla Ebû Hüreyre'den şu hadîsi rivayet ederler:
"Benim ümmetimin helak olması, Kureyş'ten bazı gençlerin ellerinde
olacaktır."
Ebû Hüreyre, bunu söylediği zaman o gençlere lanet okuyan Mervân bin
Hakem'e karşı dedi ki: "Ben istersem, onların kimler olduğunu "Fülanın
oğlu, fülanın oğlu fülan" diyerek açık isimleriyle bildirebilirim!"
[155]
Beyhekî de Ebû Saîd
el-Hudrî'den şu hadisi rivayet etmiştir: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu duydum: "Altmış
yıl sonra yeni bir nesil gelir, bunlar namaz kılmaz, şehvetlerine tabî olurlar
ve cehennemi boylarlar. Bunlardan sonra farklı bir nesil daha gelir. Bu nesil
de çok Kur'ân okur, fakat okudukları Kur'ân, gırtlaklarından aşağı inmez! İçlerini,
hidâyet nuruyla aydınlatmaz."
Beyhekî İmâm-ı Şabî'nin
şöyle dediğini rivayet eder: Ali (radıyallahü anh), Sıffin'den döndüğü zaman
insanlara şöyle hitap etmiştir: "Ey insanlar! Sizler bugün Muâviye'nin
emirliğini kerîh görmeyiniz: Muâviye'nin vefatından sonra, nice başların karpuz
keser gibi omuzlardan kesilip uçurulduğunu görürsünüz."
Ahmed, Bezzâr sahih bir senedle Ebû Hüreyre'nin şöyle
dediğini rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Altmışıncı yılın
şerrinden Allah'a sığınınız! Aynı zamanda gençlerin emirliğinden de Allah'a
sığınınız! İyi biliniz ki alçak oğlu alçak iş başına gelmedikçe şu fânî
dünyanın sonu gelmez."
Beyhekî ise Ebû
Hüreyre'ye âit şu haberi nakletmiştir: "Ebû Hüreyre Medine sokaklarında dolaşırken:
"Allah'ım, altmışıncı yılı bana gösterme!" diyerek yürürdü."
Yazıklar olsun size, Muâviye'yi ne de çok kerih görüyorsunuz!. Allah'ım,
gençlerin emirlik devrini de bana gösterme!" diyerek Allah'a niyaz
ederdi."
İbn-i Ebî Şeybe, Ebû Ya'lâ ve Beyhekî Ebû Zerr'den şöyle rivayet eder: Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Benim sünnetimi ilk
değiştirecek olan kişi, Ümeyye Oğullarından bir adamdır!" diye buyurduğunu
duydum."
Haberi nakledenlerden Beyhekî der ki: "Bu
hadiste haber verilen kişinin, Muâviye oğlu Yezîd olması, çok
muhtemeldir." [156]
İbn-i Ment, Ebû Ya'lâ, Beyhekî ve Ebû Nuaym Ebû Ubeyde bin Cerrâh'tan rivayet
ederler. O demiştir ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadislerinde: "Şu din ü
devlet, Ümeyye Oğullarından Yezîd denilen bir kişi onu ele geçirinceye kadar
dimdik ve dosdoğru devam eder!"
Sahihtir kaydıyla Hakimin Ebû Hüreyre'den
tek başına naklettiği bir haber de aynen şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Yazık şu Araba, yakında
kendisine yetişecek olan serden dolayı... Bu şer; altmışıncı yılın şerridir.
Bundan sonra emanet, ganimet, sadaka, borç, şahitlik hatır ve para için verilen
hükümler de Kitab'a göre değil, keyif ve arzulara göre olur."[157]
Hâkim sahihtir kaydiyle Ebû Hüreyre'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "insanların Medine âlimine ulaşmak için develerini sürerek yollara çıkacağı günler yakındır. İşte o zaman onlar, Medine âliminden daha bilgili birisini bulamıyacaklardır."
Bu hadisle ilgili olarak Süfyân bin Uyeyne demiştir ki: Biz bu âlimin, Mâlik bin Enes olduğunu kabul ediyoruz."[158]
Ebû Ya'lâ, İbn-i Mende, Beyhekî Ali'nin şöyle dediğini rivayet ederler:
Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu:
"içinizden herhangi biri, cennete kendisinden önce uzuvlarından bazısı
gidecek olan bir adama bakmak isterse, İşte Zeyd bin Sûhân'a baksın!" Yine
İbn-i Mende ile İbn-i Asâkir Büreyde'den şöyle rivayet ederler;
Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem), ashabı ile
birlikte giderken: "Ah şu Cündeb, ne Cündeb'tür! Şu Zeyd, ne
Zeyd'dir" buyurdu. Ashab sordu: "Ey Allah’ın Resulü, siz iki adamdan
mı bahsediyorsunuz?" Peygamberimiz: "Cündüb, kahraman adam! Kılıcını çeker
ve bir darbe indirir, bununla (hakkı bâtıldan ayırdığı gibi), tek başına bir
ümmet oluverir. Hayırlı Zeyd'e gelince: O da kahraman bir adam. Savaşta elini
kaybeder, eli kendisinden önce cennete gider."
Velîd bin Ukbe, Osman bin Affân (radıyallahü anh) zamanında Küfe'ye
vali olmuştu. Bir sihirbazı sokak başına oturtmuş, insanlara ölüyü dirilttiğine
dâir birtakım sihirbazlık ve hokkabazlık oyunları gösteriyordu. Bu, Cündeb un
kulağına gitti. Kılıcını kuşanıp oraya gitti. Baktı ki söylenenler doğru imiş.
Kılıcını çekip sihirbazın başını gövdesinden ayırıverdi ve sonra: "Ey
sihirbaz, haydi şimdi kendi nefsini dirilt bakalım!" diye haykırdı. Zeyd
bin Sûhân'a gelince:-Bu zâtın eli Kadisiye meydan muharebesinde kesilmiştir.
Sonra Hazret-i Ali ile birlikte Cemel vak'asına katıldı ve orada öldürüldü.
(İbn-i Asâkir, bunun bir benzeri rivayeti; Ali'den, İbn-i Abbâs'tan ve İbn-i Amr'den de rivayet
etmiştir. [159]
İbn-i Sa'd ise, el-Eclah
tarikiyle Ubeyd bin Lâhık'tan şu haberi nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir seferde idi. Ashabtan bir grup,
şarkılar söyleyerek geldi ve inip yerleşti. Sonra bir başka grup gelip mola
verdi. Peygamberimiz de ashabının bazı ihtiyaçlarını karşılamak istedi. O da bu
maksatla inip mola verdi ve şöyle demiye başladı: "Cündeb, bu Cündeb
kimdir? Şu eli kesik hayırlı Zeyd de kimdir?" Sonra işi bitince binip yola
koyuldu. Ashabı da kendisine yaklaşarak, az önce söylediklerinin mânâsını
kendisinden sordular. Peygamberimiz de kendilerine şu cevabı verdi: "İlci
adam. Bu ümmette görülürler. Bunlardan biri ki Cündeb'tür; kılıcını çekip
kuvvetle vurur ve bununla bâtılı yok edip hak ile onun arasını ayırır. (Yâni
bâtılı uzaklaştırmış olur.) Diğeri ise Zeyd'dir; bu da Allah yolunda elini
kaybeder. Sonra Zeyd'in cesedinin geri kalanını da cennete göndererek,
kendinden önce cennete gitmiş bulunan parçasıyla birleştirir." ilgili
hadisi açıklamak üzere el-Eclah demiştir ki: Cündeb bin Zübeyr el-Gâdırî'dir,
Velîd bin Ukbe'nin yanında onun sihirbazını öldürmüştür. Zeyd bin Sûhân ise:
Elini Celulâ Savaşında Allah yolunda kaybetti, sonra kendisi de Cemel olayında
şehid düştü."
Hâkim Hasan-ı Basrî'den şu haberi nakletmiştir: Küfe
emirlerinden biri, bir sihirbazı halkın önüne takdim ederek, birtakım oyun ve
icrââtta bulunmasını emretti. Sihirbaz emîrin emri üzerine icrââta başladı.
Halk çok sayıda toplanıp seyrediyordu. Cündeb'ün bundan haberi olunca hemen kılıcını
kuşanıp oraya geldi. Baktı ki, durum aynen kendisine söylendiği gibidir. Hemen kılıcını
çekip sihirbazın kellesini uçuruverdi. Halk bunu görünce korkuya kapılıp
dağılmaya başladı. Cündeb halka hitaben dedi ki: "Ey insanlar, korkmaymız!
Benim sizinle bir işim yoktur, benim maksadım sihirbaz idi. İşte onun da
vücûdunu ortadan kaldırmış oldum." [160]
İbn-i Asâkir'in yine bu konuda
Haris el-Aver'den rivayeti de şöyledir: Peygamberimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) anlattığı şeyler arasında
"Zeydü'l-Hayr = Hayırlı Zeyd" diye anılan Zeyd bin Sûhân da vardı.
Peygamberimiz'in bu husustaki sözü şöyleydi: "Yakında ashabımı gören
tabiîn nesli arasında bir adam bulunur. O, Zeydü'l-Hayr'dır. Onun vücûdundan
bir parça, kendisinden önce cennete gidecektir. Yirmi sene sonra da kendisi
(şehîd olup) cennete gidecektir."
İşte bu Hayırlı Zeyd, Nehâvend taraflarındaki bir savaşta sol elini
kaybetti. Yirmi sene sonra da Cemel vak'asına katıldı ve burada öldürüldü.
Öldürülmezden az önce demişti ki: "Ben bir rüya gördüm. Bu rüyamda yirmi
sene önce kaybettiğim elim, yukarıdan bana "haydi gel, gel!" diye
işaret ediyordu. Kanâatim odur ki, ben artık ölüp elime kavuşacağım." ve
dediği gibi o, bu savaşta Ali'nin yanında şehid düşmüştür."[161]
Buhârî ve Müslim'in ittifakla Ebû
Saîd'den, ayrıca Müslim'in tek başına Ümmü Seleme ve Ebû
Katâde'den rivayet ettikleri hadîs şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ammâr'a hitaben buyurdu ki:
"Ey Ammâr seni, isyan eden topluluk öldürür!"
Bu hadîs, mütevâtirdir. Mütevâtir Hadîsler adlı kitabımızda beyan
ettiğimiz gibi, bu hadîsi yirmiye yakın sahâbî rivayet etmiş bulunuyor.[162]
Beyhekî ve Ebû Nuaym, Ammâr'ın âzadlı kölelerinden şu
haberi nakletmiştir: "Ammâr bir gün hastalanmıştı. Hastalığı giderek
ağırlaştı. Derken bayıldı. Bizler ise onun etrafında toplanmış ağlaşıyorduk.
Bir müddet sonra kendine geldi ve bizlerin ağlaşmakta olduğumuzu gördü. Dedi
ki: "Benim, böylece yatağımda öleceğimi mi zannediyorsunuz? Bana Sevgili
Resûlullah (sallallahü aleyhi
ve sellem) haber verdi ki:
"Beni ancak halîfeye isyan etmiş bir topluluk öldürecektir ve benim
dünyadan son nasibim de bir içim süt olacakmış."
Ahmed, İbn-i Sa'd, Taberânî, Beyhekî, Ebû Nuaym ve sahihtir kaydiyle Hâkim, Ebû'l-Bahteri'den
şu haberi nakletmişlerdir: Ammâr bin Yâsir, Sıffîn savaşında kendisine bir içim
süt getirilmesinden sonra, bu sütü içti ve gülmeye başladı. Kendisine:
"Niçin gülüyorsunuz?" diye sordular. O da cevaben dedi ki:
"Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) bana demişti ki:
"Ey Ammâr, senin dünya nimetlerinden en son içeceğin, bir içimlik süt
olacaktır!" İşte ben bunun için (şehîd olarak ölümüm yaklaşmıştır) diye
gülüyorum."
Ammâr bin Yâsir, böyle söyledi, sütünü içtikten sonra savaşmaya başladı
ve şehîd oldu.
(Bu, bu şekilde Ammâr'dan diğer tarîkler ile de rivayet edilmiş
bulunmaktadır. Keza Ruzzîn dahi bunu bu şekilde Ebû Hüreyre'den rivayet etmiş
bulunmaktadır.)
Yine Hakimin sahihtir kaydiyle Huzeyfe'den de bir
rivayeti var. Onun bu rivayetine göre Huzeyfe demiştir ki: Ben, Peygamberimizin
(sallallahü aleyhi
ve sellem) Ammâr'a hitaben:
"Ey Ammâr, seni isyan etmiş bir topluluk öldürecektir! Senin dünyâ
nimetlerinden en son alacağın, bir içimlik süt olacaktır" buyurduğunu
işittim."
Ahmed, Taberânî ve Hâkim Amr bin el-Âs'tan
şu haberi nakletmislerdir: "Ben, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem): "Allah'ım, gerçekten sen Ammâr
sebebiyle şu Kureyşi tahrik etmiş oldun (da onlar aklını Ammâr'a takmış
bulunuyorlar.) Şüphesiz Ammâr'ın katili de cehenne [163] mdedir!" diye
buyurduğunu işittim."
İbn-i Sa'd da bu konuda
Huzeyl'den şöyle bir haber nakletmiştir: "Adamın biri, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Yâ Resûlallah, Ammâr
yıkılan duvar altında kaldı ve öldü!" diye bir haber getirdi. Peygamberimiz
ise: "Hayır Ammâr ölmedi!" karşılığını verdi. Sonradan anlaşıldı ki,
gerçekten Ammâr ölmemiştir." [164]
Beyhekî Eyyûb bin Beşîr el-Evsî'den şu haberi rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir seferde iken yolu Zühre Harrası'na uğramıştı. Burada biraz durakladı ve: "Innâ lillah ve innâ ileyhi râciûn!" buyurdu. Ölüm olayında söylenmesi âdet ve sünnet olan bu sözün, O'nun tarafından burada söylenmesi üzerine ashâb, bunun sebebini sordular. Peygamberimiz de: "Bu Harra'da ashabımdan sonra ümmetimin hayırlıları olan kimseler öldürüleceklerdir. Bu sebeble böyle söyledim."
Beyhekî'nin bu rivayeti mürseldir. Fakat Beyhekî kendisi der ki: "İbn-i Abbâs'ın bir âyeti tefsir sadedinde söylediği bir sözde bunu te'yîd eder mâhiyettedir." [165]
Yine Beyhekî, Hasan-ı Basrî'den şu haberi nakletmiştir: "Harra olayında Şamlılar Medine'de o kadar adam öldürdüler ki, hattâ Medine lilerden neredeyse bir tek kişi bile kurtulamıyacaktı."
Yine Beyhekî'nin rivayetine göre Mâlik bin Enes de şöyle demiştir: "Harra Olayı Gününde yalnız Kur'ân hafızlarından tam yediyüz kişi öldürüldü. Bunların üçyüz tanesi Ashab-ı Kiram efendilerimizdendi. Bu olay, Müâviye'nin oğlu Yezîd zamanında olmuştur."[166]
Bir de bu konuda Beyhekî'nin Muğîra tarikiyle sevkettiği bir haber var. Bu da şöyledir: "Yezîd'in komutanlarından Müslim bin Ukbe, Medine'yi yağma ettirdi: Burada üç gün müddetle herşeyi mübâh ilân etti. Bu sırada ehl-i İslâmın ırz ve nâmûsu öylesine çiğnendi ki, bakire kızlardan bin kadarı, bakireliklerini zâyî ettiler." [167](Medine yakınındaki Harra olayı, hicretin altmış üçüncü yılında vukua gelmiştir.)[168]
Yâkûb bin Süfyân Târih'inde, Beyhekî ve İbn-i Asâkir Ebû'l-Esved'den şu haberi
nakletmiştir: "Bir gün Muâviye, mü’minlerin annesi Âişe'yi ziyarete gitti. Âişe validemiz kendisine: "Ey Muâviye, Azrâ'da
Hucür ve arkadaşlarını nasıl ve niçin öldürttün?" diye çıkıştı, Muâviye
ise şu cevabı verdi: "Ben, onların yaşamasını bu ümmet için zarar,
öldürülmelerini ise iyilik olarak gördüm ve bu görüşle öldürttüm."
Muâviye'den bu cevabı alan Âişe validemiz de şunu
ilâve ettiler: "Ben ise, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hususta: "Azrâ'da ümmetimden
bazı kimseler mazlum oarak öldürülecekler! Bu mazlumların hatırı için Allah da
buğzeder, Allah'ın melekleri de" diye buyurduğunu işitmiştim."
(Bu hadîs mürseldir.)
Beyhekî ile İbn-i Asâkir Ali bin Ebû Tâlib'ten de şu haberi
nakletmiştir: Ali, Iraklılara hitaben dedi ki: "Ey Iraklılar, sizden yedi
kişi Azrâ denilen yerde katledilir. Bunların meseli, Kitâbımız'da anlatılan
Ashâb-ı Ühdûd'un meselidir." Ali'nin bu sözüne uygun olarak yedi kişi:
yâni Hucür ve arkadaşları Merc-i Azrâ'da katledildiler."
Ebû Nuaym bu konuda der ki:
Meşhur Zeyyâd bin Sümeyye hutbe okuyordu. Ümeyye Oğullarının âdeti veçhile
hutbede Ali'yi andı ve onu kötüledi. Hucür bin Adiyy de eline bir taş alarak
Zeyyâd'a attı. Bu suretle onu, Ali'yi kötülemekten menetmek istedi. Zeyyâd ise
bunu şikâyet olarak Muâviye'ye yazdı. Muâviye de Hucür bin Adiyy ile arkadaşlarının
kendisine gönderilmelerini emretti. Bunlar yola çıkarıldılar. Şam'a doğru
giderlerken Merc-i Azrâ denilen yere gelip mola vermişlerdi. Bu sırada,
kendilerini öldürmeleri için Muâviye'nin gönderdiği adamlar da buraya gelip
onlarla karşılaştılar ve onların hepsini öldürdüler."
(Beyhekî, Ali'nin bu husustaki yukarıda geçen
sözüyle ilgili olarak der ki: "Hazret-i Ali, böyle bir sözü kendiliğinden
söylemiş olamaz. Muhakkak o bunu, Hazret-i Peygamber'den işitmiş olması sebebiyle söylemiştir.) [169]
İbn-i Asâkir Rifâa bin
Şeddâdel-Becelî'den şu haberi nakletmiştir: "Ben, Muâviye onu yakalamam
için emir verdiği zaman onunla beraber kaçıp yola çıkmıştım. Yolda giderken o
bana dedi ki: "Ey Rifâa, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem), onların beni öldüreceğini haber vermiştir.
Hem dahî bilmelisin ki, ins ve cin, benim kanıma ortak olmuştur." O bana
bunları söyler söylemez, peşimize takılan atlıların da ileriden görünmeleri bir
oldu. Ben derhal Amr bin Hamık'a veda ederek kendisinden ayrıldım ve sıvışarak
kayboldum. Tam bu sırada yılanın biri, onun üzerine atılarak kendisini sokup
öldürdü. Muâviye'nin atlıları geldikleri zaman, ancak onun ölüsüne yetişmiş
oldular. Başını keserek götürdüler ve İslâm tarihinde kesilip de emîr'e hediye
edilen ilk müslüman başı da bu oldu." [170]
Beyhekî Zeyd bin Erkam'dan rivayet eder. O şöyle demiştir: Bir gün ben, hasta olmuştum. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni ziyarete ve geçmiş olsun, demeye geldi ve beni şu sözleriyle teselli buyurdu: "Senin bu hastalığın, korkulacak ve sana zararı olacak bir hastalık değildir. Fakat ileride, benden sonra yaşıyacak ve âmâ olacaksın. O zaman hâlin nasıl olacak?" Ben, Resûlullah Efendirniz'in bu sözü üzerine dedim ki: "O zaman ben de, sabreder, sabrımın sevabını da Allah'tan ümîd ederim." Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunun üzerine şu müjdeyi verdiler: "Bu takdirde sen de cennete girersin! Hem de hesaba çekilmeksizin."
(Zeyd bin Erkam, gerçekten Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra âmâ oldu. Sonra Allahü teâlâ kendisine gözlerini bağışladı (gözleri iyi olup görmeye başladı.) Daha sonra da vefat etti. [171]
İbn-i Mâce ve Beyhekî İbn-i Mesûd'dan rivayet ederler. O şöyle
demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu:
"Sizler bazı insanlar göreceksiniz ki onlar, namazlarını vaktinde kılmayacaklar.
Onlara yetiştiğiniz zaman, namazınızı evlerinizde ve vaktinde kılınız! Sonra
gidip onlara uyarak kılınız ve onların arkasında kıldığınız bu namazı, nafile
sayınız." [172]
Beyhekî ile Ebû Nuaym'in yine İbn-i Mesûd'dan rivayeti
şöyledir: Peygamberimiz (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu:
"Yakın bir gelecekte işlerinizin başına öyle adamlar geçecektir ki, onlar
sünneti söndürüp bid'ati îlân edeceklerdir! Namazı da vaktinden
geciktireceklerdir..." [173]
İbn-i Mâce de Ubâdetü'bnü
Sâmit'in Peygamberimiz'den şöyle rivayet ettiğini bildirir: "Yakında bazı
emirler (devlet adamları) gelecek, bunların çok meşgaleleri olacak, bu yüzden
namazı vaktinden geciktirecekler. Siz, (namazlarınızı vaktinde kılıp) onların
arkasında kıldığınız namazı, nafile olarak niyet ediniz..."
(Ben derim ki, bu hadîslerin haber verdiği ümerâ (devlet adamları),
Ümeyye Oğulları idi... Çünkü onlar, bununla tanimrlar, bununla meşhurdurlar.. .
Durum, Ömer İbn-i Abdül-Azîz zamanına kadar devam
etmiştir. O gelmiş, namazı vaktinde kıldırarak durumu düzeltmiştir.)
(Suyûtî)[174]
Buhârî ve Müslim İbn-i Ömer'den şöyle rivayet ederler: Bir
(Peygamberimiz bu sözüyle o neslin yüz sene sonra tükeneceğini haber
vermiş oluyordu... -Suyûtî-)
Müslim'in Abdullah bin
Câbir'den rivayetinde ise şöyle denilmektedir: "Siz bana kıyametin ne
zaman kopacağını soruyorsunuz. Bunu bilmek ise, ancak Allah'a mahsustur. Ben
ise sizlere, sadece, bugün yeryüzünde yaşamakta olanlardan yüz sene sonra
kimsenin kalmayacağını haber veriyorum!"
Müslim'in senedlerine
dayanarak naklettiği bir habere göre, Peygamberimiz'in ashabından Ebû't-Tufeyl
şöyle demiştir: "Peygamberimiz'i görenlerden benden başka kimse hayatta
kalmamıştır."
(Gerçekten de Ebû't-Tufeyl, yüzüncü senenin başında vefat etmiştir.)
Hâkim, Beyhekî ve Ebû Nuaym'in Muhammed bin Zeyyâd el-Elhânî tarikiyle Abdullah bin Büsr'den şu
mealde bir rivayetleri vardır: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün Abdullah bin Büsr'e işaretle:
"Şu delikanlı bir asır yaşıyacaktır!" buyurdu. O da tam yüz sene ömür
sürdü. Bu Abdullah'ın yüzünde göze batacak şekilde bir siğil vardı.
Peygamberimiz: "Ve bu delikanlı, yüzündeki siğil sönmeden de ölmez"
buyurmuştu... Hakîkaten o vefat etmezden önce, yüzündeki siğili de sönmüştü...
Yine bu cümleden olarak İbn-i Sa'd ve diğerlerinin kaydettiği şu haber de manidardır: Habîb bin Müslime, Medine'ye gelip Peygamberimiz'i görmek
istedi... Arkasından da babası yetişti ve Peygamberimizde hitaben dedi ki:
"Bu oğlum, benim elim ve ayağım demektir. Onu yanınızda alakoyub da asker
yapmayınız!" Peygamber Efendimiz de onun oğlu Habîb'e hitaben: "Haydi
babanla git, o yakında vefat eder, sen de o zaman bana gelirsin" buyurdu.
Babası da gerçekten o sene vefat etti." (Habîb, ertesi sene asker olup
cihâda iştirak etti.)[175]
İbn-i Sa'd, Asım bir Ömer bin Katâde'den rivayet ediyor: "Amre bint-i Ravâha, bir beze sarmış olduğu çocuğunu, yâni Nûmân bin Beşîr'i alarak, Hazret-i Peygambere getirdi ve: "Ey Allah'ın elçisi, çocuğumun ileride malının ve çocuklarının çok olması için dua ediveriniz!" diyerek ricada bulundu... Peygamberimiz de ona verdiği cevapta buyurdu ki: "Sen onun, dayısı Abdullah bin Ravâba kadar yaşamasına razı değil misin? O Abdullah ki, övülecek bir şekilde yaşadı ve şehîd olarak ölüp cennete girdi!"
Yine İbn-i Sa'd, Müslime bin Muhârib'ten ve başkalarından şu haberi nakletmiştir: "Mervân bin Hakem'in hilâfeti zamanında Merc-i Râhit Savaşında Dahhâk bin Kays öldürüldüğü zaman, Nûman bin Beşîr Humus tan kaçmak istedi. Kendisi, buranın valisi idi... Mervan'a muhalefet etmiş ve Abdullah bin Zübeyr için çalışıp davette bulunmuştu... Kaçınca Humuslular peşine düşüp onu yakaladılar ve katlettiler. Peygamber Efendimiz ise bu hususta; "...Şam ehlinden bir münafığın onu öldüreceğine dâir" işarette bulunmuştu..."[176]
Müslim'in Ebû
Hüreyre'den rivayetine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Ümmetimin son zamanlarında bazı insanlar zuhur eder ve bunlar,
sizlerin ve sizlerin atalarının hiç duymadıkları şeyler konuşurlar... Bunlar,
müthiş yalancılardır! Bunların zararından ve saptırmasından son derece sakınınız!"
İbn-i Adiyy ve Beyhakî'nin
rivayetinde de: "İblîs, sokak sokak dolaşıp: "Bana falanca da şu
hadîsi rivayet etti" diyerek hadîs rivayet etmeye kalkışmadıkça, kıyamet
kopmaz!" buyurulmuştur..." [177]
İbn-i Adiyy ve Beyhekî, Îsâ bin Ebû Fâtıma el-Fizârî'den nakleder. O
demiştir ki: "Bir gün ben, Mescid-i Haram'da bir üstadın yakınında
oturuyordum. O bana hadîs yazdırıyordu ve: "Bana el-Şeybânî rivayet
etti" dedi. Baktım, onun yanında birisi var, o da: "Bana el-Şeybânî
rivayet etti" dedi. Üstad: "Bana el-Şeybânî el-Şa'bî'den rivayet
etti" dedi. Yanındaki adam ise: "Bana el-Şa'bî'nin kendisi rivayet
etti" dedi. Bu sırada üstad: "O da el-Hâris'ten rivayet
etmiştir" dedi. Yanındaki adam ise: "Vallahi ben, el-Hâris'in
kendisini gördüm, bana bizzat kendisi rivayet etti" diyerek and içti.
Üstad: "El-Hâris ise Ali'den nakletmiştir" dedi. Yanındaki adam ise: "Vallahi
ben Ali'nin kendisini gördüm ve onunla Sıffîn savaşına katıldım!" diyerek
yemin etti. Ben bu durum karşısında
hayret edip, hemen Allah'a sığındım ve Ayete'l-Kürsiyi okumaya başladım. "Velâ yeûdühû hıfzuhümâ" kısmına
gelip bunu da okuduğum zaman, baktım ortalıkta birşey kalmamıştır. Yâni bana
musallat olup yanıltmaya çalışan İblîs, kayıplara karışmıştır."[178]
İmrân bin Husayn'dan Müslim rivayet ediyor, O
şöyle demiştir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Sizin en hayırlılarınız,
benim asrımda olanlarınızdır! Sonra, benim asnmdakilere yakın olanlardır, sonra
da bunlara yakın olanlardır. Bunlardan sonra ise öyle adamlar gelecektir ki,
hıyanet edip emniyetten eser bırakmayacaklar, şahitlik etmeleri istenilmediği
halde şahitlik edecekler, adayacaklar fakat adaklarını yerine
getirmeyecekler... Çokça yiyip bol kilo almak ve şişmanlamak ise, onlarda moda
olacak... (Halbuki mü’min birtek karnını doyurmak için yer. Münafık ise, yedi
karnım doyurmak için yer.)[179]
Beyhekî'nin Ebû Nadra tarikiyle Ebû Hüreyre'den rivayeti şöyledir: "Peygamber Efendimiz, bir gün karşılaştığı bazı kimselere hitaben: "Sizin içinizden en son vefat edecek olan kişi, ateş içerisinde ölecektir" buyurdu. Bunların içinde Semura bin Cündeb de vardı. Ebû Nadra demiştir ki: Gerçekten bunların en son vefat edeni, Semura olmuştur."
Hafız Abdürrezzâk'ın rivayetine göre, bunlar üç kişi olup: Ebû Hüreyre, Semura ve diğer bir adam,.. Bu üçüncü adam, adı geçenlerin her ikisinden önce vefat etmiştir. Bu yüzden birisi eğer Ebû Hüreyre'yi kızdırmak isterse: "Haberin var mı, Semura vefat etti" deyi verirmiş... Ebû Hüreyre de bunu duyunca ateş içinde ölmek korkusuyla bayılıp düşermiş... Sonunda Ebû Hüreyre de Semura'dan önce vafet etti."
İbn-i Asâkir'in Muhammed bin Sîrîn'den nakline göre, yukarıda geçen, (Peygamberimiz'in önceden haber verdikleri veçhile) Semura bin Cündeb'ün vefatı da şöyle olmuştur: Bir gün Semura, Arapların Gezâz Hastalığı dedikleri puntaya tutulmuş... Aşırı derecede üşütmekten tir tir titriyormuş. Titremekten adetâ yerinde duramaz olmuş ve büyük bir kazanın su ile doldurulmasını ve altında kuvvetli ateş yakılmasını emretmiştir. Derhal onun bu emrini yerine getirmişler. O da suyu kaynamakta olan bu kazanın üzerine bazı şeyler koydurup oturmuş, kendisini şiddetle kaynamakta olan suyun Buhârîna vermiş... Böylece ısınıp titremekten kurtulmak istemiş... Derken kazanın üst tarafına konulan şeyler ansızın çökmüş, Semura da kazanın içine düşerek ölmüştür."[180]
Taberânî ve diğer
bazıları, Râfî’ bin Hudeyc'in şöyle dediğini kaydeder: "Raccâl bin Anfüve
adındaki zâtın, başkalarını imrendirecek derecede devamlı Kur'ân okumakta ve
okuyuştaki huşûda pek acâib bir hâli vardı. Hayırlı işlere koşturmakta da
şaşılacak bir durumda görülürdü. Bir gün bizler bâzı arkadaşlarla oturuyorduk.
Raccâl de yanımızda oturmakta idi. Derken Peygamber Efendimiz çıkageldi ve
buyurdu ki; "Şu topluluktan birinin yeri ateştir!" Bunun üzerine ben,
oradaki insanların tamamını tanımak istedim, baktım: Ebû Hüreyre, Ebû Ervâ,
Tufeyl bin Amr ve Raccâl bin Anfüve var... Hepsine dikkatle baktım, hayretler
içinde kaldım ve kendi kendime: "Acaba bu şakı adam kimdir ki?"
demekten kendimi alamadım. Ben, Resûlüllah Efendimizin vefatından sonra Hanîfe Oğulları'na
döndüm. Orada Raccâl’in ne yaptığını sordum. Aldığım cevab: "Onun, fitneye
kapıldığı, Resûlüllah'ın aleyhine ve Müseylime'nin lehine şehâdette
bulunduğu..." merkezinde oldu. Bu sefer de, yine kendi kendime dedim ki:
"Elbette Allah Resûlü'nün buyurduğu haktır!"
Seyf bin Ömer rivayet eder: Farrât bin Hayyân Ebû Hüreyre ve Raccâl,
Resûlüllah'ın yanından çıktılar... Bu sırada Resûlüllah: "Bunlardan
birinin yeri cehennemdir ve onun iki omzu üzerinde hâin bir kafa vardır!"
buyurdu. Sonunda Raccâl, Müseyleme'ye katıldı. Bu haber geldiği zaman, Ebû
Hüreyre ile Farrât sevinçlerinden secdeye kapandılar."[181]
Hâkim ve Beyhâkî, Velîd
bin Ukbe'nin kendisinden şöyle nakleder:
"Resûlüllah (sallallahü aleyhi
ve sellem) Mekke'yi
fethettiği zaman, Mekke halkı çocuklarını alıp getirdiler. Resûlüllah da
onların başlarını meshedip haklarında hayır duada bulundular... Bu sırada anam
da beni, başıma kokular sürerek Rasulullah'a götürdü. Fakat Rasulullah benim
başıma meshetmedi ve bana hiç dokunmadı..."
Beyhekî bu hususta der
ki: "Şüphesiz bu, Velîd hakkındaki ilâhî takdir icâbı ve bunu yüce
Allah'ın Resûlü'ne bildirmiş olması neticesi olarak böyle olmuştur. Ve daha sonraki Velîd'e âit haberler
de bunu te'yîd eder mahiyette olmuştur.. Târihen bilindiği gibi, Velîd Hazret-i
Osman'ın valisi idi ve bu sırada içki içmekle tanınmıştı... Namazı da son
derece geciktirmiş olarak (ve bâzan da sarhoş olarak) kıldırırdı... Hazret-i
Osman'ın öldürülmesine kadar varan fitnelerin çıkış sebeplerinden biri de,
şüphesiz yine bu Velîd idi..." [182]
Hâtib, Ruvâtü Mâlik adlı eserinde Ebû Seleme bin Abdurahman’ın şöyle dediğini nakleder: "Bir gün, Selmân-ı Fârisî, Suheyb-i Rûmî ve Bilâl-i Habeşî'nin de bulundukları bir topluluk, oturmuş konuşuyorlardı... Derken bu topluluğun bulunduğu yere Kays bin Metâta da geldi... Öfkeyle oradakileri süzdükten sonra şöyle konuşmaya başladı: "Evs ve Hazrecin (Medinelilerin) Muhammed'e ve diğer kendilerinden (Araplardan) olan adamlara sahip çıkıp yardım etmelerini anladık... Peki şu Arap olmayan adamlara ne oluyor? Bunlara niçin sahip çıkılıp yardım ediliyor?"
Orada oturanların içinde Muaz da vardı. Muâz derhal ayağa kalkarak Kays bin Metâta'nın yakasından tutup doğruca Peygamberimiz'e götürdü ve onun söylediklerini O'na haber verdi. Peygamber Efendimiz ise bundan çok öfkelendi ve cübbesini sürüyerek doğruca Mescid'e gitti... Sonra da "namaz toplayıcıdır" diye nida olundu... Ashâb da bunun üzerine Mescid'e toplandılar. Peygamberimiz ise Allah'a hamd ü sena ederek kısa bir hutbe irâd ettiler... Buyurdular ki: "Ey insanlar! Rabbimiz, bir tek Rab'tır, hepimizin atası da Hazret-i Âdem'dir! Dînimiz de birdir... Araplık dediğiniz şey ise, ne sizlerin anası, ne de babasıdır... Bu, konuşulan bir lisandan ibarettir... Her Arapçayı konuşan Araptır..."
Bu sırada Muaz bin Cebel, kılıcını eline almış duruyordu... Hazret-i Peygamber'e sordu: "Ey Allah'ın Resulü, bu münafık hakkında ne buyurursunuz, onun başını vurayım mı?" Hazret-i Peygamber’in cevâbı ise: "Bırak onu, onun cehenneme yolu var!" oldu."
Gerçekten de Hazret-i Peygamber'in vefatından sonra yüz gösteren irtidâd olaylarının içinde bu adam da vardı. Sonunda mürted olarak öldürüldü.[183]
Beyhekî ve Ebû Nuaym, Abdü'l-Muttalib'in oğlu Abbâs'tan
rivayet eder: "Ben oğlum Abdullah'ı Peygamber Efendimiz'e göndermiştim,
işini görüp dönecekti... Gittiğinde Peygamberimizin yanında bir adam görmüş ve
birşey demeden dönüp gelmiş... Sonra Hazret-i Peygamber beni gördüğü zaman ben kendisine: "Ey Allah'ın
Resulü, oğlum Abdullah'ı bir iş için size göndermiştim. O da yanınızda bir adam
gördüğü için bir şey demeden dönüp gelmiş" dedim ve bunu, sırf O'nun
yanındaki adama saygısından böyle yapmış olduğunu da haber verdim. Bunun üzerine
Hazret-i
Peygamber: "Demek o,
O'nu görmüş mü?" dedi. Ben de "evet" dedim. O da: "Onun
gördüğü Cebrâîl idi. Abdullah, sonunda gözleri âmâ
olmadan ölmez ve mutlaka kendisine çok geniş bir ilim de yerilmiş
olacaktır" buyurdu. [184]
Ebû Nuaym ise, İbn-i Abbas'ın
kendisinden şu haberi nakletmiştir; Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana dedi ki: "Ey Abdullah,
sonunda senin gözlerin âmâ olacaktır." Nitekim de öyle oldu. Yine bir
defasında Hazret-i
Peygamber bana: "Gün
gelecek, suya batacak ve ölümden döneceksin!" buyurmuştu. Nitekim gün
geldi ben, Taberiye gölüne düşüp ölümden döndüm. Bir defasında da Hazret-i Peygamber bana, fitneden sonra bir hicret
yapacağımı söylemişti. Öyle ümid ediyorum ki bu işaret buyurulan hicret de, Ali
bin Ebû Talib'in oğlu Muhammed bin Hanefi'ye'ye olan hicretimdir. Böyle
söylemekle bir yanlışım varsa, Allah beni affetsin. Ali ile oğlu Muhammed'den
de Allah razı olsun!"[185]
Beyhekî ve Hakim, Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet ederler:
"Yahudiler yetmiş bir (veya yetmiş iki) fırkaya ayrılmışlardır.
Nâsâra (hıristiyanlar) ise, yetmiş iki fırkaya bölündüler. Benim ümmetim de,
yetmiş üç fırkaya bölünür. (Pek çok gurup ve partilere ayrılır.) [186]
Yine Bakim ve Beyhekî'nin Muâviye'den rivayetlerine göre,
Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"Bizden önceki kitap ehli, dinlerinde yetmiş iki fırkaya ayrıldılar. Şu
benim ümmetim de yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır (ki bunlar hevâ ve bid'at
fırkaları olacaktır). Bunların hepsi cehennemdedir. Ancak bir tanesi
müstesnadır. Bu ise, cemâattir (yâni sünnet ve cemâat ehli olan
müslümanlardır). Yine benim ümmetim içinde öyle kavimler bulunacaktır ki, kuduz
hastalığına yakalanan bir kişinin bu hastalık nasıl bütün vücuduna işleyip
yayılırsa, benim sünnetime aykırı olan bid'atler de bu kavimlerin bütün
vücuduna işleyip yayılacaktır. Öyle ki, vücudlarında bid'atin nüfuz etmediği ne
bir damar kalır, ne de bir mafsal." [187]
Yine Beyhekî ile Hakim, İbn-i Ömer'den rivayet ediyorlar. O şöyle
demiştir: "Resülüllah buyurdu: "îsrâil oğullarına gelen hastalık ve
kötülükler, benim ümmetim üzerine de gelecektir. Hatta onlardan biri, bir
mahremine alenen zina etmiş olsa, onları taklit ederek bunu işleyen ümmetim
içinde dahi bulunacaktır. İsrâil oğulları yetmiş bir fırkaya ayrılmış idi.
Benim ümmetim ise, yetmiş üç fırkaya (daha çok guruplara) ayrılacaktır. Bu
fırkaların biri müstesna, diğerleri hep cehennemdedir!"
Peygamberimizin böyle buyurması üzerine, müstesna olan (cehennemde
olmayan) bu fırkanın kimler olduğunu sordular. Peygamber Efendimiz de onlara
verdiği cevabda aynen şöyle buyurdular:
"Onları cehennemden kurtarıp cennete götüren şey; şu anda benim ve
ashabımın üzerinde bulundukları şeydir! (Kitap ve Sünnet'e dayalı, bid'at ve
hurafe karışmamış olan dindir) İslâm'dır!" [188]
(Yine Beyhekî ile Hâkim'in Amr bin Avf tan bir rivayetleri olup, o da bu
mealdedir. Yalnız bu ikisiyle beraber Bezzâr'ın İbn-i Abbâs'tan bir rivayetleri daha
bulunmaktadır. Bu rivayet dahi aynı mealde ise de, bunun sonunda;
"...Hatta onlardan biri keler deliğine girse, siz dahi gireceksiniz"
buyurulmuştur.)
Taberani El-Evsat'ında
güzel bir senedle El-Müstevrid bin Şeddât'tan şu haberi nakletmiştir:
Resülüllah (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu:
"Şu ümmet, evvelkilerin sünnetlerinden (âdetlerinden) hiçbir şey
bırakmaz, hepsini yapar!" [189]
Yine Taberani, Avf bin Mâlik'ten şu haberi
nakletmiştir. Yâni Avf şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu; "Benim şu ümmetim, yetmiş
üç fırkaya ayrılıp da yetmiş ikisinin cehennem yolunu, bir tanesinin de cennet
yolunu tuttuğu zaman, acaba sizlerin hali ne olacaktır?"
Ben bunun üzerine dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, bu buyurduğunuz
ne zaman olacaktır?" İşte benim bu sorum üzerine Hazret-i Peygamber'in cevabı da şöyle olmuştur:
"Zabıta ve emniyet memurlarının çoğaldığı, cariyeler iş başına
geçtiği (veya söz sahibi olduğu), zayıf ve ehliyetsiz kimselerin kürsi ve
minberleri işgal ettiği, Kur'an musiki kabul edildiği, mescidler aşırı bir
şekilde süslendiği, minberler fazlaca yükseltildiği, "devlet malı deniz,
yemeyen domuz" tekerlemesine uyulduğu, zekât bir haraç addedilip verilmek
istenilmediği; emânetler, ele geçirilmiş bir ganimet sayıldığı, din ilminin Allah
rızasının dışında başka maksat ve gayelerle tahsil edildiği zaman... Aynı
zamanda kişinin karısına itaat edip anasına itaatsizlik gösterdiği, babasını
kendisinden uzaklaştırdığı, birtakım arkadaşlar edinip onları kendisine
yaklaştırdığı ve şu ümmetten son gelenlerin ilk gelenlere lanet ettiği zaman...
Yine bir kabile veya millete en kötüsü hükmettiği, en alçak adama en mühim
işlerin danışıldığı veya emanet edildiği, kişiye sırf şerrinden korkulduğu için
itibâr ve ikram edildiği zaman... İşte bütün bu söylediklerim meydana geldiği zaman;
daha önce haber verdiğim husus da meydana gelecektir ve o zamanın insanları,
kendilerine iyi bir yer arayıp Şam'a sığınacaklardır." Bunun üzerine ben:
"Şam fethedilecek mi?" diye sordum. Efendimiz de: "Yakında
fethedilir, fethinden sonra da fitneler sökün eder" buyurdular."
Hâkimin Ebû Hüreyre'den
rivayetine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur: "Sizler, sizden
evvelkilerin sünnetlerine (âdetlerine), kulacı kulacına ve karışı karışına
uyacaksınız! O derece ki onlar kertenkelenin deliğine girseler, onları takliden
siz de gireceksiniz."
Bunun üzerine oradakilerden biri sordu: "Ey Allah'ın Resulü,
"sizden evvelkiler" derken, acaba yahudiler ile nasranileri mi
kastediyorsunuz?" Peygamber Efendimiz de: "Başka kimler olacak?"
diyerek karşılık verdi."[190]
Buhârî ve Müslim, Ebû Said el-Hudri'den rivayet ederler: "Ben Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında oturuyordum. O, orada bulunan bazı kimselere ganimet malını taksim ediyordu. Derken oraya Zülhuvaysıra denilen adam geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü, malı adaletle dağıt!" diyerek çıkıştı. Peygamber Efendimiz de kendisine: "Yazık sana, ben adalet etmezsem, kim adalet edecek?" diyerek karşılık verdi. Ayrıca: "Şayet ben adalet etmeyecek olursam, bir Peygamber olmama rağmen büyük bir zarara ve hüsrana düşmüş olurum!" diye ilâve etmeye de lüzum gördüler. Bunun üzerine Ömer: "Bana izin ver de şunun boynunu vurayım!" diyerek izin istedi. Resülüllah Efendimiz ise: "Bırak yâ Ömer, bunun bazı arkadaşları olacak, onların namaz ve oruç gibi ibadetlerinin çokluğu yanında, sizler kendi oruç ve namazlarınızı az bulacaksınız. Buna rağmen okudukları Kur'an, gırtlaklarından aşağıya inmeyecektir. Okun yaydan fırlayıp uzaklaştığı gibi de İslâm'dan uzaklaşacaklardır. Onların içinde siyah bir adam bulunacak, bu adamın bir kolunda kadınların memesi gibi bir şişkinlik bulunacak ve bu şişkinlik, bir insan kalbi gibi devamlı atıp duracak. Bunlar, insanların bölündüğü sırada meydana gelecektir."
Bu hadisi rivayet eden Ebû Said der ki: "Ben, bütün bunları aynen Resülüllah Efendimiz'den duyduğuma şahitlik ederim! Yine ben şahidlik ederim ki: Ali bin Ebû Talib ile birlikte biz onlarla savaştık. Ben, bu sırada Ali'nin yanında idim. Ali, bu işareti taşıyan adamın yanına getirilmesini emretti. Arayıp getirdiler. Aynen Peygamberimizin haber verdiği gibi, siyah bir adamdı ve bir kolunda kadın memesi gibi devamlı deprenen bir şişkinlik vardı."
Ebû Ya'lâ'nın rivayetine göre, Ali: "Bu adamı tanıyan var mıdır?" diye sormuş, içlerinden biri: "Bu adamın adı Harkus'tur. Anası da buradadır" demiş. Anasını çağırıp: "Bunun babası kimdir?" diye sorulduğunda, şu cevabı vermiş: "Ben, bunun babasının kim olduğunu bilmiyorum. Vaktiyle Rabze taraflarında koyun güderken, karanlık gibi bir şey üzerime çöktü. Ben buna İşte o şeyden hâmile kaldım" karşılığını vermiştir.
Müslim Ebû Said'den rivayet ediyor. Bu rivayete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Müslümanların iki büyük fırkaya ayrılması sırasında Mârika (Hâriciler) çıkar, bu iki fırkadan hakka daha yakın olan taraf, Mârika ile savaşır." [191]
Yine Müslim'in Abide'den şöyle rivayeti var: "Ali, Nehrevân'da Hâriciler ile savaşı bitirdikten sonra: "Bunların içlerini iyice araştırın. Eğer gerçekten Resülüllah Efendimiz'in haber verdiği kimseler iseler muhakkak aralarında eli noksan olan bir adamın bulunması lâzım. Araştırıp o adamı bulunuz!" dedi. Araştırdılar ve o adamı bulup getirdiler. Ali onu görünce derhal "Allahü Ekber!" diyerek tekbir getirdi. Bunu üç defa tekrarladıktan sonra: "Vallahi sizlerin şımaracağınızdan korkmasam, bunlarla (Hâricilerle) savaşanlar hakkında yüce Allah'ın ne kadar büyük mükafatlar vadettiği hakkında Resülüllah Efendimiz'den duyduklarımı sizlere anlatmak isterdim" dedi. Ben de onun böyle söylemesi üzerine: "Sen bütün bunları Resülüllah’tan mı duydun?" diye sordum. Ali de: "Evet, Kabe'nin Râbbi'ne yemin ederim, Resülüllah'tan duydum!" karşılığını verdi ve bu yeminini, üç defa da tekrarladı."
Hâkim'in rivayetine göre de Sâid bin Cemhân şöyle demiştir: "Ben, Abdullah bin Ebû Evfâ'nın yanına gitmiştim. O bana: "Baban ne oldu?" diye sordu. Ben de: "Hâriciler'in bir kolu olan Ezârika öldürdü" dedim. Abdullah bunun üzerine öfkelenerek: "Allah onlara lanet etsin! Peygamber Efendimiz onların "cehennemin köpekleri" olduğunu bildirmişti" diyerek konuştu." [192]
Bezzâr, Ebû Ya'lâ, Hâkim ve
Zevâidi'l-Müsned adlı kitabında Abdullah bin Ahmed, Ali (radıyallahü anh)'den şu haberi rivayet etmişlerdir:
Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) bana hitaben
buyurdu: "Ey Ali, sende Îsâ Peygamber'in haline bir benzerlik
bulunmaktadır. Şöyle ki: Yahudiler ona o kadar kızdılar ki, sonunda onun
anasına iftira etmekten kendilerini alamadılar. Nasrâniler de ona o kadar
muhabbet duydular ki, onu haddi olmayan bir mertebeye (tanrılık mertebesine)
çıkardılar."
İşte Hazret-i Ali, Peygamberimiz'in bu hadisine dayanarak dermiş ki:
"Haberiniz olsun, benim hakkımda iki fırka muhakkak helak olacaktır!
Bunlardan birisi, beni aşırı derecede seven fırka, diğeri de bana aşırı
derecede kızan fırkadır. Beni aşırı seven fırka, bana bende olmayan bir sıfatı
yakıştırıp (Ali ilâhtır) diyerek helak olacaktır. Diğeri ise, bana iftira edip
kâfirliğimi iddia edecek ve bu yüzden helak olacaktır." [193]
İmâm-ı Ahmed, İbn-i Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder:
Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) bir hadislerinde
buyurdular ki: "Benim şu ümmetimde, insan üzerinde bir şekil değişimi
olacaktır. Haberiniz olsun bu, kaderi yalanlayanlar ile zındıklığa kaçanlar
üzerinde olacaktır." [194]
Ahmed sahih bir senedle
Abdullah bin Ömer'den şu merfu haberi nakletmiştir:
"ileride ümmetim içinde mesh ve kazf (insanlar üzerinde şekil değişikliği,
büyük bir yer patlaması ve göçmesi) gibi olaylar olur! Bu olaylar, İslâmı
görünüşte savunup da aslında zındıklığa sapan kimseler üzerinde tecelli
eder." [195]
Taberânî de Ebû Mûsâ
el-Eşari'den şu merfû haberi nakletmiştir: "Benim ümmetim, kaderi
yalanlamadıkları müddetçe İslama sımsıkı sarılmış olurlar. Kaderi
yalanladıkları zaman da, helak olma zamanları gelmiş olur." [196]
İbn-i Ebî Şeybe ile Beyhekî'nin verdikleri habere göre, Yezid bin Esam
şöyle demiştir: "Meymûne validemiz, bir gün Mekke'de rahatsızlandı ve
hemen kendisinin Mekke dışına çıkarılmasını istedi ve bu hususta dedi ki:
"Ben Mekke'de ölmem. Zira Resülüllah bana, Mekke dışında vefat edeceğimi
söylemiştir." Tabii bunun üzerine kendisini alıp Mekke dışındaki Sörf
denilen yere götürdüler. O da orada vefat etti."[197]
Beyhekî, Mikdâd bin Mâdikerb'ten rivayet eder. O, Resülüllah'ın şöyle dediğini nakletmiştir: "Unutmayınız, bana kitap ve bir de onun misli kadar (hadisler) verildi. Fakat yakında öyle adamlar gelir ki, karnını iyice doyurmuş olarak koltuğuna kasılır ve der ki: "Siz Kur'an'a bakınız! Kur'ân'da helâl olanı helâl olarak alınız. Haram olanı da haram olarak alınız, gerisini bırakınız! -Hadis'e, sünnete aldırış etmeyiniz-" [198]
Yine Beyhekî ile Ebû Davud'un, Ebû Rafi’den rivayetlerine göre, bu hususta Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadislerinde de şöyle buyurmuştur: "Çok geçmez sizden biri koltuğuna kasılarak oturur. Kendisine benim emir veya yasaklarımdan biri haber verildiği zaman, bunu kabul etmeye yanaşmaz ve: "Biz, böyle bir şey bilmiyoruz. Biz, Kur'an'da ne bulduksa ona tâbi oluruz!" diyerek karşılık verir."
Buhârî ile Müslim'in yine bu konuda Âişe'den rivayetleri ise şöyledir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Al-i İmran Sûresi'nin: "Kitabı sana O indirdi. Onun bazı âyetleri muhkemdir, bunlar kitabın anasıdır. Bazı âyetleri de müteşâbihtir (birbirine benzer ve çeşitli anlamlar taşır). Kalblerinde eğrilik olanlar ise, fitne çıkarmak ve kendilerine göre tevil etmek (yorumlamak) için, bu müteşabih âyetlerin peşine düşerler" mealindeki yedinci âyetini okudu ve sonra şöyle buyurdu: "Eğer sizler, Kur'an'ın müteşabih âyetlerinin peşine düşerek mücadele edenleri görürseniz, biliniz ki böylelefi yüce Allah'ın demin okuduğum âyetiyle haber verdiği kimselerdir. Şahsi yorumlarıyla İslâm'da fitne çıkarmak isteyen kimselerdir. Bunlardan sakınınız."
Eyyûb-i Sahtiyâni hazretleri derdi ki: "Ben, şahsen ehl-i bid'attan olup da Kur'an'ın müteşabih âyetlerinin peşine düşerek, bunları esas alarak mücadele etmeyenim hiç görmedim. Dikkat ediniz, benim tesbit ettiğim hususu, sizler de aynen görebilirsiniz."[199]
Taberânî ve Beyhekî, Ebû Zeyyâd el-Sekafi'nin torunu Muhammed bin
Yezid'den nakleder. O demiştir ki: Kays bin Hırşe, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna geldi ve: "Ey Allah'ın
Resulü, senin Allah'tan getirdiğin şeyler üzerine ve dâima hakkı söyleyeceğime
söz vererek sana biat etmek istiyorum!" dedi. Peygamberimiz de kendisine:
"Ey Kays, ihtimaldir ki benden sonra bazı adamlar ve durumlarla karşı
karşıya gelirsin de, onlara karşı hakkı söylemeye güç yetirememiş olabilirsin!"
buyurdu. Kays ise, ne üzerine biat ederse, o hususta mutlaka vefalı olacağına
yemin etti. Peygamberimiz de kendisine: "O halde sana hiçbir beşer zarar
veremez" buyurdu.
Kays, Zeyyâd bin Ebû Süfyan'ı ayıpladığı gibi, bunun oğlu Ubeydullah'ı
da acı acı tenkit ederdi. Bu tenkitlere vâkıf olan Ubeydullah, adamlarından
birini göndererek Kays'ı yanına getirtti ve ona: "Allah'a ve O'nun
Resûlü'ne iftira eden sen misin?" diyerek çıkıştı. Kays, hiç istifini
bozmadan: "Hayır ben değilim, fakat sen istersen, onun kim olduğunu sana
söylerim!" dedi ve arkasından: "O, Allah'ın kitabı ve Resülü'nün
sünneti ile ameli terkedendir" sözünü de ilâve etti. Ubeydullah:
"Peki o kimdir?" diye sordu. Kays da hiç çekinmeden: "Sen, senin
baban ve size emir veren kişidir!" cevabını verdi. Sonra kendisini
alamayıp: "Hem söyler misin, ben Allah'a ve Resülü'ne ne gibi bir iftirada
bulunmuşum?" dedi. Ubeydullah da: "Hiç bir beşerin sana zarar
veremeyeceğini iddia edermişsin" dedi. Kays bunun üzerine "evet"
dedi. Ubeydullah ise, iyice gadaba gelerek: "Şimdi nasıl yalan söylediğini
görürsün sen!" diye konuştu ve: "Derhal bana işkenceciyi ve bütün
işkence aletlerini getiriniz!" diye bağırdı. Bunun üzerine Besmele ile
hemen yere uzanan Kays, oracıkta ruhunu teslim ediverdi. Gerçekten de kendisine
bir zarar veremedikleri gibi, şaşırıp kaldılar."[200]
Hâkim ve Ebû Nuaym Enes'ten rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ensar'a hitaben buyurdu: "Benden
sonra sizler, bazı bencilliğe kapılan insanlar tarafından haksızlığa uğrayacaksınız.
Işde ve bölüşme hususunda sizleri arkaya iteceklerdir. Sizler, Havuz başında
bana kavuşuncaya kadar sabrediniz." [201]
Hâkim'in Muksını'den
rivayetine göre, birgün Ebû Eyyub el-Ensâri Muaviye'ye gidip bir hacetinden
bahsetmiş. Muaviye ise kendisine kötü davranmış ve başını kaldırıp da onun
yüzüne bakmamış. Bunun üzerine, bu gibi durumlarla karşılaşacaklarını Hazret-i Peygamber'in kendilerine vaktiyle haber
verdiğini söyleyen Ebû Eyyub'a karşı, Muaviye şu soruyu yöneltmiş: "Peki
size ne ile emretti?" Ebû Eyyub: "Havuz başında kendisiyle
buluşuncaya kadar sabır etmemizi emretti" demiş. Muaviye de: "Öyleyse
sabrediniz!" karşılığını vermiş. Neticede öfkelenen Ebû Eyyub, ölünceye
kadar Muaviye ile konuşmayacağına dâir yemin ederek oradan ayrılmıştır."
[202]
Hâkim, Ebû Hüreyre'den yaptığı bir rivayette, Hazret-i Peygamber'in Ebû Hüreyre hakkında: "Ebû Hüreyre, ilim dağarcığıdır!" buyurduğunu bildirmiştir." [203]
İbn-i Sa'd'ın İbn-i Ömer'den olan rivayeti ise şöyledir: "Bizim içimizde Ebü Hüreyre, Peygamber Efendimiz'i en iyi tanıyanımız, O'nun hadisini de en iyi bilenimizdir!" [204]
Hâkim'in rivayetine
göre, Ebû Hüreyre şöyle demiştir: Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Ümmetimin içinde öyle insanlar bulunacaktır ki, onlar, beni
görmek uğrunda mallarını ve ev halkını feda edercesine can atacaklardır. Beni,
can ve mallarından daha çok seveceklerdir," [205]
İbn-i Adiyy, Dârekutni ve İbn-i Asâkir'in Muaviye'den rivayetlerine
göre, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlar: "ileride öyle bir kavim
gelecektir ki, onlara ihsâ (hadımlaştırma) isabet edecektir. O zavallılara,
hayır ve iyilikle muamele ediniz!" (Böyle bir kötülüğü yapmayınız)."
[206]
Müslim, Ebû Hüreyre'den şu haberi nakletmiştir: Resülüllah buyurdu: "Yakında öyle insanlar gelecektir ki, bunların ellerinde sığır kuyruğu gibi kamçılar bulunur. Güya emniyeti te’min ediyoruz, diyerek Allah'ın kullarına zulmederler. Bu yüzden Allah'ın gadabına uğrarlar."
Müslim Ebu Hüreyre'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ümmetimden iki sınıf cehennemliktir. Ben bunları henüz görmüş değilim. Bunlardan biri, ellerinde sığır kuyruğu gibi kamçılar bulundurup Allah'ın kullarını dövenlerdir. Diğeri de, giyinik oldukları halde çıplak olan (çıplak sayılacak şekilde giyinen) bazı kadınlardır. Bu kadınlar, erkeklerin ilgi ve kalblerini çekmek için başlarını deve hörgücü gibi yaptırıp çalımlı çalımlı (sükse yaparak) yürürler."
Hafız Ebû Nuaym, yukarıdaki hadisle ilgili bir açıklama yaparak ve kendi zamanına kıyaslayarak demiştir ki: "Bu hadisde durumlarından bahsedilen kadınların, Irak'taki şarkıcı kadınlar olduğunu söyleyenler olmuştur. Zira bu kadınlar, başlarına büyük ve yuvarlak başlıklar koyup bürgülerini de bunun üzerine atarak deve hörgücü gibi bir manzara arzederler."[207]
Hâkim'in Ebû
Hüreyre'den rivayetine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Hicaz'dan
büyük bir ateş çıkmadıkça kıyamet kopmaz. Bu ateş, tâ Busrâ denilen yerdeki
develerin boyunları görülecek kadar yüksek ve ışıklı olacaktır." [208]
Yine Hâkim Ebû Zerr'den şu hadîsi rivayet eder:
"Biz bir seferde Peygamber Efendimiz'le beraber idik. Dönüşümüz sırasında
içimizden bazıları Medine'ye bir an önce girebilmek için acele ettiler. Bunun
üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdular: "Bunlar yakında Medine'yi en güzel
bir şekilde bırakmışlarken, onu yırtıcı kuşlar ve hayvanlar işgal eder.
Bilemiyorum, verkan dağından fışkıracak olan ateş, ne zaman fışkıracaktır. Bu
ateş çıktığı zaman, Busrâ’daki develerin boyunlarını aydınlatacaktır."
Ben bu hususta derim ki: Bu ateş, hicretin 654. yılında çıkmıştır.[209]
Ebû Nuaym'ın Huzeyfe'den
rivayet ettiğine göre, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: "Yakın bir
gelecekte doğuda iki nehir arasında büyük bir şehir kurulur. Yeryüzünün hazine
ve defineleri oraya akar. Orada insanların en şerlileri otururlar. Bunlar
kılıçla şiddetli bir azaba uğradıktan sonra, Allah bu şehri batırır."
Ben derim ki: Bu şehir (yâni Bağdad), gerçekten ikinci asırda yapıldı
ve yedinci asırdaki Tatar istilasıyla da en şiddetli bir azaba maruz kaldı.
Allah tarafından yere batırılması ne zaman olur, bunu bilemeyiz. -Suyûtî-[210]
Buhârî ve Müslim, Mâgirâ bin Şâbe'den rivayetle Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şu hadisini bildirirler:
"Allah'ın emri gelip kıyamet kopuncaya kadar ümmetimden bir taife, dâima hak üzere bulunacaktır!"
(Taberânî'nin ve sahihtir kaydıyle Hâkim'in Ömer (radıyallahü anh)'den rivayetleri de, aynen bu mealdedir.)
Ahmed ve sahihtir kaydiyle Hâkim, Câbir bin Semura'dan bir hadis rivayet ederler ki, bu da şu mealdedir: "Kıyamete kadar bu dini dimdik ayakta tutmak için mücadele eden bir müslüman cemâat muhakkak bulunacaktır."
Hafız Bezzar'ın da Ebû Hüreyre'den rivayetine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Şu din-i mübin üzerinde devamlı sebat ve mücadele veren bir müslüman topluluk, dâima bulunacaktır ve bunlara, muhalefet edenlerin muhalefetinden bir zarar dokunmayacaktır. Bu böylece, tâ kıyamete kadar devam edecektir." [211]
Hâkim, Ebû Hüreyre'den
şu haberi nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Şüphesiz Allah, şu ümmete her yüz senenin
başında onun dinini tecdid edecek bir müceddid gönderecektir." [212]
Abdullah bin Ahmed'in Zevaidü'l-Müsned adlı kitabında,
Mus'ab bin Cüsâme'den bir rivayet var. Bü rivayete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; "Bir gün
gelecek, insanlar ümmetim için en büyük fitne olan Deccâl'i unutacaklar.
Camilerin kürsi ve minberlerinde de imamlar bunu hiç zikretmez olacaklar. İşte
böyle bir zamanda Deccâl, ansızın ve beklenmeksizin çıkmış olacaktır."
[213]
Ben derim ki: "Şu içinde bulunduğun zamanı bir gözden geçir.
Deccâl diye bir fitneyi ananı; kürsi ve minberlerde bunu müslüman halka tebliğ
eden bir imam veya mürşidi, acaba görebilir misin? Cevabını ben vereyim: Hiç
göremezsin!" [214]
Hâkim, sahihtir kaydiyle Ruveyfi' bin Sâbit'ten rivayet ediyor: "Bir gün Peygamber Efendimiz, ashabı ile birlikte oturuyorlardı. Derken bir miktar hurma getirip takdim ettiler. Peygamberimiz ve ashabı, bu hurmayı yiyip bitirdiler. Geride hurma çekirdekleri ile hurmanın kötüsü kaldı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunları göstererek durumun neye benzediğini sordu ve başkasının birşey söylemesine mahal bırakmadan şöyle buyurdu: "İçinizden iyiler, önce ve sırasıyla gider, geriye de sadece böyleleri (kötüleri) kalır." [215]
Buhârî ve Müslim, Huzeyfe bin
el-Yemân'dan rivayet ederler. O şöyle demiştir: insanlar, Peygamber
Efendimiz'den dâima hayrı sorarlardı. Ben ise, korunabilmek için şerrin ne
olduğunu sorardım. Bir gün yine bu maksatla dedim ki: "Ey Allah'ın elçisi,
bizler bin câhiliye ve şer içinde yaşıyorduk. Allah bize, bu hayrı ve hidayeti
lütfetti. Acaba bu hayır ve hidayetten sonra, yine şer ve cehalet olacak
mıdır?" O: "Evet" buyurdu. Ben: "Bu serden sonra yine bir
hayır var mıdır?" diye sordum. Efendimiz'in bu soruma cevabı da:
"Evet, fakat biraz karışık" şeklinde oldu. Ben yine sordum ve:
"Bu karışıklık nedir?" dedim. Peygamberimiz de: "Bazı insanlar
gelir. Bunlar, benim sünnetimi ve yolumu bırakarak başkalarının sünnetini ve
yolunu alırlar, İşte bunlardan, hayrın da, şerrin de meydana geldiğini
görürsün" diye cevab buyurdular. Ben, Bununla da yetinmeyip: "Ey
Allah'ın elçisi, bu karışık hayırdan sonra, yine şer olacak mıdır?" diye
sordum. O da: "Evet, hem de insanları cehenneme davet edecekler.
Kendilerine uyanları, kendileri gibi cehennemlik edecekler" buyurdu. Ben,
bunların kimler olduğu üzerinde bilgi sahibi olmak merakıyla: "Peki, bunlar
kimlerdir?" dedim. Allah'ın Resulü, bu soruma da cevap verdiler ve:
"Bunlar, bizim cildimizden ve bizim lisanımızı konuşan kimselerdir"
buyurdular.
(Bu hadisin devamı şöyledir).
Bunun üzerine ben: "Bana neyi emir ve tavsiye buyurursunuz?"
dedim. Efendimiz: "Müslümanların cemaatinden ve imamından sakın
ayrılma!" buyurdu. Ben, yine kendimi yenemediğim bir ilgi ve merakla:
"Peki ey Allah'ın Resulü, öyle bir zamanda müslümanların bir cemâati ve
imamı dahi bulunmaz ise, ne yapmamı emredersiniz?" dedim. Peygamber
Efendimiz de: "O günkü fırkaların hepsinden uzak dur! Sana ne kadar zor ve
imkansız gibi gelirse gelsin, bu hal üzere tâ ölünceye kadar azim ve sebat
et!" diyerek cevab ve tavsiyede bulundular." [216]
İmam-ı Evzai, bu hadisle ilgili olarak der ki: Hadis'de geçen birinci
şer, Peygamber'in (sallallahü aleyhi
ve sellem) vefatından sonra
meydana gelen riddet (dinden dönme) olayıdır.
Beyhaki, İbn-i Ömer'den şöyle nakleder: Süleym Oğulları
bir gün kendi mâden yataklarından elde edilmiş bir miktar altın getirdiler.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz: "İleride bazı altın madenleri daha
bulunacaktır. Fakat buna, insanların şerlileri sahip olacaklardır"
buyurdu. [217]
Beyhekî'nin Sevbân'dan
rivayet ettiği hadis-i şerif de şöyledir:
"İleride öyle durumlar olacaktır ki, diğer ümmetler sizlerin
üzerine, aç kalmış insanların ortaya konulan yiyeceğe üşüştükleri gibi üşüşeceklerdir."
Peygamberimizin böyle buyurması üzerine, ashabdan biri: "O gün
bizler sayı bakımından çok az olacağız da ondan mı?" diye sordu. Efendimiz
de: "Hayır, o gün sizler sayı bakımından çok olacaksınız. Fakat iyice
güçten düşüp, selin vadiye getirdiği çör-çöp gibi değersiz olacaksınız. Çünkü
Allah, düşmanlarınızın sizler hakkında duydukları korkuyu, onların kalblerinden
gidermiş, sizlerin kalblerini de vehen ile doldurmuş bulunacaktır.."
Denildi ki: "Ey Allah'ın Resulü, vehen nedir?"
Resülüllah da buna şu karşılığı verdi: "Vehen, dünya sevgisi ve ölümü
göze alamamaktır. (Bu yüzden kalblere musallat olan mânevi bir za'f ve
hastalıktır.)"
Buhârî Ebû Hüreyre'den
rivayet eder. Resülüllah (sallallahü aleyhi
ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"insanlar üzerine öyle zamanlar gelecektir ki, kişi elde ettiği malın,
helâl mi, yoksa haram mı olduğunu hiç düşünmeyecektir!"
Buhârî ve Müslim, yine Ebû
Hüreyre'den rivayet ediyorlar. Resülüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuş: "Öyle bir gün gelecektir
ki, içinizden (müslümanlardan) biri, beni bir defacık, iki defacık görmeye
karşılık bütün malından ve ev halkından vazgeçmeye can atacaktır! (Beni bu
kadar çok sevecektir.)"
Yine Ebû Hüreyre'den Müslim rivayet ediyor:
Resülüllah (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu: "Ah,
kardeşlerimi görmeyi çok özledim!" Bunun üzerine ashab: "Bizler senin
kardeşlerin değil miyiz Ey Allah'ın Resulü?" dediler. O da şöyle buyurdu:
"Sizler benim ashabım (arkadaşlarım)sınız. Benim kardeşlerim ise, henüz
aramızda bulunmayan (ve fakat beni canlarından daha çok sevecek olan)
müslümanlardır."
Beyhekî ve Ebû Nuaym İbn-i Abbâs'tan rivayet ederler. O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Bugün sîzler işitip
anlıyorsunuz... Sizden sonrakiler de sizden işitip anlayacaklar... Daha
sonrakiler de gelip sizden işitenlerden işitip anlayacaklardır."
Buhârî ve Müslim ise, Ebû
Bekre'den şu hadîsi rivayet ederler: "Bugün Ben'den burada işitenler bu
işittiklerini, burada bulunamamış olanlara tebliğ etsinler! Ümîd edilir ki,
kendisine tebliğ edilenlerden bazıları, burada işitenlerden daha iyi anlayıp
kavramış olabilirler..."
(Peygamberimiz bu hadîsını, Veda Haccı'nda söylemiş ve ashabından
buradaki hutbesinde îrâd buyurdukları İslâmî hakikatleri ki bunlar İslâm'ın
başlıca esaslarını içeriyordu ve bunlar O'nun ümmetine başlıca vasiyet ettiği
şeylerdi, İşte bunların burada bulunamayanlara ulaştırılmasını istiyordu...
Sevgili Peygamberimiz, bu hutbesini ömrünün sonlarına doğru ve müslümanların en
büyük bir cemâat hâline geldikleri bir günde ve yerde irâd etmiş bulunuyordu...
Bu bakımdan bu hadîsin ve hutbenin önemi çok büyüktür.)
İbn-i Mâce ve Beyhekî'nin Ebû Hârûn el-Abedl'den rivayetine göre,
ashâb-ı kiramdan Ebû Saîd el-Hudrî, kendisinden ilim öğrenmeye gelenlere karşı
büyük bir sevgi ve şefkatle: "Resûlüllah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) vasiyeti üzerine merhaba!" dermiş
ve bu çok manâlı alâka ve merhabadan sonra da: "Bize Sevgili Peygamberimiz
haber verdiler. Buyurdular ki: "Yakında sizlere ilim öğrenmek için
etraftan pekçok gelenler olur. Onlar, sizlerin yardımı ve sıcak ilgisi
sayesinde dinlerini öğrenmek isterler... Onlara karşı, çok iyi ve hayırlı bir
şekilde davranmanızı vasiyet ediyorum!"
(Bunu bu şekilde, İbn-i Mâce de Ebû
Hüreyre'den rivayet etmiştir.)
Buhârî ve Müslim İbn-i Ömer'den şu hadîsi rivayet ederler:
"Şüphesiz Allah; kullarına büyük bir lutfu ve nimeti olan ilmi, kullarının
kalblerinden söküp alırcasına alıp kaldırmayacaktır. Bilakis Allah ilmi, ilim
sahiplerinin tükenmesi neticesinde alıp kaldıracaktır. Allah'ın istediği ve
emrettiği şekilde bir tek âlim kalmayınca, insanlar bazı kimseleri kendilerine
dînî lider edineceklerdir. Fakat Dunlar aslında câhil kimseler olacaktır.
Bundan dolayı da kendilerinin peşinden gelen insanları, delâlete
sevkedeceklerdir... Zira insanlar onlara, bunlar âlimlerdir diyerek dinlerine
âit meseleleri soracaklar, onlar da bilmedikleri halde fetva vereceklerdir.
İşte bu şekilde, hem kendileri sapıtmış, hem de başkalarını saptırmış
olacaklardır."
Ebû Nuaym, Ebû Hüreyre'nin
şöyle dediğini nakleder: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "İlim, yeryüzünden tâ
Süreyya Yıldızına çekilmiş bile olsa, Fârisin evladlarından bazı adamlar onu
oradan alıp yeryüzüne indirir ve insanlara öğretir!" [218]
Müslim ve Beyhekî, İbn-i Sîrîn'den naklederler. O demiştir ki:
Bir gün ben Ebû Hüreyre'nin yanında idim. Adamın biri kendisine anlayamadığım
bir şey sordu... Ebû Hüreyre: "Allahü Ekber!" diyerek hayretini ifâde
ettikten sonra şöyle dedi: "Bunu, bu adamdan önce iki kişi daha sormuştu,
bu üçüncüleri oluyor... Ben Resûlüllah'dan (sallallahü aleyhi ve sellem) işittim, o şöyle buyurmuştu: "Bazı
adamlar gelecek, meseleyi çok ilerilere götürüp: "Evet, bütün varlıkları
Allah yaratmıştır, peki Allah'ı kim yaratmıştır?" diyecekler." [219]
Beyhekî'nin Sünen'inde
Enes'ten rivayet ettiği bir hadis de şu mealdedir: "Ümmetim için korktuğum
şeylerden biri de, onların namazlarını vaktinden evvel veya geç
kılrıalandır!"
Ebû Nuaym, Abbâs bin
Abdül-Muttalib'ten rivayet eder. O şöyle demiştir: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: Dîn, o kadar ilerleyecektir
ki, zaman gelecek Allah yolunda denize dalınacak, denizler geçilecek... Derken
öyle adamlar da gelecektir ki, bunlar Kur'ân okuyacaklar, bu sebeble kibire
düşüp; "Biz Kur'ân'ı okuduk, bizden daha iyi Kur'ân okuyan kim var?
Kur'ân'ı bizden daha iyi anlıyan var mıdır? Bizden daha âlim olan var
mıdır?" gibi büyüklük dâvasına kapılacaklardır."
Peygamber Efendimiz böyle buyurduktan sonra, ashabına dönerek sordu:
"Söyleyin bakayım, böylesine insanlarda hayırdan eser bulunur mu? Biliniz
ki, bunlar ancak cehennem odunudurlar!" [220]
Ahmed, Bezzâr, Taberânî, Ebû Nuaym ve sahih bir senedle Hâkim, Semura'dan rivayet ediyor. O demiştir ki: Bir
gün Peygamber Efendimiz buyurdular: "Allah'ın sizlere büyük bir başarı
vererek Acem diyarim fethedeceğiniz günler yakındır. O gün, elleriniz ganimetle
dolacaktır. Fakat sonra onlar aslan kesilip sizinle amansız savaşlar yapacaklar
ve sizin mallarınızı ellerine geçireceklerdir..."
(Enes'ten, Huzeyfe'den, İbn-i Ömer ve Ebû Musa'dan gelen rivayetler de bu merkezdedir.)
Ebû Nuaym'ın, Ebû
Hüreyre'den rivayetine göre, Peygamber Efendimiz bir gün, Medine'nin bir
bölgesi üzerine dikkatle bakmış ve sonra şöyle buyurmuştur: "Burada
birtakım alış-verişler olacak, mal kazanmak maksadıyla yeminler edilecek, tabiî
bu yeminler îlâhî huzura yükselmeyecektir. Ben burada köle ve hayvan
pazarlayanları, onların dellallığını yapanları görür gibi oluyorum."
Hâkim'in rivayetine
göre Ubâde bin Sâmit şöyle demiştir: Ben Peygamber Efendimiz'in şöyle buyurduklarını
duydum: "Benden sonra başı niza birtakım emirler gelecek, bunlar sizin
makbul bildiğinizi merdûd, merdûd bildiğinizi de makbul sayacaklar... İçinizden
her kim o günlere yetişecek olursa, Allah'a isyan olan bir İşte kula itaat
etmesin!"
İbn-i Râhûye Muâz bin
Cebel'den rivayet eder. Muaz, Hz. Peygamber'in şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Size verilen bahşişi, bahşiş olduğu müddetçe alınız. Dîninize karşı
rüşvet mâhiyetinde olan bir şeyi sakın kabul etmeyiniz. Gerçi bunun terki de
her kula müyesser olmaz... Ne o devletlilerden korkarak, ne de fakirlik
endişesiyle bu duruma düşmemenizi vasiyet ederim!"
Haberiniz olsun, îmân (ve İslâm) değirmeni dönecek (işler tersine
gidecek)tir. Sizler, hiçbir zaman Allah'ın Kitâbı'ndan ayrılmayınız! Yine
unutmayınız ki, sultan ile Kur'ân birbirinden ayrı düşeceklerdir... Siz, sakın
Kur'ân'dan ayrı düşmeyiniz! Unutmayınız, başınıza öyle adamlar gelecektir ki,
onlara itaat etseniz, sizi doğru yoldan ayırırlar, itaat etmeseniz sizi
öldürürler." [221]
Bu sırada ashâbtan: "Ey Allah'ın Resulü, bizlere ne yapmamızı
emredersiniz?" diye soran oldu. O da buyurdu ki: "Îsâ (aleyhisselâm)’ın ashabının yaptığı gibi yaparsınız.
Onlar dînlerinde sebat ettikleri için asıldılar. Testerelerle kesilip
doğrandılar. Biliniz ki, Allah'a itaat hâlinde ölmek, O'na isyan hâlinde
yaşamaktan hayırlıdır."
Hâkim'in Abdullah bin
Hâriş'ten nakline göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "İleride öyle
sultanlar gelir ki, fitnenin asıl kaynağı bunlardır. Hiç bir kimseye, dîninden
o miktar almadıkça, bir şey vermezler."
İbn-i Kani'de Hıcr bin Adiyy tarikiyle şu hadîsi rivayet etmiştir:
"Ümmetimden bazı kimseler, içkiyi başka başka isimler vererek
içeceklerdir."
(Hâkim, bu hadîsin bir benzerini ise; Âişe'den rivayet etmiştir.)
Ebû Ya'lâ'nın Enes
tarikiyle rivayet ettiği hadîs ise şu mealdedir: "Zaman ilerler, öyle
günler gelir ki, adam kalkar, büyük bir cür'etle: "Şu bir avuç paraya
dînini satacak olan var mı?" diye bağırır." [222]
Ahmed, İmrân bin Husayn
el-Dabbî'den rivayet eder. O şöyle der: "Ben, Basra'dayken Abdullah bin
Abbâs ile beraber bir adamla karşılaştık. Adam: "Elbette Allah ve O'nun
Resulü doğru söylemiştir" diyordu. Bunun sebebini sorduğumuzda şöyle
anlattı:"Bir gün ben, kendi kabilemizden yaşlı bir adamın oğlunu,
fidyesini vererek kurtarmak için Hazret-i Peygamber'e gitmiştim... Maksadımı söylediğimde Hazret-i Peygamber bana: "Kurtarmak istediğin kişi,
İşte burada... Alıp babasına götür" buyurdu. Ben: "Fidyesini
almayacak mısınız, ey Allah'ın Resulü?" dedim. Resûlüllah da bana: "İsmâîl
(aleyhisselâm)'ın soyundan bir adamın fidyesini alıp
da yemek, Muhammed'in ailesine lâyık olan bir şey değildir! Ben zâten,
Kureyş'in geleceği için yine Kureyş'in kendisinden endîşe etmekteyim!
(Kureyş'in başına gelecek olan kötülükler, yine Kureyş'ten gelecektir.) Ben bu
sırada; "Kureyş'e ne olacak?" diye sordum. O da: "Ömrün uzun
olursa, burada onlara ne olacağını görürsün...
İnsanları, iki havuz arasında kalan koyunların, bir bu havuza, bir öbür
havuza koşturdukları gibi, bir o tarafa, bir bu tarafa koşturduklarını görürsün"
buyurdu, İşte sizin de gördüğünüz gibi, şimdi ben bunun gerçekleştiğine şahit
olduğum için öyle söylemiş bulunuyorum... Zira insanlar önceleri İbn-i Abbâs'a koşturup ondan izin (emir)
alıyorlardı... Şimdi de Muâviye'ye koşturup ondan izin alıyorlar... Bu sebeble
Peygamberimiz'in o sözünü hatırlamış oldum..."
Yine Ahmed, İbn-i Abbâs'tan rivayetle şu hadîsi kaydeder: "Ahir zamanda bazı kimseler,
ağaran saçlarını siyaha boyarlar, başlarını kuş yuvası gibi yaptırırlar.
Bunlar, cennetin kokusunu duymazlar..." [223]
İbn-i Sa'd ile İbn-i Mâce ise, Sülâme binti Hur'dan şöyle
naklederler: "Ben, Resûlüllah Efendimiz'in: "Öyle zaman gelir ki,
insanlar kendilerine namaz kıldıracak kimseyi bulamazlar!" dediğini
işittim."
Taberânî, Ebû Ümâme'den
rivayet ediyor. O şöyle diyor: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ümmetimin son
zamanlarına doğru kendisi hakkında en çok endîşe ettiğim şeylerden biri de;
yıldızlara (yıldız falma, yıldıznâme denilen hurafeye) inanmaları, kaderi
yalanlamaları ve idarecilerin zulmüdür!"
İbn-i Sa'd, İbn-i Seken, Taberânî ve Târih'inde Buhârî Cünâde el-Ezdî'den rivayet ediyorlar. O şöyle
demiştir: Peygamberimiz buyurdu: "Üç şey câhiliyedendir ve ehl-i İslâm da
bunları bırakamaz... Bunlardan biri: Yağmurun yağmasını yıldızlardan bilmek
(veya istemek), ikincisi: Kişinin nesebine ta'n edip sövmek, üçüncüsü ise: Ölü
üzerine niyahadır. (Çağırıp-bağırmak, yas tutmak.)" [224]
Taberânî Ebû'd-Derdâ'dan
rivayet ediyor. O diyor ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben, ümmetim üzerine üç
şeyden korkuyorum: Alimin zellesi, münafığın Kur'ân ile mücâdele etmesi,
kaderin yalanlanması..."
Ebû Ya'lâ ve Bezzâr Abdurrahmân bin Avftan şöyledir hadîs rivayet
ederler: "Dünyanın zîneti, yüz yirmi beş yıl sonra kalkar..." [225]
Taberânî Ebû Ümâme'den
naklen şu hadisi bildirir: "Muhakkak şu dinîn bir ikbâl, bir de idbâr
devri vardır. (Yani ilerleme ve gerileme zamanları vardır.., (Dînin ilerleme
devrinin başlıca âmili; müslüman topluluğun tamâmının dinde fakîh olmasıdır.
Ancak bir iki kişi müstesna olabilir (yâni müslümanların yüzde doksan sekizinin
derin din bilgisine sâhîb olmasıdır.) içlerinde alenen günah işleyenlerin
sayısı da, bir veya ikiyi geçmez... Tabiî bu bir veya iki kişi de, o kahir,
âlim ve dindar ekseriyetin içinde tamamen silik ve eziktir. Hiç bir şeye ve
söze kadir değillerdir... Dînin idbâr (gerileme) devri ise, müslüman bir
topluluğun tamamen câhil bırakılmasıdır. O kadar ki, içlerinde fakîh (yâni
derin din bilgisine sahip) bir iki kişi ancak bulunur. Bulunsa da bunlar, kahir
ve câhil ekseriyetin te'siri altındadırlar. Tamamen silik ve ezik vayiyettedirler,
hiç bir kelâma kadir değillerdir..."
"Ve zaman gelir, bu ümmetin âhiri evvelini lanetler olur... Tabîî
asıl lanete lâyık olanlar ise bunlardır. Bunlar, içkiyi de alanen içerler...
Zinayı da alenen yaparlar. O gün, bu gibi çirkinliklere karşı çıkıp: "Bu
ayıptır, günahtır" diyenler, Ebû Bekir ve Ömer gibidirler... Bu gerçek mü’minlere, o günkü emr-i
bil-mârûf nehy-i anil-münkerin çok zor olmasına karşılık elli sahâbî sevabı
vardır..."
(Gerek müellif, gerekse muhakkik, bu rivayet üzerinde harhangi bir
hüküm veya yorum vermemektedirler).
Ahmed, Bezzâr ve sahihtir kaydiyle Hâkim İbn-i Ömer'den naklederler. O şöyle demiştir: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduklarına şahit oldum:
"Ümmetimin, herhangi bir zalime "sen zâlimsin!" demekten
korkup çekindiği zaman, biliniz ki artık ümmetimin işi bitmiştir! Artık onun
hayat ışığı sönmüştür."
Ebû Ya'lâ ve Taberani Ebû Hüreyre'den naklederler. O
demiştir ki: Bir gün sevgili Peygamberimiz bizlere hitaben şunları söylediler:
"Ey insanlar! Kadınlarınız itaat etmez, gençleriniz günâha dahcı
olduğu zaman, sizlerin hâli ne olacak?" Ashâb dediler ki: "Demek
bunlar olacak mı, ey Allah'ın elçisi?" Peygamberimiz de: "Evet, hem
de bundan daha kötüsü olacak! İyiyi emredip kötüyü nehyetmeyi terkettiğiniz
zaman, hâliniz ne olacak? Bu, öncekinden daha kötü değil mi?" buyurdu.
Dediler ki: "Demek buda mı olacak?" Buyurdu ki: "Bundan daha
kötüsü bile olacak. Bizzat kötü olanı iyi, iyi olanı da kötü kabul ettiğiniz
zaman, hâliniz daha müşkil olmaz mı?"
Hâkim'in Ali tarikiyle
şöyle bir rivayeti var. Diyor ki: Peygamber buyurdu: "Müslümanlar
âlimlerine buğzettikleri, çarşı ve sokaklarını çok bakımlı kıldıkları ve sırf
zengin olmak için evlilik yaptıkları zaman; Allah kendilerini dört şeyle
cezalandırır! Şöyle ki: Başlarına zâlim hükümetler, zaman darlığı (kıtlık ve
kuraklık) ve adaleti gözetmeyen hâkimler verir.
Yaptıkları savaşlarda başarıyı da düşmanlarına verir."
Hâkim, sahihtir
kaydiyle İbn-i Ömer'den şöyle rivayette bulunur:
"Ümmetimin son zamanlarında, öyle kimseler olur ki, bunlar mescidlere
namaz kılmaya hayvanlarının (veya arabalarının) ipek ve atlas gibi yumuşak
minderlerine kasılmış olarak gelirler... Hanımları ise, giyinik fakat
çıplaktır. Başlarını ise, deve hörgücü gibi yaptırır yükseltirler..."
Yine Hâkim Muâz bin Cebelden şu hadîsi nakleder;
"Benim ümmetim, kendilerinden şu üç şey zuhur etmedikçe şeriat üzerinde
devam eder... Bunlardan birincisi ilmin kaldırılması, ikincisi zina mahsûlü
çocukların çoğalması, üçüncüsü de sekkâr adamların belirmesidir..." Sekkâr
adamların kimler olduğu soruldu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber:
"Bunlar, birbiriyle karşılaştıkları zaman, birbirine lanet okuyarak
selamlaşan kimselerdir (ki, birbirini) gördükleri zaman, "Merhaba kâfir!
Merhaba domuz herif.,." gibi sözlerle şakalaşıp (!)
laflaşırlar."[226]
Ahmed, Taberânî ve sahihtir kaydiyle Hâkim Ebû Ümâme'den şu hadîsi, ivâyet ederler:
"İslâm'ın yapışılacak urveleri (kulpları) birer birer çözülüp
dağılacaktır! Her ne zaman müslümanlar bunlardan birini kaybetseler, bundan
sonra gelen kulpa yapışırlar... O da çözülüp dağılınca, ondan sonrakine
yapışırlar... İslâm'ın urvelerinden ilk bozulacak olanı, hükümet ve siyâset
işleridir. En son bozulacak olanı ise, şüphesiz namazdır..."
Bezzâr ve Taberânî İbn-i Mesûd'dan şöyle rivayet ederler:
Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu: İleride
sizleri bekliyen sabır ve mihnet günleri vardır... O günler gelip çattığı zaman
sabretmek, adetâ elinde köz (ateş) tutmak gibi olacaktır. İşte bu sabır ve
mihnet günlerinde Kitap ve Sünnetle amel edene elli kişilik sevab vardır."
Bu sırada Ömer sordu: "Bizden elli kişinin
sevabı mı, yoksa onlardan elli kişinin sevabı mı?" diye... Peygamber Efendimiz
de: "Sizden elli kişinin sevabı" diye cevap verdiler." [227]
Yine Bezzâr, Taberânî ve sahihtir kaydiyle Hâkim, İbn-i Mesûd'dan
rivayet ederler. Peygamber Efendimiz buyurdu: "Öyle günler gelecek ki,
içinizden biri, yükü hafif olana imrenecektir. Bugün (yükü ağır olana) mâl ve
evlâdı çok olana imrendiğiniz gibi... Hattâ kişi, bir kardeşinin kabrine
uğradığında kendisini toprağa atıp: "Ah kardeşim, keşke senin yerinde ben
olsaydım!" diyerek inliyecektir. Bunu, sâdece üzerine çöken belâların ağırlığından
yapacaktır." [228]
Taberânî'nin Ümmü
Seleme'den rivayetine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Zaman gelecek
yalancı adama inanılacak, gerçek adama inanılmayacak... Hâin adama güven
duyulacak da, emîn kişiye güyenilmeyecek... Kişi, şahitliği istenilmediği halde
şahitlik yapmak istiyecek, yemin etmesi gerekmediği halde yemin edecek.,. Böyle
bir zamanda dünyalık bakımında en zengin kişi, bir alçağın oğlu alçak
olacak..." [229]
Yine Taberânî Ebû Ümâme el-Bahili'den rivayet eder.
O şöyle der: Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu:
"Şimdi insanlar, hamdolsun meyveli ağaç gibidir. Fakat zaman gelecek
insanlar, meyvesiz ve dikenli ağaca dönecekler. Sen onlarla konuşsan, onlar
daha fazla konuşacak. Konuşmak istemesen, onlar seni kendi hâline bırakmıyacak.
Kaçsan bile kaçamıyacaksın..." Denildi ki: "Peki çâre nedir, ey
Allah'ın elçisi?" Buyurdu ki: "Çare, onların senin şerefine
saldırmalarına karşı sabredecek, sabrının karşılığını da âhirette
alacaksın..."
Taberânî Ebû Ümâme'nin
tarikiyle, Peygamberin (sallallahü aleyhi
ve sellem) şöyle buyurduğunu
nakleder: "îş gittikçe şiddetlenecek, mal gittikçe çoğalacak, insanların
hırsı da o nisbette artacaktır. Kıyamet ise, sâdece insanların en şerlileri
üzerine kopacaktır." [230]
Yine Taberânî, Huzeyfe'nin şöyle dediğini nakleder:
Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu:
"îyiyi emredip kötüyü yasaklamanın terkedileceği zaman; İsrâîl Oğullarına
isabet eden şeyin size de isabet edeceği zamandır. Yâni sizin hayırlılarınız
şerlilerinize karşı gereksiz tâvizle!1 verip gevşediği, fıkıh ilminin
fâsıkların eline geçtiği ve idarenin de gençlerin elinde bulunduğu
zamandır..."
İbn-i Mâce'nin Câbir'den
rivayetine göre, Hazret-i
Peygamber bir hadîslerinde
de şöyle buyurmuştur: "Şu ümmetin âhiri evveline lanet okuduğu zaman,
Benim bir hadîsimi gizleyen, Allah'ın âyetlerinden birini gizlemiş gibi
günahkâr olur!"
Muâz bir Cebel'den Bezzâr ve Taberânî'nin rivayet ettikleri hadîs de
şöyledir: "Ahir zamanda öyle kimseler gelir ki, bunlar açıktan birbirine
dost görünürler, fakat gizliden gizliye birbirine düşmanlık ederler."
Bunun nasıl olacağının sorulması üzerine de Hazret-i Peygamber şu karşılığı vermiştir: "Bunların bazısının
bazısından beklentileri olacak ve aynı zamanda birbirlerinden de korkacaklardır."
[231]
Taberâni İbn-i Abbâs'tan rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "ileride bazı kavimler
gelecek, yüzleri insan yüzü gibi, fakat kalbleri şeytan kalbi gibi olacak.
Kötülükten sakınmazlar. Kendilerinin yanında bulunsan seni idare ederler,
ayrıldığın zaman da arkandan çekiştirirler. Seninle konuşurken yalan söylerler,
bir şeyi emânet etsen hıyanet ederler. Sabileri yaramaz, gençleri şımarık,
yaşlıları ise iyiliği emretmez, kötülüğü de nehyetmezler... Onlarla arkadaş
olmayı şeref bilmek çok yanlıştır. Çünkü onlar yaşının adamı değillerdir.
Elleri de çok sıkıdır. Yumuşak huylu insana, kötü gözle bakarlar, iyiliği
emredip kötülükten meneden de onların yanında müttehemdir. Onların aralarında
müminler ezilmiş, fâsıklar ise muhteremdir. Sünnete bid'at, bid'ate de sünnet
gözüyle bakarlar, İşte insanlar bu duruma gelince, en şerlileri kendilerine
musallat olur. İçlerinden bazı
hayırlı kişiler durmayıp dua ederler, fakat duaları kabul edilmez..."
[232]
Ahmed, Ebû Ya'lâ ve Beyhekî Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber Efendimiz'in şöyle buyurduğunu
naklederler: "Bir zaman gelecek kişi, fâcirlik ile acizlik arasında tercih
yapmak durumunda bırakılacak. O zamana yetişen bir müslüman, fâcirliği değil,
acizliği tercih etsin!"
Taberânî'nin Ebû Hüreyre
yoluyla rivayeti de şöyledir: "Ümmetime, önceki ümmetlerin hastalığı
bulaşacaktır!" Ashâb: "Ümmetlerin hastalığı nedir yâ
Resûlellah?" diye sordu. Peygamberimiz de: "Şımarmak, kibirlenmek,
birbirine arka çevirmek, birbirini kıskanmak, birbirine buğz etmek, pintilik
gibi hâl ve sıfatlardır" buyurdu ve devamla: "Sonunda da, zulüm ve
kıtaller başlar..." buyurdu."
Ebû Ya'lâ Ebû Hüreyre'den
rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu: "Bu
ümmetten ilk kaldırılacak olan şey, haya ve emânettir! En son kaldırılacak olan
şey de namazdır..." [233]
Hâkim sahihtir kaydiyle
Câbir'den şu hadîsi rivayet eder: "Ümmetim üzerine en çok korktuğum
şeylerden biri de, Lût kavminin yaptığı iştir."
İbn-i Asâkir İbn-i Ömer'den nakleder. O şöyle demiştir:
"Ben Resûlüllah'tan işittim, O şöyle buyurdu: "Ümmetimin İslâm'dan
ilk dökeceği (terk edeceği) şey, bir su kabım tersine çevirir gibi..."
[234]
Beyhekî Hasan'dan şu
mealde bir hadîs rivayet etmiştir: "insanlar öyle zamanlar göreceklerdir
ki, mescidlerde toplanıp dünyâ işlerini konuşacaklar. Sizler onların yanına
oturmayınız, onların Allah'a yarar işleri yoktur..,"
(Hasan-ı Basrî'den gelen bu rivayet, mürseldir.
Zübeyr bin Bekkâr Ömer bin Hafs'tan şu
haberi nakleder: "Öyle zamanlar gelecektir ki, hükümdarlar haccı bir
gezinti olarak yapacaklar. Zenginler ticâret için, fakirler de dilenerek
dünyalık toplamak için yapacaklardır." [235]
Ahmed Kitâbü'z-Zühd'de
Bekr bin Sevâde'den rivayetle şu hadîsî nakleder: "Ümmetimde bazı gençler
olacak. Bunlar, bol nimetler içinde büyüyüp gelişecekler. Zira ana ve babalarının
himmeti, sâdece bunları yedirip beslemek olacaktır. Bunlar da büyüyünce
kimseleri beğenmeyip çalımlı çalımlı kelâm edecekler..."
Ebû'l-Kâsım el-Beğavi ile İbn-i Asâkir İbn-i Abbâs tarikiyle şu hadîsi naklederler:
"Ümmetim içinde bir kavim zuhur edip Kur'ân okuyacak, fıkıh tahsil
edecektir. Şeytan kendilerine yanaşıp diyecek ki: "Ne olur, hükümdara
gidip de onun yakınlığını kazansanız ve bu sebeble biraz dünyalık elde etseniz.
Korkmayan, dininizi olduğu gibi korursunuz..." Fakat siz onun bu
vesvesesine aldanmayınız! Çünkü sultana yanaşıp da dînine zarar verdirmemek
mümkün olmayacaktır. Sâdece bir sürü hatâlar irtikâp edilmiş olacaktır..."
Beyhekî el-Zühd'de Ebû
Hüreyre yoluyla şu haberi nakletmiştir: "Öyle bir zaman gelecektir ki,
kişi, dağa kaçmadıkça dînini koruyamaz olacak! O zamanda helâlinden mal
kazanmak da kolay olmayacaktır, İşte bu zamanda kişinin helak sebebi, eşi ve
çocukları olacaktır! Eğer çoluk çocuğu yok ise, bu seferde ana-babası
olacaktır. Şayet bunlar da yoksa, helaki akrabalarının elinde olacaktır."
Ashâb hayret ederek: "Ey Allah'ın Resulü, bu nasıl olacaktır?"
dediler. Peygamberimiz de: "Onlar onu, geçindirecek kadar bol kazanç
kazanamamakla itham edip ayıplıyacaklardır. O da, bunlar tarafından
ayıplanmamak için, çeşitli gayr-i meşru kazanç yollarına baş vurup helak
olacaktır..."[236]
Buhârî ve Müslim Enes'den rivayet
ederler. O şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "ilmin kaldırılması,
cahilliğin yerleşmesi, içkinin açıkça içilmesi ve zinanın zuhur etmesi,
kıyametin yaklaşmış olduğunun alâmetlerinden bazılarıdır..." [237]
Yine Buhârî ve Müslim'in Ebû Hüreyre'den rivayetine göre,
bir arabi gelip Hazret-i
Peygamber'e: "Kıyamet
ne zaman kopacaktır?" diye sormuş. Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) buna verdiği cevap da: "Emânet
zâyî edildiği zaman, kıyametin kopmasını bekle!" olmuştur. Arâbî,
"Emânetin zayi edilmesi nedir?" demiş. Peygamberimiz de: "iş
ehil olmayanlara verildiği zaman, kıyameti bekle!" buyurmuştur.
Buhârî ve Müslim yine Ebû
Hüreyre'den rivayet ederler: Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyametin ne zaman kopacağını"
sormuştu, Peygamber Efendimizin buna cevâbı ise: "Kendisine kıyametin ne
zaman kopacağı sorulan kişi, bunu soran kişiden daha iyi biliyor olamaz! Fakat
Ben, bunun bazı alâmetlerinden haber verebilirim: Eğer cariyenin efendisini
doğurduğunu görürsen, İşte bu kıyamet alâmetlerinden biridir. Yalınayak, kör ve
konuşmasını bilmez çobanların yeryüzüne mâlik olduklarını görürsen, keza sığır
çobanlarının şehirlere inip yüksek binalar yaptırmakta başkalarıyla yarıştıklarını
görürsen, İşte bunlar da kıyamet alâmetlerinden bazılarıdır."[238]
Bezzâr Amr bin Avf'tan
nakleder. O da şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet kopmazdan önce aldatıcı
(hayırsız ve kurak) yıllar olacak ve o günlerde yalancılara inanılacak,
doğrulara inanılmayacak... Hainlere güvenilecek de emîn adamlara
güvenilmeyecek, söz tamamen değersiz adamların eline geçecek."
Taberanî Enes'ten rivayet
eder: "Resûlüllah Efendimiz buyurdu: "Fuhşun yayılması, konuşmaların
çok çirkinleşmesi, akraba ile ilişiğin kesilmesi, emîn kişinin hâin ilân edilip
hâin adama itimâd edilmesi de kıyamet alâmetlerindendir."
Tirmizî de yine Enes'ten merfuân şöyle rivayet eder: "Allah'a
yemin ederim ki, sizler imamınızı öldürmedikçe kıyamet kopmaz! O gün, kılıçlarınızı
çalıştıracaksınız ve sizlere, içinizden en şerli olan vâris olacaktır."
Taberanî İbn-i Mes'üd'dan
rivayet ediyor. O şöyle diyor: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Oğlunun ana-babasına
karşı öfkeli olması, yağmurun yakıcı olması, şerlilerin çoğalması, kişinin
yakınlarına arka çevirip uzaktakileri kendine dost edinmesi, her kabilenin
liderliğini münafıkların ele geçirmesi, mescidlerdeki mihrabların alabildiğine
süslü yapılması, kalblerin ise harabe bir şekilde bulunması, mü’min kişinin
kendi kabilesi içinde en hor duruma düşmesi, kadınların kadınlarla erkeklerin
erkeklerle iktifa etmesi, gençlerin iş başına geçmesi, kadınların söz sahibi
olması, dünyanın en mâmur yerlerinin harâb edilip en harabe yerlerinin de en
bakımlı hale getirilmesi, içkilerin alenen içilip şımarılması ve insanların
aşın derecede eğlenceye kapılması gibi haller de kıyamet
alâmetlerindendir."
Taberânî Ebû Musa'dan
rivayet eder: Resûlüllah (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu:
"Zaman kısalıp yıllar ve mahsûller azalmadıkça Allah'ın kitabı Kur'ân
utanılacak bir şey sayılmadıkça, hâinler emîn, emîn olan kişiler de hâin
sayılmadıkça asla kıyamet kopmayacaktır. Keza yalancılar doğru, doğrular yalancı
sayılmadıkça, savaşlar, haksızlıklar, hased ve hırslar iyice artmadıkça; işler
karışıp tersine gitmedikçe, hevâ ve hevese uyulup zan ile hüküm verilmedikçe,
ilim kaldırılıp cahillik yaygın bir hâl almadıkça, yeryüzü kana bulanmadıkça da
kıyamet kopmayacaktır." [239]
Yine Taberanî ve Hâkim Ebû Zer tarikiyle
Hazret-i
Peygamber'in şöyle dediğini
nakleder: "Zaman kısaldığı, taylasan giyenlerin çoğaldığı, ticâret ve
malın arttığı, mâl sahiplerine zenginliği sebebiyle hürmet ve itibâr edildiği, alış-verişte
hilelerin arttığı zaman; kıyamet yaklaşmış demektir. İşte böyle bir zamanda,
kişinin bir köpek yavrusu beslemesi, evlât beslemesinden kendisi için daha
hayırlı olacaktır. Böyle bir zamanda bir küçüğe acıyan, bir büyüğe saygı duyan
da kalmayacaktır!" [240]
Taberanî Enes'ten Hazret-i Peygamberin şöyle buyurduğunu rivayet eder:
"Hilâl'in bir gün erken görülmesi de kıyamet alâmetlerindendir! Herkes
tarafından hilâl görüldüğü zaman denilecektir ki: "Şimdi bu hilâl, tam iki
günlüktür! Mescidlerin yol edilmesi ve anîden ölümlerin çoğalması da kıyamet
alâmetlerindendir!"
Bu hususla ilgili Buhârî'nin Tarihindeki
Talha bin Ebû Hadreften olan rivayeti de şöyledir: "Kıyamet alâmetlerinden
biri de, hilâl'in görüldüğünden bir gün evvel görülmüş olduğunun iddia edilmesidir.
Hilâl herkes tarafından görüldüğü zaman, iki günlük olduğu iddia edilecektir.
Halbuki o, iki günlük değil bir günlük olacaktır." [241]
Ahmed, Bezzâr, Taberanî ve sahihtir kaydiyle Hâkim, İbn-i Mes'ûd'dan
rivayet ederler: "Kişinin sâdece tanıdığına selâm vermesi, ticâretin çok
yaygın hâle gelip kişiye hanımının bu hususta yardımcı olması, akraba ile
ilginin kesilmesi, yalancı şahitliğin çoğalması, doğru şahitliğin çeşitli
endişelerle gizlenmesi ve kişi namaz kılmıyacağı halde mescide uğrayıp oradan
geçmesi de kıyamet alâmetlerindendir..."
Taberanî Abdurrahmân el-Ensarî'den
naklen şu hadisi rivayet eder; "Kıyamet alâmetlerinden bazıları da
şunlardır: Yağmurların çok yağması ve bitkilerin azalması, okuyanların
çoğalması, gerçekten bilgi edinenlerin ise azalması, emredenlerin çoğalması,
emîn insanların gerçekten çok azalması."
Ahmed'in Ebû
Hüreyre'den olan rivayeti de şöyledir: "Hicaz toprakları (Şam Ovası gibi),
sulanan ve yeşilliği bol olan bir yer haline gelmedikçe, kıyamet kopmaz! Bu
maddi bolluğun yanı sıra, emniyet ve asayiş de artar. Hattâ Irak'la Mekke
arasında yolculuk eden bir yolcunun yolunu kaybetme korkusu dışında hiçbir
korkusu kalmaz." [242]
Ebû Ya'lâ Ebû Hüreyre'den
şöyle nakleder: "Zaman iyice kısalmadan kıyamet kopmaz! O derece ki, bir
sene bir ay gibi olur. Bir ay bir hafta, bir hafta bir gün gibi olur. Bir gün
ise, bir ot alevinin yanıp geçiverdiği gibi geçer gider."
Taberanî de Enes'ten şu
hadisi nakleder: "Eğer ümmetim, şu altı şeyi helal sayarsa mahvolup gider:
Birbiriyle lanetleşmeyi, içkiyi, ipekli giymeyi, çalgıcı çengicî kadın tutup
söyletmeyi, erkeğin erkekle, kadının da kadınla iktifa etmesini... İşte ümmetim
bunları helâl saydığı zaman, helak oldu demektir." [243]
İbn-i Mâce ve Beyhekî Enes'ten rivayet ederler. Onun naklettiğine
göre Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar mescidlerde birbirine karşı övünme yarışına girmedikçe
kıyamet kopmaz!"
Yine İbn-i Mâce'nin İbn-i Abbâs'tan bir rivayeti var. Buna göre Hazret-i Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizlerin
Benden sonra mescidlerinizi, yahûdî ve hristiyanların mâbedlerini süsledikleri
gibi süsleyeceğinizi görüyorum!"
(Yine İbn-i Mâce'nin Ömer bin el-Hattâb'tan rivayetine göre Hazret-i Peygamber, bu husustaki hadislerin birinde de
şöyle buyurmuştur: "Hiç bir kavmin (ümmetin) ameli, onlar mâbedlerini
süslemeye kalkışmadıkça bozulmamıştır.)
Hâkim, İbn-i Mes'ûd'dan
rivayet eder. O şöyle demiştir: "Kıyamet kopmazdan önce mîrâs malının
bölüşülmesi ortadan kalkacak, düşmandan alınan ganimet sebebiyle de kimse
sevinç duymaz olacak..."
Ben bu hususta derim ki: Bu rivayette verilen haberin ikinci şıkkı bizim
zamanımızda gerçekleşmiş durumdadır. Birinci şıkka âit de bazı belirtiler
vardır. Zira zamanımızdaki devletin vezirleri (bakanları), mirasçılardan çoğunu
mirastan mahrum etmektedirler... (Suyûtî).
Beyhekî ve sahihtir
kaydiyle Hâkim, İbn-i Mes'ûd'dan rivayet ederler:
Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) bir hadîslerinde
de şöyle buyurmuştur: "Kıyamet kopmazdan önce mescidler yol edinilecek,
kişi sadece tanıdığına selâm verir olacak, kadın kocasıyla beraber ticâret
yapacak, at ve kadın son derece azalacak, sonra bir çoğalma olacak. Bu çokluk
kıyamete kadar devam edecektir."
Deylemî Ebû'd-Derdâ'dan rivayet eder. O demiştir ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün Harise Oğullarına mensub adamın birine hitaben: "Sen Allah yolunda gazaya gitmiyor musun?" dedi. O adam da: "Ey Allah'ın Resulü, elbette gitmek isterim, fakat birkaç fidan dikmiştim, onlar kurur diye korkuyorum. Onlara bakacak başka kimsem de yoktur" dedi. Peygamberimiz ise ona tekrar buyurdu ki: "Senin Allah yolunda gaza etmen, o birkaç fidanına bakmandan daha hayırlıdır!" Adam, Efendimiz'in bu sözü üzerine gazaya katıldı... Dönüşünde de, çok güzel bir fidanlıkla karşılaştı..."
İbn-i Âsâkîr, Hasan bin Muhammed
el-Alevî'den rivayet ediyor. O şöyle anlatıyor: "Ben, bir gün Kûfe'deki
Cuma Mescidinde idim. O sırada isyan hâlinde bulunan Karmatîler, tâ Hicaz'a
kadar gidip Mekke'yi işgal etmişler, Haceru'l-Esved'i de sökerek Kûfe'ye getirmişlerdi.
Kûfe'liler ise daha önce bana da, Hazret-i Ali'nin Haceru'l-Esved'le ilgili
olarak şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:
"Sanki ben, Ham soyundan olup da
el-Esvedü'd-Dendânî adındaki adamın, Hacer-i Esved'i şu yedinci kemerden
aşağıya doğru sarkıttığını görür gibi oluyorum!"
İşte, Hazret-i Ali'nin bu sözünün
tecellisine ben şahid oldum. O adama o sıralarda "Rahme" diye hitap
ediyorlardı. Karmatiler Mescid'e girdikleri zaman, başlarındaki adam ona
hitaben: "Ey Rahme, haydi Hacer-i Esved'i al, Mescidin damına çık, oradan
aşağı sarkıt!" diye emir verdi. O da yani Esved-i Dendâni de onu alarak
Mescid'in damına çıktı, birinci kemere varıp durdu. Halk da merakla
bakışıyorlardı. Fakat sanki orada birisi onun elinden tutup da yediyormuş
gibiydi. O, oradan ikinci kemere geçti, buradan sarkıtacakmış gibi yaptı, sonra
üçüncü kemere geçti. Böylece tâ yedinci kemere kadar gidip Hacer-i Esved'i
oradan sarkıttı. Bunu benimle birlikte seyreden cemâat da hayretler içinde
kalmıştı. Zira onlar, bana da naklettikleri gibi, Hazret-i Ali'nin bunu daha
önceden bu şekilde haber verdiğini işitmişlerdi. Şimdi de aynen gözleriyle
görmüş oluyorlardı. Onlar hayretlerinin büyüklüğünden, "Allahü Ekber!
" diyerek tekbir getirdiler."
Ben derim ki: "Ali (radıyallahü
anh), böyle bir şeyi kendiliğinden haber vermiş olamaz. Muhakkak bu, bunu Hazret-i
Peygamberden duymuştur. Karmatiler'in fitnesi ve Hacer-i Esved'i
yerinden söküp getirmeleri ise, hicretin 317. yılında olmuştu. (Suyûtî)
------------------------
[227] Bunu, Ebû
Dâvûd ve İmam-ı Ahmed de rivayet
etmiştir.
[228] Bunu, Buhârî, Müslim ve imam-ı
Mâlik de rivayet etmişlerdir.
[229] Tirmizi de bunu Huzeyfe'den
rivayet etmiştir
[230] Buhârî ile Müslim de Ebû
Hüreyre'den bu mealde bir hadis rivayet etmişlerdir ki, bu hadis daha önce
zikredilmiştir.