EL-HASÂİSÜ'L-KÜBRÂ |
| |
24 PEYGAMBERİMİZCE HABER VERİLEN VE HABER VERİLDİĞİ GİBİ DE ÇIKAN VE BUNDAN ÖNCEKİ BÖLÜMLERDE ZİKREDİLMEYEN GAYBÎ HABERLERE AİT MUCİZELER (a) |
Buhârî ve Müslim Ebû Hüreyre'den
şöyle rivayet ederler: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Necaşi'nin öldüğü gün onun ölümünü ashabına haber
verdi ve onları alarak namazgaha çıktı, onları saf halinde dizdi ve Necaşi'nin
cenaze namazını dört tekbir alarak kıldırdı. [2]
Beyhekî ise Ümmü
Gülsüm'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ümmü Seleme'yi nikahladığı zaman
şöyle buyurmuştur: "Ben, Necaşi'ye, birkaç okka misk ve elbiseler
gönderdim. Fakat ben onun vefat etmiş olduğunu görüyorum. Bu sebeble benim
kendisine gönderdiğim hediyeler, yakında bana geri gelecektir." İşte
Peygamberimiz böyle buyurdular ve aynen O'nun buyurduğu gibi oldu Necaşi vefat
etti ve hediyeler geri geldi."
Beyhekî el-Kelbi
tarikiyle Ebû Salih'ten, o da İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet
eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem), çok şiddetli bir
şekilde hastalandı, iki melek kendisine gelip biri başucuna, diğeri de
ayakucuna oturdu. Biri diğerine: "O'nun durumu nedir?" dedi. Diğeri
de: "Hasta" dedi. Biri: "Hastalığı nedir?" diye sordu.
Diğeri de: "O'na sihir yapıldı" dedi. Biri: "O'na kim sihir yaptı?"
diye sordu. Diğeri de "Lebid bin el-Âsam adındaki yahudi" cevabını
verdi. Biri: "Üzerine sihir yapılan şey şimdi nerede?" diye sordu.
Diğeri de: "Fülan aileye ait kuyuda, kuyunun tabanındaki taşın
altındadır" cevabını verdi ve: "Gidip onun suyunu çekiniz, taşın
altındaki sureti çıkarınız ve onu yakınız" dedi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sabahleyin Ammar bin Yasir ile birlikte
bazı kimseleri oraya gönderdi. Onlar, kuyuya vardıkları zaman onun suyunun kına
gibi sapsarı kesilmiş olduğunu gördüler. Suyunu çektiler, tabandaki taşın
altındaki sureti çıkardılar ve orada yaktılar. Yakılan suretin içinden on bir
düğüm atılmış bir ip çıktı. Bunun üzerine şu iki sure: Kul Euzü
bi-Rabbi'l-Felak ve Kul Euzü bi-Rabbi'n-Nasi Sureleri indirildi Peygamberimiz
bu iki surenin ayetlerinden her birini okudukça, düğümlerden de her biri
çözüldü ve tamamen iyileşip hiçbir şikayeti kalmadı." [3]
(Buhârî ve Müslim'in Hz. Âişe'den İbn-i Sa'd'ın Cübeyr tarikiyle Dahhak'tan, onun
da İbn-i Abbâs'tan rivayeti dahi bu mealdedir. Burada
dahi, Kul Euzü Surelerinin bunun üzerine indiği ve her bir ayet okundukça, bir
düğümün çözüldüğü, bu suretle büyünün bozulduğu ifade edilmiştir. Ebû Nuaym'in Enes'den olan rivayetinde de:
"Bu suretle Peygamberimiz'in şiddetli bir şekilde hastalanması üzerine Cebrâîl (aleyhisselâm) Kul Euzü Surelerini indirdi ve bu iki sure ile
Peygamberimize okudu. Peygamberimiz de tamamen iyileşip ertesi
Yine İbn-i Sa'd, Abdurrahman bin Ka'b bin Mâlik'ten
şöyle nakleder: "Peygamberimiz'e Lebid bin el-Âsam'ın kız kardeşleri sihir
yaptılar. Lebid de bunu götürüp o kuyuya bıraktı. Lebid'in kız kardeşlerinden
biri, durumu anlamak için Âişe'nin yanına
gider-gelir oldu ve Âişe'nin Peygamberimiz'in hastalığına dair
konuşmasından durumu anladı. Diğer kardeşlerine giderek durumu haber verdi,
içlerinden biri dedi ki: "Eğer O, bir Peygamber ise, durum kendisine haber
verilir. Değilse, te'sirini göstermeye başlayan sihir, onu helak eder!"
Peygamberimiz ise durumdan haberdar edildi ve kurtuldu."
(Yine İbn-i Sa'd, Ömer bin el-Hakem'in
şöyle dediğini kaydeder: Peygamberimiz'e Hudeybiye Andlaşmasından döndüğü
sırada muharrem ayı içinde sihir yapıldı.)
Buhârî ve Müslim mü'minlerin validesi Zeyneb'in şöyle dediğini rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), yüzü kıpkırmızı olmuş bir vaziyette uykusundan uyandı ve: La ilahe illallah! Şüphesiz Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur! Yaklaşan serden Arabın çekeceği pek çoktur! İşte bugün, Ye'cuc ve Me'cuc'a ait şedden şu kadar bir delik açılmıştır" buyurdu. Bu sırada da misal olarak küçük bir halka yapıverdi." [4]
Hakim ve Taberânî Seleme bin el-Ekva'dan şu haberi
naklederler: "Bir gün ben, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte idim. Adamın biri geldi:
"Sen kimsin?" dedi. Peygamberimiz de: "Ben, bir nebiyim"
buyurdu. Adam: "Nebi ne demektir?" dedi. Peygamberimiz de:
"Allah'ın elçisidir" buyurdu. Adam: "Peki, kıyamet ne zaman
kopacaktır?" diye sordu. Peygamberimiz de: "Bu, bir gaybtır. Gaybı
ise Allah'tan başkası bilemez!" buyurdu. Adam: "Peki bana kılıcım
göster" dedi. Peygamberimiz de kılıcını o adama verdi. Adam da
Peygamberimiz'in kılıcını kınından sıyırdı sonra Peygamberimiz'e verdi. Bunun
üzerine Peygamberimiz kendisine dedi ki: "Bak, sana haber vereyim, sen,
bana karşı yapmak istediğin şeyi yapmaya asla kadir olabilecek değildin!"
O adam da Peygamberimiz'i tasdik etti.
(Taberânî der ki: Peygamberimiz bu sırada
buyurmuş ki: "Bu adam, kendi kendine şöyle konuştu da geldi: Gidip
Muhammed'i göreyim, O'na bazı şeyler sorayım, sonra kendisinden kılıcını isteyeyim,
sonra O'nu kendi kılıcı ile öldüreyim!)
İbn-i Ebî Şeybe, Ebû Ya'lâ, Bezzâr, Beyhekî Enes'ten şöyle rivayet ederler:
"Peygamber'in (sallallahü aleyhi
ve sellem) yanında, bir
adamdan bahsettiler ve onun cihadındaki ve ibadetteki kuvvet ve
çalışkanlığından dem vurdular. Bir de baktılar ki, bahsettikleri adam,
kendilerine doğru gelmektedir. Peygamberimiz de bunun üzerinde: "Ben, bu
adamın yüzünde şeytani bir iz görmekteyim" buyurdular. Adam geldi ve selam
verdi. Peygamberimiz de kendisine: "Söyle bakalım, sen kendi kendine, bu
ümmetin içinde senden daha hayırlı kimse olmadığını söyledin mi, söylemedin
mi?" Adamcağız: "Evet" dedi. Sonra kalkıp gitti. Mescide girip
namaz kılmaya başladı. Bu sırada Peygamberimiz: "Kim, gidip de şu adamı
öldürecek?" diye sordu. Ebû Bekir kalkıp gitti, fakat onu namaz kılar
vaziyette görünce öldürmeden geri döndü ve durumu haber verdi. Peygamberimiz
ise yine: "Kim gidip onu öldürecek?" buyurdu. Ömer kalkıp gitti, öldürmeden geri geldi. Ali
gitti, o da öldürmeden geri eldi. Zira o adam, çoktan gitmişti. Peygamberimiz
de bunu Ali'ye önceden haber vermişti: "Eğer onu yerinde bulursan"
demişti. Ali de dönüp geldikten sonra Peygamberimiz: "Bu, ümmetimden çıkan
ilk fitnedir! Eğer biriniz onu öldürmüş olsaydı, ümmetimde iki kişi arasında
ihtilaf çıkmazdı!" buyurdu. [5]
Ahmed, Bezzâr, Ebû Ya'lâ, Beyhekî ve Ebû Nuaym Vabisa el-Esedi'den şu haberi nakletmişlerdir: "Ben, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem), iyilik ve günahkârlığın ne olduğunu
sormak için gittiğimde, henüz ben kendisine bir şey sormadan O bana dedi ki:
"Ey Vabisa, bana sormak istediğin şeyin cevabını vereyim mi?" Ben de:
"Evet, haber ver ya Rasulallah" dedim. Buyurdu ki: "Sen bana,
iyilik ve günahkarlığın ne olduğunu sormaya geldin, değil mi?" Ben de:
"Evet" dedim. Buyurdu ki: "İyilik, kalb ve vicdanının rahatça
kabul ettiği şeydir; kötülük ve günahkarlık ise, kalb ve vicdanını tırmalayan
şeydir. İnsanlar sana aksini söylese de, bu böyledir!" [6]
Beyhekî ve Ebû Nuaym İbn-i Ömer'den şu haberi naklederler: "Ben, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iken iki adam geldi ve soru yöneltmek
istediler. Peygamberimiz, bu iki adamdan Sakifli olana hitaben dedi ki:
"Sormak istediğini sor, istersen sen sormadan ben sana onu haber
vereyim!" Adam: "Ben sormadan, onu bana haber verirsen benim için
daha iyi olur" dedi. Peygamberimiz de kendisine: "Sen buraya,
geceleri kıldığın namazdan, tuttuğun oruçtan, aldığın gusül abdestinden sormak
için geldin" buyurdu. O da: "Evet, seni hak Peygamber olarak
gönderene yemin ederim ki bunları sormak için gelmiştim" dedi. Sonra
Peygamberimiz, ensardan olan adama hitaben: "istersen sor, istersen sormak
istediklerini sen sormadan ben sana haber vereyim" buyurdu. Adam da:
"Ben sormadan haber vermeniz, benim için daha hoştur ya Rasulallah"
dedi. Peygamberimiz de kendisine: "Sen buraya, hacc maksadıyla evinden çıkman],
Arafat'taki vakfeni, tıraş olmanı, Beyt'i tavaf etmeni, cemrelere taş atmanı
sorman için geldin" buyurdu. Adam "evet" diyerek tasdik
etti,"
(Bunun benzeri bir rivayet, Enes hadîsi olarak varid olmuş ve bu
rivayet Veda Haccı Bölümünde geçmişti. Yine bu mealdeki bir hadîs, Ebû Nuaym'in Ubadetübnü's-Samit'ten tahriri
olarak varid olmuştur.)
Yine Beyhekî Cabir bin Abdullah'ın şöyle dediğini
nakleder: "Adamın biri Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Allah'ın elçisi, babam
benim malımı almak istiyor" diyerek şikayette bulundu. Peygamberimiz de
bunun babasını çağırttı. Bu sırada derhal Cebrâîl gelip: "Bu kişinin babası, buraya gelirken içinden kendi kendine
bazı şeyler söyledi" diye haber verdi. Peygamberimiz de, o kişinin yaşlı
babasına bunu sordu. O da: "Evet ey Allah'ın elçisi, bu yaşta evladı
tarafından Peygambere şikayet edilen bir kişi olarak kendi kendime söylendim ve
bazı dokunaklı şiirleri hatırlayıp efkarlandım" diye itiraf etti.
Peygamberimiz ise, Bunun üzerine kendisini tutamıyarak ağlamaya başladı ve babasını
şikayet eden adama hitaben de: "Haydi git, sen de, senin malın da babana
aittir!" buyurdu.
Yine Beyhekî Ali'den şu haberi nakletmiştir:
"Ben, Peygamberimiz'in kızı Fatıma'yı istemiştim. Hizmetçilerimizden biri
bana dedi ki:
"Sen, Fatıma'yı isteyenler olduğunu biliyor musun? Niçin,
Peygamberimiz'e gidip de kızı Fatıma'yı ondan istemiyorsun?" Ben de onun
bu sözü üzerine Hazret-i
Peygamber'e bu maksatla
gittim. Fakat Allah'a yemin ederim ki, bir şey demeye kadir olamadım. Peygamberimiz
bana sordu: "Ey Ali, niçin geldin?" Ben, susup; bir şey söylemedim.
Peygamberimiz tekrar bana: "Ey Ali, öyle sanıyorum ki, sen benden kızım
Fatıma'yı istemiye geldin?" Ben de: "Evet" dedim."
Beyhekî şu haberi de Ebû
Said el-Hudri'den nakletmektedir: "Bize, daha önce misli görülmemiş bir
şekilde açlık isabet etmişti. Kız kardeşim bana dedi ki: "Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) git, ondan birşeyler iste!" Ben de
bu maksatla O'nun huzuruna vardım, vardığımda O hutbe okuyor ve hutbesinde
şöyle buyuruyordu:
"Her kim afif kalmaya çalışırsa, Allah da onu afif kılar! Her kim
istiğna gösterip kanaat ederse, Allah da onu zengin kılar!" Ben, onun bu
şekilde hutbesini duyunca kendi kendime dedim ki: "O, bu sözleriyle
herhalde beni kasdetmekte ve bana afif kalmayı tavsiye buyurmaktadır. O halde
O'ndan hiçbir şey istememeliyim! Ve geri döndüm. Durumdan kız kardeşimi de
haberdar ettim. O da bana: "Çok isabetli davranmışsın" dedi. Ertesi
günü ise, yiyecek bir şeyler bulursam diyerek ağaçlar arasında geziniyordum.
Derken birden önümde bazı yahudi paraları göründü. Bunları alıp alış-verişte
bulundum ve bu suretle karnımızı doyurduk. Daha sonraları ise, dünyalığımız o
kadar genişledi ki, ensar içinde bizden daha zengini yoktu."
(İbn-i Sa'd'ın rivayetlerinden birinde ise:
"Allah bana öylesine bol rızıklar verdi ki, hiç bu kadarım
ummuyordum" denilmiştir.) [7]
Beyhekî, İbn-i Mes'ud'un
şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir gün bizlere irad buyurduğu
hutbesinde dediler ki: "Ey insanlar! Sizin içinizden bazıları, gerçekten
münafıktır! Şimdi ben, kimin adını söylersem, o kişi muhakkak ayağa
kalksın!" Peygamberimiz, böyle buyurduktan sonra, "Ey fülan kalk, ey
fülan kalk!" diye bazı isimler söyledi ve bu isimleri saymaya, otuz altıya
kadar devam etti." [8]
İbn-i Sa'd, Sabit
el-Bünani'den şöyle nakleder; "Münafıklar bir araya gelip kendi aralarında
bazı konuşmalar yaptılar. Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de buyurdu ki: "İçinizden
bazıları, bir araya gelip şöyle şöyle şeyler konuştular. Bu bir münafıklıktır.
Binaenaleyh, kalkıp Allah'a tevbe ediniz! Sizin için ben dahi istiğfar
edivereyim." Peygamberimizin böyle buyurmasından sonra, hiç kalkan olmadı.
Peygamberimiz de sözünü üç defa tekrar etti ve hiddetlenerek dedi ki; "Ya
kalkarsınız, ya da ben sizleri teker teker isimlerinizle söylerim!" Yine
de kalkan olmayınca Peygamberimiz: "Kalk ya fülan, kalk ya fülan!"
diye onları isimleriyle söyledi. Onlar da utanarak ve yüzlerini örterek ayağa
kalktılar." [9]
Ahmed, sahihtir
kaydiyle Hakim ve Beyhekî İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet ederler: "Bir
gün Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem), ashabından
bazıları ile, odalarından birinin gölgesinde oturmakta idi. Gölge de çekilmek
üzereydi. Bu sırada buyurdular ki: "Hemen az sonra buraya, şeytanın iki
gözüyle bakan bir adam gelecek. Ona hiçbir şey söylemeyiniz!" Az sonra gök
gözlü bir adam geldi. Peygamberimiz kendisine dedi ki: "Sen bana hangi
sebeble sövmektesîn?" Yine senin gibi yanındaki arkadaşların hangi sebeble
bana sövüp durdular?" Adam hiç sesini çıkarmadan o adamların yanına gitti
ve onları alarak Peygamberlerimiz'in yanına getirdi. Hep beraber, Peygamberre
sövmediklerine dair yemin ettiler. Bu sebeble de aşağıda meali sunulan ayet-i
celile nazil oldu:
"Allah onların hepsini dirilttiği gün, size yemin ettikleri gibi,
O'na yemin ederler; kendilerine bunun bir yarar sağlıyacağını sanırlar. Dikkat
ediniz, onlar şüphesiz yalancılardır." [10]
Beyhekî Cabir bin Semura'dan şu haberi nakletmiştir: "Adamın biri, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Fülan kişi öldü" dedi. Peygamberimiz de: "O ölmedi" dedi. Adam ikinci defa tekrarlayıp "fülan kişi öldü" dedi. Peygamberimiz de: "O ölmedi" buyurdu. Adam, sözünü üçüncü defa tekrarlayınca da Peygamberimiz: "Hayır o ölmedi, intihar etti, kendi kendini makasla öldürdü!" buyurdu ve o adamın cenaze namazını kılmadı." [11]
Beyhekî ve Ebû Nuaym, Cübeyr bin Nüfeyr'den şöyle nakleder:
"Ebû'd-Derdâ vaktiyle puta tapardı. Bir gün Abdullah bin Revaha ile
Muhammed bin Mesleme Ebû'd-Derdâ'nın evine girip onun putunu kırmışlar.
Ebû'd-Derdâ, evine geldiği zaman vaziyeti görmüş ve: "Sana yazıklar olsun,
neden kendini onlara karşı müdafa etmedin?" demiş ve doğruca Hazret-i Peygamber'e giderek İslâm'ı kabul etmiştir. Bu
sırada Ebû'd-Derdâ Hazret-i
Peygamber'in yanına
giderken, onun gelmekte olduğunu gören Abdullah bin Revaha: "İşte
Ebû'd-Derdâ geliyor, muhakkak o bizi aramaktadır" demiş. Peygamberimiz ise
onun ne maksatla geldiğini şu sözleriyle haber vermiştir: "Hayır,
Ebû'd-Derdâ sizi aramak için değil, müslüman olmak için geliyıor. Çünkü Rabbim
bana, onun müslüman olacağını haber verip müjdeledi .[12]
Beyhekî İbn-i Abbâs'tan şu haberi nakletmiştir: "Bir
gün oturmakta iken, bir bulut belirdi ve üzerimize geldi. Bu sırada yanımıza
teşrif eden Hazret-i
Peygamber buyurdu ki:
"Az önce, yağmur bulutuna müvekkel kılman melek bana geldi, selam verdi ve
bu bulutu Yemen'deki Sarih adındaki vadiye sevkedeceğini haber verdi"
buyurdu. Sonra o taraftan gelen birine bu hususu sorduğumuzda o gün oraya
yağmur yağdığını bize haber verdi."
(Beyhekî, Bekir bin Abdullah el-Müzeni'den
gelen mürsel bir haberin de bunu te'yid eder mahiyette olduğunu söylemiştir.)
[13]
İbn-i Sa'd, sahihtir kaydiyle Hakim ve Beyhekî Ebû Şehm'in şöyle dediğini naklederler: "Ben, bir gün Medine sokaklarından birinde giderken bir genç kadın gördüm, elimi onun göğsüne doğru uzattım. Ertesi günü insanlar, biat etmek üzere Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) huzuruna gitmişlerdi. Sıra bana gelince ben de biat etmek üzere Hazret-i Peygamber'e elimi uzattım. Peygamberimiz ise bana şöyle dedi: "Sen, dün sokakta kadına elini uzatan adam değil misin?" Ben neye uğradığımı bilemedim ve derhal: "Ey Allah'ın Rasulu, benim biatimi kabul eyle! Allah'a yemin ederim ki, ben bundan ciddi bir şekilde pişmanım ve bir daha böyle yapmıyacağıma söz veriyorum!" Peygamberimiz de, benim pişmanlıktaki ciddiyetimi ve samimiyetimi kabul ederek biatimi red eylemedi. "Peki" buyurarak biatimi kabul buyurdu.[14]
Beyhekî,
Ebû'l-Bahteri'nin şöyle dediğini nakleder: "Diliyle herkese eza veren bir
kadın vardı. Birgün bu kadın, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi ve akşama kadar kalkıp gitmedi.
Peygamberimiz kendisini
(Beyhekî der ki: Ebû'l-Bahteri'den gelen bu
rivayet mürseldir.) [15]
Tayalisi, Beyhekî, İbn-i Ebû'd-Dünya Enes'in şöyle
dediğini rivayet ederler: "Bir gün Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) insanlara, o gün muhakkak oruçlu
olmalarım ve kendisinden bir emir gelmedikçe oruçlarını açmamalarını söyledi,
insanlar da oruca başladılar. Adamın biri, Hazret-i Peygamber'e gelip: "Ey Allah'ın elçisi, bana izin ver de
orucumu açayım" diyor, Hazret-i Peygamber de izin veriyordu. Derken adamın biri de gelip şöyle dedi: "Ey
Allah'ın elçisi, senin ehlinden iki kadın oruç tuttular, şimdi iftar etmeleri
için sizden izin istiyorlar; kendileri izin istemeye çekiniyorlar" dedi.
Peygamberimiz ise, onlar hakkında izin vermekten imtina etti. Adam tekrar
ricada bulundu ise de, Peygamberimiz arkasını döndü ve izin vermedi. Adam ricasını
bir daha tekrarlayınca Peygamberimiz de: "Onlar bugün oruç tutmuş
değillerdir! Akşama kadar insanların etini yiyen (gıybet eden) kimseler nasıl
oruç tutmuş olabilirler? Sen şimdi onlara git, eğer onlar oruç tuttuk
diyorlarsa, yediklerini çıkarsınlar!" buyurdu. Adam gidip Peygamberin
sözünü onlara nakletti. Onlar da yediklerini çıkarmaya çalışınca, ağızlarından
yere birer kan pıhtısı çıkardılar. Adam derhal Hazret-i Peygamber'e gelip durumu haber verdi.
Peygamberimiz de bu münasebetle; "Varlığım elinde olan Allah'a yemin
ederim ki, bu çıkardıkları midelerinde kalsaydı, ateş onları yer
bitirirdi" buyurdu [16]
Ahmed, Ebû Ya'lâ, Beyhekî ve İbn-i Ebî'd-Dünya, Rasulullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) azadlısı Ubeyd'den şu haberi
nakletmişlerdir: "iki kadın oruç tutmuşlardı. Adamın biri Hazret-i Peygamber'e gelip: "Ey Allah'ın Resulü,
şurada iki kadın var, niyetlenip oruç tutmuşlar, fakat şimdi onlar susuzluktan
helak olmak üzerelerdir" dedi". Peygamberimiz de: "Haydi onları
bana çağır!" buyurdu. Kadınlar geldiler. Hazret-i Peygamber bir su kabı getirtti ve onlara bu
kabın içine tükürmelerini söyledi. Birisi tükürdü, içindekini çıkararak kabın
yansını kan ve irinle doldurdu. İkincisi de içindekini çıkardı ve kabı sonuna
kadar kan ve pıhtı ile doldurdu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: "İşte bunlar, Allah'ın
kendilerine helal kıldığı şeylerden oruç tutmuşlar, fakat haram kıldığı
şeylerden oruç tutmamışlardır! İkisi bir araya gelince insanları gıybet etmiye
başlamışlar, oruç tutacakları yerde insan eti yemişlerdir!" buyurdu.
Yine Ebû'd-Dünya, tek başına Âişe'den şu haberi
nakleder: "Bir gün ben, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında bulunuyordum. Derken oradan bir
kadın geçti. Ben: "Gerçekten bu kadının eteği uzunmuş" dedim. Hazret-i Peygamber bana hitaben: "Haydi tükür, ağzındakini
dışarı çıkar!" buyurdu. Ben de tukurdum. Ağzınıdan dışarı bir et parçası
çıktı." [17]
Ziya el-Makdisi el-Muhtare adındaki eserinde Enes'ten şöyle rivayette
bulunur: "Arab'ın adeti, yola çıktıkları zaman birbirlerine hizmet edip
yardımcı olmak idi. Ebû Bekir ile Ömer'in de kendilerine
hizmet eden bir adamları bulunurdu. Bir sefer sırasında Ebû Bekir ve Ömer, uyuyup istirahat ettiler. Uyandıkları zaman
ise yemekleri hazır değildi. Baktılar, hizmetçileri uyumaktadır. Onun hakkında
"uykucu adam" dediler ve onu uykudan uyandırdılar. Kendisine hitaben:
"Haydi Hazret-i
Peygamber'e git, bizim için
bir miktar yiyecek isteyip getir!" dediler. O da gidip Peygamberimiz'e
durumu söyledi. Peygamberimiz de buyurdular ki: "Onlar, azıklarını yediler."
Adam oradan ayrılıp Ebû Bekr ve Ömer'in yanına geldi
ve haklarında Peygamberimiz'in söylediğini onlara aktardı. Onlar da doğruca Hazret-i Peygamber'e gelerek, herhangi birşey
yemediklerini söylediler. Peygamberimiz ise kendilerine: "Din
kardeşlerinin gıybetini yaparak onun etini yemiş olduklarını" haber verdi
ve şu hadîsini oracıkta irad buyurdu:
"Varlığım elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki, ben şimdi
sizlerin yemiş olduğunuz eti, ön dişlerinizin arasında görmekteyim!" Ebû
Bekir ve Ömer de bunun üzerine cidden pişman oldular
ve Hazret-i Peygamber'e kendileri için istiğfar edivermesini rica ettiler. Peygamberimiz
de onlara: "Gıybetinde bulunduğunuz din kardeşinize rica ediniz, sizin
için o istiğfar ediversin!" buyurdu."
(Sahihtir kaydıyla Hakim'in Zeyd bin
Sabit'ten naklettiği haber de aynı konudadır.)
Taberâni sahih bir senedle Ebû Mes'ud'dan şöyle rivayette bulunur:
"Bir savaş sırasında bizler, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte bulunuyorduk. Müslümanlara
öylesine şiddetli bir açlık çattı ki, müslümanlar kederli, münafıklar ise
sevinçli idiler. Durumu gören Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) şöyle buyurdu:
"Allah'a yemin ediyorum ki, Güneş batmadan Allah sizin rızkınızı
gönderecektir!" Osman bin Affan, Allah ve Rasulu'nun sözünde gerçek
olduklarına dair büyük güveni ve imanı ile hareket ederek, yiyecek yüklü on
dört deve satın aldı ve bunlardan dokuzunu Hazret-i Peygamber'e takdim etti. Bu olay dolayısıyla da bütün müslümanlar
sevindiler. Münafıklar ise üzüldüler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise bu sırada ellerini iyice yukarı
kaldırmış bir vaziyette Osman bin Affan için hayır dualar etti. Öyle ki, daha
önce herhangi bir kimse için bu derece bir duada bulunduğunu görmemiştik."
[18]
İbn-i Sa'd Ebû Abdurrahman
el-Cükeni'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Bizler, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında iken, ileriden iki atlı
göründü. Peygamberimiz buyurdular ki: "Bu gelenler, Kindeli, Müzhıc
kabilesinden iki adamdır!" Sonra bu iki atlı geldiler. Gerçekten,
Peygamberimiz'in haber verdikleri gibi Müzhıc'li iki kişiydiler ve hiç
duraklamaksızın biat edip müslüman oldular." [19]
Sahihtir kaydiyle Hakim İbn-i Mes'ud'un
şöyle dediğini nakleder: "Birgün bizler, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında idik. Peygamberimiz buyurdular ki:
"Az sonra ehl-i cennetten olan bir adam buraya gelecektir!"
Peygamberimiz böyle buyurdu, az sonra da Ebû Bekir çıkageldi. Selâm
verdi ve oturdu. [20]
İmâm-ı Ahmed, Amr İbni'l-As'ın
şöyle dediğini rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "İşte şu kapıdan ilk
girecek olan zat, cennet ehlindendirî" O'nun böyle buyurmasından sonra
Sa'd bin Ebû Vakkas kapıdan içeri girdi."
Ebû Ya'lâ, İbn-i Adiyy, Beyhekî ve İbn-i Asâkir İbn-i Ömer'den şu haberi verirler: "Bizler, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında oturuyorduk. Peygamberimiz bu
sırada buyurdu ki: "Şu kapıdan, az sonra cennetliklerden biri içeri
girecektir!" Peygamberimiz'in böyle buyurmasından az sonra, Sa'd bin Ebû
Vakkas içeri girdi." [21]
Ahmed, Bezzâr, Taberânî Cabir bin Abdullah'ın şu haberini naklederler: "Bir gün Peygamber
(sallallahü aleyhi
ve sellem), Sa'd bin
el-Rebi'i ziyarete gitmişti. Peygamberimiz oturduğu zaman, bizler de O'nun
etrafına oturduk. Bu sırada Efendimiz buyurdular ki: "Şimdi buraya
cennetliklerden biri gelecektir!" Baktık Ebû Bekir geldi. Sonra
Peygamberimiz yine öyle buyurdular. Bunun üzerine de Ömer geldi. Peygamberimiz yine böyle buyurdular, az
sonra da Osman geldi. Sonra yine Peygamberimiz: "Az sonra buraya
cennetliklerden biri gelecektir! Ey Allah'ım, bu gelecek olanı dilersen Ali
eylersin!" buyurdu. Az sonra da Ali çıkageldi. [22]
Taberânî, Ebû Rafi'in
hanımı Selma'dan şu haberi nakletmektedir: "Bir gün ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında bulunuyordum. Peygamberimiz bu
sırada buyurdu ki: "Az sonra, muhakkak cennetliklerden bir adam buraya
gelecektir!" Derken ben ayak sesleri duymaya başladım.
Bu ayakların sahibi Ali idi ki, çok geçmeden oraya teşrif etmiş
oldular."
İbn-i Sa'd, Abdurrahman hin
Sabit'ten şu haberi verir: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Kelb kabilesinden bir kadını istetti.
Bu maksadla kadım görmesi için Âişe'yi göndermişti. Âişe, gidip kadını gördü ve döndü. Dönüşünde Hazret-i Peygamber ona sordu: "Ey Âişe, sen o kadını nasıl gördün?" dedi. Âişe ise verdiği cevabta: "Ben o kadını güzel
görmedim" dedi. Peygamberimiz de Âişe'ye dedi ki;
"Sen o kadının yanağında bir ben gördün ve bu sırada onun güzelliğinden
dolayı ürperdin değil mi?" buyurdu. Âişe de bunun üzerine:
"Ey Allah'ın Resulü, bir şeyi sizden saklamak mümkün olmuyor" demek
zorunda kaldı." [23]
(Hatıb, İbn-i Asâkir, İbn-i Sabit tarikiyle Âişe'den şu haberi verirler: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni, nikahına almak istediği bir kadını
görmem için göndermişti. Ben de dönüşümde, o kadını beğenmediğimi söylemiştim.
Peygamberimiz ise bana: "Sen, o kadının yanağında bir ben gördün ve onu
gördüğün sırada kıskandın da başındaki saç örgülerin titredi!" buyurdu.
Ben de kendisine durumu itiraf ederek: "Ey Allah'ın Resulü, bir şeyi
sizden gizlemeye kimin gücü yeter ki?" cevabını verdim.")
Ebû Ya'lâ sahih bir senedle
Enes'in şöyle dediğini nakleder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), öfkeli olarak evinden çıktı ve
insanlara şöyle hitab etti: "Bugün sizler ne sorarsanız sorunuz, muhakkak
onun cevabını vereceğim!" Biz bu sırada, Cebrâîl (aleyhisselâm)'ın O'nunla beraber olduğu kanaatinde
idik. İçimizden Ömer dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü,
bizler cahiliye devrinden yeni çıkmış bulunuyoruz. Sen, bizim kurs urlarımıza
bakma, bizleri affet, Allah da Senden yana bağışlamada bulunsun!" [24]
Yine Ebû Ya'lâ, fena olmayan bir senedle İbn-i Ömer'den şu haberi nakleder: "Ben,
Peygamber'in (sallallahü aleyhi
ve sellem) şöyle dediğini
işittim: "Kureyş'ten şu topluluk, insanlar kendilerini dinden menetmediği
müddetçe huzur ve güven içinde bulunacaktır!" Bu sırada adamın biri:
"Ey Allah'ın elçisi, ben cennetlik miyim, yoksa cehennemlik miyim?"
diye sordu. Peygamberimiz kendisine: "Sen cennetliksin" dedi. Sonra
bir başkası ayağa kalkıp: "Ben cennetlik miyim, yoksa cehennemlik
miyim?" dedi. Peygamberimiz de: "Sen cehennemliksin" buyurdu.
Sonra yine buyurdular ki: "Ey nas, ben sizlere bir şey sormadıkça, siz de
bana bir şey sormayınız! Eğer, cenazelerinizi defnedecek kimseler bulunmayacak
şekilde helak olmanızdan korkmasam, kimlerin cehennemlik olduğunu sizlere bir
bir haber verirdim. Ben, bunu haber vermekle emrolunsaydım, muhakkak haber
verirdim!"
Deylemi İbn-i Ömer'den şöyle rivayet eder: "Yemen'de
zuhur eden yalancı Peygamber Esved el-Ansi'nin öldürüldüğü gün, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) semadan haber geldi. Bunun üzerine, O,
dışarı çıkıp ashabına hitaben: "Bu
Hafız Abdul-Ganiyy bin Said, el-Mübhemat adlı kitabında Medluk'tan
şöyle rivayet eder: "Damdam bin Katade'nin bir oğlu dünyaya gelmişti.
Çocuğun rengi siyahtı. Çocuğun anası ise Ücel Oğullarındandı. Damdam, durumdan
kuşkulanarak Hazret-i
Peygamber'e şikayete geldi.
Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) de kendisine dedi
ki: "Senin deven var mıdır?" O: "Evet" dedi. Peygamberimiz:
"Devenin rengi nedir?" dedi. O: "Kırmızı-siyah" dedi.
Peygamberimiz: "Bu karışık renkler ona nereden gelmiştir?" dedi. O
da: "Bir damar çekmiştir" dedi. Peygamberimiz de ona: "Öyleyse
senin yeni doğan çocuğunda da bir damar çekmiştir" buyurdu.
Medluk der ki: "Daha sonra çocuğu doğuran kadının kabilesi olan
Ücel Oğullarından bazı yaşlı kadınlar geldiler ve bu kadının ninesinin siyah
olduğunu haber verdiler."
(Bu hadîsin aslı, Buhârî, ve Müslim'de Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir.)
İbn-i Asâkir Ebû Hüreyre'den
nakleder: "Bir adam vardı. Pek hayır işlemez, çok amelde bulunmaydı.
Derken bu adamcağız vefat etti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de buyurdu ki: "Biliyor musunuz,
Allah o adamı cennetine koydu." İnsanlar bundan hayrete düştüler.
İçlerinden biri kalkıp evine gitti ve hanımına, onun Allah için olan amelinden
sordu. Kadın da dedi ki: "Onun fazla bir ameli yoktu. Fakat o, müezzinin
ezan okuduğunu her duyuşunda, müezzinle beraber ezanı takib eder, müezzinin
söylediklerini söylerdi." Vefat edenin hanımından bu bilgiyi alan adam,
durumu haber vermek üzere Peygamberimiz'in bulunduğu yere doğru gelirken,
Peygamberimiz'in münadisi, Peygamberimiz'den alınan bu husustaki bilgiyi, bu
gelen adama duyurmak üzere bağırdı: "Ey kişi, sen durumu sormak üzere
merhumun evine gittin, onlara merhumun amelini sordun, onlar da sana şöyle
şöyle söylediler" dedi. Gelmekte olan adam da: "Elbette ben şehadet
ederim ki, Muhammed Allah'ın elçisidir!" diyerek karşılık verdi."
[26]
Müslim Huzeyfe'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana, kıyamete kadar olacak şeyleri söyleyip haber verdi." [27]
Buhârî ve Müslim diğer bir tarik ile yine Huzeyfe'den şöyle naklederler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bize karşı hutbe irad etti ve bu hutbesinde kıyamete kadar olacak her şeyi haber verdi. Tabii, bunları aklında tutan tuttu, tutamıyan da unuttu. Bu haber verilen şeylerden bazısı, haber verildiği şekilde zuhur eder, ben ise onun haber verilmiş olduğunu unutmuş olurum. Fakat o şey vukua gelince, vaktiyle bize haber verilmiş olduğunu derhal hatırlarım. Nasıl ki bir adam, tanıdığı bir kişiyi uzun müddet görmeyince unutur, fakat onunla karşılaşıp da kendisini gördüğü zaman derhal onu tanır." [28]
Müslim Ebû Zeyd'den şu haberi nakleder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bize sabah namazını kıldırdıktan sonra minbere çıkıp hutbe irad eyledi. Bu hutbesinde pek çok şeyler anlattı ve hutbesini öğle vaktine kadar devam ettirdi. Sonra minberden inip namaz kıldırdı. Sonra yine minbere çıkıp ta Güneş batıncaya kadar hutbesini devam ettirdi. Olmuşu ve olacağı bizlere haber verdi. Şimdi bunları en iyi aklında tutan kimseler, bizim en alimlerimizdir"
Ahmed, İbn-i Sa'd, Taberânî, Ebû Zerr'den şu haberi naklederler: "Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah'ın elçiliği görevini öylesine ifa etmiştir ki; gökte kanad çırpan bir kuşun halinden bile bize bilgiler vermiştir!" [29]
(Ebû Ya'lâ, İbn-i Meni' ve Taberânî, bu mealdeki bir haberi Ebû'd-Derdâ'dan nakletmişlerdir.)
İmâm-ı Ahmed, Tarihinde, Buhârî, Taberânî, Muğire bin Şube'den şu haberi nakletmişlerdir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kalkıp bizlere bir hutbe irad etti, kıyamete kadar ümmetinde vukua gelecek olan -fitne ve büyük olayları- haber verdi. Bunları aklında tutabilen tuttu, unutan da unuttu."
Taberânî İbn-i Ömer'in şöyle dediğini haber vermektedir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Gerçekten Allah, dünyayı kaldırıp bana gösterdi. Dünyada kıyamete kadar olacak şeyleri (en büyük ve mühim olanlarını) gözümün önüne getirdi de ben de bunlara bakıp bilgi edindim. Allah bu bilgileri bana, daha önceki Peygamberlerine tecelli ettirdiği gibi tecelli ettirdi." [30]
Ahmed, Semura bin Cündeb'ten şu haberi nakletmiştir: "Bir defasında güneş tutulmuştu. Peygamberimiz de kalkıp bu münasebetle namaz kıldı, sonra şöyle buyurdu: "Ben şu namaz kıldığım makamda, sizlerin dünyada ve ahirette karşılaşacağınız şeyleri gördüm. Bunları bana, Allah gösterdi." [31]
Müslim, Ebû Said'den şu
hadîs-i şerifi nakletmiştir:
"Dünya, hakikaten tatlı ve güzeldir (nefisler onun tatlılığına,
zinet ve güzelliğine meyillidir). Allah ise, sizlerin nasıl amel edeceğine
bakması için dünyada size ömür ve fırsatlar verecektir. O halde sizler,
dünyadan ye dünyanın en büyük fitnesi olan kadınlardan sakınınız! Sizden önce
İsrâ'il Oğullarının ilk fitnesi de kadınlar hakkında olmuştur."
Buhârî ve Müslim Amr bin Avftan
ittifakla şu hadîsi rivayet etmişlerdir: "Vallahi ben, sizin hakkınızda
fakirlikten korkmuyorum! Fakat ben sizin hakkınızda dünya nimetlerinin
bollaşmasından korkup endişe ediyorum. Öyle ki, dünya sizden evvelkiler üzerine
genişlemiş, onları bu hususta rağbet ve rekabete düşürüp helak etmişti. İşte
benim korkum dünya rağbet ve rekabetinin sizleri de bu duruma düşürüp helak
etmesidir!" [32]
Yine Buhârî ve Müslim Cabir'den şu hadîsi rivayet ederler:
"Rasulullah (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu:
"Şimdi sizin evlerinizde yumuşak döşekleriniz, kıymetli yaygılarınız var
mıdır?" Ben: "Ey Allah'ın Resulü, bizim böyle şeylerimiz nereden
olacak?" dedim. Bunun üzerine Peygamberimiz:"Yakın bir gelecekte,
sizin böyle şeyleriniz olacaktır!" buyurdu ve şunları ilave etti:
"Bugün ben hanımıma: "Hanım, şu yaygım buradan çek!" diyorum.
Fakat yakın bir gelecekte sizler: "Peygamberimiz bizlere, yakında sizlerin
yumuşak döşekleriniz, kıymetli yaygılarınız olacaktır" demişti,
diyeceksiniz!"
Ahmed, sahihtir kaydiyle
Hakim, Beyhekî, Talka el-Nadri'den şu haberi nakletmişlerdir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Yakında öyle bir zamana
yetişeceksiniz ki; o zamanda üzerinize dünya nimetleri pek genişleyecek! Öyle
ki, sofralarınıza yemek tepsilerinin biri konulup diğeri kaldıracak ve o
zamanda sizler, Kabe örtüsü gibi kıymetli ve renk renk elbiseler
giyeceksiniz." Oradakiler elediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizler
bugün mü daha hayırlı, yoksa o gün mü daha hayırlı olacağız?" Peygamberimiz
de şu karşılığı verdiler: "Sizler bugün daha hayırlı durumdasınız! Zira
bugün sizler birbirlerinizi seviyor, sayıyorsunuz! O gün ise sizler,
birbirlerinizi sevmeyecek üstelik düşman olacaksınız. Kiminiz kiminizin boynunu
vurup öldürecektir." [33]
Ebû Nuaym, Abdullah bin
Zeyd'in şöyle dediğini nakletmiştir: "Bir gün beni bir ziyafete davet
ettiler, ben de gittim. Fakat ziyafet evinin duvarlarının örtüler konularak
süslenmiş olduğunu gördüm. Derhal oturduğum yerden kalkıp çıktım ve ağlamaya
başladım. Benim bu durumumu gören ve soranlara karşı dedim ki: "Kendimi
tutamayıp ağladım İşte. Zira sevgili Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlardı:
"Dünya size sokulacak, yanaşacaktır! Halbuki sizler bugün daha
hayırlı durumdasınız. Yakında
"Söyleyin bakalım ey arkadaşlar, şimdi ben ağlamıyayım mı?
Gözlerimle gördüm ki, aynen Efendimiz'in haber verdikleri şekilde, Kabeyi örtercesine
evlerinizi örtüp süslemişsiniz!"
Yine Ebû Nuaym İbn-i Mes'ud'dan şu haberi
vermektedir: "Adamın biri Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip dedi ki: "Ey Allah'ın
Resulü, kıtlık bizleri yiyip tüketti!" Peygamberimiz de şu karşılığı
verdi: "Ben sizin hakkınızda kıtlıktan değil, dünya nimetlerinin üzerinize
bolca dökülmesinden daha çok korkmaktayım! Keşke benim ümmetim, altın ile
süslenmeseydi!"[34]
(Bu hadîsin bir benzerini Ebû Nuaym Ebû Zerr ve Huzeyfe'den rivayet etmiştir.)[35]
Buhârî Tarih'inde, Taberanî, Beyhekî ve Ebû Nuaym, Evs bin Harise bin Lam'ın oğlu
Harim'den şu haberi nakletmişlerdir: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) Tebük'ten döndüğü sırada, hicret edip
kendisine gittim. Bu sırada Efendimiz buyurdu ki: "İşte, beyaz köşkleriyle
meşhur el-Hira şehri! Bana kaldırıp gösterildi, işte şu da Nüfeyle-i Ezdiye'nin
kızı Şeyma! Kırçıl katıra binmiş, başını da siyah bir örtü ile örtüp
bürünmüş." Ben de dedim ki: "Ey Allah'ın elçisi, eğer bizler Hira'nın
fethinde bulunur, oraya girer ve Şeyma'yı da sizin şimdi vasfettiğiniz gibi
bulursam, izin veriniz de o benim olsun!" Peygamberimiz de: "Peki
senin olsun!" buyurdu.
Ebû Bekir'in halifeliği zamanında, Müseylimetü'l-Kezzab fitnesini
bertaraf ettikten sonra Hira'nın fethine yöneldik ve Allah'ın izniyle orasını
feth ettik. Şehre girer girmez bizi ilk karşılayan, aynen Peygamberimiz'in
buyurdukları gibi Şeyma bint-i Nüfeyle oldu. Ben dedim ki: "Bu benimdir.
Onu bana Peygamberimiz hibe etmiştir!" Kumandanımız Halid bin velid, bana
bunun böyle olduğunu isbat etmemi istedi. Ben de kendisine durumu isbat ettim.
Bunun üzerine onun benim olmasını, Halid bin velid de kabul etti. Benim, bunun
böyle oluşunu isbat edişim ise: Muhammed bin Mesleme ile Muhammed bin Bişr'in,
bu husustaki şehadetleri idi. Her ikisi de ensardan olan bu zatlar, bunu isbat
eden kişilerdi. Derken Şeyma'nın oğlan kardeşi geldi ve onu kendisine teslim
etmemi istedi. Ben de kendisine: "On kerre yüz dirhem verirsen, onu sana
teslim ederim" dedim. O da bana bin dirhem teslim etti ve esir düşen
kardeşini kurtardı. Yanımdakiler bana dediler ki: "Eğer ondan yüz bin
dirhem isteseydin, muhakkak bunu sana verecekti" dediler. Ben de dedim ki:
"Ben, on kerre yüz dirhemden daha fazla bir sayı bilmediğim için, ancak bu
kadar istedim. Eğer fazlasını bilseydim isterdim."[36]
Buhârî ve Müslim, Süfyan bin Ebû Züheyr'den şu haberi naklederler: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: "Çok geçmez Yemen fetholunur! Bazı kimseler de, Medine kendileri için daha hayırlı olduğu halde çoluk çocuğunu alarak oraya yerleşirler. Sonra Şam dahi fetholunur. Bazı kimseler de çoluk-çocuğunu ve kendilerine itaat eden kimseleri alarak Şam'a yerleşirler. Halbuki bilseler, Medine kendileri için daha hayırlıdır. Sonra Irak da fetholunur. Bazı kimseler de çoluk-çocuğunu alarak ve kendilerine itaat eden kimseleri de peşlerine takarak oraya yerleşirler. Halbuki bilseler Medine kendileri için ne kadar hayır hdır."
Sahihtir kaydiyle Hakim ve Beyhekî Abdullah bin Havle el-Ezdi'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir defasında şöyle buyurdular: "Sizler yakında bir bölük asker olarak Şam'a yine bir bölük asker olarak Irak'a bir bölük asker olarak da Yemen'e gidip yerleşirsiniz." Ben dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, benim için hangisini tercih edersiniz." Peygamberimiz de: "Senin için Şam'ı tercih ederim."
İbn-i Sa'd, Sa'd bin İbrâhim'den nakleder. O şöyle demiştir: "Bana Abdurrahman bin Avf söyledi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Şam'daki el-Selil denilen yeri ikta’ edip ona vermiş. Fakat bu hususta kendisine bir yazı vermeden Hazret-i Peygamber vefat etmiştir. Peygamberimiz ona bunu, sadece: "Allah, biz müslümanlara Şam'ın fethini müyesser buyurduğu zaman, oradaki el-Selil denilen yer senindir" demek suretiyle ikta' eylemiştir." (ve bu suretle de Şam'ın fethedileceğim haber vermiştir.) [37]
Buhârî, sahihtir
kaydiyle Hakim, Avf bin Mâlik bin el-Eşcai'nin şöyle
dediğini rivayet eder: "Rasulullah bana buyurdu: "Kıyamet kopmadan
önce, onun alametlerinden olarak şu altı şey zuhur eder:
Bir; Büyük çapta ölümler.
İki; Kudüs'ün fethi.
Üç; Koyun sürülerini kırdığı gibi insanları kıracak olan göğüs
hastalığı.
Dört; Malın son derece bollaşması. O derecede ki, kişiye yüz altın
verildiği zaman bile "bu da bir şey mi?" diyerek kızacaktır.
Beş; Arab'ın her evine girecek olan çok yaygın bir fitne.
Altı; Sizlerle Asfer oğulları (Rumlar) arasında varılacak olan bir sulh
andlaşması. Fakat onlar sonunda bu andlaşmalarına hiyanet ederek sekiz bölüğe
ayrılmış askerler halinde gelirler ve size saldırırlar. Bu sekiz bölükten her
birinde on iki bin asker bulunur. (ve ülkenizi dokuz ay kadar işgal ederler).
Vaktaki Imvas vebası zuhur etti, bazıları dediler ki: Avf bin Mâlik
Muaz'a hitaben: "Ey Muaz, ben işittim ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kıyamet kopmazdan önce, onun
alametlerinden olarak altı şey zuhur edecektir" buyurmuştu, İşte bu aitı
şeyden olarak, pek çok kimselerin öldüğü şu Imvas vebası zuhur etmiştir. Hatta
bu alametlerden diğer ikisi daha zuhur etmiş bulunuyor. Sen acaba bu hususta ne
dersin?" Bunun üzerine Muaz da dedi ki: "Şüphesiz bunların her
birinin müddeti ve zamanı vardır. Ben derim ki, beş alamet vardır ki onların
gölgesi üzerinize düşmüş bulunmaktadır. Her kim bunlardan birine yetişecek
olursa ve ölümü tercih durumunda da kalırsa, hiç durmasın tercih etsin! İşte bu
cümleden olarak: İnsanlar minberler üzerinde birbirine lanet okuyacak, Allah'ın
verdiği mal yalan üzere dağıtılacak, binalar yükseltilecek, haksız yere kanlar
dökülecek, akrabalık bağları kesilecektir." [38]
İbn-i Sa'd Zi'l-Esâbi'den şu
haberi nakletmiştir: "Bir gün Hazret-i Peygamber'e: Ey Allah'ın elçisi,
ben senden sonraya kalıp o günleri görecek olursam, bana nerede ikâmet etmemi
emredersiniz?" diye sordum. Peygamberimiz de bana: "Beytü'l-Makdis'e
in, orada otur! Ümîd edilir ki, Allah senin neslinde bu mescid'e hizmet edecek
evladlar nasîb eder." [39]
Müslim Ebû Zerr'den
şöyle rivayet etmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Sizler yakında insanların alış-veriş
muamelelerini Kîrât denilen parayla yaptıkları bir ülkeyi fethedeceksiniz. Ben
sizlere, oranın halkına hayır ve iyilik yapmanızı tavsiye ediyorum. Çünkü
onların, sizin himayenizde olmaları ve İbrâhîm (aleyhisselâm)'dan gelen bir akrabalık hakları bulunacaktır.
Ayrıca sizlere bir tavsiyem daha olacaktır: Eğer sizler iki kişinin bir
kerpicin bulunduğu yerde birbiriyle vuruştuklarını görürseniz, biliniz ki orada
fitne başlamıştır ve siz orasını terkediniz."
(Denildi ki: Birgün Ebû Zer, Rabia ile Abdurrahman biu Şurahbil'in bir
kerpicin bulunduğu yerde birbiriyle dövüştüklerini gördü ve bu sebeble orayı
terketti.)
Beyhekî ve Ebû Nuaym Ka'b bin Mâlik'ten şöyle naklederler:
"Ben Peygamber'in (sallallahü aleyhi
ve sellem) şöyle dediğini
işittim: "Sizler Mısır'ı fethettiğiniz zaman orasının halkı olan Kıbtilere
iyi muamele ediniz. Zira onların hem zımmet, hem de yakınlık hakları
vardır."
(Peygamberimiz, bu yakınlık hakları ile, İbrâhim (aleyhisselâm)'ın zevcesi ve İsmâîl (aleyhisselâm)'ın anası Hâcer validemiz ile
Peygamberimizin oğlu İbrahim'in Mısırlı anası Mâriye validemizi
kasdetmektedir.)
Ebû Nuaym, Ümmü Seleme'den
ise şu haberi vermektedir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatı sırasında buyurdular ki:
"Mısır Kıbtîleri hakkında Allah'tan korkunuz, Allah'tan korkunuz! Zira
sizler yakında orasını fethedeceksiniz. Onlar da sizlere Allah yolunda hayırlı
destek ve yardımcılar olacaktır."
Müslim Ebû Hüreyre'den
şöyle rivayet eder: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Irak dirhemini ve
kafîzini (ölçeğini) menetti, Şam da dinarını ve ölçeğini esirgedi, Mısır dahî
parasını pulunu menetti. Sizler, başladığınız yere döndünüz (yâni
döneceksiniz)."
(Yahya bin Âdem der ki: Peygamberimiz bu hadislerinde,
Kafîz ve Dirhem isimlerini, Hazret-i Ömer zamanında bunlar
konulmazdan önce zikretmiş oldu ki, bu da olacak bir şeyi, olmazdan önce haber
vermesidir ve bir mucizedir.)
İmâm-ı Şafiî el-Ümm adlı kitabında Hazret-i Âişe'nin şöyle dediğini kaydetmiştir:
"Resûlullah (sallallahü aleyhi
ve sellem), Medine ehli için
Züî-Huleyfe'yi; Şam'lılar, Mısırlılar ve Mağribliler için de Cuhfe'yi ihrama
girilecek yer olarak tâyîn etti." [40]
Buharî ve Müslim Enes'in şöyle dediğini haber verirler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ümmü Harâm'ın yanına gittiler ve orada uyudular. Uyandığı zaman gülüyordu. Ümmü Haram dedi ki: "Ey Allah'ın elçisi, gülmenizin sebebi nedir?" Peygamberimiz de şöyle karşıladı: "Ümmetimden bazı kimseleri gördüm, gemilere binip kendilerini Allah yoluna vermişler ve denizin ortasına açılmışlar gidiyorlar." Ümmü Haram da der ki: "Ey Allah'ın elçisi, Allah'ın beni de onlardan kılması için dua ediver!" Peygamberimiz, Ümmü Haram'ın da onlardan olması için dua ediverdi. Sonra başını yere koyup yine uyudu. Sonra uyandığı zaman yine gülüyordu. Ümmü Haram da sordu: "Gülmenizin sebebi nedir ey Allah'ın Resulü?" Peygamberimiz de aynı cevabı verdiler. Ümmü Haram, yine dayanamayıp: "Ey Allah'ın Resulü, Allah'a dua ediver de beni de onlardan eylesin!" Bunun üzerine Peygamberimiz buyurdu: "Ey Ümmü Haram, sen ilk, denizde savaşa çıkanlardansın!"
Muâviye zamanında düzenlenen ilk deniz seferine Ümmü Haram, kocası Ubâde bin Sâmit ile birlikte katıldı. Savaş bittikten sonra dönüş hazırlığı yaptıkları sırada, Ümmü Haram'ın üzerine binmesi için bir hayvan takdim ettiler. Üzerinde Ümmü Harâm'ı taşıyan hayvan, ansızın tökezleyip onu yere düşürdü ve o bu sebeble orada (Kıbrıs'ta) vefat etti."
Buharî Umeyr bin el-Esved'den şu hadîsi rivayet eder: "Ümmü Haram'ın bize anlattığına göre, o Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu duymuştur: "Ümmetimden deniz harbine çıkan ilk ordu, muhakkak kendilerine (cenneti) gerekli kılacaklardır!"
Ümmü Haram der ki: "Ben: "Ey Allah'ın Resulü, ben onlardan mıyım?" diye sordum. Peygamberimiz de: "Evet, sen de onların içinde olacaksın" buyurdu. Sonra şöyle buyurdu: "Kayser'in (Rum Kralının) şehrine ilk gazaya giden ordu da, muhakkak Allah'ın mağfiretine mazhar olacaktır!" Bunun üzerine ben yine sordum ve: "Ey Allah'ın Resulü, bunlar içinde ben de olacak mıyım?" dedim. Hazret-i Peygamber de: "Hayır, sen onların içinde bulunmayacaksın" buyurdu.[41]
Buhârî Ebû Hüreyre'den
rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Sizler Acem diyârındaki Huzistan ve Kirman
halkıyla savaşmadıkça kıyamet kopmaz! Yine Acem ülkesinden kırmızı yüzlü, basık
burunlu bir kavimle savaşmadıkça da kıyamet kopmaz. Bu insanların aynı zamanda
gözleri küçük, yüzleri yuvarlaktır. Yine sizler kıldan yapılmış ayakkabı giyen
bir toplulukla savaşmadıkça da kıyamet kopmayacaktır."
Beyhekî der ki: Bu, aynen
zuhur etmiştir. Zira Haricîlerden bir topluluk çıkmış, Rey taraflarında
müslümanlarla savaşmıştır. Bunların ayakkabıları ise, tamamen kıldan mamul idi.
[42]
Beyhekî, Ebû Hüreyre'nin
şöyle dediğini nakleder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bizlere Hind ülkesi ile gaza edeceğimizi va'd
buyurdu." [43]
İbn-i Sa'd'ın ve sahihtir kaydiyle Hâkim'in Zîmahber'den naklettikleri bir haber de şu mealdedir: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem):'Yakında Rumlar sizinle güvenilir bir sulh andlaşması yapacaklardır!" diye buyurduğunu duydum."[44]
Beyhekî, Ebû Nuaym ve Delâil adlı kitabında Sabit,
Abdullah bin Havaleden şu haberi naklederler: "Biz, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında idik. Kendisine açlık, açıklık
ve yoksulluktan şikâyette bulunduk. Peygamberimiz de buyurdu ki: "Vallahi
ben, sizin hakkınızda bir şeyin çokluğundan daha fazla korkmaktayım! Vallahi bu
emir, Allah sizlere Fâris ve Rûm diyarlarının fethini müyesser kılıncaya kadar
sizde devam edecektir. Hattâ sizler Hımyer'i dahî fethedeceksiniz, İşte o zaman
sizler üç askerî birlik hâlinde bölüneceksiniz. Bir bölüğünüz Şam'da, bir
bölüğünüz Irak'ta, bir bölüğünüz de Yemen'de olacak. Aranızda mal da iyice
bollaşacak. O kadar ki, adamın birine yüz altın verilse, bunu azınısıyacak ve
öfkeyle karşılayacaktır."
Ben bunun üzerine dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizim Şam'a nasıl
gücümüz yetsin? Orasını Rumlar kuvvetli askerlerle korumaktadırlar." Bunun
üzerine Peygamberimiz: "Vallahi onun fethini sizlere Allah müyesser
kılacaktır! Orasının sivil-asker kuvvetli adamlarını, sizin başı tıraş edilmiş
siyah bir adamcağızınıza bile itaatli kılacaktır! Sizler emreden, onlar da emri
yerine getiren olacaktır. İslâm ve müslümanlar, bu derece izzet
bulacaktır!"
Bu hususta bir tevcihte bulunan Abdurrahmân bin Cübeyr bin Nüfeyl der
ki: "Peygamberimizin ashabı, bu hadîsin haber verdiği şeyi, Cüz bin Süheyl
el-Sülemî'nin şahsında aynen görmüşlerdir. Şöyle ki: O, fethedilen Acem
diyarında onların üzerine tâyin edilmiş bir vâlî idi. Namaz vakti geldiğinde
Mescid'e giderlerken bir ona, bir de onu geçiyor diye ayağa kalkmış bulunan
Acemlere bakarlar, bunu hayret ve ibretle karşılarlar. İşte, vaktiyle
Peygamberimiz'in bizlere haber verdiği şey, şimdi aynen gözümüzün
önündedir!" derlerdi."
Beyhekî ve Ebû Nuaym Abdullah bin Büsr'den şu haberi
nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu:
"Varlığım elinde olana yemin ederim ki, sizler Fâris ve Rûm ülkelerini
fethedeceksiniz! O sırada mâl ve yiyecek o kadar çoğalacaktır ki, bunlar
yenilirken, üzerine Allah'ın adı zikredilmiyecek (besmele çekilmiyecek) tir."
[45]
Beyhekî ve Ebû Nuaym İbn-i Ömer'in şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ümmetim, salınarak ve
çalım satarak yürümeye başladığı ve Fâris ve Rum halkı kendisine hizmet etmeğe
başladığı zaman, içlerinden şerlileri hayırlıları üzerine musallat
kılimr." [46]
Hâkim Zübeyr'den
nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu:
"Zaman, şöyle ve şöyle bir müddet ilerlediği zaman, sizler Fâris ve Rum
ülkelerini fethedersiniz. Biriniz, sabahleyin giydiğini öğleden sonra giymez
olur. Çeşitli yemeklerden biri kalkar, diğeri konulur."
Ebû Nuaym Avf bin Mâlik'in
şöyle dediğini nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ey ashabım, sizler
fakirlikten mi korkuyorsunuz? Gerçekten Allah sizlere Fâris ve Rum'un fethini
müyesser kılacak, dünyâ nimetleri de üzerinize yağmur gibi dökülecektir. Eğer
sizler benden sonra yoldan sapacak olursanız, sapmanızın sebebi de sâdece
dünyâya aldanmanız olacaktır!"
Hâkim ve Ebû Nuaym, Hâşim bin Utbe'den rivayet eder: O şöyle
demiştir: Ben, gazada Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte idim. O'nun şöyle
buyurduğunu işittim: "Arab yarımadasının tamâmının fethini Allah size
nasîb buyuracaktır! Sonra Fâris'i, sonra Rum'u fethedeceksiniz. En sonunda da
Deccâl ile savaşacak, Allah'ın izni ve yardımı ile onu da
tepeleyeceksiniz." [47]
Beyhekî Amr bin
Şerahbil'den şu haberi vermektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Bu
(Bu haber mürseldir. Süyûtî) [48]
Buharî ve Müslim Ebû Hüreyre'den şu hadîsi rivayet ederler:
"Kisrâ helak olduğu zaman, ondan sonra bir daha Kisrâ yoktur! Kayser helak
olduğu zaman, ondan sonra bir daha Kayser yoktur! Varlığım elinde olana yemin
ederim ki, sizler bu ikisininin hazînelerini alıp Allah yolunda harcıyacaksınız."
Müslim tek başına Câbir
bin Semura'dan şu hadisi rivayet eder: "Elbette müslümanlardan bir grup,
Kisrâ'nın beyaz köşkündeki hazîneleri alıp Allah yolunda
harcıyacaklardır!" [49]
(Câbir der ki: Ben ve babam, İran Kralı'nın beyaz köşkündeki hazîneleri
ele geçiren müslümanlar arasındaydık. Bize ondan bin dirhem isabet etmiştir.)
Beyhekî Hasan-ı Basrî'den şöyle nakleder: "Halîfe Ömer'e Kisrâ'nın iki koluna takındığı bilezikleri
getirdiler ve bunları Sürâka bin Mâlik alıp kendi kollarına geçirdi ve bu
bilezikler, onun omuzlarına doğru yükseldi. Bunun üzerine Ömer: "İran Kralı'nın bileziklerini Sürâka bin
Mâlik'in elinde görmeyi bana nasîb buyuran Allah'a sonsuz hamd olsun! O bir
Kisrâ idi. Bu ise Müdlicli bir ârâbîdir" dedi.
İmâm-ı Şâfiî der kir
"Kisrâ'nın bileziklerini Sürâka bin Mâlik'in takınmasının sebebi;
Peygamberimiz'in onun kollarına bakıb da: "Ey Sürâka, ben sanki Kisrâ'nın
bileziklerini, kemerini ve tacını senin üzerinde görüyorum!" diye buyurmuş
olmasıdır." [50]
Yine Beyhakî İbn-i Utbe'den, o Ebû Musa'dan, o da
Hasan'dan olmak üzere şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sürâka bin Mâlik'e hitaben: "Ey
Sürâka, sen Kisrâ'nın bileziklerini koluna geçirdiğin zaman, bakalım nasıl
olacaksın?" buyurdu. Halife Ömer'e bu bilezikler
getirildiği zaman, Sürâka bin Mâlik'i çağırttı ve ona bu bilezikleri koluna
geçirmesini söyledi. O da geçirdi. Bunun üzerine halîfe ona: "Bunları
Kisrâ bin Hürmüz'den alıp da Sürâka bin Mâlik'e giymeyi nasîb buyuran Allah'a
hamdolsun!" demek suretiyle Allah'a hamdetmesini söyledi. O da bu şekilde
hamdetti."
Haris bin Ebû Üsâme İbn-i Mihîrîz'den şu haberi vermektedir: Bir gün
Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu:
"Fâris (İran), bir veya iki darbe ile yıkılır. Tabii bundan sonra da bir
daha Faris olmaz. Rum'a gelince o, bir iki darbe ile yıkılmaz; onun yıkılması
için epey nesiller gelip geçecektir. Tabiî en sonunda o da
fethedilecektir!"[51]
Müslim Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet eder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Vaktiyle İsrâîl oğullarını Peygamberler sevk ü idare ederlerdi. Bir Peygamber vefat edince, yerine bir Peygamber gelirdi. Fakat biliniz ki benden sonra Peygamber gelmeyecektir! Benden sonra pekçok halîfeler gelecektir." Dediler ki: "Bize neyi emredersiniz?" Buyurdu ki: "Halîfenize olan biatinize vefakâr olunuz ve onların hakkım veriniz. Onların sizleri nasıl idare ettiklerini ise, muhakkak Allah onlardan soracaktır."
Yine Müslim Câbir bin Semura'dan şu hadîsi rivayet eder: Ben Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu duydum: "Kureyşten on iki halîfe gelinceye kadar dîn dimdik ayakta duracaktır! Fakat sonra âhir zamanda yalancı deccâller çıkacaktır." [52]
Beyhekî Ebû Hüreyre'den şöyle bir haber nakletmiştir: "Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Benden sonra bazı halîfeler gelecek, bunlar ilimleriyle amel edecekler, memur bulundukları şeyleri yapacaklardır. Fakat bunlardan sonra bazı halifeler de gelecek ki, bunlar bilmedikleri şeyleri yapacaklar, me’mûr bulunmadıkları şeyleri de işliyeceklerdir."
Yine Beyhekî Câbir bin Abdullah'tan şu haberi vermektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ka'b bin Ucra'ya hitaben: "Ey Ka'b, Allah seni sefih insanların işbaşına geçmesinden korusun." Ka'b sordu; "Sefih insanların işbaşına geçmesi nedir?" Peygamberimiz de şu cevabı verdiler: "Benden sonra birtakım emirler gelecek, bunlar benim hidâyetimle hidâyetlenmeyecek ve benim sünnetimle amel etmiyeceklerdir."[53]
Buhârî ve Müslim Abdullah'tan şu hadîsi rivayet ederler: "Benden sonra çok geçmez, idarede istibdâd ve kabul edemiyeceğiniz birtakım aykırılıklar olur!" Dediler ki: "içimizden o günleri görenler olursa, onlar için neyi tavsiye edersiniz?" O da: "Vazifelerinizi yapınız, haklarınızı da Allah'tan isteyiniz!" buyurdu.
İbn-i Mâce, Hâkim, Beyhekî, Irbâz bin Suriye'den rivayet ederler: O şöyle demiştir: Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bizlere çok belîg bir va'zda bulundu. Öyle ki, bu va'zın te'sîriyle kalbler ürperdi, gözler dolu dolu yaş döktü. Dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, bu va'zınız, bir nevi veda va'zı gibi oldu. Şayet ayrılık yakın ise, bizlere neyi tavsiye edersiniz?" Şöyle buyurdular; "Sizlere Allah'a karşı takvalı olmanızı, başınızdaki Habeşli bir köle bile olsa, söz dinleyip itaat etmenizi vasiyet ederim! Yaşıyanlarınız görecek, ileride çok ihtilaflar zuhur edecektir! Ben sizlere, bid'at işlerden sakınmanızı vasiyet eylerim. Zira bunlar dalâlettir. İçinizden o zamana yetişenler, benim sünnetimle ve doğru yolda giden râşid halîfelerimin sünnetiyle amel etmeye baksınlar! Sizler, bunun üzerine sımsıkı sarılınız!"
Ebû Ya'lâ, Hâkim ve Ebû Nuaym Âişe'nin şöyle dediğini naklederler: "Mescid'in yapımı sırasında temele ilk taşı, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) koydu. Sonra Ebû Bekir bir taş yüklenip getirdi ve temele koydu. Sonra Ömer bir taş getirip temele koydu, sonra Osman bir taş getirip koydu. Bunun üzerine Hazret-i Peygamber: "İşte benden sonra halîfeler bunlardır!" buyurdu.
İbn-i Mâce ile Hâkimin Huzeyfe'den naklettikleri rivayette şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Benden sonra, şu iki zâta: Ebû Bekr ile Ömer'e uyunuz!"
(Hâkim tek başına bunun benzeri bir rivayeti İbn-i Mes'ud'dan da rivayet etmiştir.)
Buharî ve Müslim Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini ittifakla rivayet ederler: Ben, kulağımla işittim, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben uykuda iken kendimi bir kuyunun başında gördüm. Kuyunun üzerinde kovası da vardı. Ben kuyudan bir miktar su çektim. Sonra kovayı Ebû Bekir aldı. Bir iki kova da o çekti. Onun su çekişinde bir za'f vardı. Şüphesiz ki Allah kendisini mağfiretine mazhar kılacaktır. Sonra kuyunun kovası çok büyük bir kova hâline geldi ve onu Ömer alarak su çekti. O kadar çekti ki, insanlardan hiç biri bu kadar kahraman olamaz! Nihayet o, çektiği su ile insanları suya kandırdı."
(Buharî ve Müslim, benzeri bir rivayeti İbn-i Ömer'den de rivayet etmişlerdir.)
Beyhekî Ebû Hüreyre'nin şöyle dediğini nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben rüyamda siyah bir sürü koyunu suluyordum. Derken beyaz bir sürü koyun da bunlara katıldı. Tam bu sırada Ebû Bekir gelip koyunları sulamaya başladı. Fakat ancak bir veya iki kova su çekti. Onda bu hususta bir zayıflık vardı. Sonra Ömer geldi kovayı eline aldı. Kova Ömer'in elinde çok büyük bir kova haline geliverdi. Ömer bütün insanları suya kandırdı. Derken hayvanları da suladı. Ben, rüyamdaki siyah koyunları Arablara, sonradan katılan beyaz koyunları şu kardeşleriniz Acemlere yordum."
İmâm-ı Şâfiî der ki: "Peygamberlerin rüyası, ilâhî bir vahiydir. Yukarıdaki hadiste geçen Ebû Bekir'le ilgili zayıflık ise; O'nun halifeliğinin kısa sürmesine işarettir." [54]
İbn-i Sa'd Hasan-ı Basrî'den şöyle nakleder: "Ebû Bekir demiştir ki: "Ey Allah'ın Resulü, ben rüyamda bir müddet insanların dışkıları üzerinde yürümeye devam ettim. Acaba bunun yorumu nasıldır?" Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur: "insanları idare etme bakımından bir yol bulacağına yorulur." Bunun üzerine Ebû Bekir: "Bir de rüyamda yâ Rasûlallah, göğsümün üzerinde iki rakamı gibi bir şey vardı, acaba bunun yorumu nasıldır?" Peygamberimiz de: "Bunun yorumu da, iki senedir" buyurdu.
İbn-i Sa'd İbn-i Şihâb'tan şu haberi nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir rü'ya gördü ve bunu Ebû Bekr'e anlattı: "Ey Ebâ Bekr, ben rüyamda sanki seninle bir merdivende yarışıyordum. Ben seni iki basamak geçmiştim. Ayrıca yarım basamak kadar daha bir fark da göze çarpıyordu." Ebû Bekr de dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, Allah Seni rahmet ve mağfiretine aldıktan sonra, ben iki buçuk sene kadar daha yaşıyacağım."
Buharî ve Müslim ittifakla Âişe'nin şöyle dediğini rivayet ederler: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hastalığı sırasında buyurdu ki:
"Ey Âişe, bana babanı ve kardeşini çağır da ben, Ebû Bekr için bir mektûb yazayım! Zira ben, birinin çıkıp da bir şey söylemesinden, bir hak iddia etmesinden korkmaktayım. Halbuki Allah ve mü’minler, Ebû Bekir'den başkasını istememektedir." [55]
Beyhekî ve Ebû Nuaym İbn-i Ömer'den şöyle rivayet ederler: Ben Resûluüah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu işittim: "Sizin içinizde on iki halîfe çıkar. Ebû Bekrin bana halifeliği, çok kısa sürer. Arab'ın işlerini büyük bir ehliyet ve liyâkatle görecek olan zât ise, Övülecek ve örnek almacak bir şekilde yaşar, şehîd olarak da vefat eder."
Tam bu sırada adamın biri: "Bu zât kimdir, ey Allah'ın Resulü?" diye sordu. Peygamberimiz de: "Hattâb'ın Oğlu Ömer'dir" buyurdu. Sonra Osman bin Affân'a dönerek: "Sana gelince: İnsanlar senden Allah'ın sana giydirdiği gömleği çıkarmanı istiyecekler. Varlığım elinde olana yemin ederim ki ey Osman, eğer sen o gömleği çıkaracak olursan, bil ki ebediyen cennete giremezsin!" [56]
İbn-i Asâkir Enes'ten şu haberi nakleder: "Mustalik Oğullarını temsîlen gelmiş bulunan heyet, beni Resûlullah Efendimiz'e gönderip şu hususu sordurdular: "Ey Allah'ın Resulü, bizler önümüzdeki sene geldiğimizde, seni bulamazsak zekâtımızı kime edâ edeceğiz?" Ben onlar nâmına bunu Resûlullah Efendimiz'e soruverdim. Efendimiz de cevablarında buyurdular ki: "Onlara söyle, bu takdirde zekatlarını Ebû Bekr'e edâ ederler." Ben bunu kendilerine tebliğ ettim. Bu sefer onlar: "Şayet Ebû Bekr'i bulamazsak kime vereceğiz?" diye sordular. Ben onlar nâmına bunu soruverdiğimde, Resûlullah Efendimiz'in cevabı: "Bu takdirde Ömer'e öderler" oldu. Bunu kendilerine ulaştırdım. Bu sefer de onlar: "Ömer'i bulamazlarsa ne olacağını" sordurdular. Verilen cevab da: "Osman'a verirler. Fakat Osman'ın öldürüldüğü gün, sizlere yazıklar olsun!" şeklinde idi." [57]
Taberânî, Ebû Nuaym, Câbir bin Semura'dan şu haberi vermektedirler: "Resûlullah Efendimiz Ali'ye hitaben şöyle buyurdu: "Ey Ali, sen gerçekten müemmer ve müstahlefsin (emîr ve halîfe olacaksın) ve sen gerçekten şehîd düşeceksin! Başından akan kanlar ile şu sakalın da kanlara boyanacaktır." [58]
Hâkim de Sevr bin Miczât'tan şu haberi nakleder: "Ben, Cemel Vak'ası Gününde vefat etmek üzere bulunan Talha'ya uğradım. O bana: "Sen kimlerdensin?" diye sordu. Ben de: "Mü’minlerin Emîri Ali'nin arkadaşlarındanım" cevabını verdim. Bunun üzerine Talha: "Elini uzat da sana bîat edeyim" dedi. Elimi uzattığımda bana bîat etti ve göz yaşları dökerek ağladı. Akabinde de ruhunu teslim eyledi. Ben, Ali'ye gidip durumu haber verdim. Ali de bunu: Allahü Ekber, Allah yegâne büyüktür! O'nun Resulü Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) de gerçektir! Gerçek söylemiştir! Demek ki Yüce Allah, Talha'nın cennete girmesini, ancak bana olan bîati boynunda iken murâd etmiştir" diyerek karşıladı.
İbn-i Asâkir Seki bin Ebû Hayseme tarikiyle Abdurrahmân bin Sehl el-Ansârî'den şu haberi nakleder ki, bu râvî Uhud gazilerinden biridir ve şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Hiç bir peygamberlik makamı yoktur ki, onu halifelik makamı tâkîb etmiş olmasın! Hiç bir halifelik makamı da yoktur ki ona da hükümdarlık makamı tâkîb etmiş olmasın! Hiç bir dînî vergi yoktur ki, onu da bir gümrükçülük tâkîb etmiş olmasın." [59]
Beyhekî, Ebû Nuaym, Ebû Ubeydetü'bnü'l-Cerrâh ile Muâz bin Cebelden şu hadîsi rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Muhakkak bu iş, bir nübüvvet (Peygamberlik) ve rahmet olarak başlamıştır! Sonradan halifelik ve rahmet olacaktır. Daha sonra ise, ısırgan bir hükümdarlık hâline gelecektir. Daha da sonraları ise; azgınlık, taşkınlık, cebir ve zulümcülük ve ümmet içinde fitne ve fesadçılık olup çıkacaktır. Artık onlar; zinanın, içkinin ve ipekli giymenin helâl olduğunu iddia edeceklerdir. Üstelik bu hususta kendilerine destek olanları da bulacaklar ve bu yüzden rızıklanacaklardır." [60]
Ebû Dâvûd, hasendir kaydiyle Tirmizî, Nesaî, Hâkim, Beyhekî ve Ebû Nuaym Süfeyne'den şu hadîsi rivayet etmişlerdir:
"Ümmetimdeki halifelik (Peygambere halef ve vekil olma mânasında), otuz senedir! Sonra meliklik olur."
(İşte bu hadîste buyurulan otuz sene, dört râşid halîfenin halîfelik müddetidir ve böyle olmuştur.) [61]
Beyhekî Ebû Bekre'den şu hadîsi rivayet eder: "Nübüvvet hilafeti (râşid halîfelik) otuz senedir. Sonra Allahü teâlâ dilediğine hükümdarlığı verir."
(Bu hadîs'in mısdakı sadedinde olmak üzere Muâviye demiştir ki: "İşte biz, hükümdarlığa razı olduk.") [62]
Yine Beyhekî Huzeyfe'den şu hadîsi rivayet eder: "Sizler, Allahü teâlâ'nın sizler için dilediği müddet zarfında nübüvvetin gölgesi altında yaşıyacaksınız. Sonra Allah bunu dilediği zaman kaldıracaktır. Sonra nübüvvet ölçüsüne uyan halifelik olacak, bu da Allah'ın dilediği bir zamanda kaldırılacaktır. Bundan sonra ise, ısırgan bir hükümdarlık gelecektir. Bundan sonra da cebriye (baskıcı ve ezici) bir idare gelecek. Tabiî Allah dilediği zaman bunu da kaldıracaktır. Sonra arada yine peygamberlik ölçüsüne uygun bir halifelik gelecektir."
İşte, bu hadîs-i şerîf, Ömer bin Abdü'l-Azîz iş başına geldiği zaman kendisine nakledildiğinde, ayrıca kendisine hitaben: "Bizler ümîd ediyoruz ki cebriye bir idareden sonra gelecek olan o nübüvvet hilâfeti, sizin idârenizdir" denildiğinde; buna çok sevinmiş, fazlasıyla mesrur olmuştur. [63]
Hâkim ve Beyhekî de Ebû Hüreyre'den şu hadîsi rivayet ederler: "Halîfelik idaresi Medine'de, meliklik idaresi ise Şam'dadır!"
Yine Hâkim sahihtir kaydiyle ve Beyhekî Abdullah bin Havâle'den şu haberi naklederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Eğer sen, hilâfetin arz-ı mukaddese'ye nakledildiğini görürsen, bil ki depremlerin ve büyük kederlerin gelmesi yakındır. Aynı zamanda çok büyük işler ve hattâ kıyametin kopması da yakındır!"
(Beyhekî der ki: Buradaki kıyametten murâd, o neslin yok olup gitmesidir.) [64]
Ebû Nuaym Ebû'd-Derdâ'nın şöyle dediğini rivayet eder: "Osman'ın ölümünden sonra Medîne, Muâviye'nin ölümünden sonra da rahat diye bir şey yoktur!"[65]
İbn-i Ebî Şeybe de Müsnedinde Abdul-Melik bin Umeyr tarikiyle Muâviye'nin şöyle dediğini nakleder: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) bana hitaben: "Yâ Muâviye, eğer hükümdar olursan, iyilikten ayrılma!" dediği andan itibaren hep hükümdar olmayı ümîd edip durmuşumdur." [66]
Beyhekî Abdullah bin Umeyr'den şu haberi nakleder: Muâviye dedi ki: "Vallahi beni halifelik üzerine teşvik eden şey; Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) şu sözünden başka bir şey olmamıştır: "Ey Muâviye; eğer sorumluluğu olan bir iş başına geçecek olursan, Allah'tan kork ve adaletle muamele et!" İşte, Peygamberimizin bu sözünden sonra, sorumluluğu olan bir işle başbaşa kalacağımı hep düşünmüşümdür."
Taberânî Âişe'nin şöyle dediğini haber verir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Muâviye'ye hitaben dedi ki: "Ey Muâviye, eğer Allah sana hilâfet gömleğini gevdirecek olarsa, senin hâlin nice olur?" Bunun üzerine Ümmü Habîbe dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, demek Allah benim kardeşime hilâfet gömleği mi giydirecek?" Peygamberimiz de: "Evet, fakat onda hatâlar ve hatâlar olacaktır!"[67]
Ahmed Ebû Hüreyre'den şu hadîsi rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ey Muâviye, eğer iş başına geçecek olursan, Allah'tan kork ve adaletten ayrılma!" Muâviye kendisi de demiştir ki: "İşte bu hadîs sebebiyle ben, böyle sorumlu bir iş başına geçmek zorunda kalacağımı hep düşünmüşümdür."
Ebû Ya'lâ, Hâkim ve Beyhekî Ebû Hüreyre'den şu haberi nakletmişlerdir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Ben rüyamda Hakem Oğullarını gördüm. Maymunların tırmandığı gibi, şu minberime tırmanıyorlardı." İşte Peygamberimiz'in bu rüyayı görmesinden sonra, tam mânâsı ile bir tebessüm ettiği görülmemiştir."
Beyhekî'nin Saîd bin Müseyyeb'ten olan rivayeti ise şöyledir: "Peygamberimiz Ümeyye Oğullarının minberine tırmandıklarını (rüyasında) gördü. Bundan huzuru kaçtı. Cenabı Hakk da kendisine: "Bunun bir dünyâ işi olduğunu, dilediğine vereceğini" vahy etti. İşte bunun üzerine Peygamberimizin de huzursuzluğu zail oldu."
Ebû Ya'lâ, Hakim ve Beyhekî, Amr bin Mürre el-Cühenî'den şöyle rivayet eder: "Ebû'l-As'ın oğlu Hakem', Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip izin istedi. Peygamberimiz: "Ona izin veriniz" buyurdu ve şu sözleri sarfetti: "O bir yılandır, veya bir yılanın oğludur, ona ve onun neslinden gelecek olanlara Allah lanet etsin! Ancak samimi olarak iman etmiş olan evladlarını bu lanetimizden ayrı tutarız, onlara lanet yoktur! Onlar ise, ne kadar azdırlar. Hakem'in oğullan, dünya bakımından şerefli, ahiret bakımından ise aşağıdırlar. Hileci ve sahtekârdırlar. Dünyalıkları mükemmel de olsa, ahirette onlara nasîb yoktur."
El-Fâkihî'nin Zühri ve Atâ el-Horasâni'den naklettiği bir haber de şöyledir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir hadislerinde: "Ben, Hakem'in evladlarının şu minberime inip çıktıklarını (rüyamda) gördüm" buyurmuştur. Keza onun Muâviye'den naklettiği bir haber de şu merkezdedir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Hakem için şöyle buyurdu: "Bunun çocuklarının sayısı otuza veya kırka ulaştığı zaman, ümmetimin idaresini ele alırlar."
(İbn-i Tecîb'in Cübeyr bin Mut'ım'den olan rivayeti de bu mealdedir).
Ahmed, Hâkim, Beyhekî ve Ebû Nuaym, Abbâs'tan şu haberi nakletmiştir: Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında idim. Vakit geceydi. Buyurdu ki: "Semâya bak bakalım, bir yıldız görebilecek misin?" Ben, semâya baktım ve Süreyya yıldızını gördüğümü söyledim. O, şöyle buyurdu: "ikisi fitne zamanında olmak üzere, senin sulbünden bu yıldızdaki yıldızların sayısı kadar halîfe gelecektir!" [68]
Beyhekî Sevbân'dan şu haberi nakletmiştir:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Sizin şu hazînenizin yanıbaşında üç kişi savaşır. Bunların her üçü de halîfe çocuğudur. Fakat hilâfet bunlara nasîb olmaz. Derken Horasan taraflarından siyah sancaklar yola çıkarılır. Sizinle misli görülmemiş bir şekilde savaş yaparlar."
(Yine Beyhekî'nin ve Ebû Nuaym'in Ebû Hüreyre'den naklettiği bir haber de şu mealdedir: Peygamberimiz buyurdu ki: "Siyah renkteki sancaklar Horasan diyarından yola çıkarılır. Hiç bir kuvvet onların ilerlemelerine engel olamaz. Hattâ onlar sancaklarını tâ Kudüs'e getirip dikerler.") [69]
Buhârî ise Muaviye'den şu hadisi nakletmiştir: "Bu iş Kureyş'tedir. Kureyş Allah'ın dinini dimdik ayakta tuttuğu müddetçe hiç bir kimse bunu onlardan almaya kalkışamaz, aksi halde Allah o almaya kalkışanları yüzüstü yerlerde sürükler."
Ebû Nuaym Ebû Bekre'den şöyle rivayet eder. O demiştir ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Basra veya el-Basîra denilen yere, oradaki Dicle nehri yakınına müslümanlardan bir grup inerler ve burada çoğalırlar. Dicle üzerine bir köprü kurarlar. Ahir zamanda ise, enli yüzlü, küçük gözlü Kantûra Oğulları gelirler Dicle kenarlarını işgal ederler, İşte insanlar bu sırada üçe ayrılırlar. Bir kısmı eski hâline döner ve helak olur. Bir kısmı nefislerine uyup küfre dönerler. Bir kimi ise, bu gelenlerle savaşırlar ve çok şiddetli savaşlar olur. Allahü teâlâ da bunların kalanlarına fethi müyesser kılar." [70]
Ahmed, Bezzâr, sahih bir senedle Hâkim Büreyde'den şöyle rivayet ederler: Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini duydum: "Geniş yüzlü, küçük gözlü bazı insanlar (bir kavim) gelir, benim ümmetimi sürüp Cezîratü'l-Arab'a iade eder. Aralarında üç defa savaş geçer. İlk savaşta kaçanlar kurtulur, ikincisinde ancak bir kısmı kurtulur. Üçüncüsünde ise kalanları mahvolur" dediler ki: "Bunlar kimdir, yâ Resûlellah?" Buyurdu ki: "Bunlar Türktür. Allah'a yemin ederim ki, bunlar İslâm ülkelerini işgal edip atlarını müslümanların mescidlerine bağlıyacaklardır."
(Beyhekî ile Ebû Nuaym'in Muaviye'den naklettikleri bir haber de şu mealdedir: "Türkler Araplar'a tamamen galebe çalacaklardır. Hattâ Arapları, Arap yarımadasına süreceklerdir.)
Taberânî ile Hâkim'in İbn-i Mes'ûd'dan naklettikleri haber de şöyledir: "Ben, Türklerin beygirlerine binmiş olarak geldiklerini ve bunları Fırat kenarına bağladıklarını görür gibi oluyorum." [71]
İbn-i Sa'd, İbn-i Ebî Şeybe, Ebû'l-Eşheb tarikiyle Müzey ne'li bir
adamdan şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ömer'in üzerinde bir elbîse gördü ve sordu:
"Elbisen yeni mi, eski mi?" Ömer: "Daha önce
de giyilmişti" dedi. Peygamberimiz de: "Ey Ömer, yeni olarak giyin, övülmüş olarak yaşa, şehîd
olarak da öl!" buyurdu. (Bu haber, mürseldir.) [72]
(Bunu, Ahmed, İbn-i Mâce de merfu olarak İbn-i Ömer'den rivayet etmişlerdir. Ayrıca Bezzâr dahî bir benzerini Câbir'den nakletmiştir.)
Ebû Ya'lâ sahih bir senedle
Sehl bin Sa'd'dan şöyle rivayet eder: Bir gün Uhud Dağı, üzerinde
Peygamberimiz, Ebû Bekir, Ömer ve Osman varken
sallanmaya başladı. Peygamberimiz de: "Dur ey Uhud! Zira senin üzerinde ancak
bir peygamber veya bir sıddîk veya iki şehîd bulunmaktadır" buyurdu. [73]
Taberânî de İbn-i Ömer'den şöyle rivayet eder:
"Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem), bir bahçe içinde
bulunuyordu. Ebû Bekir, yanına varmak için izin istedi. Peygamberimiz:
"Ona izin veriniz, gelsin! Cennetlik olmakla da kendisini
müjdeleyiniz" buyurdu. Sonra Ömer izin istedi. Ona
da: "Kendisine izin veriniz ve onu cennetlik ve şehîd olmakla
müjdeleyiniz" buyurdu. Az sonra Osman gelip izin istedi. Peygamberimiz ona
da: "izin veriniz, aynı zamanda kendisini cennetlik ve şehîd olmakla
müjdeleyiniz!" buyurdu. [74]
Yine Taberânî sahih bir senedle Abdurrahmân bin
Yesâr'dan da şu haberi nakleder: "Ben, Ömer'in şehîd
edilişine şâhid oldum. O gün Güneş tutuldu." [75]
Buhârî ve Müslim Ebû Musa
el-Eş'arî'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Erîs Kuyusu'nun yanında idi. Kuyunun
duvarına oturdu. Sonra paçalarını biraz sıvıyarak ayaklarını kuyuya sarkıttı.
Ben de dedim ki, bugün Peygamberimiz'in kapıcısı (hizmetçisi) ben olacağım.
Az sonra Ebû Bekir için izin istedim. O da müsâade etti ve bana
hitaben: "Ona izin ver ve kendisini cennet ile müjdele" buyurdu.
Gelip Peygamberimiz'in sağ tarafına oturdu ve o da kuyuya ayaklarını sarkıttı.
Az sonra Ömer geldi. Ben onun için de izin talebinde
bulundum. Peygamberimiz de: "Ona izin ver ve kendisini cennet ile
müjdele" buyurdu. O da gelip Peygamberimizle birlikte ve O'nun sol
tarafına oturdu. Ayaklarını da kuyuya sarkıttı. Sonra Osman geldi ve izin
istedi. Ben onun için de izin alıverdim. Peygamberimiz: "Ona izin ver ve
kendisini çenet ile ve şehidlik ile müjdele" buyurdu. Ayrıca kendisine
isabet edecek olan büyük bir sıkıntıyı da haber vermemi söyledi. O da geldi ve
fakat onların oturduğu yerde kendisine bir boşluk bulamadığı için kuyu duvarının
öbür tarafına geçerek ve yüzünü Peygamberimiz'e ve arkadaşlarına çevirerek
oturdu. O da onlar gibi ayaklarını kuyuya sarkıttı."[76]
(Saîd bin el-Müseyyeb der ki: "Ben bu hadisteki onların oturuşunu,
kabirleri hakkında yorumladım. Zira Ebû Bekr ile Ömer Peygamberimiz'in yanında, Osman ise ayrı yerde defn
olunmuşlardır.) [77]
İbn-i Ebî Hayseme Târih'inde, Ebû Ya'lâ, Bezzâr ve Ebû Nuaym Enes'ten şöyle rivayet ederler:
"Ben, Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) ile birlikte bir
avluda idim. Biri gelip kapıyı çaldı. Peygamberimiz: "Ey Enes kalk kapıyı
aç, ona cenneti ve benden sonra halîfe olmayı müjdele!" dedi. Ben kapıyı
açtığımda, gelenin Ebû Bekir olduğunu gördüm. Sonra birisi gelip kapıyı çaldı.
Peygamberimiz: "Ey Enes, gelene kapıyı aç, kendisine cenneti ve Ebû
Bekir'den sonra halifeliği müjdele!" buyurdu. Kapıyı açtığımda, bu gelenin
de Ömer olduğunu gördüm. Sonra birisi daha
geldi, kapıyı çaldı. Peygamberimiz de: "Ey Enes, gelene kapıyı aç,
kendisine cennetlik olmayı ve Ömer'den sonraki
halifeliği müjdele! Ayrıca şehid olacağını da duyur!" buyurdu. Kapıyı
açtığımda gelenin Osman olduğunu gördüm." [78]
Ahmed, Taberânî ve Ebû Nuaym İbn-i Amr'den şöyle rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bir gün Medine bahçelerinden birinde bulunuyordu.
Yavaş sesli birinin izin istediği duyuldu. Peygamberimiz de: "Ona izin ver
ve kendisine cennetlik olmayı müjdele" buyurdu. Aynı zamanda büyük bir
sıkıntıya mâruz kalacağını duyurmamı da söyledi. Ben, kapıyı açtığım zaman, bu
gelenin Osman olduğunu gördüm.
Yine Taberânî Zeyd bin Sâbit'ten şöyle nakleder:
"Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi
ve sellem): "Osman bana
uğradı. Yanımda ise Allah'ın meleklerinden bir melek vardı. Bu melek dedi ki:
Kavmi tarafından şehîd edilecek olan bir zât! Biz melekler ondan haya
etmekteyiz!"
Bezzâr ve Taberânî el-Evsat'ında, Zilbeyr bin Avvâm'dan
şöyle rivayet eder: "Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) emriyle Mekke'nin fethi günü, bir adam
hapsedilip sonra idam edildi. Bunun üzerine Peygamberimiz buyurdu ki:
"Bugünden sonra, Kureyşli bir kişi idam edilmek suretiyle öldürülmez!
Ancak Osman bin Affân'ı öldüren şahıs bundan müstesnadır! Osman'ı öldüren
adamı, muhakkak idam ediniz. Eğer bunu yapmazsanız, sizden pekçok kimseler
koyun öldürülür gibi öldürülecektir!" [79]
Sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beyhakî Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet ederler:
"Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi
ve sellem): "Yakın bir
gelecekte, fitneler ve ihtilaflar zuhur edecektir!" buyurduğunu duydum.
Bizler dedik ki: "Ey Allah'ın Resulü, bizlere neyi emredersiniz?" O
da bizlere hitaben buyurdu ki: "Üzerinizdeki devlet başkanına itaat
ediniz! Devlet başkanının (emîr'in) adamlarına da itaat ediniz!"
Peygamberimiz bunu buyururken, Osman bin Affân'a işarette bulundu."
(Ebû Hüreyre bunu, Osman evinde muhasara altında tutulurken rivayet
etmiştir.)
İbn-i Mâce, sahihtir
kaydiyle Hâkim, Beyhekî ve Ebû Nuaym, Âişe'nin şöyle
dediğini rivayet ederler: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Osman'ı çağırdı ve ona işarette
bulunmaya başladı. Bu durum Osman'ın dikkatini çekti ve rengi soldu. İsyancılar
gelip Osman'ın evini kuşattıkları zaman, biz kendisine sorduk: "Ey Osman,
onlarla savaşmıyacak mısın?" dedik. O da bize şu karşılığı verdi:
"Hayır. Zira Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana bir ahd emânet etmiştir. Ben de bu ahde uyacak, nefsimi
bu hususta sabra zorlayacağım." [80]
Hâkim, İbn-i Mace ve Ebû Nuaym Âişe'nin şöyle dediğini rivayet ederler:
"Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem), Osman'a hitaben:
"Allah sana bir gömlek giydirecek, eğer münafıklar senden bu gömleği
çıkarmanı isterlerse sakın çıkarma!" buyurdu. [81]
İbn-i Adiy ile İbn-i Asâkir'in Enes'ten olan rivayetleri şöyledir:
Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem): "Ey Osman,
Allah sana bir gömlek giydirecek, eğer münafıklar senden bu gömleği çıkarmanı
isterlerse sakın çıkarma ve o gün oruçlu ol, iftarını benim yanımda
açarsın" buyurdu.
Ahmed, Taberânî, sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beyhekî Abdullah bin Havâle'den şu haberi nakletmişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Şu üç şeyden kurtulan,
gerçekten kurtulmuş olur." Bu üç şey nedir? diye sordular. O da:
"Birincisi benim vefâtımdır, ikincisi: Hakka sarılıp sabreden halîfenin
kanına ortak olmak, üçüncüsü ise: Fitne-i Deccâldir. İşte bu üç şeyden
kurtulan, gerçekten kurtulmuş olur!" [82]
(Bu mealdeki bir hadîsi Taberânî, Ukbe bin Âmir'den de rivayet etmiştir.)
Beyhekî ve sahihtir
kaydiyle Hâkim, İbn-i Mes'ud'dan şu hadisi rivayet
ederler: "Gerçekten İslâm değirmeni otuz beş veya otuz altı veya otuz yedi
yıl sonra dönmeye (mihverinden ayrılmaya) başlar. Eğer helak olurlarsa, helak
olup giderler. Yok dînleri kendileri için ayakta durursa, yetmiş sene böyle
geçer." Ömer dedi ki: "Ey Allah'ın Rasulü,
geçmişten itibaren yetmiş sene mi?" Peygamberimiz de: "Hayır, gelecek
yıllar itibariyle yetmiş sene" buyurdular.
Beyhekî der ki: İşte
Ümeyye Oğullarının idaresi de, ona zayıflık arız oluncaya ve Horasan
dâvetçileri çıkıncaya kadar, bu durumda idi."
İbn-i Mâce ve sahihtir
kaydiyle Hâkim Mürre bin Ka'd'dan şöyle rivayet
ederler: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) fitnelerden bahsettiğini ve onların
çıkışının yakın olduğunu zikrettiğini duydum. Bu sırada başı sarılı bir adam
geçiyordu. Peygamberimiz bu adamı işaretle: "Bu fitnelerin çıktığı günde
hidâyet üzere olacaktır!" buyurdu. Ben derhal o adamın peşinden gittim ve
ona yetiştim. Gördüm ki o adam Osman imiş." [83]
Beyhekî'nin Huzeyfe'den
rivayet ettiği hadis ise şöyledir: "Sizler imamınızı öldürmedikçe ve kılıçlarınızı
kınından çıkarmadıkça kıyamet kopmaz! Bu durumda da sizlere, sizin şerlileriniz
hükmedecek, dünyanıza onlar hakim olacaktır."
Beyhekî ve Ebû Nuaym el-Mârife'sinde, Abdurrahmân bin Udeys'ten
şu haberi nakletmiştir: Ben Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bazı insanlar zuhur eder, bunlar okun
yaydan fırladığı gibi (hızla) elinden çıkarlar ve Lübnan Dağı'nda
katledilirler" buyurduğunu işittim." [84]
el-Hâris bin Ebû Üsâme Müsned'inde Muhacir bin Hubeyb'ten şöyle
nakleder: Osman, evinde mahsur iken Abdullah bin Selâm'a haber gönderip şöyle
dedi: "Ey Abdullah, başını kaldır da şu ışık deliğine bak! İşte bu
delikten geceleyin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) teşrif etti de bana hitaben: "Ey
Osman, demek onlar seni evinde mahsur mu kıldılar?" buyurdu. Ben de:
"Evet yâ Resûlallah" dedim. Sonra bana bu delikten bir kova su uzattı
da içmemi buyurdu. Ben de içtim, içtiğim bu suyun serinliğim hâlâ ciğerlerimde
hissetmekteyim. Sonra bana hitaben buyurdular ki: "Eğer dilersen senin
için Allah'a dua edeyim, bu takdirde Allah seni onlara karşı muzaffer eyler;
dilersen orucunu bizim yanımızda açarsın." İşte bunun üzerine ben de
orucumu O'nun yanında açmayı tercih ettim."
(İşte Osman bin Affân, aynı gün içinde şehîd edilmiştir.)
İbn-i Meni de Müsned'inde Nûmân bin Beşîr tarikiyle, Osman'ın zevcesi
Naile bint-i el-Ferâisa'nın şöyle dediğini nakleder: "Osman evinde mahsur
kalınca oruç tutmaya başladı. İftâr vakti olunca, içilecek tatlı su istedi.
Fakat evini muhasara altında tutanlar buna engel oldular. O da su içemeden
geceledi. Seher vakti olunca şöyle dedi: "Geceleyin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şu tavandan teşrif edip bana bir kova
su getirdi. "İç yâ Osman" buyurdu. Ben de içtim ve kandım. Sonra
bana: "Fazla olarak da iç yâ Osman" buyurdu. Ben de içtim ve karnım
iyice su ile doldu." [85]
Ebû Nuaym Adiy bin Hâtim'in
şöyle dediğini rivayet eder: Ben, Osman'ın katledildiği gün; "Müjde yâ
Osman müjde, ravh u reyhan (güzel kokulu ve bol nîmetli, ebedî saadet yurdu
cennet) seni bekliyor, sana karşı gadabh olmayan Rabbine kavuşuyorsun, O'nun
gufran ve ndvânma dönüyorsun!" diye bir ses duydum. Hayret edip baktım,
fakat hiç kimseyi göremedim."
Taberânî ve Ebû Nuaym, Müshir bin Hubeyş'ten şöyle bir haber
nakletmiştir: Biz, şehîd halîfe Osman'ı geceleyin defnettik. Arka tarafımızdan
bizi büyük bir karaltı kapladı ve biz bundan ürktük. Neredeyse korkup
dağılıverecektik. Tam bu sırada bir ses işittik: "Korkmanıza hiç de sebeb
yok! Endîşe etmeyiniz biz de sizler gibi onun cenazesine şahit olmak
istedik" diyordu bu ses. Biz, bunun meleklerin sesi olduğuna kesinlikle
inandık."
Yine Ebû Nuaym, Urve'den şu haberi nakletmiştir:
Osman'ın cenazesi, Huşşukevkeb denilen yerde tam üç gün bekledi, onu oraya
defnetmekten çekindiler. Fakat bu sırada: "Onu oraya defnediniz! Üzerine
namaz da kılmayınız. Zira yüce Allah onun üzerine namazını kılmıştır. (Onu
gufran ve rıdvanma mazhar eylemiştir)" diye bir ses duydular. Bunun
üzerine onu oraya defnettiler." [86]
Hâkim sahihtir kaydiyle Ali'nin şöyle dediğini rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana hitaben: "Ey Ali, senin yüzünün iki tarafına da vurulacak, başın ve sakalın kanlar içinde kalacak" buyurdu. [87]
(Bu rivayetin, pek çok değişik rivayet yolları sabit olmuştur.)
Yine Hâkim sahihtir kaydiyle ve Ebû Nuaym Ammâr bin Yâsir'den şu haberi naklederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ey Ali, insanların en şakisi, seni başından ve yüzünden vuracak olan adamdır!"
(Yine bu mealdeki bir hadîsi, Câbir bin Semura ile Suhayb'tan rivayet eden Ebû Nuaym olmuştur.)[88]
Müslim Ebû Hüreyre'den
şu hadîsi rivayet eder:
"Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem), Hıra Dağı
üzerinde idi. Yanında Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali,
Talha ve Zübeyr vardı. Dağ sallanmaya başladı. Bunun üzerine Peygamberimiz:
"Sakin ol (ey dağ)! Senin üzerinde ancak bir Peygamber veya bir Sıddîk
veya bir şehîd var!" buyurdu. [89]
Hâkim, İbn-i Mâce, Ebû Nuaym Câbir'den şöyle rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Her kim yeryüzünde
yürümekte olan bir şehide bakmak isterse, Talha bin Ubeydullah'a baksın."
[90]
(Taberânî de, bizzat Talha'nın; Peygamberimiz'in
kendisini gördükleri zaman böyle buyurduklarını söylediğini nakleder.)[91]
Sahihtir kaydiyle Hâkim ve Ebû Nuaym Zühri tarikiyle İsmâil bin Muhammed
bin Sabit el-Ensârî'nin babasından şöyle naklettiğini rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sabit bin Kays bin Şümâs'a hitaben dedi
ki: "Ey Sabit, övülecek bir güzellikte yaşamak, şehîd olarak ölmek ve
sonunda cennete girmek istemez misin?" Sabit de: "Evet,
isterim!" demişti. Gerçekten de Sabit; övülecek bir şekilde yaşadı ve
Müseylime-tü'l-Kezzâb fitnesinde şehîd olarak vefat etti." [92]
Hâkim ve Beyhekî el-Hâris'in kızı Ümmü Fadl'dan şöyle rivayet eder: Bir gün ben, Hüseyn'i alarak Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gittim ve Hüseyn'i O'nun kucağına bıraktım. Sonra Efendimiz, başını biraz öbür tarafa döndürerek ağlamaya başladı ve buyurdu ki: "Cebrâîl bana gelip ümmetimin şu oğlumu şehîd edeceklerini haber verdi ve onun şehîd edileceği yerin kırmızı toprağından getirerek bana gösterdi." [94]
(İbn-i Râhûye, Beyhekî ve Ebû Nuaym, aynı mealdeki bir hadîsi, Ümmü Seleme'den rivayet etmişlerdir.)
Yine Beyhekî ve Ebû Nuaym Enes'ten şöyle rivayet ederler: Yağmur meleği gelip Hazret-i Peygamber'den izin istedi. Peygamberimiz izin verdi. Az sonra Hüseyn geldi ve Peygamberimiz'in omuzuna çıkmaya başladı. Melek sordu: "Bunu seviyor musun?" Peygamberimiz cevap verdi: "Evet." Melek: "Ümmetin bunu öldürecek! İsterseniz onun öldürüleceği yeri size göstereyim" dedi ve ona kırmızı bir toprak gösterdi. Ümmü Seleme de bu toprağı alarak elbisesinin bir yerine düğümleyip sakladı. Biz, o günlerde: "Hüseyn, Kerbelâ denilen yerde öldürülecektir" diye işitir dururduk."
İbn-i Asâkir Muhammed bin Amr bin Hasandan şöyle nakleder: Biz, Hüseyin (radıyallahü anh) ile birlikte Kerbelâ nehrinin yanında idik. Bu sırada Hüseyin Şimir bin Zi'l-Cevşen adındaki adama baktı de dedi ki: "Şüphesiz Allah ve O'nun Resulü doğru söylemiştir! Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurmuştu ki: "Ben, abraş bir köpeğin, ehl-i beytimden birinin dimağını yalamakta olduğunu görür gibi oluyorum!"
(Gerçekten bu rivayette belirtildiği gibi, Hazret-i Hüseyin'i öldüren Şimr, abraş idi. (Benekli ve alaca renkli idi.)
İbn-i Seken, el-Bemvî ve Ebû Nuaym'in de Sühaym tarikiyle Enes'ten bu mealde bir rivayetleri vardır. Beyhekî'nin Ebû Usâme bin Abdurrahman'dan olan rivayeti ise şöyledir: "Bir gün Hüseyin, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanına girdi. Cebrâîl de oradaydı. Cebrâîl dedi ki: "Senin bu oğlunu, senin ümmetin öldürecektir! İstersen, onun öldürüleceği yeri sana haber vereyim?" Bunu söylerken Cebrâîl, Irak'taki Tuf denilen yeri gösterdi ve oradan kırmızı bir toprak alarak Hazret-i Peygamber'e gösterdi."
(O bunu, Ümmü Seleme tarikiyle Âişe'den de rivayet etmiştir.) Beyhekî, İmâm-ı Şa'bi'den şu haberi nakletmiştir:
"Hüseyin'i Kûfeliler'in Kûfe'ye çağırdığı ve kendisinin de bu çağrıyı kabul ettiği ve yol hazırlığı başladığı, bunun üzerine Ashâbtan bazılarının kendisine güzel nasîhatlarda bulunduğu bir sırada, Abdullah bin Ömer (radıyallahü anh) Mekke'den Medine'ye geldi. Hüseyin'in ne yaptığını sorması üzerine, onun Kûfe'ye hareket ettiği haberini aldı. Derhal ayağının tozuyla yola devam ederek iki gün sonra Hüseyin'e yetişti. Bu telaşı ve fedakârlığı, sırf Hüseyin'e nasîhatta bulunmak içindi. Bu maksatla ona dedi ki:
"Ey Hüseyin, bil ki, yüce Allah, sevgili Resulünü dünyâ ile âhiret arasında muhayyer kılmıştı da Resûlullah Efendimiz de hiç şüphesiz âhireti tercih etmişti. Dünyâyı ise istememişti. Muhakkak sen de O'ndan bir parçasın! Sana da yakışan, O'nun gibi dünyayı değil, âhireti tercih etmektir. Ben Allah'a yemîn ederek söylüyorum ki, sizden herhangi birisi istese de ebediyen dünyâyı elde edemez! Yüce Allah'ın sizlere dünyâyı nasîb buyurmamış olması, muhakkak sizlerin hayrı içindir! Haydi geliniz, benimle birlikte geriye Medine'ye dönünüz!"
Hazret-i Hüseyin, Abdullah bin Ömer'in bu nasîhatlarına karşı, Medine'ye dönmeyi kabul etmedi, Kûfe'ye gitme üzerinde ısrar eyledi. Onun bu ısrarını gören Abdullah da; -üzülerek ve de ağlıyarak- onun boynuna sarıldı ve onunla: "Yakında şehîd düşecek biri olarak seni, Allah'a emânet ediyorum!" diyerek vedâlaştı." [95]
Ebû Nuaym Yahya el-Hadramî’den şöyle bir haber nakleder: "Ben, Ali ile beraber Sıffîn'a gittim. Ninova'ya vardığımızda Hüseyin'e hitaben dedi ki: "Ey Hüseyin, Fırat kenarına geldiğin zaman, sabretmesini de bilmelisin" dedi. Ben bunun ne demek olduğunu sordum. O da şu karşılığı verdi: "Bir gün Peygamberimiz buyurdu ki: "Bana Cebrâîl gelip Hüseyin'in Fırat kenarında şehîd olacağını haber verdi ve onun şehid düşeceği yerin toprağından bir parçayı bana gösterdi."
(Yine Ebû Nuaym'in, Usbuğ bin Nebâte'den naklettiği bir haber de şu mealdedir: Biz, Ali ile beraber Hüseyin'in şehid edileceği yere geldik, burada Ali dedi ki: "İşte Hüseyin'in ve arkadaşlarının develerini çöktüreceği ve kanlarını verecekleri yer burasıdır. Onlar burada Muhammed'in ehl-i beyti olarak bir gurub insan şehid düşeceklerdir. O gün onlara yer ve gök ağlıyacaktır. [96]
Ahmed ile Beyhekî'nin İbn-i Abbâs'tan olan rivayetleri ise şöyledir: "Ben, bir gün öğle vakti uyumakta idim. Rüyamda Hazret-i Peygamberi çok perişan bir vaziyette gördüm. Elinde içinde kan bulunan bir şişe vardı. Bunun ne olduğunu sordum. Buyurdu ki: "Bu, Hüseyin ve arkadaşlarının kanıdır."
(Ümmü Seleme'den sevkedilen bir rivayette de: "Az önce, Hüseyin'in öldürülüşünü gördüm de ondan" diye cevab verdiler" denilmiştir.) [97]
Yine Beyhekî'nin Ali bin Müsher'den bir rivayeti var. Bunda da şöyle denilmiştir: "Bana ninem söyledi ve şu şekilde anlattı: "Ben, Hüseyin'in katledildiği gün, gencecik bir kızcağız idim. O gün semâ, Hüseyin'e ağlamasından dolayı dayanılmıyacak derecede sıcak idi." [98]
Ebû Nuaym Hubeyb bin Ebû Sabit tarikiyle Ümmü Seleme'den şöyle rivayet eder: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra cinlerin yas tuttuklarını bu akşama kadar hiç duymamıştım. Ben bunu, oğlum Hüseyin'in öldürülmesine yordum ve cariyeme dedim ki: Evladım, dışarı çık da insanlara sorup bilgi alıver. O da çıkıp sordu ve Hüseyin'in öldürülmüş olduğu haberini getirdi. Geceleyin duyduğum cinlerin yas tutması sırasında ise, onlardan biri: "Ey gözüm, bütün gücünle çok miktarda yaş dök. Benden sonra şu şehidlere kim ağlıyacak? Baksana "kul" diye anılan biri mütekebbir (zâlim) in emrine uyarak gelip, onları şehîd etmişler" mealinde acıklı ve ağlatıcı sözler söylüyordu."[99]
Müslim, Sevbân'dan şu
hadîsi rivayet etmiştir: .
"Ümmetimden bazı kabileler müşriklere katılmadıkça, bazı insanlar
putlara tapmadıkça, kıyamet kopm ayacaktır!"[100]
Yine Müslim Ebû Hüreyre'den şu hadîsi rivayet
eder: "Resûlullah (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu:
"Haberiniz olsun, yarın kıyamet günü bazı kimseler havzımın başından alınıp
uzaklaştırılırlar, tıpkı yabancı bir devenin diğer develere karışmasın diye
uzaklaştırıldığı gibi. Bu sırada ben: "Onları buraya getiriniz!" dîye
nida ederim. Fakat bana denilir ki: "Onlar senden sonra dinlerini
değiştirdiler, bunun için buradan uzaklaştırılmış bulunuyorlar!" Ben de
bunun üzerine derim ki: "Öyleyse uzak olsunlar, uzak olsunlar!" [101]
Buhârî ve Müslim ittifakla İbn-i Abbâs'tan şu hadîsi rivayet etmişlerdir:
Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu: "Ben
havzımın başındayken bazı kimseler getirilir ve havzınıa uğratılmaksızın sol
tarafa sevkedilirler. Bu sırada ben: "Onlar benim ashâbımdır!" diye
nida ederim. Bana denilir ki: "Evet, onlar senin ashabındır, fakat sen,
onların senden sonra neler ihdas ettiklerini bilmezsin!" Ben de onların bu
sözü üzerine, Allah'ın iyi kulu İsa’nın dediği gibi derim:
"Yâ Rabbi, ben onlara: "Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a
kulluk edin" diye senin bana emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim.
Ben onların içinde olduğum müddetçe onları kolladım, fakat sen beni vefat
ettirince onları gözetleyen yalnız sen oldun. Sen, her şeyi görensin!"
[102]
Bundan sonra, benim o nidama karşılık olarak bana denilir ki:
"Onlar senden sonra topukları üzere geri dönüp mürted oldular, dinlerinden
ayrıldılar." [103]
Müslim Câbir bin
Abdullah'tan şu hadîsi rivayet etmiştir: "Şeytan gerçekten şu Arap
yarımadasında puta tapılmasından ümidini kesmiştir. Fakat müslümanların
arasında tahrişte bulunmaktan ümidi kesmiş değildir. Sizleri birbirinize karşı
tahrik ederek aranızı açıp ifsâd eder. Buna çok dikkat etmelisiniz!" [104]
Beyhekî Müstevrid'in
şöyle dediğini nakleder: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dediğini işittim: "Ey müslümanlar,
sizlere karşı düşmanlığı en şiddetli olanlar, Rumlardır. Onlar, tâ kıyamete
kadar helak da olmazlar." [105]
Hâkim ve Beyhekî Süfyân bin Uyeyne tarikiyle Amr'den, o da Hasan bin Muhammed bin el-Hanefiye'den şöyle rivayet eder: "İslâm'ın düşmanlarından Süheyl bin Amr Bedir'de esir edildiği zaman, Ömer Peygamberimiz'e hitaben dedi ki: "İzin ver de ey Allah'ın Resulü, şu İslâm düşmanı Süheyl'in dişlerini sökeyim! Zira bu ağızla o, İslâm aleyhine çok konuşmuştur." Peygamberimiz ise Ömer'e cevaben: "Onu bırak! Bir gün gelir o, okuyacağı bir hutbe ile, seni sevinç ve sürura gark eder!"
Süfyan bin Uyeyne der ki: Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından sonra Mekke'de bazı kimseler İslâmdan ayrılmak istediler. İşte böylesine nâzik ve mühim bir zamanda Süheyl bin Amr kalkıp kısa bir hutbe irâd etti ve dedi ki:
"Her kim Muhammed'i ilâh tanımış ise, bilsin ki onun ilâhı ölmüştür! Fakat her kim Allah'ı yegâne ilâh edinmişse, biliniz -ve de bilirsiniz- ki Allah; ebediyen ölmez! Çünkü Allah, doğmaktan münezzeh olduğu gibi, ölmekten de münezzehtir." [106]
Yunus bin Bükeyr el-Mağâzî adlı kitabında ve İbn-i Sa'd İshak tarikiyle Muhammed bin Amr bin Atadan şu haberi naklederler: "Süheyl bin Amr Bedir'de esir edildiği zaman Ömer dedi ki:"Yâ Resûlallah, şu ağzı açık olan ve İslâm aleyhinde nice şeyler konuşmuş bulunan adamın ön dişlerinin sökülmesi için izin veriniz!" Resûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) de buyurdu ki: "Ben, başkalarına ibret olsun diye bir insanı, görünüşünü değiştirecek bir şekilde cezalandırmak istemem. Aksi halde, bir Peygamber olmama rağmen, Allah da beni bu şekilde cezalandırır. Hem ümîd edilir ki yâ Ömer, ummadığın bir anda bu adam, seni memnun ve mesrur edecek bir şekilde de hutbe okuyabilir." [107]
Peygamberimizin vefat haberi duyulup da bazı kimselerin dinden dönmek istemeleri üzerine Süheyl bin Amr, derhal ayağa kalkmış ve Mekkelilere hitaben, Ebû Bekir'in Medînede'ki hutbesine benzer bir hutbe irâd etmiştir. Sanki Ebû Bekr'in hutbesini dinleyip de ezberlemiş gibiydi. Onun bu hutbesi, Medine'ye ve Hazret-i Ömer'e ulaştığı zaman, Ömer hayretler içinde kalmış ve: "Ben şehâdet ederim ki sen, Allah'ın Resûlü'sün! Çünkü O: "Ümîd edilir ki yâ Ömer, bir gün Süheyl, seni memnun edecek şeklide de bir hutbe okur!" demişti!" demekten kendisini alamamıştır." [108]
İbn-i Sa'd'ın, Hudâalı Ebû Amr bin el-Hamrâ'dan naklettiği bir haber de şöyledir: "Peygamberimiz'in vefat haberi Mekke'ye geldiği zaman ben Süheyl bin Amr'a baktım, bize tıpkı Ebû Bekr'in Medine'deki hutbesi gibi bir hutbe irâd etti. Sanki onu dinlemiş ve ezberlemiş gibiydi. Bu, Ömer'e ulaştığı zaman şöyle demiştir: "Ben şehadet ederim ki Muhammed Allah'ın Rasulüdür ve O'nun getirip tebliğ buyurduğu şeyler de haktır! Şimdi Süheyl'in kalkıp böyle bir hutbe okuması, vaktiyle Peygamberimiz'in bu hususta verdiği haberin aynen vukuundan başka bir şey değildir. Zira Peygamberimiz bana: "Yâ Ömer ümîd edilir ki bir gün Süheyl, senin hoşuna gidecek bir hutbe de irâd eder!" buyurmuştu."
(el-Mehâmilî, Fevâid adlı kitabında Âişe'den bunu mevsûl olarak rivayet etmiştir.)[109]
Tirmizî, sahihtir
kaydiyle Hâkim ve Beyhekî Enes'ten şu hadîsi rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Nice zayıf, müstaz'af,
iki eski elbise parçasına bürünmüş (perişan kıyafetli) kimseler vardır ki, eğer
bunlar bir hususta Allah'a karşı kasem verseler (yemin ederek duada
bulunsalar), muhakkak Allah onların duasını kabul buyurur, İşte Berâ bin Mâlik,
onlardan biridir!"
Berâ, Tüster denilen yerde bazı İslâm gâzileriyle karşılaştı. İslâm
gazileri, bu sırada dağılır gibi olmuşlardı. Berâ'yı görünce şu ricada
bulundular: "Ey Berâ, bizler biliyoruz ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) senin hakkında: "Eğer sen Allah
üzerine yemin versen, Allah senin yeminini boşa çıkarmaz!" buyurmuştu.
Şimdi Allah üzerine kasem vererek duada bulunuver de, Allah bizlere yardım
etsin!" Bunun üzerine Berâ bin Mâlik de: "Ey Allah'ım, onların bize
teslim veya mağlûb olmaları için Senin üzerine kasem vererek duada bulunuyorum,
onları perişan eyle!" diye dua etti. Onlar da İslâm gazilerine doğru
yaklaşıp teslim olacak gibi yaptılar. Sonra Süs Köprüsüne doğru ilerleyip orada
toplandılar. Derken anîden hücuma geçerek müslümanları sıkıştırmaya başladılar.
Bunun üzerine İslâm gâzileri Berâ'ya tekrar ricada bulunup: "Haydi, Allah
üzerine yemin ederek duada bulun!" dediler. O da daha önceki gibi bir dua
daha yaptı. Bu sefer duasında: "Allah'ım onları yenmemiz için sana karşı
kasem ediyorum ve beni bu savaşta ilk şehîd olan kulun kılmanı senden niyaz
eyliyorum!" dedi. Savaş kızıştı, müslümanlar çok kuvvetli bir hamle
yaptılar, onların bu hamlesine dayanamıyan Fars askerleri hezimet ve
mağlûbiyete uğradılar. Berâ da bu savaşta şehîd düştü."[110]
Buhârî ve Müslim Âişe'den şu hadîsi rivayet etmişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Önceki ümmetlerde
Muhaddes (Allah'ın ilhamına mazhar olan) kullar vardı. Eğer bu ümmette de bir
tek muhaddes zât varsa, İşte o Ömer'dir." [111]
Taberânî ise el-Evsad adını
verdiği hadîs kitabında Ebû Saîd el-Hudrî'den şu hadîsi rivayet eder:
Resûlullah (sallallahü aleyhi
ve sellem) buyurdu:
"Allahü teâlâ'nın gönderdiği bütün Peygamberlerin ümmetlerinde muhaddes
kimseler bulunur! Eğer benim ümmetimde de bunlardan biri bulunursa, İşte Ömer o kişidir!" Oradakiler: "Ey Allah'ın
Resulü, muhaddes kişi nasıl olur?" diye sordular. Peygamberimiz de:
"Melekler onun dili üzerine konuşurlar" buyurdu.
Yine Taberânî, Âişe'den şu hadîsi
rivayet etmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Hiçbir Peygamber gelmemiştir ki, onun ümmeti
içinde bir veya iki muallem zât bulunmasın! Eğer onlardan benim ümmetimde de
biri bulunursa, İşte Ömer o zâttır!"
(Yine Taberânî'nin ve Beyhekî'nin Ali'den naklettikleri bir haber var. Şu mealdedir:
"Peygamber'in (sallallahü aleyhi
ve sellem) ashabı olarak
bizler çok sayıda idik ve kendi aramızda asla şüphe etmeksizin: "Muhakkak
melekler Ömer'in dili üzerine konuşmaktadır"
derdik.)
Beyhekî'nin tek başına
rivayetinde, Târik bin Şihâb'ın şöyle dediği nakledilmektedir: "Bizler
kendi aramızda: "Muhakkak Ömer İbni'l-Hattâb,
bir meleğin lisanı üzere konuşuyor!" derdik."
Hâkim de İbn-i Ömer'in şöyle dediğini rivayet etmektedir:
"Ben, herhangi bir mes'ele hakkında Ömer'in: "Benim
bu husustaki zannım şöyledir" dediğini duyduktan sonra, o şeyin aynen Ömer'in zannettiği gibi olduğunu görmüşümdür"
[112]
Müslim Âişe'den Peygamberimiz'in şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Benden sonra bana en evvel yetişecek olanınız, eli en uzun olanınızdır!" Peygamberimiz'in böyle buyurmasından sonra, hangisi daha eli uzun olacak diye birbirleriyle yarışa (hayır ve sadaka yarışına) girdiler. Eli en uzun olanın Zeyneb olduğunu gördüler. Zira Zeyneb validemiz, kendi eliyle işlediğinden çok ve bol sadaka verirdi."
Beyhekî'nin el-Şa'bî'den olan rivayeti ise şöyledir: "Kadınlar dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, sana ilk önce kavuşacak olanımız, hangimizdir?" Peygamberimiz de: "Eli en uzun olanınızdır!" buyurdu. Bunun üzerine kadınlar, hangisinin elinin uzun olduğunu ölçmeye kalkıştılar. Peygamber'den sonra ilk olarak vefat edenin Zeyneb olduğu görülünce, hayır ve sadakada onun elinin ne kadar uzun olduğunu iyice bilip anlamış oldular." [113]
İbn-i Asâkir Nübit
el-Eğcaî'den şu haberi nakletmiştir: Osman (radıyallahü anh), mushafların
yeniden yazılıp çoğaltılmasını emrettiği zaman (ki onun emriyle yedi adet
mushaf-ı şerif yazılmıştır), Ebû Hüreyre kendisine hitapla şöyle demiştir:
"Çok yerinde bir karar ve emir verdiniz. Ben Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğuna şahit olmuştum:
"Ümmetim içinde beni en çok sevenler; benden sonra gelip de bana
îmân eden, beni görmedikleri halde Mushafta yazılı olanları aynen kabul eden
kimselerdir!"
Ben, Peygamberimiz böyle buyurduğu zaman: "Acaba bu nasıl olacak?"
diye düşünmüştüm. Şimdi sizin yazdırdığınız Mushafları görünce, bunu çok daha
iyi anlamış bulunuyorum." Ebû Hüreyre'nin bu sözü üzerine Osman, çok
memnun olup sevindi ve Ebû Hüreyre'yi de memnun etti. Ayrıca dedi ki:
"Vallahi ben, senin bu zamana kadar Peygamberimiz'e ait biz sözü
söylememiş olacağını zannetmiyordum!"[114]
Müslim Ömer'den rivayetle şu hadîsi nakletmiştir:
"Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) bizlere hitaben:
"Yemen'den bir adam, anacığını orada bırakarak size gelir. Bu adamın
vücûdunda abraşlık (alaca hastalığı) zuhur etmişti de, iyileşmesi için Allah'a
dua etti. Allah da onun bu duasını kabul ederek kendisine şifâ verdi. Ancak
vücûdunda bir dirhem kadar yeri beyaz olarak kalmıştır. Bu adamın adı
Üveys'tir. İçinizden her kim onunla karşılaşırsa, kendisi için istiğfar
edivermesini ondan rica etsin!"
Beyhekî, bir başka tarîk
ile yine Ömer'den şu hadîsi nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Tâbiîn içinde, Karan'lı
ve kendisine Üveys denilen bir adam bulunur. Onun vücûdunda abraşlık çıkar, o
da Allah'a dua eder. Allah onun duasını kabul ederek kendisine şifâ verir. O,
bu duası sırasında der ki: "Ey Allah'ım, bana olan nimetini dâima hatırlıyabilmem
için, bu hastalıktan üzerimde bir nişan kalsın!" İşte bundan dolayı
vücûdunda dirhem miktarı bir beyazlık kalmıştır. İçinizden ona kim yetişecek
olursa, kendisi için onun istiğfar edivermesini ondan rica etsin!" [115]
İbn-i Sa'd ve Hâkim Abdurrâhman bin Ebû Leylâ'dan şu haberi
nakleder: "Biz Sıffîn Savaşında iken adamın biri: "içinizde Üveys
el-Karanî diye birisi var mı?" diye nida etti. Kendisine "evet"
diye cevab verdiler. Sonra Şam'lı adam yine dedi ki: "Ben, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem): "Tâbiîn'in en hayırlılarından
biri de Üveys el-Karanî'dir" dediğini işittim!" Adam, bunu söyledi
sonra atını sürerek onların içine katıldı."
Yine İbn-i Sa'd, Hâkim, bu sefer Üseyr
bin Câbir'den şu haberi nakletmiştir: Ömer,
veysel-Karânî'ye: "Benim için istiğfar ediver" dedi. O da: "Sen
Allah Resûlü'nün arkadaşısın, ben senin için nasıl istiğfar ederim?" dedi.
Ömer bunun üzerine dedi ki: "Ben, Peygamber'in
(sallallahü aleyhi
ve sellem): "Tâbiîn'in
en hayırlısı, Üveys el-Karanî'dir!" buyurduğunu işittim." [116]
Buharî ve Müslim Abdullah bin Selâm'dan, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu rivayet ederler: "Ey Abdullah sen, ölünceye kadar İslâm üzere bulunacaksın!"
Beyhekî ise, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) ona hitapla: "Ey Abdullah, bu şehidlere mahsus olan bir mertebedir, sen buna nail olamıyacaksın" buyurduğunu rivayet eder."
İbn-i Sa'd ile Hâkim Sa'd'dan şu şekilde rivayet eder: "Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bir tabak yemek getirildi. Peygamberimiz bu yemeği yedi ve bir miktar arttı. Buyurdular ki: "Şimdi şuradan cennetliklerden bir adam gelecek, bu artan yemeği yiyecektir." Bunun üzerine Abdullah bin Selâm geldi ve o artan yemeği yedi."
Tayâlisî, İbn-i Sa'd ve Beyhekî Râfi' bin Hudeyc'in torunu Yahya'dan şu haberi nakletmişlerdir:
"Bana ninemin anlattığına göre dedem Râfi', Uhud (veya Huneyn) günü
mızrakla göğsünden yaralandığı zaman Peygamber'e (sallallahü aleyhi
ve sellem) gelip: "Ey
Allah'ın Resulü, oku lütfen çıkarıveriniz!" diyerek mürâcâtta bulunmuş.
Peygamberimiz de kendisine: "Ey Râfi', eğer dilersen oku çıkarıp ucunu
(değir iğini) yerinde bırakayım ve bu suretle de yarın âhirette senin şehîd
olduğuna şahitlik edeyim!" diye karşılık vermiş. Dedem Râfi’ ise bunun
üzerine: "Evet ey Allah'ın Resulü, oku çıkar, iğini bırak, benim
şehidliğime de âhirette şahitlik yapıver!" demiştir."
Râfi' bin Hudeyc, bu olaydan sonra Muâviye'nin halifeliği zamanına kadar yaşamış, Uhud'da aldığı yara kanamaya başlaması üzerine de vefat etmiştir."
Sahihtir kaydiyle Hâkim ve Beyhekî Ümmü Zerr'den şöyle rivayet ederler:
"Vallahi Ebû Zerr'i Osman sürgün ederek Medine'den uzaklaştırmış değildir.
Bilakis bunun sebebi, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) ona hitaben: "Ey Ebû Zerr,
Medine'de yapılan evler tâ Sel' Dağına kadar uzanırsa, hiç durmayıp Medine'den
ayrıl!" İşte Ebû Zerr de, evlerin tâ oralara kadar uzandığını görünce
Medine'yi terk etti ve Şam'a gitti."
Yine Hâkim ile Ebû Nuaym Ümmü Zerr'den şu haberi nakletmişlerdir: "Ebû Zerr
ağır hastalandığı zaman, vefatını yakın görüp şöyle konuştu: "Bir gün ben,
bir topluluk içindeydim. Peygamberimiz bize hitaben buyurdu ki: "içinizden
biri tenhâ bir yerde vefat edecek, mü’minlerden bir topluluk da gelip onun
cenazesine şahit olacaktır!" Bakıyorum da şimdi, o arkadaşlardan her biri
bir kasabada veya bir topluluk içinde vefat etmiş durumda. Tenhâda ve yalnız
olarak vefat edecek kişi, bu durumda ben oluyorum." Ben kendisine dedim
ki: "İyi amma şimdi herkes hacca gitti, yollarda kafilelerin arkası
kesildi, senin cenazene şahit olacak bir cemâat nereden gelecek?" Derken
bir kafile göründü bile. Hızla yanımıza geldiler. Vefat etmek üzere bulunan Ebû
Zerr'in vefatına ve cenazesine şahit oldular ve onu defnettiler."
Ebû Nuaym ve İbn-i Asâkir'in bizzat Ebû Zerr'den rivayet ettiklerine göre o şöyle demiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana, onların beni öldüremeyeceklerini, fitneye düşüremeyeceklerini, dînimden ayıramacayaklarım benim yalnız olarak İslâm'a girdiğim gibi yalnız olarak öleceğimi, kıyamet gününde de yalnız olarak dirileceğimi haber verdi."
Yine Ebû Nuaym'ın Esma bint-i Yezîd'den naklettiği
bir haber de şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Mescid'e gittiği zaman, Ebû Zerr'in
orada uyumakta olduğunu görmüş, ona demiştir ki: "Demek sen burada mı
uyuyacaksın?" Ebû Zerr de şu karşılığı vermiştir: "Benim başka evim
yok ki!" Bunun üzerine Hazret-i Peygamber kendisine: "Peki ileride seni buradan çıkardıkları zaman senin
hâlin nolacak?" buyurmuş, Ebû Zerr de: "Çıkar Şam'a giderim"
demiş. Peygamberimiz: "Peki oradan da çıkarırlarsa?" buyurmuş. Ebû
Zerr de: "Tekrar Medine'ye gelirim" demiş. Peygamberimiz: "Peki
ey Ebû Zerr, Medine'den ikinci defa çıkarırlarsa, ne yapacaksın?"
buyurmuş. Bunun üzerine Ebû Zerr: "Kılıcımı çeker ölünceye kadar onlarla
dövüşürüm" cevabını vermiştir.
Hazret-i Peygamber ise kendisine: "Ben seni, bundan daha hayırlısına delâlet edeyim
mi? Onlar seni nereye yollamak isterlerse oraya gider, onlara itaat edersin ve
bu hususta tâ bana kavuşuncaya kadar devam edersin!" buyurmuştur.
Haris bin Ebû Üsâme, Ebû'l-Müsennâ el-Müleykî'den şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ashabının yanına çıktıkları zaman,
onlara hitaben:
"Uveymir ümmetimin hakimi, Cündeb ise ümmetimin tarîdidir (toplumdan çıkarılmış, uzaklaştırılmıştır)! Cündeb; yalnız olarak yaşar, yalnız olarak ölür ve kendisi için, yalnız Allah kâfidir!"
İbn-i Sa'd'ın Muhammed İbn-i
Şîrînden naklettiği haber de şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Zerr'e hitaben: "Eğer yapılan
binaların Sel Dağı'na kadar uzandığını görürsen Medine'den çık!" buyurmuş,
bunu buyururken de eliyle Şam tarafını işaret etmiştir. Ayrıca: "Onların
seni kendi hâline bırakacaklarını da zannetmiyorum!" buyurmuştur. Bunun
üzerine Ebû Zerr: "Peki yâ Resûlellah, Senin emrinle benim arama girenlere
karşı kılıcımı çekip mücâdele edeyim mi?" demiş, Hazret-i Peygamber de: "Hayır, hayır; bilakis onları
dinle ve onlara itaat et! İsterse başındaki âmir, habeşli bir köle olsun!"
buyurmuştur.
Peygamberimizin dediği olduğu zaman Ebû Zerr, Medine'den ayrılıp Şam'a gitmiştir. O Şam'da iken, oranın valisi Muâviye, halîfe Osman'a bir mektub yazmış ve bu mektubunda: "Ebû Zerr, Şam'da insanları ifsâd ediyor!" diyerek şikayette bulunmuştur. Osman da kendisini Medine'ye çağırmıştır. Sonra Ebû Zerr Medine'den çıkarak Rabze'ye gitmiştir. Kendisini oraya süren Osman'ın bir adamı, onun üzerinde nöbet tutardı. Namaz vakti olunca Ebû Zerr o adama: "Haydi öne geç, namazı kıldır! Zira ben habeşli bir köle bile olsa, basımdaki adama itaat etmekle emrolundum! Nitekim sen de habeşli bir kölesin!" dedi ve onu imamlığa geçirip onun arkasında namazını kıldı."
İbn-i Huzeyme, Beyhekî ve Taberânî Küdeyr el-Dabî'den şu haberi nakletmişlerdir: Arâbînin biri Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip: "Ey Allah'ın Resulü, bana öyle bir ameli haber verip tavsiye buyurunuz ki, ben o amel sayesinde cenneti kazanıp cehennemden kurtulmuş olayım!" dedi. Peygamberimiz de kendisine dedi ki:
"Dâima adaleti ayakta tutar, kazancının fazlasını da hayır ve sadaka olarak harcarsın!" Adamcağız bu tavsiye karşısında: "Vallahi ey Allah'ın Resulü, benim buna gücüm yetmez" dedi. Peygamberimiz ise, tavsiyesini biraz hafifleterek: "O halde, yemek yedirir, selâmı yayarsın!" buyurdu. Adamcağız bu seferinde de: "Bu dahî, kolay değildir" karşılığını verdi. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Senin deven var mı?" diye sordu. Ârâbî de: "Evet" dedi. Peygamberimiz: "Develerinin birini ayırır, onunla sakalık yaparsın. Her gün su içme imkanı bulamayan bir aileye su taşıyıp verirsin. Bu takdirde, deven henüz ölmeden, su tulumun da eskimeden cennet senin için vâcib olur!" buyurdu. Ârâbî bunun üzerine gitti, aynı hayırlı işi yapmaya başladı. Henüz devesi ölmeden, su tulumu da eskimeden şehit olarak ölüp cenneti haketti."
Yukarıda belirtilen kaynakların bu rivayeti hakkında İmâm-ı Münzirî: "Bu hadîsin râvîleri, sahih haber rivayet eden râvîlerdir. Ancak Küdeyr el-Dabî, ashabtan değil tâbiîndendir ve bu hadîs mürseldir" demiştir. Hadisin mürsel olması, zayıf olmasını iktiza eder, zira mürsel rivayetin, delil ve hüccet olabileceği üzerinde ittifak edilememiştir. İbn-i Huzeyme ise, Küdeyr'in sahâbî olduğunu zannetmiş ise de, bu doğru değildir. Aynı zamanda o, (yâni İbn-i Huzeyme), bu rivayeti Sahîh'inde rivayet etmiştir. Ben burada, bunu destekliyen bir başka rivayetin daha bulunduğunu söylemek isterim. O rivayet de şöyledir:
Taberânî, Yahya el-Hamanî hâriç, diğerleri sağlam olan râvîler vasıtasıyla İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet etmektedir: Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) bir adam gelip: "Güzelce yerine getirip edâ ettiğim takdirde beni cennete kavuşturacak olan amel, hangi ameldir?" diye sordu. Peygamberimiz de kendisine: "Sen, içilen ve kullanılan suyu dışarıdan taşınılan bir yerde mi ikâmet ediyorsun?" diye sordu. Adam: "Evet" dedi. Peygamberimiz bunun üzerine kendisine şu tavsiyede bulundu: "Devenle su taşımak için yeni bir su tulumu al, bununla su taşıyarak hayır yap! Tulumun eskiyinceye kadar bu hayırlı işine devam et! Göreceksin ki, sen bu tulumunu hayır yolunda eskitmeden, seni cennete kavuşturacak olan yolu bulmuş olacaksın!"
Müslim Câbir bin Semura'dan şöyle nakleder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Kıyamet öncesinde otuz kadar yalancı deccâller zuhur eder ve bunların hepsi Peygamber olduğu iddiasında bulunur."
Ahmed'in Huzeyfe'den
rivayeti ise şu mealdedir:Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ümmetim içinde yirmi
yedi kadar yalancı ve deccâl zuhur eder. Bunların dört tanesi kadındır. Halbuki
benden sonra Peygamber gelmeyecektir, zira ben; Peygamberlerin
sonuncusuyum."
Abdullah bin Zübeyr'den gelen bir rivayet de şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Otuz kadar yalancı deccâl çıkmadıkça kıyamet kopmaz! Müseylime, el-Ansî ye Muhtar bunlardandır. Arap kabilelerinin en şerlisi ise, hiç şüphesiz Ümeyye Oğullarıdır! Sonra Hanîfe Oğulları ile Sakîflilerdir."
Yine Müslim Esma bint-i Ebû Bekr'den şu haberi
vermiştir: Bir gün Esma, meşhur Haccâc'a hitaben: "Ben işittim ki
Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem), "Sakîf kabilesi
içinde bir büyük kezzâb ile bir mübîr adam vardır! Kezzâb'ın kim olduğunu biz
gördük. Mübîr'e gelince: Bu çok zâlim adam, senden başkası olmasa
gerektir!"
(Beyhekî dahî, bunun benzeri bir haberi, İbn-i Ömer'den rivayet etmiştir.)
İbn-i Sa'd ile Beyhekî Ömer bin el-Hattâb'ın
şu haberini verirler: Adamın biri, Ömer bin el-Hattâb'a
gelip dedi ki: "Ben Irak'tan geliyorum. Oranın halkı, kendi imamlarını taşa
tuttular." Ömer bu haberi alınca çok kızdı ve kalkıp
kendisini toparlayabilmek için namaza durdu. Namazını da yanılmadan kılamadı.
Namazdan sonra ise: "Ey Allah'ım, onlar beni allak-bullak etti, namazınıda
yanılttı. Sen de onları allak-bullak et! Sakîfli genci, bir an önce onlara
musallat kıl! Onların hakkından ancak o gelir. O, onların iyilerinin iyiliğini
kabul etmediği gibi, kötülerinin kötülüğünü de affetmiyecektir!" diyerek
bedduada bulundu."
Ömer, bunları
söylediği zaman, henüz Haccâc-ı Zâlim, dünyaya gelmemişti. Anasından
doğmamıştı. İşte bu sebeble Ebû'l-Yemân der ki: "Ömer, Haccâc'ın günün birinde mutlaka çıkacağını
biliyordu Zira Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu hususu onlara haber vermişti-
Iraklıların imamlarını taşladıklarına dâir haberi alınca, çok kızdı ve
namazında dahî yanıldı. Iraklılara gelecek olan azabın, bir an önce gelmesi
için duada bulundu."
Ahmed ile Beyhekî de Hasan tarikiyle Ali'nin bir haberini
verirler. O, Kûfeliler için demiştir ki: "Allah'ım, bunlar benim
kendilerine olan güvenime ve güven vermeme karşı nasıl hiyânetle mukabele
ettilerse, Sakîfli genci bir an önce gönder de, çalımlı çalımlı yürüyerek
onların üzerine yürüsün de cezalarını versin! Onların içinde câhiliye hükmüyle
yürüteceği hükmünü yürütsün!"
Hasan-ı Basrî der ki: Ali
(radıyallahü anh), böyle bir bedduada bulunduğu zaman, Sakîfli genç (Haccâc-ı
Zâlim), henüz dünyaya gelmemişti.
Yine Beyhekî'nin Hubeyb bin Ebû Sâbit'ten olan rivayeti de şöyledir: Bir gün Ali, adamın birine: "Sen, Sakîfli genci görmeden ölmezsin!" dedi. Adam hayretle sordu: "Sakîfli genç kimdir?" diye. Ali şu karşılığı verdi: "Kıyamet günü kendisine: "Sana cehennem köşelerinden şu köşe yeter!" denilecek olan bir adamdır. Öyle bir adam ki, yirmi veya yirmi küsur yıl iş başında kalır. Ortalığı kırar geçirir. Irtikâb etmedik bir günah bırakmaz. Hattâ günahlardan bir tanesi kalmış olsa, önündeki kapıları kırarak o günaha yine ulaşır ve işler. Kendisine itaat edenler sayısınca itaat etmeyeni öldürür." İtaati olanın sebebiyle, olmayanı katleder."
Buharî'nin Ebû Bekre'den bu hususta çıkardığı haber aynen şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Benim şu oğlum, gerçekten seyyiddir. Ümîd edilir ki Allah kendisi vasıtasıyla müslümanlardan iki büyük cemaatin arasını sulha kavuşturacaktır!"
(Beyhekî de, Cabir'den bunun benzeri bir haberi rivayet etmiştir.)