Mü'min ve Müslüman olduklarında hiç şüphe bulunmadığı halde, ihmalcilikleri yüzünden Tebük seferine Peygamberimiz aleyhisselamla birlikte çıkamayan:
1. Benî Selimelerin kardeşi Ka'b b. Malik,
2. Benî Amr b. Avfların kardeşi Mürâre b. Rebi',
3. Benî Vâkıfların kardeşi Hilâl b. Ümeyye,
4. Benî Salim b. Avfların kardeşi Ebu Hayseme gibi mü'min ve Müslümanlar da vardı. 512
Hilâl b. Ümeyyetü'l-Vâkıfî der ki:
" Vallahi, ben dinimde şek ve şüpheye düşüp seferden geri kalmış değildim.
Ben dayanıklı bir deve satın alabilecek güçte idim.
'Bir deve satın alayım' dedim.
Mürâre b. Rebi' bana rastladı ve bana:
'Ben deve satın alabilecek güçte bir kimseyim, bir deve satın alıp gideceğim' dedi.
Kendi kendime:
'İşte bana arkadaş! Ona yoldaş olurum! ' dedim.
Aramızda:
'Yarın sabaha çıktığımızda iki deve satın alalım, Peygamber aleyhisselama yetişip katılalım. Bu fırsat kaçınlmaz! ' dedik.
Bugün yarın derken, günlerce geciktik durduk.
Resûlullah aleyhisselam ise, beldeleri aşıp gitti.
'Artık bu zaman gidecek zaman değildir! ' dedim.
Hiçbir ev içinde veya dışında, ya özürlü olarak, ya da münafıklığı açıklanarak geri kalanlardan başka bir kimse göremiyor, durumuma üzülerek geri dönüyordum." 513
Ka'b b. Malik de; Akabe'de Peygamberimiz aleyhisselama bey'at edenler arasında bulunduğunu, Bedir gazasıyla Tebük gazasından başka, Peygamberimiz aleyhisselamın yaptığı gazaların hiçbirinden geri kalmadığını bildirdikten sonra, derki:
" Tebük seferinden geri kalışıma gelince; ben, o gazadan geri kaldığım sırada olduğu kadar, hiçbir zaman, güce ve kolaylığa sahip olmadım.
Vallahi, hiçbir vakit, yanımda iki devem birarada toplanmamıştı. Fakat, bu gaza sırasında ise, iki devem birarada toplanmıştı.
Resûlullah aleyhisselamın; Tebük gazasına kadar herhangi bir gazaya çıkmak istediği zaman başka şekilde anlaşılacak bir dil kullanarak maksadını gizlemek, âdeti idi.
Tebük gazasında ise, çok şiddetli sıcaklarda, çok uzak ve tehlikeli bir yolculuğu ve çok sayıdaki bir düşmanla karşılaşmayı göze almak gerektiği için; Müslümanlar ihtiyaçlarını ona göre hazırlasınlar diye, maksadını açıklamış, gitmek istediği yeri habervermişti.
Resûlullah aleyhisselamla birlikte sefere çıkan Müslümanlar da pek çoktu.
Mücahidlerin künyelerini divan defteri almıyordu.
Bu gazada, Allah tarafından vahiy gelmedikçe Resûlullahın bilemeyeceğini sananlardan başka, hiç kimse, gizlenmek, bulunmamak istemiyordu.
Resûlallah aleyhisselam, bu gazaya, meyvelerin yetişip güzelleştiği, ağaç gölgelerinin hoşa gittiği ve ona yönelindiği bir zamanda çıkmıştı.
Resûlullah aleyhisselamla Müslümanlar, bu gaza için hazırlanmaya başladılar.
Ben de, onlarla birlikte, yol hazırlığını görmek üzere sabahleyin evden çıkıp dolaşır, hiçbir iş görmeden akşam üzeri döner gelirdim.
Kendi kendime:
" Hazırlanmaya gücüm ve vaktim var! ' derdim.
Bu ihmalcilik bende sürdü gitti.
Nihayet, bir sabah, Resûlullah aleyhisselamla birlikte Müslümanlar birden yola çıkı vermişlerdi!
Halbuki, ben daha sefer hazırlığından hiçbir hazırlık görmemiştim. Kendi kendime:
'Bir veya iki gün sonra, ben de hazırlanır, onlara yetişir, katılırım! ' dedim.
Tebük mücahidleri Medine'den ayrıldıktan sonra, sabahleyin, hazırlık görmek için çıktım. Yine, hiçbir iş göremeden geri döndüm.
Bu hal bende devam etti durdu.
Nihayet, mücahidler birbirleriyle yarışırcasına hızla yol alarak gittiler.
Arkalarından gideyim de, onlara yetişeyim diye niyetlenmiştim. Keşke bunu yapsaydım. Yapamadım! Bana bu da nasip ve müyesser olmadı.
Resûlullah aleyhisselam Tebük gazasına gittikten sonra çıkıp halk içinde dolaşırken beni en çok üzen, tasalandıran şey, ya üzerlerinde münafık damgası bulunanlardan, ya da Yüce Allah'ın özürlü saydığı kimselerden başkasını göremeyişim idi!
Resûlullah aleyhisselam, Tebük'e varıncaya kadar, beni hiç anmamış!
Tebükte, Müslümanlar arasında oturduğu sırada:
'Ka'b b. Malik ne yapıyor?' diye sorunca, Benî Selimelerden bir adam, ki Abdullah b. Üneys'tir.
'Yâ Rasûlallah! Onu iki parça bürdesi içinde iki tarafa bakınması tutmuş, alıkoymuştur! ' demiş.
Muaz b. Cebel, ona:
'Sen ne kadar kötü birşey söyledin!
Vallahi, yâ Rasûlallah! Biz onun hakkında hayırdan, iyilikten başka birşey bilmiyoruz! ' demiş.
Resûlullah aleyhisselam ise, susmuş, birşey buyurmamış. 514
Resûlullah aleyhisselamın Tebük'ten mücahidlerle birlikte Medine'ye yönelip gelmek üzere bulunduğunu işitince, beni üzüntü sardı.
Artık bir yalan düşünmeye başladım.
Kendi kendime:
'Acaba ne söylesem Resûlullahın gazabından kurtulabilirim! ' diyor ve ailem halkından görüş sahibi olanların hepsinden, bu hususta yardım diliyordum.
'Resûlullah aleyhisselamın Medine'ye gelmesi yaklaştı! ' denilince, benden o boş düşünceler uzaklaştı.
Ben, hiçbir zaman, doğruluktan başka birşeyle bundan kurtulamayacağımı anladım. Doğruyu söylemeye karar verdim.
Nihayet, Resûlullah aleyhisselam sabahleyin Medine'ye geldi.
Resûlullah aleyhisselam, bir seferden döndüğü zaman, ilk önce Mescide varıp orada iki rekat namaz kılar, sonra da halk ile otururdu.
Bu seferde de öyle yapıp oturduğu sırada, Tebük seferinden geri kalanlar kendisinin yanına gelerek özür dilemeye ve özürlerini yeminle desteklemeye başladılar.
Onlar seksenden fazla kişi idiler.
Resûlullah aleyhisselam, onların dış yüzlerine ve yeminlerine bakarak özürlerini kabul ve içyüzlerini Allah'a havale etti. 515
Hummalı ve hastalıklı olduklarını ileri sürerek kendisinden özür dilemiş olan bu kişilere acıdı. 516 Bey'aüarını kabul etti. 517 Kendileri için Allah'tan mağfiret de diledi. 518
O sırada, ben de Resûlullahın huzuruna vardım.
Kendisine selam verdiğim zaman, bana gazaplı bir gülümseyişle gülümsedikten sonra:
'Gel! ' buyurdu.
Yürüyerek yanına vardım ve önüne oturdum.
Bana:
'Seni geride bırakan nedir?
Sen bana yardım etmek üzere Akabe'de sırtına bey'at yüklenmiş değil miydin?' diye sordu. 519
'Evet, 520 yâ Rasûlallah! 521 Ben vallahi sizden başka şu dünya halkından kimin yanında otursam, ileri süreceğim özürle muhakkak onun gazabından kurtulabileceğimi umarım.
Çünkü, ben tartışmada mantıklı ve düzgün konuşma gücü verilmiş bir kimseyimdir.
Fakat, vallahi şunu da iyi biliyorum ki; eğer bugün ben sizi benden hoşnut edecek yalan bir söz söyleyecek olursam, çok sürmez, Allah yalanımı ortaya çıkarır, seni hakkımda gazaplandırır.
Eğer seni hakkımda gazaplandıracak söz söylersem, herhalde bu husustaki kusurum için, Allah'ın affını umarım. Hayır! Vallahi, benim için, ileri sürülebilecek hiçbir özür yoktur! Vallahi, ben senden geri kaldığım zamanda olduğu kadar, hiçbir zaman, sefer için daha güçlü ve daha kolaylıklı değildim! ' dedim.
Bunun üzerine, Resûlullah aleyhisselam:
İşte, Ka'b doğru söyledi! Kalk! Allah senin hakkında hükmünü verinceye kadar bekle! ' buyurdu.
Kalktım. Evime gelirken, Benî Selimeden bazı kişiler benimle birlikte geldiler ve bana:
'Vallahi, biz seni, bundan önce, bir günah işlemiş kimse olarak bilmiyoruz. Ne çare ki, sen seferden geri kalan kişilerin özür diledikleri şekilde özür dilemedin, çok aciz duruma düştün! ? Halbuki, Resûlullah aleyhisselamın senin hakkındaki mağfiret dileği, günahını bağışlatmaya yeterdi! ' dediler.
Vallahi, Selime oğulları beni kınamaya o kadar devam ettiler ki, nihayet, Resûlulah aleyhisselamın yanına dönmek, kendimi yalanlamak istedim! Sonra, onlara:
'Bu duruma düşen, 522 benden başka, 523 benimle birlikte524 bir kimse var mıdır?' diye sordum.
Onlar:
'Evet! İki kişi daha vardır.
Onlarda, Resûlullaha söylediğin sözün benzerini söylediler.
Resûlullah tarafından, onlara da, sana söylendiği gibi söylendi' dediler.
'Kimdir onlar?' diye sordum.
'Mürâre b. Rebi' ile Hilâl b. Ümeyye! ' dediler.
Bu iki zâtın salih ve kendileri ömek tutulacak kişiler olduklarını, 525 Bedir savaşında bulunduklarını526 bana hatırlattılar. 527
Tereddütten vazgeçtim. 523 Sustum. 529
Muaz b. Cebel ile Ebu Katâdeye rastladım.
Bana:
'Sen arkadaşlarının sözlerini dinleme! Doğruluk üzerinde dur!
İnşaallah, Allah senin için bir genişlik, bir çıkar yol yaratır.
Özür sahiplerine gelince; eğer onlar özürlerinde sâdık iseler, Allah onların özürlerini kabul eder ve bunu Peygamberine bildirir' dediler. 530
Resûlullah aleyhisselam, kendisinden seferde geri kalanlardan işte şu üçümüzle konuşmaktan Müslümanları nehyetti.
Halk da bizden çekindiler ve bize karşı yüzlerini ekşittiler.
Nihayet, bana yeryüzü yabancılaştı! O artık benim tanıdığım yer değildi!
Bu hal üzere elli gün kaldık!
İki arkadaşıma gelince, onlarda halktan çekildiler. Evlerinde oturdular. 531 Ağladılar durdular. 532
Ben onların daha genci, daha güçlü ve dayanıklısı idim.
Bunun için, ben dışarı çıkar, namazda Müslümanların yanında bulunur, çarşı ve pazarları dolaşırdım.
Fakat, hiç kimse bana söz söylemezdi.
Namazdan sonra, Resûlullah aleyhisselamın meclisine varıp kendisine selam verir ve içimden:
'Acaba selamıma mukabele için dudaklarını oynatır mı, yoksa oynatmaz mı?' derdim.
Sonra, namazı onun yakınında kılar, kendisine bakmak için fırsat kollardım.
Ben namazıma yöneldiğim zaman, o bana doğru döner, fakat ben ona doğru bakınca o benden yüzünü çevirirdi!
Halkın da bana karşı böyle533 cefalarını açığa vurmalarının, 534 beni terketmelerinin535 uzayıp gittiği bir sırada idi ki, gidip Ebu Katâde'nin bahçe duvarına tırmandım.
Kendisi, amcamın oğlu ve bana halkın en sevgilisi idi.
Selam verdim. Fakat, o vallahi selamımı almadı.
Kendisine:
'Ey Ebu Katâde! Sana Allah adına and veriyorum! Sen benim Allah'ı ve Allah'ın Resûlünü sevdiğimi biliyor değil misin?' dedim.
Sustu.
Andımı tekrarladım. 536
'Ey Ebu Katâde! Sana Allah adına and veriyorum! Sen benim Allah'ı ve Allah'ın Resûlünü sevdiğimi biliyor değil misin?' dedim. 537
Yine sustu.
Üçüncü olarak andımı tekrarlayınca:
'Allah ve Resûlü daha iyi bilir! ' dedi.
Bunun üzerine, gözlerimden yaş boşandı.
Hemen sıçrayıp kalktım, bahçe duvarına tırmandım. 538
Ertesi günü, sabahleyin çarşıya kadar gittim. 539
Medine çarşısında gidip durduğum sırada idi ki, Medine'ye buğday satmaya gelen Şam Nebatîlerinden bir Nebatî:
'Ka'b b. Malik'i bana kim gösterir?' diye soruyordu.
Halk bana işaret ederek beni ona gösterdiler.
Nebatî yanıma geldi ve Gassan kralı540 Haris b. Ebi Şimrveya Cebele b. Eyhem tarafından541 ipek bir bez parçasına542 yazılmış bir yazıyı bana verdi. 543
Ben kâtip idim, okur yazardım. 544
Mektuba bakınca şöyle denildiğini gördüm:
'Bundan sonra derim ki; bana haber verilmiş bulunduğuma göre, sahibin sana eziyet ediyormuş!
Allah seni ne horlanacak, ne de zayi edilecek bir mevkide yaratmıştır.
Sen hemen bizim yanımıza gel, kavuş! Biz sana lâyık ihsanı ve iyiliği yaparız! '
Mektubu okuyunca:
'Bu da, öbürü gibi bir belâ ve ibtilâdır. 545 Benim içine düştüğüm hali haber alan müşriklerden biri, hakkımda umuda düşmüş! ' dedim. 546 Mektubu tandırda yakmaya karar verdim. Hemen götürüp tandıra attım ve yaktım!
Elli günden kırk günü geçince, Resûlullah aleyhisselamın elçisi yanıma gelip:
'Resûlullah aleyhisselam sana kadınından ayrı durmanı emrediyor! ' dedi.
'Kadınımı boşayacak mıyım? Yoksa ne yapacağım?' diye sordum.
Elçi:
'Hayır! Kadınından ayrı bulun, ona yaklaşma! ' dedi.
Resûlullah aleyhisselam, iki arkadaşıma da, bunun gibi haber göndermişti. 547
Resûlullahın elçisi Huzeyme b. Sabit'ti. 548
Kadınıma:
'Haydi, kendi aile halkının yanına git!
Allah şu iş hakkındaki hükmünü bildirinceye kadar, onların yanında bulun' dedim. 549
Hilâl b. Ümeyye salih bir zâttı. Hep ağladı durdu.
Ağlamaktan, kendisinin öleceği sanılıyordu.
Yemekten içmekten kaçınıyor, oruç tutacak olursa iki-üç günü birbirine uluyor, ancak bir yudum su ve biraz süt içiyordu.
Geceleri hep namaz kılıyor, kendisine hiç kimse söz söylemesin diye dışarı çıkmayıp evinde oturuyordu.
Yeni doğmuş çocuk bile olsa, onunla da, Resûlullah aleyhisselamın emrine uymuş olmak için550 muhatap olmuyordu.
Hilâl b. Ümeyye'nin kadını, Resûlullah aleyhisselama gelerek:
'Yâ Rasûlallah! Hilâl b. Ümeyye çok yaşlıdır. Gücü kuvveti yitmiştir.
Kendisinin hizmetçisi de yoktur. 551
Ona benden başka arkadaş olacak, iyi bakacak bir kimse de bulunmamaktadır.
Eğer beni bırakır, ona hizmet etmemi uygun görürsen, bırak da hizmet edeyim. 552
Benim ona hizmet etmemi çirkin görür müsün?' dedi.
Resûlullah aleyhisselam:
'Hayır! Çirkin görmem! Fakat, o sana yaklaşmasın! ' buyurdu.
Kadın:
'Yâ Rasûlallah! Vallahi, onun bana, hiçbir şeye kımıldayacak hali yok!
Vallahi, bu olan iş olalıdan bugüne dek hiç durmadan ağlıyor! 553
Gece gündüz, sakalından gözyaşları dökülüyor. Gözlerinde aklık belirmiştir. 554 Kendisinin gözlerini kaybedeceğinden korkuyorum! ' dedi. 555
Benim aile halkından bazıları:
'Resûlullah aleyhisselam, Hilâl b. Ümeyye'den kadınının hizmet etmesine izin verdi.
Sen de, kadının için Resûlullahtan izin istesen?' dediler.
Onlara:
'Vallahi, ben bu hususta Resûlullahtan izin istemem.
İzin istediğim zaman Resûlullah aleyhisselamın bana ne söyleyeceğini bilemem!
Hem ben genç, dinç bir adamım! ' dedim.
Bundan sonra, on gece daha durdum.
Resûlullah aleyhisselamın halkı bizimle konuşmaktan men edişinden beri elli gecemiz dolmuştu.
Ellinci gecenin sabahında, sabah namazını kılmıştım.
Evlerimizden bir evin damında, 556 Sel' dağının arkasında yaptığım çardakta557 oturuyordum. Öyle bir halde ki, Yüce Allah'ın andığı üzere, bütün genişliğine rağmen yeryüzü başımızı dar gelmekte ve canım son derecede sıkılmakta idi. 558
Tam o sırada, Sel' dağının üzerinde en yüksek sesiyle bir bağırıcının:
'Ey Ka'b b. Malik! Müjde! ' diyerek olanca gücüyle bağırdığını işittim.
Hemen secdeye kapandım!
Anladım ki; artık genişlik, ferahlık gelmiştir.
Resûlullah aleyhisselam sabah namazını kılınca Allah'ın bizim üzerimize tevbesini, nedametlerimizin kabulünü bildirdi de, halk bizlere müjdelemeye gittiler.
İki arkadaşıma da müjdeciler gitti.
Bana da bir kişi (Vâkidî'ye göre; Zübeyr b. Avvam) müjdelemek üzere atını sürmüş ve Eşlem kabilesinden bir müjdeci (Vâkidîye göre; Hamza b. Amr) de koşup Sel' dağının üzerine çıkmıştı.
Onun sesi, attan daha çabuktu ve beni müjdeleyen sesini işittiğim bu zât yanıma gelince, üzerimdeki iki kat elbisemi çıkarıp kendisine müjdelik olarak giydirdim.
Vallahi, o zaman, bunlardan başkasına malik değildim.
İğreti olarak iki kat elbise alıp üzerime giydim." 559
Peygamberimiz aleyhisselamın zevcesi Hazret-i Ümmü Seleme der ki:
" Gece, Resûlullah aleyhisselam, bana:
'Ey Ümmü Seleme! Ka'b b. Malik ve iki arkadaşının tevbesinin kabul olunduğu hakkında bana vahiy nazil oldu! ' buyurdu.
'Yâ Rasûlallah! Onlara hemen adam gönderip müjdeleyeyim mi?' dedim.
Resûlullah aleyhisselam:
'Sen gecenin sonuna kadar onların uyumalarına engel olursun. Sabahlamadıkça, onlar görülmesin! ' buyurdu."
Resûlullah aleyhisselam, sabah namazını kıldırınca, Ka'b b. Malik, Mürâre b. Rebi' ve Hilâl b. Ümeyye'nin tevbelerinin Allah tarafından kabul olunduğunu halka haber verdi.
Zübeyr b. Avvam, Ka'b'a müjdelemek için at üzerinde vadinin içine doğru gitti Ebu'l-A'ver Saîd b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl, Hilâl'e müjdelemek için, Benî Vâkıflara doğru gitti.
Bunu haber verdiği zaman, Hilâl secdeye kapandı.
Saîd b. Zeyd:
'Hilâl uzun süre başını secdeden kaldırmadı. Sevincinden can verdiğini sandım! ' demiştir.
Hilâl b. Ümeyye üzüntüsünden o kadar çok ağlamakta idi ki, öleceğinden korkulmaya başlanmıştı.
Üzüntüsünden, ağlamaktan o kadar zayıflamıştı ki, Resûlullah aleyhisselamın yanına yürüyerek gidemeyecek duruma düşmüş, merkebe binmek zorunda kalmıştı.
Mürâre b. Rebi'i de, Ebu Naile Silkân b. Selâme ile Seleme b. Selâme b. Vakş müjdelediler. 560
Ka'b b. Malik de, Peygamberimiz aleyhisselamın yanına gidişini ve ondan sonrasını şöyle anlatır
" Hemen Resûlullah aleyhisselama gittim.
Halk beni takım takım karşıladılar ve:
'Allah'ın tevbeni kabul buyurması sana kutlu olsun! ' diyerek beni kutladılar
Mescide vanp girdim.
O sırada, Resûlullah aleyhisselam oturuyor, çevresinde de halk bulunuyordu.
Talha b. Ubeydullah kalkıp koşarak geldi, elimi sıktı ve beni tebrik etti.
Vallahi, Muhacirlerden Talha'dan başka kimse bana yerinden kalkmadı.
Talha'dan gördüğüm bu iyiliği hiç unutamam.
Kendisine selam verdiğim zaman, Resûlullah aleyhisselam sevincinden yüzü şimşek çakar gibi çakar bir halde, bana:
'Seni öyle bir günün hayır ve saadetiyle müjdelerim ki; o, ananın seni doğurduğu günden beri geçirdiğin günlerin hayırlısıdır! 561
Sen, hiçbir zaman üzerine doğmamış olan hayırlı güne gel! ' buyurdu. 562
Resûlullah aleyhisselama:
'Bu müjde senin tarafından mı, yoksa Allah tarafından mıdır?' diye sordum.
Resûlullah aleyhisselam:
'Hayır! Benim tarafımdan değil, Allah tarafındandır! ' buyurdu.
Zaten, Allah tarafından sevindirildiği zaman, Resûlullahın yüzü ay parçası gibi parıldardı.
Bunu biz de yüzünün parıltısından anlardık.
Resûlullah aleyhisselamın önüne oturunca:
'Yâ Rasûlallah! Hem tevbemin kabulüne şükür için, hem de Allah'ın ve Resûlünün rızasını kazanmak için, sadaka olarak, malımdan sıyrılıp çıkacağım! ' dedim.
Resûlullah aleyhisselam:
'Malının bir kısmını yanında tut! (Fakirlere hepsini dağıtma! ) Bu senin için daha hayırlıdır?' buyurdu.
'Öyleyse, Hayber'de hisseme düşmüş olan malı yanımda tutar, kendime alıkoyanm!
Yâ Rasûlallah! Allah beni ancak doğrulukla kurtardı.
Artık ben, tevbenin gereği olarak, bundan böyle, sağ oldukça, doğrudan başka birşey söylemeyeceğim! ' dedim.
Vallahi, Resûlullah aleyhisselama bunları andığımdan beri, Müslümanlardan hiçbir kimse bilmiyorum ki; doğru söylemekte Allah'ın bana yaptığı imtihandan daha güzel imtihanını ona yapmış olsun!
Resûlullah aleyhisselama bunları andığımdan bugüne dek, yalan birşey söylemek aklımdan bile geçmemiştir.
Bundan sonra, sağ kaldığım zaman içinde de Allah'ın beni yalandan koruyacağını umarım!
Yüce Allah, Resûlüne:
'Andolsun ki; Allah, Peygamberini, muharebeden geri kalanlara izin verdiğinden dolayı affettiği gibi, içlerinden birtakımının gönülleri hemen hemen eğrilmek üzere iken, güçlük zamanında ona tâbi olan Muhacirlerle Ensarı da tevbeye muvaffak kıldı ve sonra, onların bu tevbelerini kabul buyurdu.
Çünkü, O, çok esirgeyici ve çok bağışlayıcıdır.
Seferden geri bırakılan ve haklarındaki hüküm geciken üç kimsenin tevbelerini de kabul etti.
Çünkü, yeryüzü olanca genişliğiyle birlikte onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı.
Nihayet, Allah'ın hışmından yine Allah'tan başka sığınılacak hiçbir yer olmadığını anladılar da, bundan sonra Allah onlan da eski hallerine dönsünler diye tevbeye muvaffak kıldı.
Şüphe yok ki; Allah, ancak O'dur tevbeyi en çok kabul eden ve esirgeyen!
Ey iman edenler! Allahtan korkunuz!
Bir de, doğrularla beraber olunuz! ' [Tevbe: 117-119] âyetlerini indirdi.
Vallahi, Allah, bana verdiği nimetler içinde; beni İslâm dinine hidayetinden sonra, bence, Resûlullah aleyhisselama doğru söylemekten, ona yalan söyleyip de helak olmuş bulunmamaktan daha büyük bir nimet vermemiştir.
Nasıl ki, Resûlullah aleyhisselama yalan söyleyenler helak olup gittiler.
Çünkü, Allah şu yalan söyleyenler hakkında vahyini indirdiği zaman, herhangi bir kimse hakkında söyleyeceğinin en ağırını söyledi de, şöyle buyurdu:
'Onların yanına döndüğünüz zaman, kendilerini muahezeden vazgeçmeniz için, Allah'a and içeceklerdir.
Öyle olunca da, siz de onlardan sarf-ı nazar ediniz!
Çünkü, onlar murdardırlar, pistirler!
Onların irtikâp etmekte bulunduklarının cezası olarak varacakları yerde, Cehennemdir!
Onlar, kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin edecekler.
Fakat, siz onlardan hoşnut olsanız da, muhakkak ki, Allah o fâsıklar güruhundan hoşnut olmaz! '563
Şu üçümüzün, hani bizden önce Resûlullah aleyhisselamı kandırmak için yemin edip Resûlullah aleyhisselamın da onların yeminlerini ve bey'atlarını kabul ve kendileri için Allahtan mağfiret dilediği o birtakım kimselerin affından elli gün arkaya kalmış bulunan bizlerin işimizi ise, Resûlallah aleyhisselam, Allah'ın hakkımızda vereceği hükme kadar geciktirmişti.
İşte bunun içindir ki, Yüce Allah:
'Hani, şu tevbeleri Allah'ın hükmüne kadar geri bırakılan üç kişiye... ' buyurmuştur.
Bu âyette Allah'ın andığı geri bırakılış, bizim gazadan geri kalışımız değildir.
Fakat, Resûlullah aleyhisselamın bizim üçümüzü, tevbemizi, kendisine yemin eden ve kendisinden özür dileyip de özürleri kabul olunanların tevbelerinden geri bırakışıdır." 564
-------------------------------------
512. İbn İshak, İbn Hişam , Sîre, c. 4, s. 162, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 996-997, İbn Sa'd Tabakâtü'l-kübrâ, c. 2, s. 166, Taberî, Târih, c. 3, s. 143.
513. Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 997-998.
514. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 176-177, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 997, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 456 457, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 130-131, Taberî, Tefsir, c. 11, s. 59.
515. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 177, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1049, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 457, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 131.
516. Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1049-1050.
517. Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 131.
518. Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1050, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 131.
519. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 177, Vâkıdî, c. 3, s. 1050, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 457, Buhârî, c. 5, s. 131.
520. Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 131.
521. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 177, Vâkıdî, c. 3, s. 1050, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 457.
522. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 177-178, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1050, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 457, 458 Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 131-132.
523. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 178, Vâkıdî, c. 3, s. 1050.
524. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458, Buhârî, c. 5, s. 132. f, c. 5,
525. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 178, Vâkıdî, c. 3, s. 1050-1051, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458, Buhârî, c. 5, s. 132.
526. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458, Buhârî, c. 5, s. 132.
527. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 178, Vâkıdî, c. 3, s. 1051, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458, Buhârî, c. 5, s. 132.
528. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458, Buhârî, c. 5, s. 132.
529. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 178.
530. Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1050.
531. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 178, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1051, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 458, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 132.
532. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458, Buhârî, c. 5, s. 132.
533. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 178, Vâkıdî, c. 3, s. 1051, Ahmed b. Ahmed, c. 3, s. 458, Buhârî, c. 5, s. 132.
534. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 178, Vâkıdî, c. 3, s. 1051, Buhârî, c. 5, s. 132.
535. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458.
536. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 178, Vâkıdî, c. 3, s. 1051, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 457, Buhârî, c. 5, s. 132.
537. Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1051.
538. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 178, Vâkıdî, c. 3, s. 1051, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458.
539. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 178, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1051.
540. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 177-179, Vâkıdî, c. 3, s. 1051, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 458, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 132.
541. Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1051.
542. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 179, Vâkıdî, c. 3, s. 1051.
543. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 179, Vâkıdî, c. 3, s. 1051, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458, Buhârî, c. 5, s. 132.
544. Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458.
545. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 179, Vâkıdî, c. 3, s. 1052, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458, Buhârî, c. 5, s. 132.
546. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 179, Vâkıdî, c. 3, s. 1052.
547. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 179, Vâkıdî, c. 3, s. 1052, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458, Buhârî, c. 5, s. 133.
548. Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1052.
549. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 179, Vâkıdî, c. 3, s. 1052, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458, Buhârî, c. 5, s. 133.
550. Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1052.
551. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 179, Vâkıdî, c. 3, s. 1052, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 458, Buhârî, Sahîh, c. 5, s. 133.
552. Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1052.
553. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 179, Vâkıdî, c. 3, s. 1052, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458, Buhârî, c. 5, s. 133.
554. Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1052.
555. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 179, Vâkıdî, c. 3, s. 1052.
556. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 179, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1052, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 458 Buhârî, Sahih, c. 5, s. 133.
557. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 180, Vâkıdî, c. 3, s. 1052.
558. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s. 179, Vâkıdî, c. 3, s. 1053, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 458, Buhârî, c. 5, s. 133.
559. İbn İshak, İbn Hişam, c. 4, s: . 180, Vâkıdî, c. 3, s. 1053, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s: . 458-459, Buhârî, c. 5, s. 133-134.
560. Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1053-1054.
561. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 180, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1054, Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 459, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 134.
562. Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1054.
563. Tevbe: 95-96.
564. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 4, s. 180-181, Vâkıdî, Megâzî, c. 3, s. 1054-1055, Ahmed b. Hanbel, c. 3, s. 459, Buhârî, Sahih, c. 5, s. 134-135.