EL-HASÂİSÜ'L-KÜBRÂ |
| |
22 TAMAMEN MÂNEVİ BÂZI ŞEYLERİ BİRER CİSİM ŞEKLİNDE VE SURETİNDE GÖRMEĞE DÂİR MUCİZELER |
Sahihtir kaydiyle Beyhekî Selmân'dan şu
haberi nakletmektedir: "Bir gün ben, Peygamberimizin ashabından bir
topluluk içinde idim. Bu topluluk, Allah'ı zikretmekle meşgul idi. Derken
bulunduğumuz yere Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) teşrif ettiler. Bize doğru yönelip yaklaştılar. Ashâb da
O'nun gelmekte olduğunu görünce, O'na olan tazınıleri sebebiyle sözü kestiler.
Peygamberimiz: "Ne söylüyordunuz?" diye sordu ve ilâve buyurdu:
"Ben, sizin yakınınızdan geçerken baktım, sizlerin üzerine inmekte olan
ilâhî rahmeti gördüm. Sizlere bunda ortak olabilmem için, buraya yaklaşıp
aranıza katıldım.[2]
İbn-i Asâkir, Sa'd bin Mes'üd'dan şu haberi rivayet eder:
"Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) birgün oturuyordu.
Derken nazarim yukarı çevirdi ve az sonra yere indirdi. Tekrar yukarı baktı.
Niçin böyle yaptığını sormaları üzerine de: "Şu ön taranmızdaki topluluk,
Allah'ı zikrediyordu. Bu sebeble üzerlerine melekler, ilâhî sekîneyi indirdi.
Derken içlerinden biri, bâtıl bir söz sarfetti. Bu sebeble de üzerlerine inmiş
bulunan sekîne yukarı çekildi."
(Bu haber, mürseldir).
Beyhekî, Ebû Nuaym, İbn-i Merdûye ve Târih'inde Buhârî Enes'ten şöyle rivayet ederler: "Birgün
ben, Peygamber'le (sallallahü aleyhi
ve sellem) Mescid'e gittim.
Orada bazıları ellerini kaldırmış Allah'a dua ediyorlardı. Peygamberimiz bana
sordu: "Onların ellerinde ne olduğunu görüyorum. Bunu sen de görüyor
musun?" Ben: "Ey Allah'ın Resulü, onların ellerinde ne vardır?"
dedim. Peygamberimiz de bana: "Nûr vardır!" buyurdu. Bunun üzerine
ben: "Ey Allah'ın Resulü, dua buyurunuz da Allah bunu bana da
göstersin!" ricasında bulundum. Peygamberimiz dua buyurdular ve yüce
Allah, o nuru bana da gösterdi."[3]
İbn-i Sa'd ve Beyhekî, Sa'd'ın hizmetçisi Ümmü Tarık'tan şöyle rivayet etmektedirler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) evine gelip selam verdi ve içeri girmesine izin verilmesini istedi. Sa'd ses çıkarmadı. Peygamberimiz üç defa izin talebinde bulundu. Cevab alamayınca dönüp gitti. Durumu gören ve üzülen Sa'd, beni koşturdu ve Hazret-i Peygamber'e yetişip: "Ey Allah'ın Resulü, bizler sâdece sizin selâmınızı ve bu duanızı, tekrar tekrar alabilmek isteğiyle size cevab vermemiştik" diyerek özür dilememi tembihledi. Ben de Hazret-i Peygamber'in evine giderek Sa'd'ın sözünü kendisine ulaştırdım. Bu sırada kapıda değişik bir ses duydum, fakat hiçbir şey göremedim. Bu sese Hazret-i Peygamber: "Sen kimsin?" diye sordu. O da: "Ben, Ümmü Müldem denilen sıtma hastalığıyım" karşılığını verdi. Hazret-i Peygamber, kendisini iyi karşılamadı ve ona hitaben: "Sana merhaba yok, ehlen demek de yok" dedi. Sonra: "Kubâ ehline gitmek mi istiyorsun?" dedi. O da: "Evet" cevabını verdi. Peygamberimiz de: "Peki onlara git!" buyurdu. [4]
Beyhekî'nin Câbir bin Abdullah'tan olan rivayeti ise şöyledir: "Sıtma hastalığı, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gelip izin istedi. Peygamberimiz ona: "Sen kimsin?" diye sordu. O da: "Ümmü Müldem denilen sıtma" cevabını verdi. Peygamberimiz: "Kubâ'lılara gitmek mi istiyorsun?" dedi. O da;. "Evet" karşılığını verdi. Peygamberimiz de: "Peki" diyerek izin verdi. Sıtma oraya gitti ve onlar onun yüzünden çok çektiler. Hazret-i Peygamber'e gelip hallerini arz ettiler. Peygamberimiz de kendilerine: "İsterseniz, size şifâ vermesi için Allah'a dua ederim, isterseniz sabredersiniz, hastalık da günahlarınıza keffâret olur!" buyurdu. Onlar da: "Ey Allah'ın Resulü, sabredelim de günahlarımıza keffâret olsun!" dediler.
Yine Beyhekî'nin Selmân'dan rivayeti: "Sıtma, gelip Peygamber'den (sallallahü aleyhi ve sellem) izin istedi. Peygamberimiz ona "kim" olduğunu sorduğunda: "Ben sıtmayım! Bedenleri eritir, kanları emerim" dedi. Peygamberimiz de: "Haydi Küba'ya git!" buyurdu. Sıtma Küba'ya gitti. Onlar da Hazret-i Peygamber'e gelip hallerini arzettiler. Sıtmanın şiddetinden sapsarı kesilmişlerdi. Hazret-i Peygamber kendilerine: "Dilerseniz size şifâ vermesi için Allah'a dua ederim. Dilerseniz sabredersiniz, hastalık da günahlarınızdan arınmanıza vesîle olur" buyurdu. Onlar da "sabredelim" dediler.[5]
Buharî ve Müslim Üsâme bin Zeyd'den şöyle rivayet ederler. O
demiştir ki: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Medine'deki kalelerden birinden sarkarak
buyurdu ki:"
"Benim görmekte olduğumu sizler de görebiliyor musunuz? Ben,
gerçekten fitnelerin vukua geleceği yerleri görmekteyim!"[6]
Beyhekî ve sahihtir
kaydiyle Hâkim, Zeyd bin Erkam'dan şöyle rivayet
eder: "Bir gün biz, Ebû Bekr el-Sıddîk'ın yanında idik. O, su içmek
istedi. Kendisine bal şerbeti getirdiler. Bunu eline alan Ebû Bekir, ağlamaya
başladı ve yanındakileri de ağlattı. Yanındakiler: "Ya Ebâ Bekr, neden
ağlıyorsunuz?" diye sordular. O da dedi ki: "Bir gün ben, Peygamberin
(sallallahü aleyhi
ve sellem), bir şeyi
üzerinden defetmekle meşgul olduğunu gördüm. Fakat onun üzerinden defetmeye
çalıştığı şeyi göremiyordum. Kendisine dedim ki: "Ey Allah'ın Resulü, siz
neyi defetmeye çalışıyorsunuz?" Buyurdular ki: "Dünyâ bana temessül
edip göründü. Ben de kendisine: "Haydi defol!" diye mukabele
ediyordum. Nihayet onu üzerimden defettim. Fakat o da giderken bana şöyle
diyordu: "Sen benden kurtuldun amma senden sonrakiler
kurtulamayacaklar!"
Hafız Bezzâr, bu hususla ilgili bir rivayetini, şu
sözlerle yapmaktadır: Peygamberimiz buyurdu: Dünya bana uzanıp sokulmak istedi.
Fakat ben ona: "Benden uzak ol!" dedim. O da benden uzaklaştı. Fakat
uzaklaşırken şöyle söyledi: "Evet, ben sana ulaşamıyacağım!" [7]
İmâm-ı Ahmed de Kitabü'z-Zühd
adlı eserinde Atâ bin Yesâr'dan şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: Dünya bana, gayet tatlı ve
güzel bir şekilde geldi. Bana sokulup kendisini kabul ettirmek istedi. Fakat
ben ona: "Sen bana lâzım değilsin, benden uzak ol!" diyerek karşılık
verdim. O da bana: "Her ne kadar sen benden uzak kalsan da, senden başkası
benden uzak kalamaz!" diyerek çekip gitti,"[8]
Bezzâr, Ebû Ya'lâ, Taberanî ve İbn-i Ebî'd-Dünya iyi tarikler ile Enes'ten şöyle rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Cebrâîl bana geldi, elinde bir ayna vardı. Bembeyaz parlayan bu aynanın içinde siyah bir nokta vardı. Bunun sırrim ondan sordum. O da dedi ki: "Bu, Cum'a, Günüdür. Rabbin bunu sana ve senin ümmetine bir bayram olarak lutfetmektedir." Ben daha sonra:'Peki bu siyah nokta nedir?" diye sordum. Cebrâîl de: "Bu da, Cum'a Günündeki duaların kabul olunduğu saate işarettir" dedi. [9]
İmâm-ı Ahmed ve Taberani Abdurrahman bin Âişe el-Hadramî’den, o da Peygamberimizin ashabının
birisinden şöyle rivayet eder: "Bir gün kuşluk vakti Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), bizim yanımıza geldi. Kendileri çok
iyi bir durumda idi, sevinç ve sürurundan yüzü gülüyordu. Biz, Ondan bunun
sebebini sorduğumuzda, şu karşılığı verdiler:
"Şimdi ben, neden memnun ve mesrur olmayayım? Geceleyin Rabbim
bana en güzel bir surette geldi (tecellî etti) de buyurdu ki: "ey Muhammed!"
Ben de: "Buyur Rabbim, buyur!" dedim. Rabbim buyurdu ki: "Mele-i
Âlâ (yüce topluluk), hangi hususta birbiriyle ihtilaf ve münakaşa
etmektedirler?" Ben de Rabbim'in bu sorusuna cevaben:
"Bilmiyorum" dedim. Bunun üzerine Rabbim, elini iki omuzum arasına
koydu. Öyle ki, bu sırada ben, onun serinliğini göğsümde hissettim ve sonunda
bana yerin ve göklerin melekûtu tecellî etti."
Bunu Peygamberimiz'den rivayet eden der ki: Bundan sonra Peygamberimiz,
Kur'an'ın şu mealdeki ayetini okudu: "Böylece biz, İbrahim'e de kesin
İnananlardan olsun diye, göklerin ve yerin melekûtunu gösteriyorduk." [10]
(Bu hadîs, aslında pek çok tarîklerden rivayet edilmektedir ve metni
hayli uzundur. Biz burada kısa kestik.[11]
Musannafında İbn-i Ebî Şeybe, Abdurrahmân bin Sâbıt'tan rivayet
eder. O şöyle demiştir: "Rasulullah bir hadîslerinde şöyle buyurmuştur:
"Yüce Allah bana en güzel bir surette tecelli buyurup dedi ki:
"Mele-i Âlâ, hangi hususta birbiriyle çekişmektedirler?" Ben de
cevaben dedim ki:
"Rabbim, benim bu hususta bir bilgim yoktur."
Bunun üzerine Rabbim elini iki omuzum arasına koydu ve ben bu sırada
O'nun elinin serinliğini iki göğsüm arasında hissettim. Bundan sonra bana ne
sordu ise, büyük bir rahatlık içinde cevablandırdım."
Bunu Bezzâr da Sevbân'dan rivayet etmiştir. Onun
bu rivayetinde de şu ifadeler bulunmaktadır:
"Derken yerde ve göktekilerin melekûtu gözümün önünde
canlandırılıp bana gösterildi."
Yine Bezzâr'ın bu konuda İbn-i Ömer'den de bir rivayeti bulunmaktadır.
Onun bu rivayetinde ise aynen şöyle denilmiştir:
"Ben, namazgahımda namazımı kılmış uzanmıştım. Derken ağırlık
basıp uyumuşum. Derken Rabbim Tebâreke ve Teâlâ hazretleri bana en güzel bir
şekilde tecellî buyurup sordu." ilâ âhirihî.
Taberânî'nin Ebû Ümâme'den
rivayeti ise şöyledir:
Rabbim bana en güzel bir surette tecellî buyurup sordu: "Ey Muhammed,
şu Mele-i Âlâ, hangi konuda birbiriyle çekişip durmaktadırlar?" Ben:
"Bilmiyorum" dedim. Bunun üzerine Rabbim, elini iki göğsümün arasına
koydu da bu makamda bana ne sordu ise, cevâbını bildim ve verdim." ilâ
âhirihî [12]
İbn-i Mâce Fâtıma binti'l-Hüseyn
tarîki ile babası Hüseyn'den şu haberi rivayet eder: "Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) oğlu Kâsım, yedi günlük çocuk iken
vefat ettiği zaman Hâdice dedi ki: "Eğer yüce Allah, ona süt emme süresini
tamamlayıncaya kadar ömür verseydi, çok sevinecektim." Bunun üzerine
Peygamberimiz: "Onun süt emme süresini tamamlaması, cennette olacaktır"
buyurdu. Hadîce de dedi ki: "Ey Allah'ın Resulü, ben bunun böyle olacağını
bilseydim, şüphesiz onun ayrılığına dayanmam daha kolay olurdu."
Hadîce'nin bu sözü üzerine Peygamberimiz buyurdu ki: "Ey Hâdice,
eğer istersen onun sesini sana duyurması için Allah'a dua edeyim." Hâdice
de buna, şu karşılığı verdi: "Hayır ey Allah'ın Resulü, zira bunun böyle
olduğuna dâir Allah'ı ve O'nun Resûlü'nü tasdik etmem, benim için
kâfidir."
Yine Ahmed ve Bezzâr Câbir'den şöyle rivayet ederler; "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Neccar oğullarından birine ait bir
hurma bahçesine girmişti. Vaktiyle cahiliye zamanında Neccar oğullarından
ölenlerin kabirlerinde azab olunmakta olduklarını duyunca, derhal oradan dışarı
çıktı ve ashabına, kabir azabından Allah'a sığınmalarını emretti."
Müslim Zeyd bin Sabit'in
şöyle dediğini rivayet eder: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), kendisine ait bir katıra binmiş
vaziyette Neccar Oğullanndan birinin hurma bahçesine girmişti. Katır birdenbire
ürktü ve neredeyse Peygamberimiz'i düşürecekti. Orada beş-altı kadar kabir göze
çarpmakta idi. Peygamberimiz: "Bunların ne zaman vefat ettiklerini bilen
var mı?" diye sordu. Birisi: "Bunlar, câhiliye zamanında
öldüler" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Eğer hepinizin toptan
helak olmanızdan korkmasam, onların azâb içinde çıkardıkları iniltileri sizlere
de duyurması için Allah'a dua ederdim. Fakat bu taktirde sizler hepiniz
ölürdünüz ve cenazelerinizi kadıracak kimse bulunmazdı."
Buhârî ve Müslim İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet ederler:
"Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) şöyle buyurdu:
"Bu iki kabrin sahihleri azab olunmaktadırlar. Azab sebebleri ise çok
büyük değildir. Bunlardan birisi, bevilden istibra etmediği için; diğeri ise
kişiler arasında söz taşıdığı için bu azaba maruz kalmıştır."
Peygamberimiz böyle buyurduktan sonra eline yeşil bir dal aldı ve onu
ikiye ayırarak her bir parçasını bir kabrin üzerine koydu. Kendisine niçin
böyle yaptığı sorulunca da: "Umulur ki, bu dallar kuruyuncaya kadar bu
kişilerin azabının hafifletilmesine vesile olur." [13]
İbn-i Cerîr Kitâbus-Sünneh adlı eserinde Ebû Ümâme'den şu haberi
vermektedir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine Kabristanına geldiği zaman, gözüne iki yeni kabir
ilişti ve şöyle buyurdu: "Siz bu kabirlere, fülân ve fülân kişileri mi
defnettiniz?" Oradakiler: "Evet" dediler. Peygamberimiz de:
"Şimdi o fülân kişi kabrinde azab olunmağa başladı. Varlığım elinde olan
Allah'a yemin ederim ki, ona öyle bir darbe indir diler ki, onu insanlar ve
cinlerden başka bütün varlıklar işittiler. Eğer kalblerinizdeki karışıklık ve
fazla konuşmanız olmasaydı, raunakkak şimdi benim duyduğumu sizler de duyardınız.
Şimdi öbür kabirdeki de aynı şekilde azab olunmaktadır. Kendisine indirilen
darbenin şiddetiyle bütün kemikleri kırılmış ve kabri ateşle dolmuştur."
Oradakiler dediler ki: "Ey Allah'ın Resulü, acaba bunların
günahları ne idi?" Peygamberimiz de şu cevabı verdiler: "Bu iki
kişiden şu adam, bevilden sakınmazdı. Öteki ise, insanları yerip
çekiştirirdi."
İmâm-ı Ahmed, güzel senedle
Cabir bin Abdullah'tan şöyle nakleder: "Bir gün biz, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte idik. Bir anda çirkin bir
koku duyuldu. Resûlullah Efendimiz: "Bu çirkin koku nedir biliyor
musunuz?" diye sordu ve şöyle buyurdu: "Bu, mü’minleri çekiştirip
gıybet edenlerin kokusudur!"
İsbehânî el-Tergîb adındaki kitabında Cerir bin Abdullah'tan şöyle
rivayet eder: "Biz, Peygamber'le (sallallahü aleyhi ve sellem) bir sahraya uğradık. Bir binitli,
binitini bize doğru hızla sürerek yaklaştı ve yanımıza geldi. Peygamberimiz
ona: "Nereden geldiğini" sordu. O kişi de: "Malımın, evladımın
ve aşiretimin yanından geliyorum" karşılığını verdi. Peygamberimiz:
"Peki nereye gidiyorsun?" buyurdu. O da: "Ben, Allah Resülü'nün yanına
gidiyorum!" dedi. Peygamberimiz de: "Gerçekten isabet ettin ve Allah
Resulüne kavuşmuş bulunuyorsun!" buyurdu ve ona İslâm'ı talim ve tebliğ
eyledi. O sırada adamın devesi, köstebeğin eşeleyip toprağını çektiği yere
basınca tepe-taklak yere yığıldı. Adam da devesinden tepe-taklak düşerek vefat
etti. Bunun üzerine Efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) de buyurdu ki: "Ben bu adamın vefatı sırasında, iki
meleğin cennet meyvelerinden getirip onun ağzına verirlerken gördüm."
Buhârî ve Müslim, Esma'dan şu
haberi naklederler: "Bir gün Güneş tutulmuştu. Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisini ibadete vererek namaz kıldı,
dualar edip Allah'a hamd ve senalarda bulundu. Sonra buyurdu ki:
"Ben, bana bundan önce gösterilmemiş bulunan söyleri burada
gördüm! Bunlar bana bir bir burada gösterildi. Hattâ cennet ve cehennem bile
gösterildi."
Yine Buhârî ve Müslim İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet ederler: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) zamanında Güneş tutuldu. Peygamberimiz
kendisini ibadete verip namaz kıldı. Sonra ashabına döndü. Ashab dediler ki:
"Ey Allah'ın Resulü, biz senin önce bir şey tutacakmış gibi elini uzattığını,
sonra yüzünden bir şeyi defetmeye çalıştığını gördük. Bunun sebebi ne
idi?" Peygamberimiz de şu cevabı verdi: "Ben önce bu makamımda
cenneti gördüm ve onun nimetlerinden bir salkım almak için elimi uzatmış
bulundum. Eğer onu alabilmiş olsaydım, dünyanın sonuna kadar ondan yerdiniz de
o tükenmezdi. Daha sonra da cehennemi gördüm. Onun alevinin şiddetinden
sakınmak için olacak ki, yüzümden bir şeyi defediyor gibi yaptım ve ben,
bugünkü kadar dehşetli bir manzara hiç görmedim. Yine gördüm ki, cehennem
ehlinin çoğunluğunu kadınlar teşkîl ediyordu."
Hakim Enes'ten şöyle
rivayette bulunur: "Bir
Bunun sebebini sorduğumuzda: "Bana şu makamımda cennet arz edildi.
Onun meyve ağaçlarının dallarını, meyvelerinin çokluğundan sarkmış ve bana
doğru yaklaşmış gördüm. Ondan bir şey tutup almak istedim ve bana şuracıkta
cehennem dahi arz edilip gösterildi. Hatta ben, kendimin ve sizlerin gölgesini
cehenneme aksetmiş olarak gördüm. Yani o bana, bu derece yakından gösterildi.
Sizinle benim aramdaki yerde."
Buhârî ve Müslim'in, îmran bin
Husayn'dan rivayetleri ise şöyledir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: Ben, cennete ve cehenneme
muttali olup gördüm. Cennet ehlinin çoğunun fakirler, cehennem ehlinin çoğunun
da kadınlar olduğunu müşahede ettim."
Hâkim Âişe'den şu haberi nakletmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben, cennete girdim ve
orada birisinin Kur'an okumakta olduğunu duydum. Bunun kim olduğunu sorduğumda
bana şu cevab verildi: "Bu Kur'an okuyan, Harise bin Nûmân'dır! İşte
iyiler böyledir, iyiler böyledir!"
İbn-i Asâkir, Ebû Bekir bin Ayyaş tarikiyle Humeyd'den, o da Enes'ten
şöyle rivayet eder: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Ben cennete götürüldüm ve orada bana bir
köşk gösterildi. Bu köşkün kime ait olduğunu sorduğumda bana: "Ömer İbni'l-Hattab'a aittir" dediler. Ben,
aynı zamanda o köşke girip içini de görmek istedimse de ey Ömer, senin kıskançlığını hatırlayarak bu
isteğimden vazgeçtim."
Hadîs'in râvîsi Ebû Bekir bin Ayyaş der ki: "Ben bu hususta Humeyd'e:
"Bu, uykuda mı olmuştur, yoksa uyanıkken mi olmuştur?" diye sordum. O
da bana: "Uyanıkken olmuştur" diye cevab verdi."
Buhârî Ebû Hüreyre'den
şu haberi nakletmiştir: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Ben, Amr bin Amir el-Huzel'yi
cehennemin alevleri içinde ve barsakları dışarı çıkmış bir vaziyette azab
olunmakta iken gördüm. Zira o, tevhid dininde ilk olarak putlar namına hayvan
bırakmayı -ve onlara tapınmayı- icad eden adamdır."
(Yine Buhârî'nin Âişe'den de bu mealde bir rivayeti vardır. Sa'dece fark:
"Cehennem ateşini, alev dalgalarını birbiriyle vuruşur bir halde
gördüm" tabirinden ibarettir).
Hakim sahihtir kaydiyle
Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet eder: "Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: "Cebrâîl benim elimden tutup cennete götürdü ve
ümmetimin cennete gireceği kapıyı bana gösterdi." Peygamberimiz bunu
buyurduğu zaman, yanındaki Ebû Bekir: "Ey Allah'ın Resulü, o sırada
sizinle beraber olup cennetin kapısını görmeyi çok isterdim" dedi.
Peygamberimiz de ona cevaben: "Ey Ebû Bekir, gerçekten sen, ümmetimden ilk
cennete girecek olan kimsesin!" buyurdu.
Buhârî'nin Sahîh'ine almayıp Târih'inde zikrettiği, Hâkimin de sahihtir kaydıyla naklettiği bir habere göre, Ümeyye bin Muhaşi şöyle demiştir; "Bir gün adamın biri, bir şey yiyordu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de ona bakıyordu. Adam, o sırada Besmele çekmeyi unutmuştu. Yiyeceğini bitirdikten sonra: "Bismillahi evvelehû ve âhirahû" diyerek Besmele çekti. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Şeytan, hep onunla beraber yiyordu. Fakat adam Besmele'yi çekince, şeytan bütün yediklerini çıkarmak zorunda kaldı."
------------------------
[10] En'am suresi, 75.