EL-HASÂİSÜ'L-KÜBRÂ |
| |
23 PEYGAMBERİMİZİN ASHABININ MELEKLERİ GÖRDÜĞÜNE VE ONLARIN KELAMINI İŞİTTİĞİNE DAİR BUNDAN ÖNCE ANLATILMAMIŞ OLAN BAZI HABERLER |
Buharî ve Müslim, Ebû Osman el-Nehdî'nin şöyle dediğini
naklederler: Bana ulaşan habere göre, Cebrâîl (aleyhisselâm) Peygamberimiz'e gelmiş, bu sırada
Peygamberimiz'in yanında Ümmü Seleme varmış. Cebrâîl bir miktar konuştuktan sonra gitmiş. O gidince
Peygamberimiz, Ümmü Seleme'ye onun kim olduğunu sormuş. Ümmü Seleme de
Dıhyetü'l-Kelbî demiş."
Ümmü Seleme der ki: "Ben, gerçekten onu Dıhyetü'l-Kelbî sanmıştım.
Fakat Peygamberimiz'in Cebrâîl hakkındaki sözlerini işittikten sonra,
onun Cebrâîl olduğunu anlamış oldum."
Bu haberin ravisi Ebû Osman el-Nehdî'ye: "Sen bunu kimden
duydun?" diye sormuşlar. O da: "Üsâme'den işşittim" cevabını vermiştir.
Yine Buharî ve Müslim Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), insanların arasında bulunuyordu. Bir
adam gelip: "îman nedir?" diye sordu. Peygamberimiz de: "îman;
Allah'a Onun meleklerine, kitaplarına, rasüllerine inanmandır. Aynı zamanda
öldükten sonra dirilmeye de inanmandır."
Gelen adam: "Peki, İslâm nedir?" diye sordu. Peygamberimiz
de: "İslâm; Allah'a ibadet edip hiç bir şeyi O'na ortak koşmaman, namazı
dosdoğru kılman, zekatı eksiksiz olarak vermen, ramazan orucunu tutmandır."
Peygamberimiz'in bu cevabından sonra gelen adam: "Peki ihsan nedir?"
dedi. Peygamberimiz de: "İhsan; Allah'a sanki O'nu görüyormuşsun gibi
ibadet etmendir. Zira her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da, muhakkak O seni hep
görmektedir."
Gelen adam, bu cevabı aldıktan sonra da: "Kıyamet ne zaman
kopacaktır?" diye bir soru yöneltti. Peygamberimiz de onun bu sorusuna:
"Bunu, sorulan kişi soran kişiden daha iyi biliyor olamaz! Fakat ben sana,
onun alâmetlerinden haber verebilirim! Şöyle ki: Bir câriye, hanım efendisini
doğurduğu, sığır çobanlarının yüksek binalar yapmak için birbirleriyle yarış
ettikleri zaman, bil ki kıyamet yaklaşmış demektir. Malum beş şey vardır ki,
onları Allah'tan başka kimse bilmez. Kıyametin ne zaman kopacağını bilmek de,
bu beş şeye dâhildir ki, onu Allah'tan başkası bilemez" cevabını verdi."
Sonra, o soruları yönelten adam gitti. Peygamberimiz de: "Haydi,
gidip o adamı geri çağırınız!" buyurdu. Arkasından koşturdular ise de,
kimseyi göremediler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) de bunun üzerine: "O Cebrâîl idi, insanlara -böyle sorular sorarak- dînini öğretmek
için gelmişti" buyurdu. [1]
Ebû Mûsâ el-Medînî el-Mârife adlı kitabında Temim bin Seleme'den şu
haberi nakleder: "Bir gün ben, Peygamberin (sallallahü aleyhi ve sellem) yanındaydım. Adamın biri Peygamberimiz'in
yanından ayrılıp gitti. Başına güzel bir sarık sarmış, sarığının ucunu da
arkasına sarkıtmış bir vaziyette idi. Ben Hazret-i Peygamber'e: "Ey Allah'ın elçisi, bu adam kimdir?" diye
sordum. O da bana: "Bu, Cebrâîl'dir"
buyurdu.
Ahmed, Taberânî ve Beyhekî sahih bir senedle Harise bin Nûmân'dan şöyle rivayet ederler:
"Bir gün ben, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) uğradım. O'nun yanında Cebrâîl vardı. Selâm verdim ve çekip gittim. Tekrar Peygamberimizle buluştuğum
zaman, bana sordu: "Ey Harise, sen bana uğradığın zaman yanımda kim vardı,
gördün mü?" dedi. Ben de: "Evet" karşılığını verdim. Buyurdu ki:
"O Cebrâîl idi ve sen selam verdiğin zaman, o da
sana selam vermişti."
Yine Hârise'den İbn-i Sa'd'ın çıkardığı haber de şöyledir:
"Ben hayatımda Cebrâîl'i iki defa gördüm." [2]
Ahmed ve Beyhekî İbn-i Abbâs'tan şöyle rivayet ederler: "Bir gün ben, babamla birlikte
Rasulullah'ın (sallallahü aleyhi
ve sellem) yanında idim.
Rasulullah'ın yanında birisi vardı ve fısıltı halinde O'nunla konuşuyordu. Ben
ve babam oradan ayrılıp çıktık. Babam bana dedi ki: "Amcanın oğlunu gördün
mü? Hiç bizimle ilgilenmedi! Sanki bizimle konuşmak istemiyordu." Ben
dedim ki: "Babacığım, O'nun yanında bir adam vardı ve O'nunla konuşuyordu.
Bu yüzden bizimle ilgilenemedi." Babam, Rasulullah'ın yanındaki adamı
görmemişti. Bu yüzden geri dönüp Hazret-i Peygamber'e aramızda geçenleri anlattı ve O'na: "Senin yanında
demin birisi mi vardı?" diye sordu. Peygamberimiz de bana hitaben: "Ey
Abdullah, sen onu gördün mü?" dedi. Ben de: "Evet" karşılığını
verdim. Bunun üzerine Peygamberimiz: "O, Cebrâîl idi ve ben bu yüzden sizinle ilgilenemedim" buyurdu.
Yine İbn-i Abbâs'tan İbn-i Sa'd'ın rivayeti de şöyledir: "Ben, hayatımda Cebrâîl'i iki defa gördüm ve Allah Resulü benim için
iki defa dua buyurdu."[3]
Hâkim'in İbn-i Abbâs'tan
rivayeti ise şöyledir: "Ben, Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) yanında Cebrâîl'i gördüğüm zaman Peygamberimiz bana hitaben: "Ey
Abbâs'ın oğlu Abdullah, Peygamber olmayan birisi Cebrâîl'i gördüğü zaman, muhakkak gözlerine âmâlık gelir. Fakat bu
(gözlerinin kör olması), senin başına ömrünün sonunda gelecektir!"
buyurdu. [4]
Taberânî ve Beyhekî Muhammed bin Seleme'den şu haberi rivayet
ederler: "Ben, Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'e uğramıştım. O, bir adamla başbaşa vermiş konuşuyordu.
Kendilerini meşgul etmemek için geçip gittim. Sonra dönüp geldiğimde
Peygamberimiz bana: "Demin niçin selam vermeden geçip gittin?" dedi.
Ben de: "Sizi öyle görünce sözünüzü kesmeyi hoş görmedim" karşılığını
verdim ve yanındaki o zatın kim olduğunu sordum. Peygamberimiz de: "O, Cebrâîl idi" buyurdu.
Hakim, Âişe'nin şöyle dediğini nakleder: "Bir gün Cebrâîl'i, benim odama gelip Rasulullah ile görüşürken
gördüm. Rasulullah'a: "Bu kimdir?" diye sordum. O da bana: "Kime
benzettin?" dedi. Ben: "Dıhyetü'l-Kelbî'ye benziyor" dedim.
Peygamberimiz de bana: "Sen Cebrâîl'i gördün" buyurdu.
Ve çok geçmeden bana hitaben dedi ki: "Ey Âişe, İşte Cebrâîl sana Allah'ın selâmını veriyor!" Ben de buna karşılık: "Ey
Allah'ın Resulü, ben de ona Allah'ın selâmını sunuyorum! O, ne hayırlı bir
konuktur" dedim."
İbn-i Ebî'd-Dünyâ ve İbn-i Asâkir Muhammed bin
el-Münkedir'den şöyle rivayet ederler: "Bir gün Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Bekir'in evine gitti ve onu
şiddetli bir şekilde hastalanmış olarak gördü. Onun yanından çıktığı zaman
doğruca Âişe'nin yanına geldi ve ona babasının hastalığını
haber vermek istedi. Derken arkadan Ebû Bekir çıkageldi. İçeri girmek için izin
istedi. Âişe'de "babam geldi" dedi ve onu
içeri aldı. Peygamberimiz bu hale teaccüb edip şaştı. Ebû Bekir de durumu şöyle
açıkladı: "Ey Allah'ın Resulü, sen benim yanımdan ayrılır ayrılmaz bana
bir uyku bastı. Uyurken bana Cebrâîl geldi ve
burnumdan bir ilaç döktü. Ben de onun içirdiği bu ilacın te'siriyle derhal
ayağa kalktım ve arkandan yetiştim."
Müslim İmrân bin
Husayn'dan şöyle rivayet eder: "Vaktiyle melekler bana selam verirler ben
de onların selamını duyar ve alırdım. Vaktaki yaramı ateşle dağladım, bu hâl
benden zail oldu. Sonra bunu terkettim ve önceki hâlime tekrar kavuştum."
Tirmizi Târih'inde, Beyhekî ve Ebû Nuaym, Gazâle'nin şöyle dediğini
naklederler: "İmrân bin Husayn, bizlere evin süpürülüp tertemiz yapılmasını
emreder, biz de bunu yapardık. Ve
"es-Selâmü aleyküm, es-Selâmü aleyküm!" diye selam sesleri duyardık.
Fakat selam verenleri görmezdik."
Tirmizi, bu haberi naklettikten sonra der ki: "Bu onlara
meleklerin selam vermesidir."
Ebû Nuaym, Yahya bin Saîd
el-Kattân'ın şöyle dediğini nakleder: "Biz Basra'da idik. Bize,
Peygamber'in ashabından İmrân bin Husayn'dan daha faziletli biri gelmemiştir. İmrân
bin Husayn tam otuz sene müddetle evinde meleklerin selâmını alıp
durmuştur!"[5]
İbn-i Sa'd ise, Katâde'den şu haberi nakletmiştir: "Melekler İmrân
bin Husayn ile müsâfaha ederlerdi. Fakat o, yarasını ateşle dağladığı zaman bu
hâl kendisinden zail olmuştur."
Buhârî ve Müslim Üseyd bin
Hudayr'dan şu haberi vermektedirler: "Bir
(Bu haber, Üseyd bin Hudayr'dan çeşitli tarikler ile rivayet
edilmiştir. Bunlardan birinde: "Oku ey Üseyd! Gerçekten sana Âl-i Davud'un
mezamiri (Dâvûdî ve güzel bir sadâ ile okuyuş) verilmiştir" denilmektedir
ve gerçekten de Üseyd'in sesi çok güzeldi ve çok güzel okurdu. Ebû Nuaym'in çıkardığı haberde ise: "Ey
Üseyd, o senin gördüğün, Kur'an dinlemeğe gelen melek idi" buyurulmuştur.
Yine Ebû Nuaym'in bir başka tarîkten olan rivayeti
de, bu mealdedir).
Ebû Ubeyd Fedâilul-Kur'ân adlı kitabında Muhammed bin Cerir bin
Yezîd'den şu haberi nakletmiştir ki ona da Medine'li bazı üstadlar
nakletmiştir: Şöyle ki: "Bir gün Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) sordular: "Ey Allah'ın Resulü, bu
Rasulullah da şu cevabı verdiler: "Belki o, sabaha kadar Bakara
Sûresini okuyup durmuştur." Bunun böyle olup olmadığını bizzat Sabit'in
kendisinden sorduklarında, o da: "Evet, Bakara Sûresini okudum"
karşılığını vermiştir.
İbn-i Ebî Şeybe ve Beyhekî Avf bin Mâlik el-Eşcai'den şöyle naklederler:
"Biz, Peygamber (sallallahü aleyhi
ve sellem) ile birlikte
seferde idik. Derken ben Peygamberimiz'i kaybettim. Hemen O'nu aramaya çıktım.
Ararken Muaz bin Cebel ile Abdullah bin Kays'ın ayakta durmakta olduklarını gördüm
ve onlara: "Rasulullah Efendimiz nerede?" diye sordum. Onlar da
dediler ki: "O'nun nerede olduğunu biz de bilmiyoruz. Ancak vadinin üst
tarafından bir ses duyduk ve burada bekliyoruz." Ben de orada beklemeye
başladım. Az sonra Rasulullah efendimiz geldi ve şöyle buyurdu:
"Rabbim'den bana elçi geldi ve beni, ümmetimden yarısını cennete koymak
ile şefaat arasında seçim yapmak durumunda bıraktı. Ben de şefaatçi olmak şıkkını
seçtim."
İbn-i Ebil'd-Dünya Kitabü'z-Zikr adlı eserinde Enes bin Mâlik'in şöyle
dediğini nakleder: "Bir gün Übeyy bin Ka'b: "Mescid'e gidip kendimi
ibadete vereceğim, namaz kılıp dua edeceğim! Allah'a öylesine hamd ü senalarda
bulunacağım ki, şimdiye kadar hiçbir kimse öylesine hamdetmemiş olsun!"
Böyle deyip Mescid'e vardı. Namazını kıldıktan sonra hamd ü senaya başlıyacağı
sırada arkasında birisinin yüksek sesle şöyle dua etmeye başladığını duydu:
"Allah'ım, bütün hamd sanadır. Bütün mülk senindir! Hayrın tamamı
senin elindedir, gizli ve aşikar bütün işler de sana rücu eder! Hamd ancak
sanadır. Sen her şeye kadirsin! Geçmiş günahlarımı bağışla, geleceğin kötülüklerinden
de beni sakla! Bana, razı olacağın tertemiz ve güzel ameller nasib eyle! Benim
duamı ve tevbemi kabul eyle!"
Übeyy, Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) gidip durumu aynen arz etti. Peygamberimiz de kedisine:
"O, Cebrâîl (aleyhisselâm) idi" buyurdu.
Buhârî ve Beyhekî Numan bin Beşir'den şöyle rivayet ederler:
"Bir gün Abdullah bin Revaha, ansızın bayılıverdi. Kız kardeşi dehşete
kapılıp: "Ey benim dağım, ey benim dayanağım!" diye feryada başladı.
Bir müddet sonra kendisine gelen Abdullah bin Revaha, kız kardeşine dedi ki:
"Sen benim hakkımda o sözleri sarfederken, bana da hep sual açtılar ve:
"Sen demek onun dağı mısın? Sen onun dayanağı mısın?" diyerek
sıkıştırdılar." [6]
Taberani'nin İbn-i Ömer'den olan rivayeti de şöyledir:
"Bir gün Abdullah bin Revaha bayılmıştı. Sanki kıyamet kopmuş gibi
kadınlar feryad ediyordu. Derhal Peygamberimiz onun yanına geldi. Abdullah az
sonra kendine geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü, ben baygın iken kadınlar:
"Vah benim dağım, vah benim dayanağım!" diye feryad ediyor,
bir melek de elinde demir bir çekiç ile başucumda duruyor ve bana: "Demek
sen böyle misin?" diyordu. Ben ise "hayır" diyerek cevab
veriyordum. Eğer "evet" deseydim, muhakkak onunla beni
dövecekti."
İbn-i Sa'd Ebû İmran el-Cuni'den
de buna benzer bir rivayet vardır.
Taberani Hasan-ı Basri'den
şöyle rivayet eder: "Bir gün Muaz bin Cebel'e baygınlık gelmişti. Kardeşi
de: "Vah benim dağım, dayanağım!" diye feryad ediyordu. Kendine
geldiği zaman Muaz dedi ki: "Ey kardeşim, bugün bana çok eza verdin!"
Kardeşi ise: "Ben, asla sana eza vermek istemem" dedi. Muaz da dedi
ki: "Ben baygın iken sen: "Vah dağım, dayanağım!" diye feryad
ediyordun, bir melek de başucumda durup; "demek sen böyle misin?"
diyerek beni sıkıştırıyordu. Eğer ben ona "evet" deseydim, muhakkak
bana azab edecekti."
İbn-i Ebü'd-Dünya, Hakim ve Beyhekî Abdurrahman bin Avfın oğlu İbrahim'den şu
haberi nakletmişlerdir: "Abdurrahman bin Avf şiddetli bir şekilde
hastalanmıştı. Derken bayıldı. Etrafındakiler ise onun öldüğünü zannetiler ve
onun üzerini örterek dağıldılar. Bir müddet sonra Abdurrahman kendine geldi ve
şöyle dedi: "Ben baygın iken iki şiddetli melek geldi ve bana: "Haydi
bizimle gel, muhakeme olunacaksın!" dediler. Beni alıp götürürlerken iki
melek karşımıza geldi. Bu iki melek ise, öncekilerin tersine çok merhametli ve
nazik idi. "Bu adamcağızı nereye götürüyorsunuz?" dediler. Önceki iki
melek de: "Muhakeme olunmağa" cevabını verdiler. Onlar da dediler ki:
"Siz bu adamı serbest bırakınız! Zira bu adam, kendisi için Allah'ın
saadeti nasib buyurduğu kimselerdendir!" Bunun üzerine beni serbest
bıraktılar."[7]
Buhârî ve Nesaî İbn-i Sîrîn tarikiyle Ebû Hüreyre'den şöyle rivayet ederler; "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) beni, Ramazan'da toplanan zekatı korumam için görevlendirdi. Bu sırada biri gelip eliyle zekat hurmasından almaya başladı. Ben kendisini yakalayıp: "Seni, Peygamberimiz'e götüreceğim!" dedim O da bana yalvarmaya başladı ve: "Ben muhtaç bir adamın, çoluk çocuğum var, şiddetli bir sıkıntı içindeyim, ne olur beni serbest bırak" dedi. Ben de acıyıp kendisini bıraktım. Sabahleyin Peygamberimiz'in yanına gittiğimde bana: "Ey Ebû Hüreyre, akşam yakaladığın esirini ne yaptın?" diye sordu. Ben de: "Ya Rasulallah, halinden şikayet edince onu serbest bıraktım" dedim. Peygamberimiz de bana: "O sana yalan söyledi." ve o yine gelecektir" buyurdu. Peygamberimizin böyle buyurması sebebiyle ben de onun tekrar geleceğine muhakkak nazarıyla bakıp onu gözetlemeye başladım. Derken o yine geldi ve eliyle yiyecekten doldurmaya başladı. Kendisini yakalayıp: "Bu sefer seni muhakkak Hazret-i Peygamber'e çıkaracağım!" dedim. O da bana yine yalvarmaya başladı ve: "Ben çok fakir bir kimseyim ve şiddetli bir ihtiyaç içerisindeyim. Beni serbest bırakırsan bir daha gelmem" dedi. Ben de kendisine yine acıdım ve bir daha gelmeyeceğine söz verdiği için onu serbest bıraktım.
Sabahleyin Peygamberimiz'in yanına gittiğim zaman: "Ey Ebû Hüreyre, geçen geceki esirini ne yaptın?" diye sordu. Ben de durumu anlattım. O da bana buyurdu ki: "O muhakkak yine gelecektir ve sana yine yalan söylemiştir." Ben kendisini üçüncü defa gözetlemeye başladım. O da üçüncü defa gelip yine yiyecekten doldurmaya başladı. Ben derhal kendisini yakalayıp Hazret-i Peygamber'e çıkarmak istedim ve kendisine: "Bu üçüncü defadır ki, her seferinde tekrar gelmeyeceğine söz veriyor fakat tekrar geliyorsun. Bu seferinde muhakkak seni Peygamber'in huzuruna çıkaracağım" dedim. O yine yalvarmaya başladı ve dedi ki: "Eğer beni serbest bırakırsan, sana kendisinden faydalanacağın bazı kelime ve dualar öğretirim" dedi ve: "Yatağına uzanacağın zaman, Ayetel Kürsi'yi sonuna kadar oku! Bu takdirde Allah seni koruyacak bir melek gönderir ve sana şeytan yaklaşamaz, sabaha kadar şeytan şerrinden emin olursun!" diye tavsiyesini yaptı. Ben de dayanamayıp yine kendisini bıraktım ve sabahleyin durumu Hazret-i Peygamber'e haber verdim. Peygamberimiz de bana dediler ki: "Evet o, tam bir yalancı olduğu halde bu sefer doğru söylemiştir! Ey Ebû Hüreyre, o kim idi biliyor musun?" Ben de: "Bilmiyorum" diye cevab verdim. Buyurdular ki: "O, şeytanın kendisi idi." [8]
(Nesaî, İbn-i Merduye ve Ebû Nuaym'in Ebû'l-Mütevekkil tarikiyle yine Ebû Hüreyre'den bir rivayetleri bulunmaktadır ki, aşağı-yukarı bu mealdedir.)
Buhari Tarih'inde, Taberânî, Beyhekî ve Ebû Nuaym, sağlam bir senedle Muaz bin Cebel'den şöyle rivayet etmektedirler: "Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) zekat hurmaları teslim edildiği zaman, ben bunları bir odada toplayıp sakladım. Sonra baktım her gün bu yiyecekte bir eksilme oluyor. Durumu Hazret-i Peygamber'e şikayet ettim. O da bana buyurdu ki: "Bu iş, şeytanın işidir. Onu gözetle ve yakala!" Ben de bunun üzerine geceleyin beklemeye başladım. Vakit biraz ilerleyince baktım fîl suretinde biri geldi ve kapıya yaklaşınca aralıktan başka bir surette içeri giriverdi. Zekat hurmasından sür'atle yutmaya başladı. Ben de kendimi toparlayıp: "Eşhedü en la ilahe illallah ve enne Muhammeden Rasulullah!" diye bağırdım ve: "Ey mel'un sen ne yapıyorsun? Müslümanların zekat malına mı musallat oldun? Onlar ise buna senden daha muhtaç değiller mi? Vallahi seni Rasulullah'a götüreceğim!" dedim ve onu yakaldım. O da bir daha gelmeyeceğine yeminler ederek söz verip yalvardı. Ben de kendisine acıyıp serbest bıraktım.
Sabahleyin Rasulullah'a gittiğimde: "Yakaladığın esir ne yaptı? diye bana sordu. Ben de durumu anlattım. Buyurdular ki: "O muhakkak bir daha gelecektir. Onu gözetle!" Ben de gözetlemeye başladım. O ikinci gece yine geldi ve önceki gece yaptığını yaptı. Ben de kendisini yakaladım. Fakat o, yine yalvarmaya başladı ve bir daha gelmeyeceğine yeminler edip söz verdi. Ben ertesi günü, durumu yine Rasulullah'a haber verdiğimde Rasulullah bana: "Hayır o sözünü bozacak, yine gelecektir!" buyurdu. Ben de onu gözetlemeye başladım. O üçüncü gece yine geldi ve önceki gecelerde yaptığını yapmaya başladı. Ben ise derhal onu yakaladım. "Ey Allah'ın düşmanı, bana bir daha gelmeyeceğine dair iki gece söz verdiğin halde bu üçüncü gelişindir!" diyerek çıkışıp azarladım. O ise, kendisine acındırmaya ve ta Nusaybinden geldiğini söylemeye başladı. "Eğer, buraya kadar bir yiyeceğe rastlamış olsaydım gelmezdim. Ben ise aslında yoksulum, çoluk çocuk sahibiyim. Biz, daha önceleri sizin bu şehirde bulunurduk. Fakat sizin Peygamberiniz gönderildikten sonra O'na iki ayet indirildi, bundan sonra biz Medine'den kaçmak zorunda kaldık. Bu iki ayetin okunduğu herhangi bir evde biz, asla barınamayız. Eğer şimdi sen beni serbest bırakırsan, o iki ayetin hangileri olduğunu sana haber veririm" dedi. Ben de: "Hadi söyle, seni serbest bırakayım" dedim. O da dedi ki: "O iki ayet: Ayetel-Kürsi ile, Bakara Suresinin sonundaki Amenerrasûlü ayetinin sonuna kadar olan kısmıdır." Bunun üzerine ben de kendisini bıraktım. Sonra Rasulullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) gittim ve durumu haber verdim. O da bana buyurdu ki: "O çok yalancı olduğu halde, bu sefer mecburen doğru söylemiştir!"
(Beyhekî'nin Büreyde'den olan bir rivayeti bulunmakta ve o da aşağı-yukarı bu manaya gelmektedir. Fakat ondaki tavsiyede: "Kendin ve malın için Ayetel-Kürsi'yi oku!" denilmektedir.)
Ahmed, Tirmizî (Hasendir kaydiyle), Hâkim (Sahihtir diyerek) ve Ebû Nuaym Ebû Eyyûb el-Ansârî'den, Taberânî'nin güzel bir senedle Ebû Üseyd el-Sâidî'den olan rivayeti de yine bu mealdedir. Kişinin kendisi ve malı için Ayetel-Kürsiyi okuduğu zaman, şeytan ve cin şerrinden emîn olacağı istikametindedir.
Ebû Ya'lâ, sahihtir kaydiyle Hakim, Beyhekî ve Ebû Nuaym, Übeyy bin Ka'b'ın şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: "Benim iki hurma sergim varda. Bunları kurutmak için sermiş ve beklemekte idim. Derken hurmanın eksilmekte olduğunu gördüm. Geceleyin beklemekte iken, yeni yetişmiş bir oğlan çocuğu büyüklüğünde bir yaratığın geldiğini gördüm. Kalkıp kendisine yaklaştım ve selam verdim. O da selamla karşıladı. Kendisine: "Sen nesin, inni misin, yoksa cinni misin?" diye sordum. O: "Ben bir cinniyim" dedi. Elini bana uzat, dedim. O da uzattı. Baktım eli, köpek eli gibi ve kıllı. Bunun üzerine: "Evet, sen bir cinnisin" dedim ve niçin böyle yaptığını sordum. O şu karşlığı verdi: "Biz senin çok cömert olduğunu duyduk, bu sebeble yiyeceğinden biraz almak istedik." Ben kendisine: "Sizden kurtulmanın yolu nedir?" dedim. O da: "Ayetel-Kürsi'dir" cevabını verdi. Sabahleyin bunu Peygamber'e (sallallahü aleyhi ve sellem) arz ettim, O da şöyle buyurdu: "Habis, mecburen sana doğru söylemiş!"
(İbn-i İshak tarikiyle Ebû'ş-Şeyh'in de bir rivayeti var. Zeyd bin Sabit'ten sevkedilen bu rivayette aşağı-yukarı böyle denilmektedir).
Ebû Ubeyd Fedailü'l-Kur'an adlı eserinde, Dârimî, Taberani, Beyhakî ve Ebû Nuaym, İbn-i Mes'ud'dan şöyle rivayet ederler: "Adamın biri, Medine sokaklarından birinde şeytanla karşılaştı. Şeytan o adamla güreşmeye başladı. Adam, şeytanı tutup yere vurdu. Şeytan o adama yalvarıp: "Beni bırak, sana hoşuna gideceğin bir şey öğreteceğim" dedi. O da bıraktı. Şeytan şöyle dedi: "Sen Bakara Suresini okuyor musun?" O da: "Evet" diye karşılık verdi. Şeytan tekrar dedi ki: "Bir evde eğer bu sureden bazı ayetler okunursa, şeytan o evden kaçar."
İbn-i Mes'ud'a sordular: "Medine sokaklarından birinde şeytan ile karşılaşan ve onu yıkan adam, kimdi?" İbn-i Mes'ud da: "O adam, Ömer İbni'l-Hattab idi" cevabını verdi."
Taberani güzel bir senedle Hafsa validemizin azadlısı Sedise'nin şöyle dediğini nakleder: "Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu: Gerçekten şeytan, Ömer'in müslümanlığı kabul etmesinden sonra ne zaman onunla karşılaşsa, muhakkak ondan kaçar olmuştur!"
Ebû'ş-Şeyh El-Azamet adlı kitabında ve Ebû Nuaym, Ali bin Ebû Talib'ten şöyle rivayet ederler: "Biz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte seferde idik. Peygamberimiz Ammar'a buyurdu ki: "Git, bize su getir!" Ammar da su getirmek için yola çıktı. Yolda kendisine şeytan karşı çıkmış ve onu suya bırakmak istememiş, Ammar, siyah bir köle şeklinde karşısına çıkan şeytana, yolundan çekilmesini söylemiş, dinlemeyince de onu yakalayıp yere sermiştir. Şeytan da kendisine yalvarıp: "Beni bırak, ben de senin yoluna engel olmaktan vazgeçeyim!" demiş. Ammar da onu bırakmış. Fakat o, serbest kaldıkdan sonra tekrar Ammar'a engel olmak istemiş, Ammar da kendisini yakalayıp yere sermiştir. Tekrar onun yalvarması üzerine serbest bırakmış ve bu hal üçüncü defa yine tekerrür etmiştir. Tam bu sırada, Ammar'ı su getirmesi için yola çıkaran Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); "Gerçekten şeytan, Ammar'ın yolunu kesip ona engel olmak istemiştir. Fakat Allah Ammar'a güç verip kendisini şeytana muzaffer kılmıştır" dedi.
Olayın ravisi Ali der ki: Biz Ammar'ı karşıladık ve bu husustaki Hazret-i Peygamberin verdiği haberden kendisine bahsettik. O da bize dedi ki: "Ben onu, siyahi bir köle zannettim, eğer şeytan olduğunu bilseydim, vallahi onu öldürürdüm.
(Sahihtir kaydiyle Beyhekî'nin ve Ebû Nuaym'in Ammar'dan bir rivayeti daha vardır ki, o da aşağı-yukarı bu mealdedir.)
İbn-i Sa'd ile İbn-i Rahuye ise, yine Ammar bin Yasir'den şu haberi naklederler: "Ben, Rasulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte ins ile de, cin ile de savaştım!" O, böyle söylediği zaman: "Sen cin ile nasıl savaştın?" diye sordular. O da şu cevabı verdi: "Ben, Peygamberimizle birlikte seferde idim. Bir yere inmiştik. Kuyudan su getirmek üzere kırbamı ve kovamı alıp gittim. Kuyunun başına vardığım zaman, savaşçı siyahi bir adam ansızın karşıma çıktı ve: "Vallahi bugün bu kuyudan bir kova dahi su alamıyacaksın!" diyerek beni tehdid etti. Ben de derhal kendisine saldırıp onu yakaladım. O da benim yakama yapışıp bana engel olmak istedi. Fakat ben kendisini tuttuğum gibi yere serdim. Sonra elime bir taş rast geldi. Onu alıp adamın ağzını ve yüzünü bu taşla vurarak parçaladım. Sonra onu zararsız hale getirdiğimden emin olarak kovamı su ile doldurdum, çekip kırbama boşalttım ve su dolu kırbamı alarak Rasulullah'a getirdim. Rasulullah bana: "Kuyunun başında bir adama rastladın mı?" diye sordu. Ben de durumu kendisine haber verdim. Peygamberimiz de o adamın, şeytan olduğunu bildirdi."
Beyhekî ashabtan birinden şu haberi çıkarmıştır: "Ben, karanlık bir gecede Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte seferde idim. Bir adamın Kul ya eyyühal-kafîrûn suresini okumakta olduğu duyuldu. Rasulullah Efendimiz de buyurdu ki: "Şu el-Kafîrûn Suresini okumakta olan adam, muhakkak şirkten beridir, uzaktır!" Sonra biz bir müddet daha yolumuza devam ettik. Yine bir adamın Kul hüvallahü ehad suresini okumakta olduğunu duyduk. Bunun üzerine de Peygamberimiz: "Şüphesiz bu sureyi okumakta olan şu adam, Allah'ın mağfiretine mazhar olmuştur!" buyurdu.
Bu sırada ben, bu sureyi okumakta olan o adamın, kim olduğunu anlamak istedim ve bu maksatla hayvanımın başını çekip sağıma-soluma dikkatli bakındım. Fakat hiçbir kimseyi göremedim."