Feth sûresinin 1. âyetinde geçen " feth" sözü; lügatta, kapalı şeyi açmak, kapalılığı gidermek demektir. 552
Feth; hüküm ve kaza mânâsına da kullanılır ki, müşkil ve kapalı dâvaları halletmek demek olur. 553
Kureyşîlerle yapılan anlaşma, nimetin en büyüğü olup, Peygamberimiz aleyhisselama apaçık bir hüküm ve hükümet yolunun açıldığını ifade eder. 554
Gerçekten de, müşrikler, Uhud'da ve Hendek'te kökünü kazımak istedikleri İslâm devlet ve hükümetini ilk defa olarak Hudeybiye muahedesiyle, ister istemez kabul etmiş, tanımış bulunuyorlardı.
İmam Zührî, Hudeybiye muahede ve musalahasının sonucunu, Peygamberimiz aleyhisselamın bu yoldaki hadislerinden* yararlanarak şu sözleriyle açıklar:
" İslâm'da, Hudeybiye musalahasından önce, ondan daha büyük bir fetih olmamıştır.
Müslümanlarla müşrikler nerede karşılaşırlarsa, aralarında ancak vuruşmalar, çarpışmalar olurdu.
Hudeybiye barışı olunca, harp ve çarpışma bırakıldı.
İki taraf, birbirlerinden emniyet ve selamette kaldılar. Birbirlerine kavuşup karıştılar. Sözde ve dâvalarda birbirlerine yardım etmeye başladılar.
İslâmiyetten kime söz açılsa, o biraz düşünmekte ve hemen ona girmekte idi.
İki yıl içinde İslâmiyete girenler, bundan önce o güne dek Müslüman olanların sayısı kadardı ve daha da çoktu. 555
İbn Hişam, buna şu sözleri ekler
" Cabir b. Abdullah'ın söylediğine göre; Resûlullah aleyhisselam, Hudeybiyeye 1400 kişinin başında gitmişti.
Bundan iki yıl sonra, Mekke'nin fethi yılında ise, 10. 000 kişinin başında gitmiştir ki, bu, Zührî'nin sözünün yerinde olduğunu gösterir. 556
Bu müddet içinde İslâmiyet, Arabistan'ın her köşesine yayılmış ve açıklanmış, müşriklerin harpte ve şirkte en ileri gidenlerinden Amr b. Âs, Halid b. Velid ve benzerleri Müslüman olmuşlardı. 557
Hudeybiye musalahası üzerine, Müslümanlar müşriklerle biraraya gelmeye ve onlara Kur'ân-ı Kerîm dinletmeye, İslâmiyet üzerinde onlarla açıktan açığa ve korkusuzca konuşmaya, Müslümanlıklarını gizleyenlerde onu açığa vurmaya başlamışlardı. 558
Halbuki, Hudeybiye barışından önce, iki taraf birbirine karışamıyordu. Barıştan sonra ise, müşrikler Medine'ye serbestçe geliyorlar, Müslümanlarda Mekke'ye serbestçe gidiyorlar; orada ev halkları, dostları ve başkalarıyla oturup kalkıyorlardı.
Artık, Peygamberimiz aleyhisselamın hal ve hareketleri, mucizeleri, ahlâkı ve yolunun güzelliği hakkında Müslümanların verdikleri bilgiler ve öğütler dinlenir olmuş, müşriklerin kalbleri yumuşayıp İslâmiyete meyletmeye başlamıştı.
Bâdiyelerde, çöllerde oturan Araplar da, Müslüman olmak için, Kureyş müşriklerinin Müslüman olmalarını bekliyorlardı. 559
Feth sûresinin 6. âyetinde anılan münafıklar ile, 11, 12, 15, 16. âyetlerinde sözü geçen bedeviler, Mekke ve Medine arasında oturan Müzeyne, Cüheyne ve Benî Bekr kabileleri halkı olup; Peygamberimiz aleyhisselam onları Hudeybiye'ye doğru götürmek istediği zaman, onlar Kureyş müşriklerinden korkmuşlar, ev halklarını ve mallarını bahane ederek Hudeybiye seferinden geri kalmışlardı.
Peygamberimiz aleyhisselamla ashabının sağ salim döndüklerini görünce de:
" Seninle gidemediğimiz için Allah'tan yarlıganmamızı dile" diyerek dil ucuyla niyazda bulunmuşlardı. 560
Hayber gazasına ise, ganimet almak için katılmak istemişlerdi.
16. âyette bahsi geçen sert ve çetin savaşçı kavim; Arap olmayan kavimler, veya Rumlar, yahut Hevâzin, ya da Benî Hanifelerdi. 561
18. âyette sözü geçen yakın fetih, Hudeybiye musalahası;
20. âyette çabuk olarak verildiği bildirilen ganimet de, Hayber ganimeti idi. 562
26. âyette geçen, " kalbleri taassupla kaplanmış olanlardan birisi de, Kureyş müşriklerinin elçisi Süheyl b. Amr idi.
Besmeleyi ve Peygamberimiz aleyhisselamın Resûlullah sıfatını yazdırmamak için, direnmiş dur-m ustu.
Âyette geçen takva sözü ise, " Lâ ilahe illallah Muhammedün resûlullah" kelime-i tevhidi ve kelime-i şehadet idi.
27. âyetteki yakın bir fetih, Hudeybiye musalahası, barışı idi. 563
29. âyette Ashab-ı Kiram için, İncil'de geçtiği açıklanan; " Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerinde dimdik yükselmiş, ekincilerin hoşuna giden bir ekin gibidir! " mealli bir temsille, önce onların az olacakları, sonra artmaya başlayacakları, ondan sonra çoğalacakları, daha sonra da gövdeleşerek güçlüleşecekleri anlatılmıştır. 564
Bugün İncil tercemeleri olmak üzere ellerde dolaşan ve kutsal sayılan bazı kitaplarda da, şu temsiller görülmektedir:
" Anlara bir temsil daha irad edüp dedi ki: Semâ melekûtu, bir âdemin alup tarlasına ektiği hardal dânesine benzer.
Cümle tohumların en küçüğü ise de, büyüdüğü zaman, sebzevatın hepsinden büyük olup ağaç olur. Şöyle ki; hava kuşları gelüp anın dallarına konarlar." 565
" Ve dedi ki; Allah'ın melekûtu böyledir:
Güya, bir âdem tohumu yere atar ve gece gündüz uyuyup kalkar ve tohum anın bilmediği surette biter ve büyür. Zira, yer kendiliğinden evvelâ otu, sonra başağı ve daha sonra, başakta mükemmel buğdayı husule getürür ve mahsul kemale erdüğü gibi, orağı salar. Zira, hasad vakti yetişmiştir." 566
" İsa dahi anlara hitaben: Yapıcıların reddettikleri taş, köşe taşı oldu! Bu, Rabb tarafından olup gözlerimiz önünde acâibdir! ' kelamını bir vakit kitaplarda okumadınız mı?
Bunun içün size derim ki: 'Melekûtullah, sizden alınıp mahsûlünü getüren bir ümmete verilecektir ve bu taş üzerine düşen, parçalanacaktır. Ol dahi, kimin üzerine düşerse, anı ezecektir! ' dedi. 567
-------------------------------------
552. Firuzâbâdi, Kâmûsu’l-muhît, c. 1, s. 247, Râgıb, Müfredâtü'l-Kur'ân, s. 370.
553. Râgıb, Müfredâtü'l-Kur'ân, s. 370, 371.
554. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 618.
* İbn Seyyid, c. 2, s. 123.
555. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 336, 337, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 624, Taberî, Târîh, c. 3, s. 81.
556. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 336, 337, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 624.
557. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 624.
558. İbn Kayyım, Zâdu'l-mead, c. 2, s. 144.
559. Kastalânî, Mevâhibü'l-ledünniye, c. 1, s. 168.
560. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 619.
561. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 335, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 620.
562. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 621.
563. İbn İshak, İbn Hişam, Sîre, c. 3, s. 336, Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 623.
564. Vâkıdî, Megâzî, c. 2, s. 623.
565. Matta İncili, 13: 31-33.
566. Markos İncili, 4: 26-29.
567. Matta İncili. 21: 42-44.